Üstü başı kirlenmiş,
On iki on üç yaşlarında,
Ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüş,
Zemheri soğuklarında kulakları ve burnunun ucu,
Kıpkırmızı kesilmişti.
Per perişan olmuştu.
Daha şimdiden feleğin tokadını yemişti
Kanı çok tatlı, esmer güzeli bir çocuğu,
Karanlık sokağın en kuytu köşesinde
İçin için ağlarken gördüm.
Hiç çocuğu olmayan ve çocuk hasretinden yanıp kavrulan bir baba olarak içim derinden sızladı.
Yaklaştım ona doğru.
Sevgiyle başını okşadım.
Ürkek bir biçimde, başını usulce kaldırıp gözlerimin içine bakınca,
Adını sordum.
Adım Muhammed dedi.
Adım Muhammed deyince, ona karşı ilgim daha çok arttı.
Adının son harfinin "t" ile mi yoksa "d" ile mi bittiğini sordum.
O da "d" ile dedi
Anlamını biliyor musun? Tabi ki dedi.
Neymiş anlamı?
Övülerek yaradılmış demek ve Allah habibinin dört isminden en büyüğü dedi.
Sevecenliği ve bir İstanbul beyefendisi gibi konuşması beni cezbetmişti.
Giymekten aciz olduğun paltomu ona giydirdim.
Beş on dakika sonra ısınmış olacak ki,
Yüzünün rengi değişti.
Sohbetimiz baba oğul sohbeti gibi gittikçe koyulaşıyordu.
Konuştukça çok iyi yetişmiş olduğu hemen belli oluyordu.
Akranların bu saatlerde sıcak evlerinde yataklarında olurken,
Senin bu saatlerde bu zemheri soğuklarında bu karanlık sokaklarda ne işin var?
Bir an sustu cevap vermek istemedi.
Ben çok ısrar edince anlatmaya başladı.
Çok sevdiğim annem ile babamın her gün kavga etmesinden bıktım.
Dayanamaz oldum ikisine de.
Ne kadar yalvarıp yakardıysam da söz geçiremedim.
Bende o sinirle evi terk ettim.
Benim yaşımda bir çocuğun evini terk etmesinin hiç de doğru olmadığını biliyorum.
Ama dayanamadım.
Yanlış yaptığını, ortamın çok bozuk olduğunu, çok kötü niyetli insanların ortalıkta cirit attığını,
Söyleyince, yere baktı sonra da sevda sürmeli gözleriyle, gözlerimin içine baktı.
Ve ağabeyim sen çok doğru söylüyorsun ama Cennet olması gereken evimin, cehennem olmasına, daha çok dayanamadım.
Annem de babam da çok kültürlü insanlar...
Fakat herkes dediğim dedik diyor beni ve geleceğimi hiç mi hiç düşünmüyorlar.
Söyleyecek hiçbir cümlem yoktu, zira çocuk olmasına rağmen çok doğru konuşuyordu.
Bize gidelim dersem gelir misin diye sorunca,
Neden olmasın dedi.
Eve yaklaştıkça heyecanım artıyordu
Zira 15 yıllık evliydim fakat Allah c.c böyle tatlı böyle güzel bir çocuk bana nasip etmemişti.
Hanımın da çok heyecanlanacağını ve onu gördüğünde çok sevineceğini çok iyi biliyordum.
Kapının zilini, usulca çaldım ve sevgili eşim kapıyı açınca bir tanrı misafirimizin olduğunu söyleyince,
Ne demek başım gözüm üstüne dedi ve hemen bizi içeri aldı.
Hanım, Muhammed'i salonun üst köşesine oturdu ve Muhammed’in yanaklarından birkaç kez anne şefkatiyle öptü.
Muhammed en mutlu tavırlarla bir eşimin gözlerinin içine, bir de benim gözlerimin içine baktı.
Ve o güzelim gözlerinden, boncuk boncuk yaşlar akınca hanım da dayanamayıp ağladı.
Ve Muhammed’e niçin ağladığını sorunca, Muhammed de, benim öz annem, beni böyle sizin gibi hiç öpmedi dedi.
Ben hemen mutfağa doğru yöneltim, amacım eşim ile Muhammed’i baş başa bırakmaktı.
Bende onları gizliden dinlemeye çalışıyordum. Kırk yıllık dost gibiydiler.
Eşim Muhammed’in tatlılığına dayanamamış olacak ki anne şefkat ve merhametiyle bir defa daha bağrına bastı öpüp öpüp kokladı. Muhammed ise eşime öylesine özlem dolu bakışlarla bakıyordu ki bu bakışlar resim edilebilseydi eğer, kompozisyon yarışmalarında muhakkak ilk üçe girerdi.
Hanım hemencecik sıcak bir şeyler ve Yanında yiyecek şeyler getirdi. Muhammed öylesine terbiyeli ve öylesine asildi ki defalarca ben hanım ısrar etmememize rağmen zorla utana sıkıla sofraya oturdu.
Ve aç olmasına rağmen tıka basa doymuş gibi yavaş yavaş sadece birkaç lokma yedi.
Ne kadar ısrar ettiysek ben tokum dedi ve yemedi.
Üzüntüden iştahı tamamen kapanmıştı.
Az ve çok öz konuşuyordu.
Gece yarısı olmuştu ve hanım evimizin en güzel yün döşeğini serdi ve uyuması için rica da bulundu.
Rabbim rahatlık versin deyince amin Rabbim sizlere de rahatlık versin dedi. Ve gece lambasını söndürdü.
Beni ve eşimi uyku tutmamıştı. Eşim sağ olsun benden daha fazla misafirperver, şefkatli ve merhametliydi.
Muhammed’i evlatlık olarak keşke alabilseydik deyip sohbet ediyorduk.
Sabah ola hayrola dedim ve uyku tutmadığı halde uyumaya çalıştık.
Sabah namaz vaktinde Muhammed’i namaza kaldırıp kaldırmayacağımı düşünürken,
Muhammed Müezzinin çok güzel ezan okuyuşuna uyanmış ve ezan bitinceye dek onu aşk ve şevkle dinlemişti.
Ben daha söylemeden, abdest alabilir miyim diye sorunca, sevinçten havalara uçasım geldi.
Birlikte cemaatle namazımızı kıldık ve tespihatı Muhammed çok mahirce yapınca hayranlığım daha çok arttı.
Merakımdan sordum yarım hafız olduğunu söyleyince dayanamadım ağladım.
Zira ben çok duygusal ve hemen çok çabuk ağlayan biriyim.
Hanım harikuledenin de fevkinde bir kahvaltı hazırlayınca, hanıma çok teşekkür ettim.
Kahve altımızı yaparken epeyi dertleşip haspihal ettik. Sohbetin bitmesini hiç mi hiç istemiyorduk.
Muhammed büyümüş de küçülmüştü sanki konuşurken ağzından balların hası dökülüyordu.
Muhammed elindeki çok kaliteli saatine baktı. Saatin 9 olduğunu görünce,
Müsaadenizle ben duha namazı kılmam lazım deyince, sevgili eşim hemen seccadeyi serdi ve aşk ve şevkle Muhammed’in ihlas ile duha namazını kılışını seytettik.
O zamana kadar biz evde duha namazı kılmamıştık. Çok utandık.
Ve o günden sonra duha namazını her daim kılanlardan olduk.
Muhammed sanki bir melekti. Böyle dolu bir çocukla ilk olarak karşılaşmıştık.
Hem çok utanmış hem de duha namazını kılmaya vesile olduğu için çok mutlu olmuştuk.
Çekine çekine ona sen evladımız olabilirsin dediğimizde çok derin düşüncelere daldı belli ki o da böyle mutlu yuvanın yıllardan beri özlemini çekiyordu.
İstiyor olmasına rağmen, hayır olamam ailem ile yaşamak zorundayım zira yanlarında olmazsam, daha kötü olaylar olur dedi ve vakarlı bir bey efendi gibi yerinden kalktı üç kez ellerimizden öperek lütfen hakkınızı helal edin deyip evine gitmek istediğini ve iyiliğinizi asla ve asla unutmayacağım diye söyleyip ayrıldı.
Ben eşime, eşim de bana baktı, baktı, baktı. İkimizin de gözleri kıpkırmızı olmuştu ama ne hikmetse ağlayamamıştık.
Adresini sormayı unutttuğum için, o günden sonra ne karşılaşabildik ne de tevafuken görüşmek nasip oldu.Aradan yıllar geçmesine rağmen ne Muhammed’i ne de Muhammed’in bey efendiler gibi oturup kalkmasını ve namazlarını büyük bir huşu ile kılışını unutmadık Zira unutmak mümküm değil.
O her daim gönlümüzde en şerefli konuğumuz olarak biz yaşadıkça yaşayacak
Rabbim onun gibilerini ziyadeleştirsin.
Ziyadeleştirsin ki bu üç günlük fani dünya da içi dolu mutluluklar da çoğaldıkça çoğalsın...
09/Ağustos/2017
İbrahim Halil Demir
Kayıt Tarihi : 9.8.2017 14:45:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!