BAYRAM KAYA ADALET ŞİİRLERİ

BAYRAM KAYA ADALET ŞİİRLERİ

Bayram Kaya

Tarih bilinci de olmayınca kişiler, içinde bulunduğu mülkçü yapı ilişkilerine göre düzenlediği adaletin, mülkü düzenler oluşunu da görünce, her zaman ve her zeminde bunu, böyle olup giden bir süreç sanacaktır. Egemenci sınıf çıkar adaletine göre, bu yanılgıların içinde olan kişiler “adaleti mülkün temeli” yapacaktır. İlk paragrafta dendiği gibi: 'güncel deki bir birinin yerini alan, yer değişmeli her bir durumlardan, baş olan yani ilk olan, temel olan yapılanma görülemediğinden ötürü, görülür olanın, sınıf ideolojisinin egemen olan birisini genelleştirecektirler.

Bu gibi ki bir tür analizci olmayan bilmelerimiz, olayların özünde var bulunan ana nedenlerle, çevreli nedenleri karıştırmak olur. Mülk adaleti belirlerken, adalette mülkün devinmesini akışın kaçınılmaz kılan bir karşılıklı eytişimine (diyalektiğe) girecektirler. Mülk, adalet olmadan da, temel sağlayışlarımızdan ötürü oluşur; oluşacaktır da. Ama bir müddet sonra, adaletini, sağlamadan da mülk gelişemez. Adalet de mülk olmadan ortaya çıkamaz.

Adalet bir keslik de olsa ortaya çıktı mı, sistemi (mülkü) dönüştürür, sistemi devindirmeden, geliştirmeden edemez. Buradaki ana deviniş eksen adaletin sağlanırlık noktası: emeklerin çok çok yaklaşık bir denklikle değiştirilebilir (takas edilir) olduğu olgusudur. Değilse insan emeğinin her gün yeniden ve yeniden üretilir olması üzerine oynanan sinsi oyunlar değildirler.

Adalet, insansal, öznel-nesnel karışımlıdır. Adalet, paylaşımı keyfi dağıtabilir olmakla özneldir. Ama sistemin sürüp gitmesi için de, adaletin; bir en az olması gereken şartla, bir en çok sınır arasındaki, kendi optimal ortalama değerlerde seyretmesi de kaçınılmazdır. Adaletin sahipleneceği nesnel oluşmacı ve nesnel öznel gelişmeli olan, olmaz ise olmaz olan, değişken durumu budur.

Adaleti, mülkün temeli saymayla, mülkü; adaletin temeli bilme arasında, çok farklı sonuçlar geliştirilecektir. Bu Dünya’yı öküzün sırtında bilmeyle, öküzü Dünya’nın sırtında bilmenin farkı gibidir. Bir kes bu tür farklı anlamalarla, çözümsel temel nedenler de farklılaşacaktır. Dünyanın ırganmasını veya eş deyişle Dünya’daki depremleri, Dünya’yı öküz sırtında bilmekle öküzün kıpramasından sayar, öküzü saygılarsınız. Bu kanaat size yeterli neden gelen bir inanma olacaktır. Eğer öküzü Dünya’nın sırtında bilirseniz, depremlerin asıl nesnel nedenlerini ve çözümlerini bilir ilişkiler olacaksınızdır. Daima bilginizden şüphe eder araştırmalar içinde girişeceksinizdir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Çünkü adalet, mülk ilişkisinin girişmesi sonucunda, yansımış olan bir anlamadır. Demokrasi ise; adaletten sonradır. Otoritenin, yönetici olarak buyruklaşması içinde, mülksel ilişkilerin, girişmesi ile ortaya çıkan anlamadır. Yine demokrasi insanın çok sonraları egemenlikleşen sınıflı yapıların, otoriteden talepleşmesine dönüşen, çok sonraki bir hukukudur. Adalet eskiden beri 250 yıl öncesine değin, teokrasi eli ile gerçekleniyordu. Nesnel otoritenin anlaşılması ile 250 yıldan bu yana, artan ve yaygınlaşan bir anlayışla, adalet demokrasi eli ile gerçekleşebilmektedir. Mülkün temeline oturmuş bir adalet öznel teokratik ve yamuk bir adalettir.

Bir kez adalet mülk üzerine, demokrasi de adalet üzerine oturdu mu, ilk ve son, baş ve son sarmallaşır olur. Neden sonuç ilişkisiyle sarmallaşan, karşılıklı bir bağıntı ortaya koyarlar. Birbirinin nedeni ve biri birinin sonucu gibi olurlar. Adaletçi anlayış, demokrasiyi bir kes ortaya çıkarınca, artık demokratik ilişkileşmeleriniz de, adalet anlayışınızı değiştirir. Yani demokrasi, adaletin değiştiricisi olmuştur.

Adalet, demokrasi uygulaması ile hem belirir olmuştur, hem de; demokrasi talebi ile adalet değişikliğe uğrar olmuştur. Buna bakıp da, demokrasi adaletin temelidir demek, çok büyük yanılgıdır. Her ikisinin temel değiştiricisi de, insanın üretim ilişkisidir Adalet ve demokrasinizin altında, üretim ilişkisi, üretim araçları üzerinde mülkiyetçi ilişkiniz ve emek ilişkisi vardır. Adalet ve demokrasi bu temel değişkenlere göre zorunlu davranır.

Adalet de, ilişkiler de, demokrasi de sürekli değişir. Tabi bu değişme, sabahtan akşama bir ilişki olmadığı gibi sürgit değişmezlik, içinde olmak da, değildir. Değişme ile değişmeme arasında yaşanan yavaş sürtüşerek frenleşen, bir kararlılık (istikrar, adalet ve demokrasi yaşanması) dönemi olacaktır. Önceden konan bir adalet üzerine, sürecek olan ilişkilerin var olması, vehmidir. Yani ilkten adaletin mülke temel olması bir kuruntudur.

Mülkiyetçi ilişki üzerine bir istikrar dönemi boyunca öngörülen, sürecek olan adalet, gelip geçici adalettir. Var olan ve esas olan, üretim ilişkilerinin belirleyiciliğidir. Değişen düzenleşmelerini, idrak eden insan, bunları söylemler ve paylaştırır. Bu da adalettir. Adalette, istikrar dönemlerinin, nicel birikimleri olan demokratik girişimlerin, uzun erimli birikmesi ile değişir. Bu birikimler de, üretim ilişkilerinizdeki ufak tefek değişmelerinin güncellenen girişimleriyle belirlenirler.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

“Demokrasi adaletin temelidir” sözü içindeki bir paradoksta (yanılgı ve çelişki de) demokrasi anlayışınızı, her düzey ve düzlemde geçerli olan, bulunmaz bir Hint kumaşı sayma, yanılsama ve maymuncuk işlev anlayışıdır. Oysa yaşamın içinde siz her zaman yeni bir meyve türünü tanırsınız. Yeni bir meyve türünü bilir olursunuzdur. İşte adalet anlayışı da; böylesi bir süreçlerle daima oluşan, yeni yol kullanım araçlarıyla, adalet gerçeklenmesi içinde sağlanılan bir çekimleniş alandır. Ve içindekiler zaman ve zemine göre değişken, bugünkü demokrasi olmayan; birçok yeni uygulamaların araçsal olduruluşları alanıdır.

Hâlbuki yukarıdaki tespitlerim gibi: “demokrasi, adalet anlayışının bir belirme ve uygulanma biçimidir”. “Demokrasi, adaletin gerçeklenir oluşundaki sağlanışlardan her hangi bir araçlaşmadır.” Böylesi bir anlayışla demokrasileri, üretilen her bir çarenin belirimi olduğunu bilmeliyiz. Ve demokrasiyi adalet gibi kök işlevli bir sistem üzerinde devindirebiliriz. Sistemlerin demokrat olma gibi zorunlulukları yoktur. Sistemin insan yanı toplumun bu yansımasını görür buna uygun kalmak kaydı ile kendi sağlayışlarında adalet içinde demokratik belirimler ortaya koyabilirdir.

Demokrasi adalet devinme sistemi içindeki reel bazlı, kendi zaman zemin devinmeleri alanı içinde hareket ettiğini bilmeliyiz. Demokrasiyi adaletin içinde, adaletle karşılıklı etkileşmeli gelişen zamanla nesnel koşullarının değişmesiyle kendisi de değişen araçsal bir uygulama anlayışı olarak görmeliyiz.

Böylece, aracın kendisi sürekli amaç olmamış olur. Amaç süreklidir. Araçsa; kullanım alanı sınırlıdır, adalet içinde çokçadır, kısa erimlidir, bir amaç gerçeklenmesidir. Amaç (adalet) her aşamadaki bir ufuk belirmesi olunca, araç (demokrasi) her amacınızın (adaletinizin) gerçeklenmesi için yeterli olamazlar. Hatta tümden işlevsizleşirler. Değişirler. Siz ekşi meyve yiyecekken, sırf meyvedendir diyerek, muza yönelmeniz, nasıl ekşi yeme karşılanmanızı sağlayan çözüm olmazsa; yine sırf oy kullanmak da demokrasidir diyerek halkın sırtına basarak haksız politikalar yapılması da demokrasiyi sağlamaz. Mademki demokrasidir, demokraside halk istiyor diye her türden girişme ve abur cuburluklar adalet değildir.

Adalet olmadığı şuradan da belirecektir ki, kokuşmuşluk memnuniyetsizlik bir süre sonra halkın sesiz konuşmasını ve kurtarıcı beklentisini doğuracaktır. “Demokrasi içinde çareler tükenmez” denmesinin aksine halk,” beklentiler oluşturmakla çareyi demokrasi dışında arar olacaktır. Çünkü İsa’yı, Musa’yı kurtarıcı olarak bekleşir olmak, demokrasinin içinde değildirler.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Beyni çökmüş zekâdan da bir takım yetenek gerilemesi ve körleşmesi olur. Yani zekâyı değil ama bugünkü yaşar olduğumuz öznelliklerin pek çoğunu bulamayacaktık. Beynin çöküşüyle zekânın kazandığı büyük ivme kaybolacaktı. Bu ivmeleyiciden biri olan beynin çabuk girişmesini sağlayan sinaps bağlarla ağ şebekesini sağlar olması ortaya çıkmayacaktı. Sistemin pek çok işlev gen üniter zekâ ağlarıyla haberleşenlik oluşması belki hiç mümkün olmayacaktı. Tarih içindeki zekânın ağır aksak gelişmesi, beyinin sürece girmesi ile ve zekânın beyinle ilişkileşmesiyle, oldukça sürat kat etmiş ve yepyeni bir düzlem kazanmıştır.

Yani sizin çıplak ayağınız, siz farkında olun ya da olmayın, bir ayakkabı türevi korunmayı size bir ihtiyaç olarak ortaya kor. Gide gide bu duyum sizde karşılıklı etkileşimin bir zorunluluğu olarak belirmesiyle içteki biyolojik konumlanma eğilimleşmesini ve ruhsal duygusal kaygı ve tedirginlikleri ortaya çıkarır. Bu bir zorunlu girişmenin sonucu yansılaşmalardır.

Biyoloji bu ihtiyacın etkisini nasırlaşma ile deri kalınlaşmaları, pul, tırnak gibi tepkisel cevaplarını, eşdeyişle, seçme ayıklama ilkesinin sınama yanılma metotlarını ortaya koyacaktır. Bu tür ağır aksak zekâ belirmeleri, tarihin beli döneminde insanda beynin, gide gide ortaya çıkan işlevleşmesiyle ak madde, boz madde konumlaşma eğimleşmesinin girişmesi ile bu günkü ayakkabı düzenli zekâsını ortaya koymuştur.

Yani ayakkabı olduğu için ihtiyacınız yoktur. İhtiyacınız olduğu için ayakkabı vardır. İhtiyacınız zorunlu bir iç dış girişmesiyle, etkileşen; etki tepki belirmesidir. Böylece ayağınız ve ayakkabınız etkileşen, sınırlı girişmelerini ortaya koyarlar. Ayakkabıyı oluşturma eğilimi, ilişkin biyolojik düzlem süreçleriyle ve toplumsal düzlemin girişmesi ile giyinişin ortaya çıkması (zekâ) bambaşka bir süreç durumun girişmesiyle olmuştur. Bu da toplumla olmuştur. Toplumla zekâ da, ayakkabı da, ayyuka olmuş bir üretimdir.

Umarım konuyu temel ve metodik bazda biraz ortaya koyabilmişimdir. Şimdi yukarıdaki aydınımızın düşüncesini, hem de Dünyaca bilinişine sahip bir düşünce adamından alıntıladığını söylediği: “Demokrasi adaletin temelidir” sözüne bir kez daha bakalım. Artık bunun “ beyin zekânın temelidir” denişi gibi nasıl bir körlük yarattığını görmüş olmamız lazımdır. Muhtemelen görememiş, ya da tam seçimleşememiş olabiliriz. Ve ya gördüklerimizle, yazarın demek istediği benzeşir mi denebilir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

İşte yukarıdaki: “Demokrasi adaletin temelidir” tanımındaki bilincimizi ters yüz edip, kapatan anlamalarımız, bizdeki oluşan çözümsüzlüklere ve giderek çözümsüzlüklerin bezginlik veren dirençlerine kapılmamıza neden olur. Böylesi kapılmalarımız, bu türden yanılgıları ve bu türden ayrışmanın çatışmalarını ve bezginliklerini ortaya koyar. “Ah bir Atatürk gibi adam gelse” denir. Yani hem Atatürk’ü demokratik bulmazlar! Hem de beklenilen Atatürk gibilerinden! De demokratik olmayan uygulamalarıyla, durumun adaletçi çözümü beklenir!

Yani sizin demokrasi gibi görmediğiniz çözümler, sırasında adaleti sağlayabilen araçlardır. Söz gelimi demokrasilerde seçilmişlik tabusu yaratırlar. Seçme seçilme demokrasi ise de her seçme seçilme demokrasiyi ve adaleti sağlayamaz. Oysa demokrasilerde üstünleşme taslağı yoktur. Toplumsal egemenlik üç ayrı erkin ilişkin uygulamaları ile gerçeklenir. Ve yargı erki seçilmemiş olması ile demokrasiyi sağlardır.

Eğer yargı işleyişine değin demokrasiniz, yürütmenin veya halkın seçimi ile gerçekleşir olsa idi; bu haliyle demokrasinin gerçekleşeceği çok çok kuşkuludur. Benzer deyişle, sizin demokrasi diye ayılıp bayıldığınız kimi araç enstrümanlar, adaletsizliği doğurmaktadır. Ki insanlar böyle zamanların uzun süren bezginlikleriyle umudu bekler olurlar da; “Yetiş ya Muhammed, bozuldu düzen” derler!

Yine basit bir örnekle bu konuyu burada bitireyim. “Demokrasilerde çare tükenmez” denilişi yanlıştır. Çünkü demokrasiler, her çarenin, her adımın ve her gelişmenin, kendilerine özgün hareket dayanağı bulabildiği bir deviniş alanı değildirler. Tabii bunlardan da, demokrasinin iyi bir rejim olamayacağı, demokrasinin tümden bir yanlışlık olduğu gibi anlaşılması da akla gelmemelidir.

Söz gelimi klonlama çalışması, genetik uygulamalar, gen haritası gibi bilimsel çalışmalar demokratik ortamlarda etik tartışmaları ile ele alınır olacaktır. Ve oylaşım gereği, günah anlamına gelen böylesi bir değişme ve gelişmeler, demokrasi gereği yasaklanacaktır. Bu kez bu süreç demokratik olmayan yollardan hareketle sürecektir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

İnançların Oynadığı Rol

Öznel olanın farkı nedir? Öznel, nesnel olanın hakiki bilgisinden yansıyan bir beyin analiz ve sentez süreçleri olmakla işe başlar. Sonra da yeniden ve yeniden yansıyan ayna görüntüsü süreci olmakla, hakikiliğe dek taşıdığı unsurları, giderek azalır. Böylesi zaman boyut zemin devinmesi içinde, daha hızlı bir oluşmalı belirmedirler. Çoğunlukla eylemsel alanda gerçekleşerek, ancak görece doğru pekin bilgi olurlar.

Bu nedenle inançlar hakiki bilgiyi, hızla ayna yansıması oluşma sürecine sokarlar. Bir yanda insanın kendisine, toplumuna, sosyal yapısına, yabancılaşan fantezilere dönerken; diğer yandan yeni bilgilerin buluşların doğmasının da öncülü olurlar. İnsanı insanlaştıran özel ve nesnel olanın(deneye ve deney verilerine uyuşan sentezler, yine deneylerle verilenir olan bir) yanı vardır. İnançlar tarihin bunca süreçli gelişmeler içinde olumlu olmuş yanarına rağmen, inançlar; sübjektif kullanılmaların da bitmez tükenmez bir kaynağı olmuşlardır.

İnançlar diğer pek çok düşünme, kuramlaştırma, eylemde bulunma gibi insanın özne (bilen, ilişkin etkin varlık) yanını dile getirir. Yani özneden ayrı bir bulunuş olan nesnelliği dile getirmez. Ancak öznece, nesnelin anlamlanan ve çarpıtılan yanı olmasıyla da nesnelle ilişkindirler. Nesnelin bir niteliği olmayıp öznenin hüneridirler. Özne nesne bağıntısı içinde özne dıştaki diğer özne ve nesneye göre kendisini diğerlerinden ayıran ve giderekten de diğerlerini diğerlerinden ayıran, bağıntılıca olay ve olgu kılan bilen etken varlıktır.

Özneler, bilen varlık olacakla etken iken nesneldirler. Ancak bilmelerin yansımalar yansıması olacakla kontrolsüz, zihin analizleriyle de bir öznel olan çok hızlı etkime düşünülü olacakla konum ve davranış alan yasaları (kuralları) , özneyi nesneden bağıntılarını da koparmadan farklılaştırır. Yani öznel olanın hakiki alan içinde eğilip bükülen olmasıyla da zorunlu bir deney ve uygulayım alanına konulacak olması vardır. Uygulama olmayan öznellikler özel ve o özneye veya öznelere değin inançtırlar.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Tabii ki zaman içinde, gelişen insan zekâsı, yeni durumun ilişkin süreçlerini de yavaş yavaş kavrar olup, sistemleştirir olacaktır. İnsan zekâsı işi, çeşitli noktalardaki girişmelerin sosyal ve toplumsal, determinizmleri ve zorunlu algılatmaları ile durumun soyutluğunu, ortaya koymuşturlar. Böylelikle sosyal birliğin gücü yerine, yepyeni halk zekâ gücüyle (sosyal zekâ güçle) toplumsal zekâ gücünü ortaya koydu.

Sosyal güç dikensiz gül bahçesidir. Karşıt söylemleri olmayan, bir etnikçi tekillik içinde olmanın anlama ve anlatım, söyleyiş, işleyiş düzey ve düzlemidir. Halk ise toplumların ittifakları yolu ile ortaya çıkmıştır. Çeşitli etnik grup birliklerin karışım birlikleri ya da yan yananlıklarıdır. Zıtlıkların çatışması ve yeni fikirlerin oluşturması müsamaha geliştirmesi, halkın oluşmasıyla vardır. Yani halk içinde artık gülün dikeni vardır.

Her bir zekâ işleyişi kendi alanında, bu kavramları önce çok basit ilgilemelerle sosyalleştirmiştir (imanlaştırmıştır) . Başlarda Sosyal olan da, toplumsal olanmış gibi algılanmıştır. Bu mana da bakınca sosyal yapı ve halk; toplumun psikolojik yanıdır. Ve psikolojik tedbirlerle çok ilgilidirler.

Temel gereksinimlerin insanlar arasındaki sağlanış yükümlüleşmeleri, toplumsal olgularla kendisini iyice dayatmıştır. Üretim mallarındaki sağlanışların kendi içindeki üretimsel olan bir dizi iş paylaşımı organizesi gibi yardımlaşma ilişkileri vardır. Bir de farklı gruplarca üretilmiş olan, farklı üretim nesnelerinin birbiri ile değiştirilmesi (takas) ilişkisi vardır. Bunlar üretim ilişkileri içindeki kesikli, sürekli ilişkin süreçlerdir

Bu iki üretim ilişkisi; yani ihtiyacın üretilmesi ve üretilen ürünün farklı ürünlerle değiştirilmesi (ticaret) , kendi aralarında girişme yapar. Toplum devinmesi içinde sözün gelişi takas yapılan malların kendi aralarındaki değiştirilebilir eşitlikte olmaları zorunluluğu, sürçle ortaya çıkar. Yeni ortaya çıkan bu ilişki tipi, toplumun nicel olarak sınama yanılma hata ve doğrulanma deneyimli olacak olan ekonomik anlayışlarını biriktirir. Üstelikte bu nesnelliklerin izleksel algıları anlaşılıp sezilmesi, insanlarda farklı farklı yansılaşır.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Kısacası özel mal, mülk edinme; haksızlık, hırsızlık yapma; gasp etme, hile yapma; harama el uzatma; zalim olup zulüm etme gibi mülkiyetçi oluşmaların tezahürünü, animistin bilmesine olanak yoktu.

Ölükle hesaba çekilme, mülkçü, köleci çelişkinin adaletçi duygusu oluşla; bunu bir animistin bilmesi olası değildir.

Malı müsadere edilmiş (haksız el konmuş) bir güçsüzümüz; bu dünyada sağlanamayan kişi haklarını öte dünyada kurulan divan ile sağlayacaktı. Bu anlayış ancak, özel mülkiyetin zulmü karşısında zayıf olanın yansıyan bir anlayıştı belagattir.

Bu kabilden olur, zaman ve zemin üretim ilişkilerine denk düşen öznel gelişmeli sınıf anlayışlarımız; toplumların cari uygulamalarıyla işlerlik ve somutluk kazandılar.

Zaten toplumun bir rahatsızlık ve huzursuzluk kaynağı olan mal edinmeci efendi-köle kavgalarına dek sınıfsal düşünceler sosyal anlayışlı kültürler içinde vardı. Sosyal yapı içindeki sınıf tabanlı kültürden de esinle, bu kavgaları toplumlar; yüzeysel de olsa, bu dünyanın hesaplaşması içine aldılar.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bunların adım adım birikmeleri ve tek tek girişen ilişkileşmeleri; günün birinde, bu gelişme ve girişmeleri, hepsinin de bir arada olduğu, süredurum ilişkileşme girişmesi olacağı da kaçınılmazdır. İsa dönemine gelindiğin de, bunların en vahşi dönemlerinin çoktan oluşmuş şekilde sürer olduğu ve de diğer yandan da artık yeni bir devrimci değişmelere (feodalizme) yüz tuttuğu görülecekti. Bunların bir arada girişmesi, çatışmalarla ortalama bir değerde dengeye gelecektir. Ki çatışma ve kavgalar önlene bilsin idi. Artık köleler merhametle(!) öldürülmeyecekti.

Ama köleler de (mülksüzler de) aç kalmamalıydı. Mülkten, mülkü olmayanlara (kölelere) sadaka ve zekât vererek bunların yaşamalarına da acınmalıydı. Köleler, merhametle yaşar olsunlaydı ki, hem köle olarak artık ürün üretebil sinlerdi. Hem de, talan ve kin gibi öççü duygu oluşmaları sönümletilmeli idi. Gösterilen bunca merhamete karşın, bunlar da, eşek değillerdi ya(!) nankör olmamalıydılar. Veli nimetlerine daima saygılı olmalıydılar. Bükemedikleri eli öpmeliydiler. Sanki el bükmek gibi bir zorunlulukları varmış gibi!

Yani çember üzerinde başlangıç ve son aynı yerdir. Bu yüzden başlangıç ile son karıştırılır. Doğanın işleyişinde adaletçi olmak gibi bir zorunluluk ve lüks yoktur. Mülk bir nedense, adalet bir sonuçtur. Bu adalet anlayışı doğal bir işleyiş olmayıp, insansal etkimeli bir eylemselliktir. Adalet toplumsal olanın doğal bir parçasıdır. Ve daima öznel sübjektiviteleri içerecektirler. Süreç başladıktan sonrada sonuçlar neden gibi davranıp bazen mülkü belirleyeceklerdir.

İnsanlar, süreç içinde bunları karşılıklı etkimeli (diyalektik) giriştirecektir. Mülk nesnel gerçekçidir, adalet öznel hakikattir. Artık olaylar böyle bir görünümle girişirler. Ki bu görünüşler de, şüpheci ve analizci olmayan bilgisizliğimizin de yanılsama kaynağı olmuştur. Olayları bu tür anlayışlar üzerinde, söyleşilenleri dinler ve anlar olmalarımız da, bir inançlaşma ve bir tekil mantığın ürünü oluşudurlar.
Ne mutlak bir mülk ilişkisi biçimi vardır, ne de mutlak bir adalet vardır. Mülk ilişkileşmeleri, adaletçi anlama olgularını doğurduğu da bir hakikattir. Ancak süreç başladıktan sonrada adaletçi anlama olguları da mülkün işleyişini, insansal bağlam da düzenleştirdiği bir gerçektir. Ne var ki mülk, adaletin mülke temel olması ilişkisi üzerine oturmamıştır. Yani önce bir adalet vardır, sonradan da, mülk ilişkileri buna göre oluşturulmuş değildir. Bu anlayış çok yanlış bir gözlemsel çıkarma olup, tarihsel bilinç ve bilgi taşımaz. Hiçbir bilimsel kıymeti har biyesi olmayan, halkçı öğretmeyi kısa yoldan düzenleyen bir tek yanlı, inanççı mantık çıkarımıdır.

Burada yine çok yerde değindiğim egemenlikçi ya da özgürlükçü anlayışa bir değinmenin felsefesini yapayım. Zorunluluklarınız varsa, zorunluluklarınızın da bir sağlanışı vardır. Zorunluluklarınız aşağı yukarı hep aynı kalırken, zorunluluklarınızı sağlayışınız ve bunların ilişkileşmesi hep aynı kalmaz, yani daima değişecektir.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Hiçbir girişme yalın ve yalınç değildir. Adalete temellik eden mülk ilişkisi, adaletle karşılıklı olaraktan da, insansal anlayışlarla giriştirilir. MÜLKSEL SAĞLANIŞLAR BELLİ DEĞERLER EKSENİNE GÖRE ADALET KILINIRKEN bu değerler eksenindeki her bir sapışları, yine o eksenleşmenin adalet anlayışına göre de, ADALET MÜLKÜ İLİŞKİLERDİR. Bu insanın öznel etkinliği ile giriştirilen sınıfsal karakterli bir sistem ilişkisidir. Burada adaletin mülkü ilişkilemesi üretimsel olmayıp, paylaştırışsal yön değiştirmelerdir.

Süreç bir kez oluşmuştur. Süreç kendi ekseni doğrultusunda değil de tersinse bile işletilse; önceki birikmelerin tükenip sönümleşmesi için bir süre geçecektir. İşte sizin yanlış uygulamalarınız boyunca, sürecin geri giden bozulan ilişkileri, tükenir olacaktır. Ancak geriye giden bu sönümleşme zamanı boyunca takılıp kalışlarınız olacaktır. Burası bir, kendi halinde dalgalanma içinde kalışınızdır. Burada ne tam bir sönümleşme gerçekleşir, nede tam bir, ileri olan iyileşme gelişir. Bozulan kimi durumlar, mevcudun idamesini sürdürür yönde bir takım palyatif tedbirler ortaya koyacaktır. Bazen bir adım geri, iki adım ileri, bazen de bir adım geri, iki adım ileri denge süreçleri ile bir verimsiz sağlayışlar ortaya konacaktır.

Bir adım ileri, iki adım geri atılan süreçlerde, bir adımlık bozulma vardır. Bu bozulmalar, diğer periyottaki İki ileri adım süreçleriyle karşılanır. İki adım ileri olan süreçlerde, ileri adımlardan biri, her hangi bir periyottaki kaybedilen bir geri adımı karşılarken, ileri adımlardan olan ikincisi sanal kazanç gibi görünecektir. Bu kazanç size hep değişme ve ilerleme oluyormuş gibi gelecektir.
Oysa gelişme oluyormuş gibi görülen bu adım, bir başka periyodun ikili geri adımlarına harcanır olacağının görülemeyişidir bu. Bunlar zaman zeminci kapsal içi; kap içi dalgalanmalarıdır. İki geri bir ileri adımınızla, bir geri iki ileri adımlı süreçler, konum değişken ve birbirinin yerini alır süreçler olmakla, adımlarınızdan ne ilerleyen ne de tam gerileyen olmayan bir oyalanış oluşacaktır.

Oyalanmalar bir yerinde sayış gibidir. Bu yerinde saymaların aritmetik ortalaması sıfır olacaktır. Çünkü toplamda 3 ileri 3 geri adım oluşmuştur. İlk periyotta iki adım geri gitmişsinizdir. Başka bir periyotta da bir adım geri gitmişsinizdir. Toplam geri adımınız 3'tür. Yine ilk periyotta 1 adım ileri giderken ikinci periyotta da, iki adım ileri gitmişsiniz. Toplamda üç adım ileri gidilmiş olunur.
Bunlar da cebirsel olarak toplandığında (21=3; 12=3) 3-3=0 olacaktır. Geri adımdaki fazlalaşmalar, sistemi sönüme götürür. İlişikleri çökerterek sistem başlangıçtaki kaos durumlarına taşınır. İleri yöndeki adımlardaki fazlalıklar sistem dalgalanma ve türbülanslarını artırır. Sistem büyümüştür. Daha önce hiç olmayan ilişki ağlarıyla yepyeni bir düzlemle, sistem ortaya çıkmıştır.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Sosyal yaşam; bencilliğin dayanışması olan ortaklaşma ve ortaklaştırmaydı. Bu, en temel ve minimum meşruiyetti. Sürü içinde, sürüden kopuk öbek hareketleri vardı. Öbek içinde oluşan tutum, davranış salınımlı çevrimlerini öbek; sınırlı ve iletilmeli tuttu. Öbek içiyle sınırlı tutulan salınım, öbeğin içinde yoğunlaşmakla öbeğine iskelet hareketli bir görünümünü verdi.

Yoğunluğun iskelet hareketli görünüm veren salınım disiplini, öbek içinde belli bir çevrime ve belli bir yer ilişkisine bağlı çevrimlerine dönüştüğü an; öbek süreci totem alanlı çevrimine başlamıştır. Tüm maharet bu öbek salınımını muhafaza etmekti. Bu muhafaza etme işi öbeği, sürü tutumlu oluştan koparmak ve totem alan içinde yalıtmaktı.

Totem alan, öbeğin bu tür bencilliğe bağlı minimum sosyal meşruiyet ligini; totem alanlı grup rızası oluşla ortaya koymuştu. Artık meşruiyeti oluş; grup razı lığı ya da totem grup rızasıydı. Neydi bu grup razı lığı? Temel gereksinimlerin herkese karşılanıyor olmasıydı. Sağlama gücü yetene göre değil, grup (insan) aitliğine göreydi

Bu dönemlerin kişi yeteneği ön plânda değildi. Yeteneğin grup yeteneği oluşu ile belirim vermesi esastı. Henüz üreten ilişkiler belirlenimiyle yapılacak seçme ayıklama ortaya konmamıştı.

Bu ortaklaşma yeme, içme, barınma, korunma, cinsellik gibi korunan ana bencil argümanlar üzerinde herkesin bedensel ve ihtiyacı olan kadarla; herkese aynı düzeyde oluştu. Hiç bir süreç belli belirsiz de olsa karşı yansıması olacak durumlarını oluşmadan, ne var olabilirdi; ne de o totem süreç yürürdü.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Eşitsizliği eylemli kılan mana anlayışı; aynı eşitsizlikti nedenle adil de olacaktı. Önce kolektifin emek gücü olan üretim nesnelerini ve üretim araçlarını keyfine göre dağıtmıştı. Sonra da dağıttıklarına rızk diyordu. Rızk dediği hakkı, kimi kişilere vermiş olmasına da, kendi deyimiyle adalet üzerine davranma diyordu.

Böylece El, kendi öncesinin adaleti olan ortaklaşma denkliği içindeki sürecin eşitliğini, bozmuştu. Bozulanla oluşan eşitsizliğin de sürdürücüsü de El olmuştu. Yani yeni adalet ya da El’in adaleti kolektif eşitliği bozan ve bu bozulmayı adalet diye sürdüren olmakla, özel mülke meşruiyet, anlaması olmuştu.

El de öğreniyordu. Çünkü El keyfine göre dağıtma yaptığı sonuçtan önceydi. Ve takdirde bulunduğu süreç sonucun ne olacağını da bilmiyordu. Elbette bilmediği sonuca göre de önceden konuşamazdı. Sonuç yansımalar ortaya çıktıkça konuşacaktı. Önce keyfi takdir iradesini kullanmakla keyfi takdirine ‘ben adalet olana göre davrandım’ diyordu.

Tabidir ki bu söylem El mantığı içinde yanlış değildi. El’in adalet dediği şey ilahi sistemin içinde şeytani söylem olmakla çoktandır fikir jimnastiği yapılandı. Fikri söylemler üzerinde algıların oluşmasıydı. İlahi yapı içinde bu türden fikri söylemlerin yapılır olabilme yansıması çoktan oluşmuştu. İlahi düzen ölçeği içinde ortaklığa karşı olanlar, ilahi söyleme göre münafıklardı. El de kendisine karşı olanlara münafık diyecekti.

El söylemi üreten totem meslekli ortaklaşma yapan gruba göre, genel olana karşıydı. El, kişisel olandı. Gruba göre eylem herkese göre sağlama olmaktı. El düşüncesinde mal mülk kimi kişilere nasip, şans talih kısmet olmakla lütuf olarak verilendi.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Yani anne tek başına kendi sağlama süreçlerini kolaylıkla ortaya koyamıyordu. Kaldı ki doğuran kadın çocuğun sağlaması olacak süreçleri tek başına ortaya koyabilsindi.

Ancak bilgi dediğimiz her bir çevrimli sosyo toplumsa süreçlerin o aşama dolaysıyla her birinin her bir insanda zekâ olmaya başlaması vardır. Ki kişisel zekâya da yansıyan hünerli emek nedeniyle, kişi sel zekâlı hünerli emek içinde çalışma; kişi sel hak ediş olmakla yansıtılacaktı.

Toplum sal süreçlerin olup bitmesini özel mal mülk sahipliği ve kişisi süreç bağıntıları biçimine indirgedikten sonradır ki ortak olana karşı; özel sahipliklerin ortaya kondu. Bu süreç köleci süreçti.

Bu süreç durumları efendi ve köle olmanın atfı içinde olması ile bu durum; miras hukuku üzerinde işlendi. Ortaklaşa olana karşı kişisel miras ortaya konunca; ortaklaşa olan sorumluluğa karşı da kişisel sahiplikle kişisel sorumluluklar ortaya kondu.

Kişisel mal mülk ve kişisi sorumluluk sahipliği bağlamında doğuran ve doğurtan müşterekliği içinde çocuk velayetti sorumluluk ta, asıl sorumlu olan doğuran ve doğurtanı belli olacak şekilde evlilikler olmasıyla analık babalık hukuku ortaya konacaktı.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Toplum içindeki kurumlar arası işleyişler, kendi özelliği ile işleşen, yükümlüleşmelerdir. Bunlar kendi içinde ve kendi dışında bir sorumluluklar bağıntısıdırlar da. Buradaki işleyişler, bunlara özgü düzenleşme ve işleşişler ve insan girişmeli sorumlulaşmanın adalet ilkelerini ortaya koyarlar. Buraların kendisine özgü kuralları vardır. Bu kurumlara özgü kurallar, toplumun uyacağı adalet ilkeleri, ya da demokratikleşmeler gibi anlayışlar içinde olamazlar. Söz gelimi askeri ilişkilerimiz, askeri adalet ilkesini ve askeri hukukiliği oluşturur iken, demokrasinin hemen hemen hiçbir uygulaması, askeri ilişkileşmelerde geçerli olmayabilmektedir. Yani hukuki ve adil olan bir durum demokratik olmayabilir.

Bu nedenle Adalet, demokrasiden daha kapsamlı düzenleşmeyi sağlarken, demokrasi böylesi kimi alanlarda hiç olmaya bilmektedir. Demokrasi: kurumların kendi iç işleyişinden çok üretimin dağılımı ve hizmetlerin sağlanılması bazında vardır. Otoriteye karşı bireylerin hak ve sorumluluklarının söz konusu edilir olmasının talepleş ilmesidir.

Üretimin dağıtılışını talepleşen süreçlerinin bir yurttaşlık hakkı kılınmasıdır. Bireylerin toplumsal amaçlı olanakları talep etmesi ve talebinin toplum tarafından dikkate alınır olması ve otoritenin talepçiyi muhatap kılar olmasıdır. Bu işleyişler içindeki aksamaları ve haksızlıkları, sizlerin 'düzeltilme olaraktan ' talep eder oluşunuzdur.

“İyi bir idareci olmak, ibadettir” söylemi yine akademik tabanlı kimi çok güncel görünen yetkelerin söylemidirler. Bu söz, kişisel bir düstur olabilir. Kişisel etik ve ahlak açısından kişilere bir motivasyon ya da kişilere öznel davranış eksenleşmesi basamağı olabilir. Yani bu durumda kişiler bazında manevi bir tatmin söz konusu olacaktır. Bunlar kişinin iç sezgisel, öznel duygularıdır.

Hiç bir toplumsal ilişki ortaya, bir ibadetçi ilişki koymak amacıyla giriştirilmez. Toplumsal girişmenin sonunda da, hiç bir ibadetçi sağlayışlar ortaya çıkarılmaz. Her toplumsal ilişki somut ve nesnel bir menfaat sağlayışlarınızın girişmesine dönüşür. Söz gelimi sabah görevine giden bir doktorla, tarlasını bir azim ve şevkle süren çiftçi, bu işleri; ibadet olsun, torba dolsun kabilinde yapmazlar.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Çalışma hakkı genel ve evrenseldir. Ve çalışma hakkı yaşamı oldurma özgürlüğü içerir. Toplumun üretim değerlerinden yararlanmak, bazen zorla; karantina uygulaması türü olabileceği gibi bazen de yararlanma; yararlanılmaması şeklinde yasak kılışla, inançların toplumsal talep olmaması gibi veya inançsal çatışma ve dışlanmadan korunursunuz türünden düzenleme hem bir hak hem de özgürlüktür. Hem de evrenseldir. Hem de sözleşmeye konu olan tutumlardır. Yaşama ve yaşamın güvenceye alınması, hem bir insan hakkı, hem talep etme hakkınız hem de insanın özgürleşmesi için zorunludur.

Ama inanç böyle değildir. Bir kere sizin ondan talebiniz olamaz. Örneğin oruç üç gün olsun diyemezsiniz. İki kadının şahadeti, bir erkek yerine geçmesin diyemezsiniz. Ya da şu kadar zamanı inanç için çalıştım, bana şunu verin, diyeceğiniz bir yer yoktur. Posta da, tek taraflı çalışır. İnanç odağı size haber talebini gönderir. Ama siz birini görevlendirip sözcü olarak o inanç odağına, halinizi seslendirseniz, hiç bir cevap alamazsınız. İnancınız sizden devamlı talep eder. Sizse ona karşı sukuttasınızdır. Sadece inanmak ve ummaktır işiniz.

Örneğin, Hiçbir toplum, biz falan inanç için, bir araya gelip sözleşme ve talep yapıyoruz demez. Çünkü Hiçbir inanç konusu sizin toplumsal ve yaşamınızı olduran gereksinmelerin karşılanmasını sağlayan bilgi değildir. Yani üretim yaptırmaz. Böyle bir inanç toplumunda da, hiç bir talebiniz olamaz. Çünkü inancın istekleri bildirilmiştir, siz ancak dua edersiniz, şansınıza. İnançlar çözümler üreterek talebinizi karşılamıyor ki, sadece inan oluşturulmuş talebini size sıralıyor. Sizde kayıtsız şartsız, amenna saddakna diyorsunuz. Genel bir buhran dalgası sararsa, siz gözü kara davranıp talep oluşturursanız, önce dışlanma ilkesi devreye girer. Baskı ve çatışmalar başlar. Direnmeler sonucunda inanmanın büyüsü biter. Bu kez yaşamın zorunluluklarını kaale alan düzenlemeler yapılır. İnsani men şeyli, inanç dışı, ama inanca uygunluk adı altında fıkıh ve şerri hükümler yapılıp, yeniden tekrar tekrar bilgisizliğinize inandırılırsınız. Ve o büyü tekrardan sürer.

Bunun mantığı da şu. İnançlarda “”adil olun”” denmesi var. Eh sizin yaptığınız bu olacak. Ne yaparsanız yapın buna uyduğunuzu söyleyeceksiniz. Oysa en inançsız toplumlar bile yasalarını yaparlarken, bunu gözeterek yapar. Bu yaşamın, sosyal pratiğinin, yasasıdır ve evrenseldir. İnancın değil, sosyal yasanın zorunluluğu. Karnını doyurmadığınız kimseyi çalıştıramayacağınız gibi, iyi davranmadığınız birinin güvenini kazanamazsınız. Size de kötülük yapılmasını istemeyeceğinizden, bunlara “”adil olurluk”” diyeceksiniz. Bunu bilmek için de, bir inanca bağlı olurluk nasıldır bilinmez. Hukuk ve yasalar güncelin konjonktürüne göre bu adalet iyeyi sağlamak zorunda. Toplum da, bunu taleple, zorlamak zorunda.

Bunu somutlanması günün üretim ve paylaşım koşul ilişkilerine göre kurallaştırılır. Esasen “”adil olunuz “” göreceli bir kavram. Ne yaparsanız adil olursunuz? Bunun ancak yaşamda karşılığı olur. Adil olup olmadığı yaşamdaki kıyaslama ile ortaya çıkar. Köle düzeninde köleye karnını doyuracak kadar yemek verdiniz mi sizden adili olamaz! Oysa günümüzde köle anlayışının kendisi adil bir tutum değildir. İnsanlık ayıbı ve utançtır. Kaldı ki karnını doyurarak adil olurluk olsun! Her şey kendi zamanında geçerli ve zamanının içi ile sınırlıdır. Günümüzde yemek yerine, ücret maaş vs. veriliyor. Doymaktan daha fazla ihtiyaçları sağlanıyor. Bu da kendinden önceki düzene göre adil görünüyor. Ama kendi zamanının üretim ilişkisine göre pek çok haksızlıkları da bulunabiliyor.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bu da, insansı başarıdır. Yani farklılıklar zorunludur. Farklılıklar, eşitlik anlayışının çelişmesidirler. Ve doğanın dinamik oluşudurlar. Farklılıklardan yoğaltılan, moda mod olmayan; sosyal ve siyasal emek harcanması ve eğitim olanağı; sağlık temini olanağı gibi geçici ve eşitlikçi denkleşmeli olan; kararlı olan; zaman ve zemin düzlemine görece bağlı olan; oluşmalar zorunludurlar.

Eşitlikte amaç zorunlu ihtiyacı olan dengeleri gözetir olmaktır. 3 kuruşa ihtiyacı olana, illa ki eşitlikti anlayışla; beş kuruşu ön görmek yanlıştır. Yine yedi kuruşa ihtiyacı olana da eşitlikçi yaklaşımla illa beş kuruşu ön görmek yanlıştır. Her ikisine de beş kuruş verildiğinde; birindeki fazla iki kuruş o olanakta, kapasitesinin üstüne çıkamamakla verimsizleşir. Diğerindeki eksik iki kuruşta, kapasiteyi kendi sınırları içinde kullandırtamayacak olması ile verimliliği, atıl kalır. Her ikisi de aynı değerde yanlış ve zararlıdır. Ama genel eşitlikti ortalamanız yine 5 kuruştur.

Bu da az üstte belirttiğimiz: ‘Doğa eşitliğinin (dengede oluşun kararlılığının) hemen yanı başında eşitsizliğini de oluşturmalıdır. Ya da eşitsizliğin (kararlı olamamanın) yani başında da, kararlı olan, dengeli eşit yapıları da ortaya koyup, birbirine dönüşen ikili yapıların da, kesikli ve sürekli işlekliğini ortaya koyabilmelidirler. Bu da, sosyal ve toplumsal olanın, ihtiyacı kadardan, ihtiyacına göre paylaştırılmalarını insana bilinç ettirir.’ Paragraf anlamın açınımı olur.

Yine 30 litrelik yakıt tankı olan araçla, 60 litrelik yakıt tankı olan araca; eğer her ikisine de 500 km yol yaptırılacaksa, şüphesiz ki 500 km yolu sağlayacak olan yakıt enerji karşılanacaktır. Ancak her ikisi de eşit miktar yakıt, eşit miktar zaman ve eşit değerde ödemeyi harcamayacaklardır. Elbette eşitler arası yoğaltım, bir başlangıç eşitliğini ön görürdür. Bunun üzerinde niceleyecek istikrar ya da istikrarsızlıklar farktı eşitsizliği yaratacaktır.

Dinamik sistemler, insan öznesine değin düzenlettirmelerle, o düzleme dek, kararlılık alanlarına değin, özne konumlarına değer olanın, sağlayıştı olmasının bir eşitliğidir. Bu eşitlik; aynı anda, aynı oranda, tükettirdik olmayıp, ihtiyacı kadardan, ihtiyacı olandan ihtiyaç kadarla, sağlayış olanakları eşitlikleri sağlamaktır. Herkesin aynı adalete değil, 'adalete' ihtiyacı vardır.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

İnsanlık hastalığı içermeli söylem evrensel bağlama gidiş olarak anlamlanmalıdır. Sosyal ortamların insanı anlatan totem tabusuyla ilgili değildir. Hiçbir hayvan kendisini çok özel ve kutsal bir varlık görmez. Yani bir köpek başka bir köpeği kutsal görmez. Bu köpeğin, köpek olmasından kaynaklı değildir. Ya da köpeğin kendi değerini idrak edememesinden kaynaklı değildir.

İnsan kavramı kutsal totem alanlı, tabu anlayışın kuralıdır da ondan. “Totem alanlı tabu kuralı”, köpeğin oluşturduğu dünyada hiç bir engel ve arızaya uğramadan yalın akmaktadır. Yani bütünlük çok kez kesikli sürekli olmadan tekil akar. Bu bencil düzlemli organizma bilinç seviyesine uygundur. Oysa totem alanına tabbi tabucu kutsama, başka düzlem ilişkisidir.

Siz totem alanla dünyaya bakarsanız dünyayı başka idrak edersiniz. dünyaya kutsalsız, totem alansız bakarsanız; dünyayı başka türlü idrak edersiniz.

Bu gözün mikroskopla teleskopla evrene bakmasını andırır. Nasıl göz bu kabilinden aracılarla dünyaya bakmakla dünya farklı idrak edilmektedir. İşte sosyal grup benliğimiz; totemi kutsal anlayışlı aracılarla çevreye bakarlar. Bu nedenle sosyal özneli düşünce dünyamıza dek idrakler de, çok farklı olabilmektedir. İşte köpek "totemi kutsal anlayışla" dünyaya bakamaz.

Oysa totem dönemde ki atalar; "insanı" bilmediği gibi çevredeki her insan varlığını da kutsal oluşla görmüyordular. Bencil öznemiz grup içinde daha güvenli şekilde ayakta kalır. Bu nedenle grubunun hayatta kalışını, dayanışma savunması yaparız. İşte kutsal oluş buydu. Bu nedenle kişi sadece grubunu, kutsal görüyordu. Kişinin kendisi için başka grup kutsal değildi.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

39] Sonuçta aidiyetçe oluş ve sağlayışların somutluğu kişilerde bir ihtiyacın tehdidi ve tehdidin sağlanıştı minneti girişmeli oluşla ortaya gelişmiş bir dans, bağırma şeklinde taklitti şarkı, meydan okuma, saygı, korku hissi dolu, 'ortaya karışık' tören ve bunların anlamlanması olan ibadetleri ortaya çıkıyordu.

Bulanıkla (ortadan kalkmışla) duru olanın anlama girişmeleri ne kadar soyutsa da ibadet ve dansları somuttu. Aiti eştirme formülünün gelişmeci ikinci yanı da; özelliklede toplumlarda somut, nesneldir.

Aiti eştirme alan çizgilerinin sürekli değişmesi, ancak ve ancak bu kendilik değişen nesnel ilişkilenişle olasıdır. Fosil soyut sosyal ilişkiler, halkta bir süre devam ederken, temel ilişkilerin değişmesi bunların da değişmesini uzun sürede de olsa; zar zor da olsa, olanaklı kılacaktır.

Bu somut ilişki, daima bir çelişme, çatışma devinim ve akışı ortaya koyacaktır. Akış, sosyal yapıya dek, topluma dek üretimci hizmet ilişkisinden ilhamla, kişi özeline dek, kişi anlamalarının bir minnetçe algı karşılanması olan paylaşım bağının akışıdır.

Üretim ve paylaşımın daima sürtüşür olması ile toplum aktüel olacaktır. Ki, sosyal yapı da tüketimle aktüel olacaktır. Ki böylece sosyal olanla, toplumsal olan akıl, böylece ortaya çıkarılıp, oluşturulacaktır. Bu akıl, toplum ve sosyal olanın, osilasyon akı'sıdır.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Buralarda asıl olan ve temel olan, zorunlulukların sağlanışlarıdır. Ve bu sağlanışların esnasında da adalet ya da paylaşım duygularınızı geliştirmek, yepyeni bir kazancınız olacaktır. Bu kazanççı sağlayışların toplumsal ittifakları ve toplumsal deneyimleri, biriktirile biriktirile sosyal toplumsal çevreniz oluşturulacaktır. Ve siz; bu düzenli çevrelerin içine doğduğunuzda var bulunan bir düzen girişmeleri yumağı olaraktan bunları karşınızda bulacaksınız. Bu içine doğulan düzen algısı sizdeki saltıkçı olma düşünmesinin kaynağıdır. Ve ortam ilişkilenmesi bu yüzden size çok karmaşık gibi gelir.

Bu karmaşıklıktan ötürü, sizin de adalet anlayışınızı karmaşıklaştıkça, adalet, mülk temeli üzerinde ki devinişleriyle, bambaşka hukuk gibi kulvarlarında adaletçi olmasına süreçleşecektir. İnsanoğlunun zorunluluklarına olan sahibiyetçi yaklaşımları, mülkiyetçi ilişkilerini doğurmuştur.

Yine zorunlulukların sağlanışındaki toplumsal ve sosyal girişmelerinden ötürü, keyfice bir kişiselci ya da kişisel yetkili, egemenlikçi özgürlük olmayacağını, belirtelim. Zorunluluklarımızı (temel ihtiyaçlarımızı) sağlayışlarımız, zorunlu bir ilişkileşmedir. Her ilişkileşmenin girişmesi de, kişisel serbestliklerdeki gibi olmayan davranışların, bir kırpılması ile girişim yaparlar. İşte girişenli kırpılmış, birbirine göre uygunlaştırılmış veya senkronize edilmiş, sağlayışçı davranışlar toplumsal girişmeli davranışlarımızdır.

Sizlerin, seçme ile yetkilenme davranışları verdiğiniz insanlar; “ biz seçilmişiz, halk (seçmen) en büyük iradedir! O ne derse, o olur! ” gibisinden yuvarlamalarla, kendi yaptıkları, egemenlikçi keyfi tutumlarını, seçmen iradesi ile özdeş kılarlar. Bu hal demagojik siyasetler için, boş söz devinmeli, içi boş söylemli siyasetler için doğru olabilir. Ama gerçekçi nesnel politikalar için lafı güzaftır.

Çünkü seçmenin iradesi de toplumsal sağlayışlardan ötürü kırpılır olmak zorundadır. Seçilme ile de, seçilenler belli hukuk sınırları içinde kalarak, yetkili yapabilirlik görevlendirilmesini sağlarlar. Değilse sınırsız keyfilikler, toplumsal örgütlenmelerin kendi nesnelliğinden ötürü, gide gide toplumsal sağlanışlar yerine, toplumsal sağlanmaz oluşlara dönüşecektir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

İşte bu ahlaksız olma tutumu öğretilmiş çaresizlik olmakla size yüklenen suçluluk psikolojisiydi. Sosyal alanın %95'inin ruh sağlığı probleminin olması nedendi? Bunca ahlaksızlığa sevk edilmeye karşın; öğretilmiş mamondu çaresizlikle yaşadığınız değer yargılarından ortaya çıkan çelişmelerdi ahlaksız oluşunuz. Öğretilmiş Mamon’du çaresizlikle; asal eksen olan ilahı ahlaklı tutumuna çağırma arasındaki fren ilişkileri nedenle yaşanan sukutu hayaller, vücudumuzda psiko somatik bozulmalar yapıyordu.

Mamon kendi mülk ilişkisini asıl eksen yaptıktan sonra, kendisinin mülk ilişkisine uygun söz ve eylem sel düşünce açılımlarıyla asal ekseni boğup görülmez bir uyku durumu haline getirdi. Bu uyku durumuna göre insan mülksüz lük nedenle köle olmuyor da, şeytana uymakla kötü oluyordu. Asıl insan şeytana uyan Mamon’un giderek artan ve daha girift olan artçılarını yaşıyordu.


Ortaklığın servetini Mamon’a kaptırılmakla, insanın; emek gücü, toplumsal gücü; üretim nesneleri olan üretim araçlarının, malın, bağın, bahçenin, tarla gibi mülklerin üzerinde kolektif sahiplikleri vardı. Kolektif sahiplik olan toplumsal güçlerini yitirmişlerdi. Toplumsal güçten olan; özellikle de sistemin bir parça hareketinin her hangi bir organizesi olan ürünlerden birisini üretmekle insanın toplumsal güce bağlılığı vardı. İnsan bu bağlılık içinde toplumsal güçle sağlama yaptığı kendi üretmesi dışında kalan her bir parça hareketten ötürü insan; sistemin sağlayışlarını tümden kendi başına üretemiyordu.


Toplumsal gücün bilgisinden, teknolojisinden ve özel mülkiyet yoluyla gayrimenkul ayağından yoksun olan insan; üretemiyor ne yapacağını bilemiyordu. Bu nedenle her şeyi ile kendisine sağlama olan toplumsal boşluğun açtığı sağlayamama olan hol boşluk hareketi nedenle tekil insanın muhtaçlığı vardır. Toplumun sağlatan olduğu hol boşluğunun içi özel mülkiyet oluşla; efendi kişiler sahipliğine verilmekle, boşluk holleri zaten kişileri imli ya da imajinel davrandırandı.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Toplum, yaşama nesnelerinin üretilişindeki iş bölüşücünü ve bunların üretiminin sonunda paylaşım ilkelerini düzenler. Bu üretilenin, gereksilerin şu kadarını Yüce Ruh tarafından, sana rızık öngörüldü denilebilir mi? Bu tür sözde Ruhun söylemi, Ali, Veli gibi, egemenlerin talebi olduğunu kuşkulanmaz mı?

Nitekim bir inanışın pratiğinde, savaşta ele geçirilen 24000 koyundan, savaşa katılanlara 4 er tane pay, yâda ganimet verilmiş. Ama inanmayan, savaşmayan cephe gerisindeki zenginlere 100 er tane koyun verilmiş. Gerekçede hazır! Mevcut İnanca gönüllerini kazanmak içindir! İnanmış mantık sormaz. Demez ki; biz davaya inanırken, payla mı inandık? Bize neden; eza, cefadan gayri, hiç pay verilmedi? İnanmayanlara illa bir pay verilecekse, birer tana verilse idi, gönülleri olmayacak mıydı? Küserler miydi? Bu tutum açıkça rüşvettir. Hem rüşveti yasallar, hem inandırma konuşma söyleminizin zayıflığını belgeler ki; ancak sözün sağlamlığı ile değil, rüşvetle inanca katılım sağlarsınız, demek olur. Hele ki haldeki inanırlardan ziyade inanmayan akıllı düşman zenginlerin kazanılması daha önemlidir algısını, hiç kuşkusuz ki vermiştir. Bu da tercih edilmemesi gereken yoldur.

İşte hak etmeden kazanmanın yolu zımnen meşrulaştırılmakta belki de bilmeyerek. İlla da o günün mevcut koşulunun pragmatik faydacılığı bu akıllılığı gerektiriyordu aslında. Birileri hem inanacak, hem savaşarak rızkını sağlayacak, ama buna rağmen; üretirken, nasibi azalıyor. Lakin diğeri hem inanmayarak, hem emek katkılığı koymayarak, hem de düşman olarak eza cefa yaparaktan, fazla fazla rızık sahibi oluyordu! Bu da adalet oluyor. Köleci toplumla ortaya çıkan anlayış:”” Çünkü kazanılanda kimine çok kimine az rızık vardır! ”” söylemi, ta Mısır'dan beri söylene gelen inanılan laftır. Ve her inancın temelinde var.

Tabi toplumsal vicdan da, bu yapılanmaya göre olacaktır. Doğru eğri de, bu anlayışa göre, haklı haksız sayılacaktır. Böyle sürdürülmediği için de, böyle yapılaşma, toplumsal talepte yoktur. Rızık nesnel, üretim nesnel, paylaşım nesneldir. Buyurucun adilliği kabule şayan değildir. Nesnel bir talebe, tamamen öznel bir anlayışla, ruhsallık atfedilmiştir egemen çevre anlayışlı dikte ediştir. Adalet anlayışı, her ne kadar “”Yüce Ruhtan geldi”” deseniz de bu söylemler gününün nesnel, çıkarsal, egemenlik sel, insansal, konjonktürlü olmaktan, elini çekemiyordu.

Sizin sadece bunların ilahi olduğuna, karşı konulmaz, değiştirilemez olduğuna Sıtkı ile canı gönülden inanmanız gerekiyordu. Oysa Yüce güç, öyle dilese, sizin aykırı davranmanız olası mıdır? Amacınız ne olursa olsun. Çünkü bu nesnelliği tersten dolandırarak, ilahi irade gibi ortaya koymak, hiç bir gelişme ve yarar sağlamaz. Sağlayamamıştır da. Böyle bir tutumun, bütün kazandığı başarı şudur. İnandırmanın paralizesinde olanlara siz, nesnel ilişkilerin uygulamasını, zorunlu olarak düzenlerken, bunu, ruhani tebliğin bir başarısı gibi sunmanızdır. Bu da, her söyleminizin, itiraz edilmeden, kutsallık algılanırlığında kabulü değerlenmesi olacaktır.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Kısaca köleci sistem kendi öncesinin servetini bölüşürken ve inşanın korunan sağlasan yapısını, grup (sistem) üzerinde ortaklaşmakla değil de, özel mülkiyet üzerinde çevrimlerken yapıyı aynen korudu.

Ön ittifakın sağlasan adaleti ve adaletçi düşünce felsefesi; sistem ve tüzelini oluş üzerinde ortaklaşan çevrimleri ile inşa oluyordu. Oysa köleci sistemin sağlasan adaleti ve adaletçi düşüncesi ise özel mülk üzerinde özel çevrimlerle sağlanma şartı malı mülkü olmanın adaleti özel mülke temel yapmakla inşa oluyordu. Bu adalete göre ya malınız mülkünüz olacaktı. Ya karın tokluğuna efendiye çalışacaktınız.

Mamon bu özel mülkiyetçi adalet anlayışıyla meşru ve inşa oluyordu. Köleci dil ve mana aktarımı, özel iktisabı temel almakla; anlamca ön ittifakı yapılardan çok farklıydı.

Ön ittifaklar içinde olup biten nesnel ve somut olduğu için söyleşiler hep olup bitene göre söylenmesi ile ittifakı mana anlayışı ve ittifakı imanın temeli bu türden mana anlaması oluyordu. Bu nedenle ön ittifaklar bir Mamon icat edemediler. Etselerdi, Mamon köleci sisteme göre çok farklı konuşurdu.

Fakat motif ve figürler kendi öncesinin, nişti alan devinmesi içine doldurulmuştu. Gören gözler için iğreti duruyordu. Kıyafet ön ittifakındı ama içindeki farklıydı. İşte uzluk burada kendisini ele veriyordu.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Köleci sistemle birlikte, ön ittifakı sürece ait kavramların ve mana anlamasının içi boşaltılmıştı. İçi boşalan kalıp sözcüklere köleci manayı ifade eder yeni anlamlar vermekle geçmişi kararttılar. Köleci kavramlı kodları çözemediğiniz zaman köleci öncesi dönemi anlayamazsınız. Yeni üretilen sözcükler de zaten köleci döneme göre yansımalar olan süreç tutumlarını belirten, köleci yansımalı sözcüklerdi.

Günceli köleci sürecin şartları gereği oluşla şeytanlık kavramı, köleci tutuma isyanlar olmakla köleci ittifaka iman etmemeydi. Şeytan kavramı sadece ön ittifakı tevhide karşı olma anlamında çıkarılmış; özel mülkiyetçi ve rızkların eşitsiz dağılmasına karşı isyan eden yapılar oluşla anılıp anlatılmaya başlamıştı.

Rızkların eşitsiz dağılımına ve özel mülkiyetçi ilişkilere karşı çıkan şeytanlık; ön ittifaklı grup bilinci olmaktan çıkıp, köleci ittifaka isyan eden, köleci imana inanmayan imansızlığıyla; kişi bilincine transfer olmuştu.

Uyumsuzlukları nedenle ön ittifak içinde kovulan şeytan gruplar da diğer melek gruplar gibi sosyo toplumsa evrim geçirmişlerdi. Özel mal mülk edinme kavramı olan kişi sel mal mülk edinmeli kutsama eylemleri, şeytan gruplar içinde de baş göstermişti. Yani şeytan grupların da özel mal mülk sahibi olan köle ve efendileri de vardı.

Köleci sistemle birlikte iman ön ittifaklı totem grup imanı olmaktan çıkmıştı. Yani bir tevhidi oluşumun içine katılım vermekle; topluluk imanı, grup imanı olan iman şimdi kişilerin imanıydı. Bu iman çift karakterliydi. Köleci iman ön ittifaka ve ön ittifakın ortaklaştırması olan gruptu atalar yolunun tevhitçi imanına karşıydı.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Köleci ilişkiler üzerinde; köleci firen ilişkilerine dönen sosyo toplumsa potansiyel enerji; efendi, köle, temel ikileminde haram, helal, suç, günah, erdem, sadaka gibi bir yığın olay ufku durumlarını akış yolu yaptılar. Bu tür nicelenişler, günah işleme ya da sevap yapma özgürlüğü oluşla bir zengin tasarrufu oldular.

Zengin isterse günah, isterse sevap işliyordu. Zenginden fakire doğru akıtılan kontrollü kinetik alanlı bu enerjisi, öznel enerjiydi. Bunların hiç birini de ittifakı olan; gerçek nesnel toplumsal ilişki içinde nesneli olgusal bilinç oluşla çıkaramazsınız. Ancak özneli olgularıyla, özneli edersiniz.

Gerçek nesnel toplumsal ilişki referansında; bir enerji karşılanma biçimi olan yeme içmeyle beraber; enerjinin dönüştüğü düzenlemelerdi barınmalı korumayı sağlayıcı bağıntılar kılmayı yapmak ta vardır. Yapılan üretimin içinde kullanım değerleri farklı olan emekler vardır. Kullanım değerleri farklı emek ürünlerinin takası vardır. Takas kullanım değerleri farklı ürünün eş birim zamanlı üretilmesine anlam denklikle değişimlerini ilişkinleyen zorunlu bağıntılı bir referansları vardır.

Emekle, emek ürünlerinin değişilme esası arasına hizmeti koymanız normal iken; toplumsal emeği av ile ele geçiren malı sahibi olmayı koymak; sisteme yabancılaştırılmaktı. Yine toplumsal güç nedeniyle mal sahibi oluşa göre yapılan hileli düzenlemelerin nesnel ve toplumsa sözleşeni bilinçle meşruiyeti dayanağı yoktur. Bu nedenle toplumsal gücün ham edilmesiyle mal sahibi olunuşa, absürtlükler destek olacaktı.

Toplumsal emeği mal sahibi yapılmaya doğrudan ve sistemden meşrut destek bulunamıyorsa; dolaylı yollardan destek bulunacaktı. Bu dolaylı yolun temel inşası da dinlerdi. Günah toplumsal ilişkilersenli referansın bir kavramı değildir. Sistemin özü üreten ilişkidir. Günah üreten ilişki kavramı değildir. Günahlar; emek ürünlerini takas yapma aşamasında; katakulli eden mülkiyet edinme biçimiyle oluşur.

..

Devamını Oku