Çok yaşlanmış değil mi?
Buruşmuş elleri
Tabut olmuş camilerine
Sırtında yedi kambur
Kızarmış uykusuzluktan gözleri
Huysuz…
Suçum bilmekti
Öfkeyle toplayıp saçlarımı
Arsız bir acıdan geçmek
Zehirli aşk şarkısı ağzımda
Kara bir yalanın çatal dili
Hatırlıyor musun
Çiçeklerimi ezmişti
Öfke yapraklı dalların
El kadar çocuktum
Diyarbakır’da bir caddeydi hayatım
Şarkılar otururdu kaldırımlarımda
Açmışım ağzımı
Canını yakan tuşundan
Kurtulmaya çalışan piyano gibi
Damağımda fil dişinden bir payanda
Küsmüşüm hayata
Kırmızıdan dikilmiş kefenim
Hüküm verdiler
Mekruh bir şehrin ortasında
Aşkların demire kestiği bir havada
Sedirden önlük diktiler
Darağacında sallanan çocuğa
Dağlar yaslandı hasretimin boz yamacına
Yıldız büyüttüm kar için
Yağdım Kura’ya
Yar oldum döndüm
Çocukluğuma
Çocukluğum ki
Evvela toprak büyüttü bizi
Sonra, biz onu
Kanımızda akar
Aynı toprağın humuslu tonu
Benim mavim onun göğü
Onun göğü
“Bilinmez nasıl yarattı mucit
Rüyadan bir helezonun
Sarmal ucunda başladı vakit’’
Altı üstü bir salkım dünya
Tek hecenin dalında
Aydınlığa uzatıyorum ellerimi
Bir avuç alıyorum cevherden
Buldum sanıyorum manayı
Oysa mana koca bir yanılgı
Her saat aynı mı yaşatıyor anı
Sen gidince
Sen gidince
Resimlerin ölürdü
Ceset gibi kokardı albümler
Etlerini dökerdi kuşlar
İntihar ederdi kahve içtiğin fincan
Gitme, bin defa ölsem de eksik ölürüm diyor. Şair bir başka şiirinde . Okuyorum şiirleri. Bin defa okusam da eksik okuyorum sanki. Her okuduğumda farklı düşüncelere kapılıyorum. Son zamanlarda Türk şiirine gelmiş en çok ve en iyi metafor ve imgeyle dolu bu şiirleri okurken çoğu zaman tüylerim diken ...