AHMET BEKTAŞ ADALET ŞİİRLERİ

AHMET BEKTAŞ ADALET ŞİİRLERİ

Ahmet Bektaş

Adalet Mi, Duygusallık Mı?

Evrende duygusallık yok ancak adalet vardır!

İnsanı, “İnsan” yapan duygularıdır, “Adalet” olmadan da duyguların işlemesi mümkün olmuyor! Yani “Adalet” ilk planda gerekiyor, duygu dahi adil ortamda filizleniyor! O halde, insanlık için öncelik “Adalet”, duygular kişilere özel gelişir! Adalet ise evrensel bir kapsam!

Belki de insanlığın en büyük sorunu, duygusallık ve adalet dengesini sağlayamaması!
Yani duygu olmadan “İnsan” olmuyor, “Adalet” olmadan da toplumsal hayat yürümüyor!
Bu ikisinin dengesi, toplumsal hayatın yürümesini ve duyguların bile özgür ortamda yeşermesini sağlar!
Bu konuyu irdelemek de zor olacak ama bir yerden başlamak gerek!
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Çekim Yasası

Evrendeki tüm varlıklar, potansiyellerine, yazılımlarına yani ruhlarına göre çekime tabidir! Bunu fizikte “Kütle çekim” olarak biliriz! Benzer şekilde tüm ruhlu varlıklar, evrenden çeker; tüm canlı ve cansız varlıkların ruhu yani yazılımı vardır! Şuurlu varlıklar mesela insan bilinçle çekim yapar, diğerleri doğal olarak yazılımlarına yani ruhlarının potansiyeline göre çekim yapar! “Adem’e meleklerin itaati” buna işarettir! Yani şuurlu çekim, şuursuz olan soyut-somut şeyleri kendine çeker! Bunu kendi gelişiminde kullanır!

Bakınız evren, inancı ödüllendiriyor! Kişi inançlı olduğunda başardığı şeyin "İyi-kötü" olmasının evren için bir farkı yok! Hayır da şer de tercihe göreceli! İnanan kişiler, kendilerini en başa oturtarak bir sistem kurduğunda başarıyor ve diğerleri onu destekleyerek veya protesto ederek daha da yükseltecektir. "Çekim yasası", inanca bakar!

"Çekim yasası" gereği en fazla "Şeytan" dan (Lanet de etseler, aynı etki) bahsedenler, en fazla şeytanı çekenler oluyor! Yine "Çekim yasası" gereği kavga ve mücadele üzerinden gidenler en fazla huzursuz olanlar oluyor! Yine "Çekim Yasası" gereği, başka insanların kendi aralarındaki kavgaya bir şekilde dahil olanların, gereksiz yere sopa yemesi kaçınılmaz! "Kavgada aracı yer sopayı"

Toplumsal alanda bunu düşünelim başka toplumların topraklarını almayı övmek “Vaat edilmiş toprak veya seçilmiş ırk” söylemi ya da başka toplumların aralarındaki haksız kavgalarına girmek; sonuçta, bulaşana da oradaki olumsuz hava bulaşacak! Boyutları bazı çok kapsamlı olur!

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Denge Sizsiniz

Denge “Ben” im!
Algılanmayan “Yok” hükmündedir!
Her şey hiçlikten boyutsuz, sınırsız kaynaktan açığa çıkar!
Denge konusu, 1. Boyutta başlar! “Ben” boyutu.
Data boyutu olan 2. boyutta dahi levh-i mahfuzda, fikirler dengesi vardır!

İkinci boyutta zaman yok! Ama denge soyut var! Bu nedenle “Levh-i Mahfuz” levha denir! Zaman ve mekan da 3. Boyutta başlar! Zaman konusuna “Zaman” ile ilgili yazımda girdim, boyutlar konusu da “Boyutlar” yazımda var; burada kısa yazacağım. Zaman ve mekan, bir maddenin varlık sahasına çıkmasıyla başlar, bu eskimeye başlamasına benzer! Bir şey, eskimeye başlamışsa 3. Boyutta demektir! Tüm ölümlüler 3. Boyutta madde açısından manası 2. Boyutta, hakikati de 1. Boyutta; kaynak da boyutsuz ve sonsuzlukta. Yani 3. Boyutta denge en hassas şekilde somut görünecektir! Fizikteki dengeleri bilirsiniz! “Denge noktalarından tutun atomun ve galaksilerin dengelerine dek! Hassas bir denge gereklidir! Dengeden söz edebilmek için en az iki noktaya ihtiyaç vardır! Yani ikili bir sistem olmadan denge anlamsızdır! Boyutsuz ortamda denge aranmaz, açığa çıkış da en az iki nokta ile düzlemde olur!

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Formlar

“Biçim ve şekil” genelde görünümle ilişkilendirilir! 3. Boyut için form, şeklen ifade edilir! “Boyut” konusundaki yazılarımda bahsettiğim; her şeyin, hiçlikten tercih edilerek 1. Boyuta, tasarlanarak 2. Ruhsal boyuta, maddi alanda algılanarak da 3. Boyuta çıkması konusu önemli!

2. Boyutta ruhsal tasarı alanı ya da levha-düzlemde “Data” konumunda olan bir etki, 3. Boyutta algılandığında bir forma bürünür! Ruh, bedene bürünür! “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm” Tüm ruhsal alandaki levhadaki data formundaki veriler, 3. Boyutta algılanırken 3. Boyutun formuna bürünürler!

Öyle ki 3. Boyuta çıkarılmadan 2. Boyutta, levhada, algısı bile bilinen 3. Boyutun formuyla olur! Rüyalardaki 2. Boyuta dair algılamada şuur, dataya bilinen veya hayal edilen bir şekil vererek onu algılamaya çalışır! Mesela “Korku” algılamasında, önceden korku olarak zihne yerleşmiş bir canavar hayalde yaratılır! Sevinç ve neşe formları da 3. Boyuta dair şekillerle algılanır! Güzel ve neşeli ortamlar hayale gelir! Deneylerde, uyurken yüzlerine pamuk sürülen deneklerin çoğunun, rüyalarında bu etkiyi şekillendirdiği tespit edilmiş! Rüyalarında yüzlerinin derisinin soyulduğunu hissedenler çoğunlukta olmuş.

2. Boyuttaki etki aslında bireyin kendi zihnindeki karşılığa bağlanıyor! Rüyasında veya uyanık halde yalnız ve zayıf his anında gelen “Korku” hissini 2. Boyutta algılayan zihin, 3. Boyuttan bir görüntü veya dokunma hissi oluşturuyor! Bu his ve görüntüyü de arşivinden alıyor! Küçükken dinlediği “Gulyabani” hikayelerindeki korkunç yaratıkları, aldığı etkiye göre hayalinden çıkarıyor! Buna dair bazı hisleri de (boğulma hissi, ezilme hissi) yine arşivden alıyor! Rüya halinde olan için “Bağıramamak” da doğal! Uyku halinde bedenin iradi motor hareketleri, kısmen askıda çünkü! Burada anlatmak istediğim şu; insan zihni nasıl kodlanır ise ya da nasıl hastalıklı veya sağlıklı etkiler ekilirse, o biçilecek! Bu ekim, inançlarla ya da ideolojilerle olabileceği gibi doğal yollarla etkileşimle de olur! Yani zihne (2. Boyut) ne ekilir ise o 3. Boyutta biçilir! Zihnin alt yapısını şekillendiren inançlar ve alışkanlıklar, nesillere direk aktarılır! Hasat hep aynı formda olur!

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Üstün

İnsanlar arasında "Üstünlük", kişisel tercihe göreceli izafi olarak belirleniyor! Bu nedenle birey, kendince üstün olana dair ayrıcalık oluşturuyor! İnsanlar, "İnsan" olma noktasında, hak ve hukuk açısından birbirinden ayrıcalıklı olamaz! Burada gözlem şu; herkes kendi "Üstün" tercihine göreceli diğerini "Aşağı" tutuyor, görüyor, gösteriyor! Üstünlük iddiasında kendi belirlediğini, üste koyuyor! Böylece "Üstün" olarak belirlenenler haricindekilerin, hiç bir değeri ve önemi kalmıyor! Haklar, “Üstün” yargısına kurban edilebiliyor! İnsanın, “İnsan” olarak değeri bile kalmıyor! Ayrıntıları bilirsiniz!

Bu durumu kişi neden göremiyor, ya da görmek istemiyor? Cevap: Sorunun cevabı, "Belirleme" izafiyetinde saklı! Yani insanlar, "Üstün" olarak belirleme yapmaz, yapmak zorunda kalmaz ise ya da bu, insanlardan beklenmez ise durum değişik açıdan yansır! İnsanlık "Üstün olarak belirleme" hastalığını yendiğinde daha eşit, adil, huzurlu ve özgür olabilir! İnsan, “İnsan” olarak; “Evrensel, özgür eşit insan” olarak, kabul edilir ise zaten “Üstün” kavramı öze dair değil de insanların ürettiklerine dair olur! Üstünlük ayrıcalık olarak değil de yetenek veya verimlilik olarak yansır! “Ehil olma” konusu! Bu üretim ve verimlilik, ehil olma, her alanda ileri doğru bir hareket sağlar! Özünde herkes “Eşit” olduğunda, ürettikleri açısından bir “Üstünlük” arayışı ilerlemeyi de tetikleyecek! Sporda, teknolojide, sanatta, tıp alanında üstünlük arayışı, insanlığı geliştirecek! Sorun şu; bazıları, zaten baştan “Üstün” olarak kabul edilir ise bu yarışa girmesi gerekmediği için hem yarışın maksadı yerine gelmez hem de yarış ile gelen rekabetten doğan ilerleme olmaz! Dikkat ederseniz, “Üstünlük” iddiası, genelde ırksal alanda oluyor! Çünkü ırksal alanda, bir yeteneğin, başarının sergilenmesi gerekmiyor! Irksal alanda, mücadele ve savaş daha ön planda! “Seçilmiş ırk”, “Vaat edilmiş” ayrıcalıkları kullanır gibi düşünülür! “Seçilmiş” olmak, ilahi bir ayrıcalıkla taçlanmalıdır ki kabul görsün!

Belirleme nasıl yapılıyor?
"Benden olan, üstündür! " veya "Benim 'Üstün' olarak belirlediğim dışında, her ne var ise değersizdir! " Bu izafi belirleme sonucunda da haksız durumlar, "Üstün" olan için geçerli, diğerleri için geçersiz olur! Yani "Üstün” olarak belirleme işinin özünde haksızlığı hedeflemek de olabilir! Çünkü "Üstün olanların (belirlenenlerin) , diğerleri karşısında haksız olması neredeyse imkansız” gibi düşünülür! Bu ayrışmayı da mecburen getirecek! En basitinden "Üstün olanlar, üstün olmayanlar" şeklinde ikiye ayrılacak insanlar! İnsanlar arasındaki sosyal hayata ve adalete de bu durum yansıyacak! Haksızlığı yapan, “Üstün” olarak ilan edilmiş olan ve egemen sınıftan ise zaten “Haksız” olması, ihtimal dışına itilebilir veya o eylem, meşrulaşır ya da meşru bir gerekçe, o eyleme dair üretilir! Haksızlığı yapan, “Üstün” sınıftan değil ise zaten “Adalet” yerini bulur! Uzun vadede şöyle olur! Toplumsal yapı, “Üstün” olanlar tarafından yeniden şekillendirilir! Yeni kabul, “Üstünler” üzerinden işletilir! Üstünler, “Adil” olduklarında övülür, onların adalet ile hükmetmesi yönünde beklentiler oluşur! Zaten başka bir durum, akla da gelmez! “Üstün” olanların illa “Kötü” olması da gerekmez! Adalet ile hükmeden, hükümdarlardan söz edilir! Buradaki incelik; “Üstün” olanların insafına kalma konusu! Toplumlar, bazı çaresizlikten bunu kabul eder! Eski zamanlarda; hükümdarlar, krallar, hanedanlar, “Üstün” olmanın verdiği yetki ile halkı yönetmiş! Hükümdarlarından yakınanlar da olmuş, Hükümdarı, yeryüzünde Tanrı’nın gölgesi olarak görenler de olmuş!

Toplumsal yapılara göreceli olarak “Üstün” olanlar, belirlenir! Bazı toplumlarda, teorik olarak tüm insanlar eşittir! Ama her zaman istisnalar olur, olacaktır! İzafiyet, kaçınılmaz! Toplumsal alanda “Popülerlik” bu izafiyetin sonucudur! İnsanlar, yetenekli olanları, başarıyı, güçlüyü, doğal olarak kabul ederler! Bunun sonucu olarak “Popüler alanda” bir “Üstün” belirleme durumu açığa çıkar! Toplumların genel durumuna göreceli olarak, bu durum farklı yansır! İlkel bir kabilede kabile reisi ve kabile büyücüsü “Üstün” olarak kabul edilir iken; bu kişiler, gelişmiş toplumlarda diğer insanlardan daha “Üstün” olamazlar! Gelişmiş toplumlardaki, “Popüler alan”, güç, bilgi, beceri, sanat ve verimlilik ile belirlenir! Irksal alan ve kutsal alanın “Popülarite” belirlemesine hemen her toplumda rastlanır! Ayrıntı şu; “Popülarite” toplumu ne kadar etkiliyor? Yani dozunda olduğunda sorun çıkmaz ama bazı doz aşımı olur! İşte bu dengelenmeli! İleri toplumlar, teorik olarak bunu dengelemeyi amaçlar ama ne kadar başarır? “Başaran bal yesin! ”
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Ferdiyet

Kimseden ders almayan ve terbiyesine girmeden yolunu bulan kişi, “Ferdiyet” halindedir! Buna “Birey” de denir ama ayrıntısı şu; her birey, “Başkalarından ders almayan veya başkalarının terbiyesine girmeyen! ” kapsamını vermez!

Ferdiyet, vehbidir; Allah vergisidir! Nihaidir! Bir sürecin tamamlanmasına dairdir! Sadece çalışıp çabalamakla elde edilemez! Ferdiyet, doğrudan birey ile ilişkilidir! Ferdiyet, “Ben” boyutu ile alakalı ve 1. Boyuta dairdir! 1. Boyutun ikili yapısından da kısaca bahsetmek gerekir! “Delilik, ikilik, ikillik” 1. “Ben” boyutunda ikili bir yapı işler bunu “Eril-dişil, artı eksi” şeklinde düşünebiliriz! Bazı deliler, 1. Boyutta tekliği bilerek veya bilmeyerek yakalamış olabilirler! “Rab” boyutu olarak da düşünebiliriz, yani kişinin “Rab” algısı “Rabbulalemin” algısıyla kişiye izafi olarak örtüştüğünde mümkün olabilir! Ferdiyet, bu ikiliği teke indirmeyi başarmak gibidir! Yani 1. Boyutun ikili yapısını aşmaktır! Geometride bir nokta, diğeriyle bir boyut kazanıyor, 1. Boyutta ikilik olmasının nedeni bu aslen! Fert, bunu kendi iç aleminde aştığında ferdiyetten söz edilebilir! “İkiyi bir etmek! ”

Ferdiyeti, bir makam olarak ele alıp sadece “Din anlayışına güncel bakış getiren! ” kişilere vermek de mümkündür ama ferdin alanı, sadece bir din veya bir öğretinin kapsamı ile daraltılmamalı! Din anlayışına güncel bakış sağlayanlara, “Ferdiyet” atfetmek mümkün elbet!

Ferdiyet, tüm evren ve işleyişe dairdir! Aslen evrenin işleyişi de tek bir elden oluyor! Ferdiyet, evrenin işleyişinin bireyde çözümlenmesidir! Bu çözümlemede tüm kaynaklar ve tüm mevcudat ve işleyiş gözleme tabidir! Zaten bir sürece dair açığa çıkar! Gözlem süreci ve aşamaları ferdiyete kaynak olur!

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

NefretSizsiniz

Neden nefret ettiğini düşün; kim olduğunu kendin anla!

“Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim! ” Atasözünün işaretiyle, “Nefret” ile meşgul olanların, meşgalesinin esiri olması kaçınılmaz!

İnsan, nefretinin esiridir!

Lügatte: “İsim Arapça nefret
1. isim Bir kimsenin kötülüğünü, mutsuzluğunu istemeye yönelik duygu
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Tırnak(“…”)

Başka bir kaynaktan alınan söz ya da bilgi, tırnak içinde ifade edilir!
Özel olarak vurgulanacak bir kelime veya cümle de tırnak içinde yazılır!
Özetle bir yazıda yazar, bir söz ya da cümleyi tırnak içinde yazıyor ise o söz veya içerik yazarın kendinden değildir içeriğinden bahsetmek için tırnak içinde ifade eder!

Bu yazımda ben, tırnak içi ifade ve öğretilerin tamamının pratikte nasıl insanları etkilediğinden bahsedeceğim.

İnsanların zihinlerini, tırnak içi öğretiler ve kabullerle bloke eden gidişata “Dur! ” demek için bu tırnağın, bireysel olarak açılması gerekir!

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

İtaatin Kaynağı

Tüm varlıklar evrenin yapı taşları olan atomlardan teşekkül eder! Atomlar da elektronlardan, atom altı parçacıkların ise henüz hepsi deneysel olarak ölçülemedi! Maddenin en küçük parçasında tüm evrenin bir modelinin saklı olduğu teorik olarak bilinir! Bu nedenle evrenin tamamını gözlemlemek kadar zordur, bir zerrenin yani en küçük temel maddenin, parçacığın gözlemlenmesi. İnsanlık evrenin tamamını gözlemleyecek teknolojiye ulaştığında maddenin de en küçük parçasını ancak gözlemeyi başarabilir! Teorik olarak pek çok şey söylenir; evrenin ne kadar büyük olduğu ve en küçük temel parçanın ne kadar küçük olduğu konusu sadece teorik olarak söylenir! İnsanlık da evrenin tamamının belli bir aralığını algılayabiliyor! Maddi alanda, fiziki açıdan bunları söylemek mümkün olsa da maddenin ardındaki mana ise bir o kadar derin. Maddenin kaynağı, mana olarak görülebilir ki her şey tercihe baktığı için öyledir de!

Evrendeki bu itaat zincirine bakalım!
Varlıklar arasında evrimsel açıdan ileride olan, diğerinden yararlanır!
Şuurlu olanların, şuursuz olanlara hükmettiği ve doğal olarak şuursuz olanların şuurlulara itaat ettiği bir evrensel sistemde, insan şuurlu varlık olarak görünür! İnsanlar arasında da şuurunu kullananlar ile kullanmayanlar arasında bir itaat ve egemenlik durumu vardır!
Tüm varlıkların en küçük parçadan yararlandığını ve en küçük parçanın, evren kadar ayrıntılı olduğu gerek bilim adamları gerekse din adamlarınca söylenmiş! Canlıların da maddelerden yararlandığını biliyoruz! Canlılar için ana kaynak; toprak, hava, su ve ana unsur beslenmedir! Canlılar da kendi aralarında bir alt yaşam formundan beslenir! İlk canlı, su, hava ve toprağı kullanır! İlk bitki de böyle! Bitkiden bir aşama ileride olan ilk hayvan, bitkiden yararlanır, sonra kendi aralarında daha güçlü ya da akıllı olanlar, diğerlerini beslenmede kullanır! Bir üst form, alt formlardakilerin tamamını kullanır! İnsan formu, hepsini kullanır! Bu formlar arası hiyerarşi bilinç ile oluşur! Bu nedenle bilinçli olan insana tüm varlıkların itaat ettiği söylenir! İnsan, kendini “En üstün yaratık! ” olarak bu bilinç düzeyinde izafi olarak bilir! Aslında insanın üstünlüğü, alt formlara ve insana itaat de alt formdakiler için! Bir üst forma geçmeyi insan hep arzular, bu nedenle insanlar arasında da “Üstün ırk” söylemi geliştirilmiştir! Bu söylem elbet şuur ve aklın ürünüdür! Alt formlarda akıl ve şuur gelişmediği için “Üstün olma” iddiası da aslen yoktur! Avlanma, beslenme ve neslin devamı için çiftleşme aşamalarında mücadele olsa da bu içgüdüseldir! Yani hiçbir hayvan “Üstün ırk” iddiasıyla diğer hayvanlara hükmetmeyi düşünmez sadece içgüdüsel olarak beslenme amaçlı güç kullanımı ve gelişimine göreceli taktik kullanır! Kurt, “Kuzu çiftliği” kurup, ziraat ve ticaret yapmayı düşünmez sadece kuzu sürüsü bulur ise bazı doyacağı kadar bazı da hırs ile bilinçsizce ihtiyacından fazlasını öldürür! Bazı hayvanlar ihtiyaç fazlasını toprağa gömerek saklamayı akıl edebilir! Karıncaların topladıkları organik maddeler ile mantar yetiştirmeleri veya arıların bal yapmaları da ilginçtir! Sanki bilinç var gibi bir gelişim de göstermişler! Yani tekamül, evrim, devam ediyor! Hayvanlar aleminde, güçlü olanlar yani gelişmiş olanlar, alt formları beslenmede kullanır! Hayvanlar aleminde “Üstünlük” ikna ile olmaz, güç ve büyüklüğe, yırtıcılığa dair bir üstünlük gözlenir! Hayvanlarda dinsel, ırksal ve ideolojik bir akıl da olmadığı için kendi ile aynı kategoride olanlara karşı boyun eğmek veya eğdirmek fikri gelişmemiş. Çünkü bu aklın ürünüdür! Akıl gelişince ortaya çıkan bir durumdur!

Üstünlük, insanlar arasında diğer varlıklara karşı ilk zamanlarda iddia edilmiş daha sonraları kendi içlerinde şuuru aklı gelişmemiş olanlara karşı iddia edilerek gelişmiştir! Öyle ki bu ileri safhalarda, sadece güç ile olmaz, şuurunu kullanmayanları ikna ile de olur ki günümüzde bu en fazla görüneni budur! Çünkü tekamül, evrim, devam ediyor. Yani insan aklının gelişimi ile bu “Üstünlük” iddiası ortaya atılmış! İnsan olma potansiyelini kullanmayanlara veya kullanamayanlara karşı, potansiyelini, şuurunu ve aklını kullananlar, üstünlük kurmuş veya iddia etmiş. Bunu da uygulamada göstermiş! Tüm alt formdaki kaynakları kullanarak mesela demiri işleyerek, bakırı işleyerek, bunlarla diğerlerine üstünlük sağlamış! Aklını kullananlar, fiilen de kendilerine üstünlük sağlayacak teknolojiyi üretmiş! Bazıları da teknoloji ile uğraşmak yerine direk aklını kullanıp diğerlerini “Üstün ırk” söylemiyle ikna ederek maksadına erişmiş! İkna da inanç sistemleriyle olmuş! Önceleri “İnsan ilah” ve sonrasında “Yarı insan, yarı ilah” daha sonraları da Tanrı ile direk ilişki kurduğunu söyleyen “Aracılar”, diğerlerinden üstün olma iddialarıyla çıkmışlar! Yani aklını kullanan insanlar, ya akıllarıyla teknoloji üretip diğer insanları egemenliklerine alıp “Köle” gibi kullanmışlar ya da yine akıllarını kullanarak teknoloji üretmeksizin sadece ikna ile diğerlerini “Köle” olmaya ikna etmişler! Tabi ki bu süreçte “Tanrı ile direk bağlantı kurmak” ve “Seçilmiş” olma iddiası çok önemlidir!
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Hakikatler Göreceli Değildir Algı Görecelidir

Günümüze ulaşan efsanelerin ve hakikate dair hikayelerin çoğunun içeriğine müdahale edilmiş. Genel olarak eski zaman egemenlerinin (krallar, diktatörler) süzgecinden geçenler bize ulaşmış! Bazı dönemlerde kütüphaneler yakılmış, fikir adamları imha edilmiş! Yine da kalanlardan çok bilgi çıkar! Abartılar eklenip, işlerine gelmeyen kısımlar eksiltilmiş! Bu bilinir ise değerlendirme daha isabetli yapılır!

Evrende bir işleyiş görülüyor ve bu hakikate bir sahip aranıyor ise bu doğaldır! Yani ortada bir hakikat var ise o hakikate bir izah da geliştirilecektir!
Ben zaten din konusunu "İnanç" ekseninde değerlendiriyorum. Yani kişi nasıl algılar ise öyle inanıyor. Ya da tarihsel süreçte insanlar genel olarak nasıl algılamış, algılatılmış ise! Bu algı, miras olarak gelir! Kimse din ve ideoloji üzerinden kapris yapmaz ise sorun olmaz! Herkes kendi kabulünde özgür olur ve kabulünü diğerlerine zorlamaz ise sorun da kalmaz! Evrensel bir hakikate hangi felsefenin ya da dinin nasıl baktığı konusunda görecelilik elbet olacaktır! En azından bu görecelilik, bireyin algılamasında olacaktır! Çelişkiler de görülecektir! Bütüne dair mutlak kabul istemek de zorlamadır! “Ya hep ya hiç! ” dayatması belki kurnazcadır!

Sorun şurada evrenin sahibi kim?
Bu soruya evrenin sahibi “Benim” diyen biri, yanlış cevap vermiş sayılmaz! Kişi yıldızlara bakıp “Benim yıldızlarım” diyebilir! Güneşe sahiplenebilir! Güneşten gelen ışık ve ısıya kendi istifadesi nedeniyle “Benimdir” diyebilir! Hatta kişinin en özgür olduğu alan kendi dünyasıdır! Bu alanda dilediği şekilde kendini ilgilendiren şeylere dair hayaller kurabilir, fikirler geliştirebilir! Bu hayal ve ürettiği fikirlerini diğer insanlara da sunabilir! Tanımladığı ya da başkasının tanımladığı bir “İlah” a da kendince itaat edebilir! Bu tanımı atalarından miras da almış olabilir! Sorun, tanımlanan “İlah” üzerinden itaat isteme sorunudur!
En popüler manada, evrenin sahibi konusunda cevap “Tanrı” şeklinde olabilir. Bu ilkel toplumlarda çok ilahlı, daha ileri aşamalarda ise tek tanrı şeklinde yerleşmiştir!
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Evrensel Enerji Dengesi

Hiçin potansiyeli sonsuz, evrenin enerji dengesi de sıfıra eşit!
Ne kadar pozitif var ise o kadar da negatif var! Negatif olmadan pozitif tek başına işlemiyor! Pozitif toplamak amacıyla yapılan ritüeller ve çalışmalar konusunda farklı metotlar, yollar ve öğretiler geliştirilmiş! Bu metotların çoğu maksadının aksine bir sonuç doğurmuş. Ya da maksadını karşılamıyor ama bunun farkına varılamıyor! Bir yanılgı girmiş araya! Pozitif çekme işi aslında bireyseldir! Bu bireysel çekimdeki metot da bireyseldir! Yani genel bir kural aransa da bu yine özelde açıldığından sonuçta bireysel alandan dışarı aslı bozulmadan çıkamaz! Birey evrendeki pozitife talip olurken açığa çıkan negatifi de hesaplamak durumunda olacak!

Evrende bir pozitif aktive edildiğinde onun birimi kadar negatifi de aktive olacaktır! Yani bir iyilik aktive olmuş ise o ölçüde bir kötülüğe karşılık gelecek! Bir kötülük aktive olduğunda ise yine aynı miktarda iyilik aktive olacak! Pozitif el de etmenin atığı olarak negatif de elde edilecek! Bunun işleyişindeki ayrıntılar çok müthiş! Pozitif elde etmek için iyilik yapmak öğretilir! Bu uygun şartlar için geçerlidir! Uygun şartlar neler? İyiliğin karşılığında açığa çıkacak negatif nasıl dengelenecek yani iyiliğin yapılmasına karşı gelen negatif nasıl dengelenecek? Bütün mesele burada! Uygun şartlar olmaz ise zaten iyilik yapmakla açığa çıkan negatif, ters teper! “Uygun şartlar nedir? ” sorusunun asıl amacı şu; pozitif ve negatif nasıl dengelenecek?

Aslında evrensel denge açısından pozitif ve negatif dengesi önemli, tek başına biri iş yapmaz bu 3. boyutta! İyiliği pozitif, kötülüğü negatif olarak sadece bu boyut için, 3. Boyut için düşünebiliriz! Bir kötülük-negatif açığa çıktığında ona mukabil bir iyilik-pozitif de açığa çıkacak! Bu durumda yapılan kötülüğün açığa çıkardığı pozitifi kim kapacak? Bazı kötülüğü yapan bunun neticesi olan pozitifi de alır! Yani kötülük eder doğan karşılığı pozitifi de alır! Oysa kötülük açığa çıkaranın pozitifi kapması uygun şart değildir! Neden böyle olur? Zalimler, zulüm ile aslında pozitif üretirler; mazlumlar ise zalimlere sınırsız itaat edip, köleliğe razı olduklarından evrensel mutlak adalet gereği bu şirklerinin ve hatalarının karşılığında hem zulme uğrar hem de zalimin zulümle ürettiği pozitifi zalime hediye eder! Öğretilerle insanlar bin yıllar boyunca hatta daha öncesinden ilahlar dönemine kadar gider, bazı kabuller edinmişler! Öğretilerle şekillenen insanların çoğu, köleliği doğuştan kabul etmiş olurlar! Zalim adaletsiz olanları kast ediyorum, egemenlerin pozitif kapma şekli zulüm ile olur! Yani zalim, zulüm ettiğinde açığa çıkan pozitifi de alır! “Uygun şartlar! ” olmadığı için zalimler pozitifi alabilir! Eğer mazlumlar olmasaydı yani mazlumlar zalimlere fırsat vermeseydi zaten zalimler de olmayacak idi! Burada da denge var! Evrende boşluk olmaz! Mesela bir firavun bir yerde açığa çıkabilir ise o firavunun mazlumları da vardır! Aslında o firavunu mazlumlar çıkarmıştır. Ve mazlumlara yapılan zulümden doğan pozitifi de firavun alacaktır! Çünkü mazlumlar öğretilerin kurbanı olarak Firavunu ilah bellemiştir! Bu çok önemli bir ayrıntı!
“Uygun şart” konusunu açayım, evrensel eşit insan prensibi gereği herkes ürettiğini alabilir! İnsan topluluğunda sınıfsal ve kutsal bir üstünlük kabul edilmediğinde herkese kendi çalışması vardır! Zaten uygun şartı bozan da “Evrensel eşit insan prensibi” haricinde davranmaktır! Sınıfsız ve eşit insan toplumunda şayet bir zalim, zulmüyle pozitif üretmiş ise onu alamayacak! Çünkü mazlum sınıfı yok! “Evrensel eşit insan” prensibi var! Zalim bile olmayacak! Sınıfları da denge doğuruyor aslında! Öğretiler ile köleleşen insanlar kendi mazlum sınıfını oluşturunca diğer sınıf da denge gereği oluşuyor! İyiliğin saklı tutulması sadece ahlaki bir şey değildir! İyilik yapan eğer bunu saklamaz ise bu iyiliğinden doğacak olan negatifi üstlenir bilmeden! İyilik yapanın, iyilik görenden beklentisi olur ise uygun şart oluşmaz! Karşılık olarak sadece minnet alır! Bu da pozitif sayılmaz! Eğer gizli olur ise karşılık almadığı için bu iyiliği bizzat kendi kötülüğüne karşılık gelecek! Karışık gibi ama değil. Yani bu iyiliği kendi kötülüğüne karşı kullanmak yerine minnet alır ise bir yama iki yerde kullanılmaz! Kötülük yaparsa zaten açığa pozitif çıkacak bu yaptığı kötülükten alacaklı olanlar öğretilerle zihinsel olarak köleleştirilmiş ise yine kötülüğe karşılık pozitifi onlar hak etmedikleri için kötülüğü yapan kapacak! Bu boyutta denge böyle sağlanıyor! Tabi ki mutlak adalet evrensel bir hakikat; evrenin önceliği denge ve adalet! “Haklı hakkını alacak ahirde! ” denmesi ise bu boyuttaki denge sağlamakta görülen adaletsizliklerin de giderileceği bir ahirin olduğuna işarettir! Bu boyutta öğretiler yüzünden zalimlere hediye edilen pozitifler asla alınamaz! Ama zalimlerin bu haksız kazançları ikinci boyutta anlamsız olacak ve geri alınacak o da denge! Yani mutlak adalet gereği her boyutta bir denge var!

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Haklı Olan Güçlüdür

“Güç” neyi ifade diyor? Güç “Hak” ifade eder aslen! “Allah güçlüdür! ” neden güçlüdür? Haktır, mutlak adildir! İnsanlar neden gücü önemser? Zayıf ve zavallı bir “İlah”, insanlık tarihinde görülmemiş! Bu konuya kafa yormadan olmaz! İnsanların vicdani dengesi de bozulunca bu anlaşılmıyor! Yani bazıları gücü, zulmetmek için arzuluyor ama asla bunu bulamıyor; sefalete düşünce de yakınır ve zayıf olana yapılanı, “Haksızlık” olarak düşünür ve yakınmaya ya da sadece laf üreterek güçlenmeye çalışır! Nafile! “Seçilmiş ırk, vaat edilmiş toprak ve fethi övülen yer! ” türü gerekçeler ile güçlenmek isteyenlerin hazin halleri tarih sayfalarında yerini alır! “Seçilmiş ırk” iddiasında olanların tarihin belirli dönemlerinde “Soy kırıma” uğramaları tesadüf müdür? Güç savaşlarında dengesizlikler yaşanmasının nedeni aslen “Hak” olmaksızın “Güç” elde etmek çabalarıdır ve sadece “Kaos” çıkar!

"Güçlü olan haklı değil, haklı olan güçlüdür! " Bakın bu çok önemli, bir yerde güçlüler var ise demek ki haklı oldukları için güçlü olmuşlar; zayıflar da haklı olsalardı güçlü olacaklardı! Bunun anlaşılması insanı daha gerçekçi bakmaya ve davranmaya yarar! Yoksa haksız oldukları için zayıf düşenler yakınır durur!

Gözden kaçan şu; haklı imiş ki güçlenmiş ve diğeri haksız imiş ki zayıf düşmüş! Güçlüler, haksız duruma düştüklerinde güçlerini de kaybeder ve haklı olanlar, güçlenmeye başlar! Evrensel sisteme dikkat! İlahi sistemde, “Mutlak adalet” işliyor. İyi bir gözlemci, bunu görebilir zaten gördüğü şudur; “Allah güçlüdür! ” bunu görecek!

Haklı olanlar nasıl güçlenir?

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Duygular Ve Algılar

Duygular mı algıları belirliyor, algılar mı duyguları?

Eylemleri duygular mı belirliyor, algılar mı; duyguları mı algıları mı öne çıkarmalı; yoksa her ikisini de yerli yerinde mi kullanmalı?

Duygu: Belirli nesne, olay veya bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenim!
Algı: Bir şeye dikkati yönelterek o şeyin bilincine varma, idrak!

İnsan duygularının ortak bir paydası olmakla birlikte ifadesi, farklı farklı olabilir! En başa döner isek insana duygular da sonradan yüklenmiş! Bu ilk yükleme “Adem” den başlıyor! Adem, “İnsan” kaynaklı yazılıma duyguları nasıl yükledi? Adem ruhu, bir ham yazılım olarak duyguları hayat boyutunda yüklendi! Bunu şöyle izah etmek mümkün! Allah, esmasını (isimlerini, sıfatlarını) “İnsan” esaslı bir yazılımla “Adem” e yüklüyor buna “Ruh” diyelim! Ruhun dişisi erkeği yok aslen, bunun bedene göre algılanması var ve bu algılanma yumurtada başlıyor! Döllenme sırasında cinsiyet yükleniyor! Bu da biyolojik olarak ana – baba DNA hücreleriyle oluyor! Ana yazılıma ilk yükleme cinsiyet yüklemesi oluyor! Bu yükleme ceninin her aşamasında devam ediyor; doğum sonrası dış Dünya da algılanmaya ve yüklenmeye başlanıyor!
..

Devamını Oku