Eskiyen bir suret, dört duvar arasında yığılan düşünceler,
Masum bir el, ardında titreyen bir ışık ve yaralı geceler.
İçimde yıkılan bir sonbahar, ruhuma akseden kara bir kış,
Nihai son, hep aldanış, karanlığa atılan kaygılı bir bakış?
Ecel toprağım susuz çöl, kutuplaşan bir dünya mezar taşım.
Daima fırtınadan sonra kıyıya ulaşır her dalga adım adım.
Elemle başlar her çileli yol; belki umutlar sevgiyle biter.
Nasıl ki usulca mum erir, her gece pervane özlemle döner.
İnsan olmak aslında anlayana belki doğuştan hüner…
Zarif bir güvercin edasıyla yahut sanki bir melek hissiyle,
Siyah simsiyah bir gül yeşerir, o siyah gülde kelebek biter.
Elde değil ki heyhat güle naz bülbüle dertten inlemek düşer.
Rengârenk ateşten bir dünya yaşamak hevesiyle gam ve keder...
Güzel bir yarına hep büyümek arzusuyla zaman da geçer gider.
...
Ada mahkumu, işte sana her gece avare, sana her gece işkence?
Reva mıdır peki bu kadar ağlamak, sana kahrolmak; yıllar yılı?
Ada mahkumu, sen, bahtı kara; her şeyden uzak her şeyden önce.
Zekeriye Tek, 311 kd, 20.12.2006
Zekeriye TekKayıt Tarihi : 6.10.2012 23:22:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!