Evvel zaman içinde,
Miladı olmayan hüzünler içinde,
Deli bir kız yaşardı sevginin kabesizliğinde.
Yaşadığı herşey hiçbir şeye değmeyen deli kız,
Sevdasını sürgün yazınca sevgilinin gözlerine,
Gözlerinin uçurumundan hasretlik düşerdi.
Hasret;
Gül ağıdında çığlık,
Ve kendi suyunda boğulan nilüfer yüreğiydi.
Ne vakit diline kekre bir tat düşse,
Çıralanmış yarasında düğün etsin isterdi ateşböcekleri...
'Yalnızım diyordu sevgiliye
Yaşlı çocukların gözlerindeki uçurum gibi yalnızım.'
Nedensiz değildi,
Kaygılı ve ürkek acılara muhacir olmak.
Yaşamın yüzüne,
Paslı güzlerin gözyaşını resmederken,
Çatılmış kaşlarında gizlese de öfkeyi,
Yaralı ayrılıklar bırakmıyordu peşini.
Sürünen varlığıyla sevmişti sevgiliyi.
Artık her gece,
Al bir karanfil takıp göğsüne,
Kan tüküren kadınlığıyla gizliyordu hasreti...
'Sevdim diyordu sevgiliye
Kanın suyu yıkadığı gibi sevdim.'
Geçip gidiyordu ömür.
Ödünç alınmış bir yaşamdan geriye kalan,
Kırgın ve kırılgan küçük bir kalpti.
Hiç yaşanmadan yitirilen hayalden mi nedir?
Adı anıldığında ağlamaya başlardı ateşböcekleri.
Artık kelimeler, kaybolan nedenlerin,
Rüzgar alan yanıdır.
Ve ayrılık vakti gelmiştir.
Ölür aşk,
Ölür gülerken ağlayan gözlerinin rengi...
'Öldüm diyordu sevgiliye
Kendi mayınına basan aşk gibi öldüm.'
Not: Bu şiir; değerli arkadaşım, Esra Beytar'ın anısına kaleme alınmıştır.
Mustafa GökoğluKayıt Tarihi : 12.2.2008 19:30:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!