Lapa lapa kar yağıyordu dışarıda; içerden bakınca çok güzel görünüyordu beyaz örtü, bir de dışarı çıkınca üşümese...
Tam altmış üç seneyi devirmişti, ne olaylar görmüştü o gözler. Ve dokuz senedir yalnızdı; şu koskoca beton yığınında tek başına yaşıyordu. Sadece haftada bir gelen temizlikçi ve zile basıp kaçan bir kaç yaramaz çocuk dışında kapısını aşındıran yoktu.
Şerifesi'ni özlemişti. Ne büyük bir aşktı onlarınki. Tam otuz yıllık bir birliktelikleri vardı ama O bırakıp gitmişti. Dokuz yıl on sekiz gün önce bu saatlerde 'elveda' demişti kendine. Bugün 21 Aralıktı ve sabah güneşinin yüzünü göstermeye başladığı demlerdi. Canısı böyle bir günde sanki bir kanadını kırmış gibi kaybolmuştu hayatından. Oysa beraberken gözlerinin içine ne kadar güzel bakardı, elleri ne kadar güzel ve sıcaktı; ya sıcacık "canım" deyişi hem de tam otuz yıl hiç usanmadan hala taze sevgisiyle.
En çok istedikleri dünya tatlısı bir çocuktu ama olmamıştı, Rabbisi nasip etmemişti. Keşke bir çocukları olsaydı, şimdi yanında olur onu teselli ederdi ama yoktu işte yalnızdı. Eskiden iki kişi yetiyorlardı birbirlerine; peki ya şimdi? !
Emekli öğretmen Lütfi Bey iç geçirdi ve:
"Yine eskiyi yad ettin muallim bey. Zevcenin o gül siması, güzel gözleri aldı götürdü seni. Merak etme az kaldı, yakındır ona kavuşacağın gün. Şerifen de dört gözle bekliyordur hem seni."
Saati mi şaşırdı bu hıyar?
Gerçi hiç saati olmadı ama
En azından birine sorar.
Cebimde bir lira desen yok,