Adsız, isimsiz bekleyişler sarar avuçları...
Hayat söyleyip istediklerimizde SÖYLEYEMEDİKLERİMİZLE tutuyor bizi ve de boğuyor...
Oysa ne kadar çok şey var söylemek istediğimiz o kadar çok şey varki
belki de en çok mutlu olacağımız cümlelerle boğuluyoruz söyleyemediğimiz için...
Erteliyoruz isteklerimizi ve de belki de sonsuz söylenemeyecek cümleleri sıralıyoruz içimizden
kayboluyoruz içinde...
Sende insaf yok mu hayat derken,
kaç zamanımız var ki daha ne kadar zaman diyebilezeğiz isteklerimizi diye
kaç an zamanı bu paylaşamadığımız ve de kendimizi anlatamadığımız...
Belki sonsuzluğa kürek çekiyoruz kanatsızlıkla, oysa ne güzel de uçabilirdik o kakışlarla arayış içinde olmadan...
Sadece benlik savaşı bu...
Bu savaşımın içinde kayboluyoruz belki de sadece bir bakışa kurban olduğumuz zamanların peşinde koşarken...
Hayatın zorlu yolları bunlar,
bitmeyesiye arayışlarla,
bir nefese bir sese kaybolmak,
belki de bu bir nefeslik zaman,
sevmek isterken bağlanmak,
sevilmek isterken yutkunmak,
umulmaz bir çaresizlik bu,
yetinmekle kalan bir bağlanış,
herşeyin bir yalnızlık olduğu kulvarlarda koşuşmalar bunlar...
Sesi sese yapıştırmak,
nefesi nefese iliştirmek,
sadece insaflara kalmış bir an zamanı yaşamı,
kimsesizliğe kapı çalma,
umudu gömülmek,
sadece bağlanmak ne zaman hasret biter demek,
kaybedilmiş zamnaları aramak ki bel yükü bunlar,
kayboşlar, ağırlıkların altında...
Oysa tek cümle,bu
seviyor musun,
sorusu...Bir de, sevebilir misin sorusuyla bağlantılı...İstekler...
Ve
mahkumiyet,
bunlar ki zincir bağları ile bukağılanmak...
Kaç kestane zamanı bu arayışların beklentisi,
kaç görünmez duyguların zapt edilişi,
kendini kendine kıskanmak,
kendine kendine bağlayıp saklamak...
Kaç çağla zamanına atar ki insanı,
kaç portakal zamanı yok olur bu bekleyişte...
Bir tek cümle oysa,
ben de sevmeyi bilenlerdenim demek,
o da
unutulmazlıkla geçen zamanlara kalan.
Bir bekleyişe atar kendini,
ben bu hayatın nersinde varım derken,
Adsız,
isimsiz bekleyişler sarar avuçları,
ve
kimsesizliğe çıkan yol olur ki hep karanlık,
hep yalnızlıklarla dolu...
Ben bu hayatın çivisini kendime çaktım derken farkındasızlıkla atarız kendimizi kör bir karanlığın alacasına...
Artık morluklar düşmanımız olur,
mavilikler isteklere girer,
kimsesizlik boyun büküklüğü,
umut umursanmaz hâle dönüşürken,
bir ışık yanar tek lambalı direkte bir köşe başında,
kendi gölgene basmamak için zıplarsın ama yine de düşersin gölgenin üstüne...
Bir taşa oturursun soğuk ve de ıslak...
O donmuşluğu hissedersin içinde taki yüreğinin en kılcalında,
keşke ben de seni sevdim be can diyebilseydim dememek için dilini ısırırsın...
Kendi kanının kokusu kendinde kalır...
Ben de sevmeyi bilenlerdenim demek de artık vakit sonuna kaldı demek arasında bağlanırız
ve çaresizlik hasretleri ardına alırken,
unutulmaz ve yaşanmmamış aşklara atarız kendimizi...
Ve bu aşkı da yaşanmamış aşklardan sayarız...
Ardından ağlama hakkımız bile olmayanlardan...Sayarız...
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 10.11.2010 15:56:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Çok beğendim.
TÜM YORUMLAR (1)