o gün
insanlığın son kez öldüğü gündü
yeni kirli sayfaların koynunda
kanayarak
titreyerek dizlerimiz üstünde
yanarak ve yakılarak ve boğularak
kaybedilmiş bir seçim gecesi gibi kırgınım
bedenimde kırsal sandıkların ağırlığı
izmir gelsin
sayım doksan dokuzda durmuş kadar
küfürbaz ve sinirliyim
beni bu nankör masanın başına
yapayalnız oturttular
haddimeymiş gibi yazıyorum dokuz yıldır
ömrümün yarısından fazlası
damgalarımı kusmak isterken
ruhum ağırlaşıyor günden güne
bir haziran gecesiydi girdiğinde hayatıma
sendeleyerek ve vücudunda yaralarla
kırmızıydı gözün
kanamaktaydı kalbin
ücra bir köşesine saklıydın ömrün
titreyen ellerini itmek içimden gelmedi
kaygılanma
badirelerin idealinden çalacağı bir şey yok
bu söğüt dalları ruhuna eğilmedi
gecikmiş huzuru itmemek de ahmaklık değildir.
sen de evladısın dünya toprağının
isteyebilirsin kendinle kendinden bahis açmayı
bana olan ömür borçlarını ödemeleri için
benden kopmuş fırtınalara yakarmanın eşiğinde
bütün düzenbazlığımla yüzyıllar boyu dikildim
arada bir avuçlarımdaki yabancıdan içtim
sağ omzumda telaşlandım
sol omzumda sakinleştim
Bir zamanlar, ölü bir kuzgun tünemişti
Kasvetli bir gecede aklımın pervazına
Gövdesi gözlerim gibi karanlık
Ve yoksundu ışıltıdan
Gagasından hüzünlü bir şarkı yükseliyordu
-Ah, benim ağıdımı yakıyordu kuzgun-
Seksenlerde bir öğretmen evinde saklanan kitap,
Çarpılı Alevi kapısı,
Acılı ve yabancı bir Zaza türküsü,
Umudu kesmedi diye dokuz yıl yatan Nazım gibiyim biraz,
Biraz da
Ülkenin Madımak’ta yanan aydınlık yüzü
yabancı,
tanıdık köprülerin altında kaldın
yaktın gemileri
nerden gelip nereye gittiği bilinen
sen de gemilerle birlikte yandın
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!