BEN ADNAN
Bilecik Bozüyük'ün bir evladıyım. Altı oğlan en küçük kız, yedi kardeşin beşincisiyim. İlkokula başlayıp da az buz matematik öğrenir öğrenmez, simit sattım, ayakkabı boyadım. ilkokul ikinci sınıftan üçe geçtiğim yaz tatilinde, bir berber dükkanına çırak oldum ve o yıldan sonra, lise sona kadar da her yaz tatili, bir çok meslekte çıraklık yaptım. sıcak demircide örsün üzerinde ahenkle ustamla sırasıyle balyoz vura vura, balta, kazma, keser, pulluk dövdüm. Ustamın elektrik kaçıran antika kaynak makinesinde, defalarca çarpıldım, gözlerimi kaynak ışığı aldı, bir çok geceler de, annem patates bağladı, ağlaya ağlaya uyuya kaldım.
Sonra ki yaz tatillerindeyse, çaycı çıraklığı, sanayide motorcu, kaportacı çıraklığı yaptım. İyi bir öğrenciydim aslında, orta birde başarılıydım, ancak 80 darbesi, iki ağabeyimi, devrimci düşüncelerinden ötürü, dört duvar arasına kapattı ve tabi ki etkilendim. Orta iki de iki sene kaldım, bu boşlukta da camcı çıraklığı yaptım.(bu çıraklıkların hepsini kendim buldum ne anam ne babam bir kere bile git çalış oğlum dememişlerdir.) Babama verdiğim sözü tuttum ve okuluma döndüm. Ancak orta üçe başlayalı üç ay olduğunda, 83 yılında bir 21 Kasım pazar sabahında babamı, yüreğimde sakladım. Acılar hep kaybettirmiyor, bazen de kazandırıyor, bana da olgunluk kazandırdı, hayatla iyi tanıştım.
Ceza evinde ki ağabeylerimle, mektuplaşırken onların bize gönderdikleri şiirlerden, şiirin hayatımın vazgeçilmezi olduğunu anladım. Ve kitap okumayı çok sevdim, yaşıtlarım oyun oynarken çoğunlukla ben ya harçlığımı kazanıyordum ya da kitap okuyordum. Kitaplar hayatımı hep kolaylaştırdı, okulda öğretmenlerim beni çok seviyorlardı, çok sosyal biriydim, ama okuduğum kitaplar yüzünden kendimi çok yalnız hissettiğim anlarımda oldu. Ağabeylerim cezaevindeyken, eski arkadaşlarımız bizi tanımaz olmuşlardı, ergenlik yıllarımı arkadaşsız geçirdim, çünkü biz anarşistlerin kardeşiydik, babam çok tanınan, sevilen bir insandı, o na mezarcı Mustafa derlerdi,(mezarlıkta memurdu, ayrıca mezbahane ninde sorumlusuydu) bize de, mezarcı Mustafa'nın çocukları diyorlardı. Ağabeylerim idamdan yargılanıyorlardı ve güce tapan ödlekler arada sırada ağabeylerimi söylentilerle asıyorlardı. Bize on, on beş günde bir ''başınız sağolsun abilerinizi asmışlar'' diyorlardı. Bu acılara dayanamayan babacığım, acılarını dindirmek için rakı kadehlerine sarıldı ve böbrekleri iflas edip bizi ve acılarını terkedip, kendini yüreklerimiz de sonsuzluğa bıraktı. Ağabeylerim içerde, biz dışarda çok sıkıntılar çektik, ama ''göğü kucaklayıp getirdim sana, kokla açılırsın.'' diyen dostlarımız da vardı, onlar ve ''bir orman gibi kardeşçesine'' olabileceğimize inancımız, bizi dimdik ayakta tuttu. ''Bu gün görüş günümüz, dost kardeş bir arada, telden tele mendil salla el salla, merhaba'' diye diye görüş günlerimiz de bitti nihayet ve onlar adına bizim de söylediğimiz şarkı ''hele bir dışarda olsam, hep yürürüm durmam.'' gerçek oldu, ağabeylerimiz içerden çıktı.
Liseyi seramik meslekte okudum. biter bitmez, fabrikayla tanıştım. o gün bu gündür de birden çok fabrikada laborant olarak çalıştım, bu arada da şiirlerim beni zorladı, doğumu için sabırsızlanan patlamaya sabırsız tomurcuklar gibi. 89 yılında hayatın bana en büyük armağanıyla, şimdi aşkım ve hayat arkadaşım olan Zeynep'le tanıştım. Tabii ki beraberliğimiz kolay olmadı, ben anarşistlerin kardeşiydim ne de olsa, ama sevgi emektir dedik, sevgimize emek verdik, Zeynebim de benim için direndi ve zafer bizim oldu.(son sözü direnenler söyler.) Şiirlerle dolu, oldukça romantik ve bi o kadar aşkla sevdik birbirimizi. Ancak aşk henüz kapımızı çalmışken, 90 yılında askerlik geldi çattı, ama her gün yazdım Zeynebime, öyle ki haftalık postalardım, postanede tartıyla alırlardı mektuplarımı. Ve o ela gözleri özleyipte ağlamaklı olunca, başımı dikip göğün karanlığına, kutup yıldızına seslenerek(dünyanın neresine giderseniz gidin küzeyi gösteren yıldıza) '' yıldız aşkıma de ki onu çok seviyorum.'' diye mesaj yollardım, gözyaşlarımla birlikte. Çok uzaklarda olsakta aynı göğün altında aynı anda görebileceğimiz yıldızımız vardı ya o yetiyordu aşkımıza.
Ve döndüm 93 yılının 18 Eylülünde nihayet evlenebildik. Bir sene sonra tam da evlilik yıldönümümüzde, aşk bahçemizin kar çiçeği canımız kızımız, Emek Kardelen geldi aramıza, şimdiyse on üç yaşında.
Anacığım son bir yılını kulakları duymadan yaşadı, şekeri vardı, ''atın ölümü arpadan olsun der, bizden saklı saklı reçelleri kaşıkla yerdi. Bir gün (ben evlenmiş ayrı evdeydim artık) anama gittim evde kardeşlerim yoktu zili duymuyordu, birinci kattaydılar, mutfak balkonuna tırmandım, mutfakta karnını doyuruyordu, kapıda beni gördü, önce şaşırdı, sonra gülerek açtı oğluna kapıyı, elini öptüm, sarıldım, kokusunu içime çektim uzun uzun. Ve birden ''anne ben seni çok seviyorum.'' demek geldi, diyordum ama beni duymuyordu, kulakları şekerinin fırlamasıyle sağır olmuştu, bir türlü söyleyemiyor, anlatamıyordum anacığıma onu çok sevdiğimi. En sonunda boş bir sayfa bulup ona kocaman harflerle, '' ANNEM BEN SENİ ÇOK SEVİYORUM.'' Yazdım ve ona gösterdim. Heceleyerek okudu, sevinerek gülümsedi ve bana sarılıp öptü, öptü, ''bende seni çok seviyorum yavrum'' dedi.
Babacığımın anama son sözü ''hakkını helal et, sen bir sabır taşısın.'' olmuş, öpüşmüşler ve babacığım uyumuş, bir daha uyanmamak üzere. Babamın dediği gibi sabır taşıydı anacığım, eski kerpiç evimizde ne banyo, ne mutfak hiç bir şey yoktu, tuvalet ve çeşmemiz bile dışardaydı, dokuz nüfusun çamaşırını, yemeğini o nasırlı elleriyle bir gün bile uf demeden yaptı. Her fırsatta, her türlü zorluğa rağmen, oğullarının görüş günlerine gitti, askerler bazen zorluk çıkarınca, azarlayıp paylayıverirdi onları, ''gidinin dölleri'' diye. Anacığımızı elimizden gelinceye dek rahat ettirmeye çalıştık, 89 yılında o kerpiç evden kurtarıp, daireye taşındık, sobadan, dışarda lehende çamaşırdan, tek tüpte yemekten kurtardık. Ama gün gelip de ayrılık gelip çatınca önüne geçemedik ölümün. Sık sık giderim mezar taşında,'' anneciğim, sen kalbimizin tahtında ki tek kraliçemizsin.'' yazan kabrinin (tabi ki babamında) başına.Anacığımda yüreklerimizde, babamızın yanını aldı, sonsuza dek örnek alarak, bize bıraktıkları sevgileriyle yaşatılmak üzere.
Şimdilerde yuvamda ki sevgilerimiz yetiyor hayata dört elle sarılmamıza. Beni en çok seven iki aşkım var ya, sevgilim hayat arkadaşım Zeynebim ve kar çiçeğim Kardelenim, var ya. Ele güne muhtaç olmadan kendi yağımızla kavruluyoruz ya, ne isteyebilirim ki, hayattan, sevmekten, sevilmekten başka...
2008
Kapıya koşuyorum
Gelen sen misin diye
Bir siyah saç görmeyeyim
Yüreğim burkuluyor
Ağlamaklı oluyorum
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!