Açık yaraya kurt düşmez! Şiiri - Yusuf İ ...

Yusuf İpekli
42

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Açık yaraya kurt düşmez!

Yası matem ayı muharremin en önemli bölümünü oluşturan muharrem orucu ile birlikte bir aşure daha sona erdi.
İslamın, Alevi/Bektaşi yorumuna, kültürüne, gidişatına, koluna mensup insanlar Hz. Hüseyin’ in Kerbela’ da şahadeti nedeniyle on beş gün yas orucu tuttular. Her yıl olduğu gibi kurban bayramından on yedi gün sonra başlayan, on beş yas orucunun ilk üç gününde Emir Müslim’ in (Müslim-i Akil, Hz. Hüseyin’ in musahibi) iki kölesi ve iki çocuğu ile birlikte Kerbela faciası öncesi katledilişinin aşkına niyet edildi. Kalan on iki günde ise Kerbela çölünde şehit edilen Hz. Muhammed’ in sevgili torunu Hz. Hüseyin’ in ruhu için eller semaya açıldı.
Kerbela vahşetinde Hz. Hüseyin ile birlikte ev halkının tamamı aç, susuz bırakılıp eşi, çocukları, yakın akrabaları, sabi sübyanları da şehit edildi. O kıyımdan sadece kundakta bulunan Celal Abbas kaçırılarak kurtarıldı ki, Hz. Hüseyin’ in soyu ondan üreyip devam etti.
İşte bu vahşete duyulan derin ve manalı saygı nedeniyle Alevi/Bektaşi toplumu bu yıl da yas orucunu icra etti.
Allah cümle canın ibadetini, yakarışını kabul ve makbul eyleye…
Bu sene muharrem orucu geçmiş yıllardan daha farklı bir biçimde, oldukça yoğun olarak icra edildi. Medya, yası matem ayına ve muharrem orucuna karşı ilgisiz kalmadı. Gerek Alevi/Bektaşi kültürüne yakın olduğunu iddia eden televizyon, radyo, gazete ve dergiler, gerek devletin resmi yayın organı da olan TRT, gerekse diğer basın yayın kuruluşları konuyu sürekli sıcak ve samimi tuttular.
Konunun bu kadar gündemde tutulması Alevi/Bektaşi kültürünün gösterişten uzak, mütevazı hoş görüsüne ters gelecek niteliğe büründürülmeye çalışılmasına rağmen genel anlamda olumlu olmuştur.
Bir kere konunun doğrusunu bilen bilmeyen, yasın önemini anlayan anlamayan, muharrem ayının kutsiyetini kavrayan kavrayamayan hemen herkesin kafasında bir soru oluşmuştur.
Tarihte Kerbela vakası diye bilinen bir olayın yaşandığı, bu olayın insanlıkla bağdaşır hiç bir tarafının bulunmadığı, aklı eren her bireyin bu vahşeti kınaması gerektiği, aslında Kerbela vahşetinin yapılacağının ta Kalubeliden beri ruhani anlamda bilindiği, bu olayın Yüce Allah’ ın takdiri ve emri olduğu da ortaya çıkmıştır.
Bu yayınlar vasıtasıyla Alevi/Bektaşi mensubu kişilerin İslamın dışında yer almadıkları gibi İslamı asla reddetmedikleri de görülmüştür. Allah’ ın varlığına, birliğine, mutlak yaratıcı olduğuna olan inancın kamuoyunca bilinmesi de mühim bir nokta olmuştur. Hz. Muhammed’ in Allah’ ın kulu ve elçisi olduğunun her Alevi/Bektaşi tarafından tartışmasız benimsendiği de meydana çıkmıştır. Alevi/Bektaşilerin özellikle Hz. Muhammed’ in kızı, damadı ve torunlarına yani “Ehl-i Beyte” karşı bağlılıklarının anlaşılması da müspet bir etki yaratmıştır.
Atalarımız, “Açık yaraya kurt düşmez.” derler.
Yıllarca kimi baskı, sindirme, kıyım gibi insanlık dışı işkencelere maruz kalındığı için Alevi/Bektaşi cem ibadet ve inancı ile muharrem orucu ve aşure geleneği gizli kapaklı yapılıyordu. Bu gidişin insanların kafasında yalan yanlış, abuk sapuk, çirkin birçok iftira dolu fetvalarla buluşması sonucu kin ve garez daha da yoğunlaşıyordu. Zaten var olan bu olumsuzluklar ateşe dökülen benzinin ortaya çıkardığı yakıcılıktan daha tehlikeli bir manzaraya neden oluyordu.
Yayınlar, sohbetler ve tartışmalar işte bu olumsuzluğun da ortadan kalkmasına vesile oldu.
Bu nedenle kavram kargaşalarını, Alevi/Bektaşi temsilcisi olduklarını iddia edenlerin konuya olumsuz, şek yaklaşımlarını doğru bulmadığım gibi, hiç mi hiç dikkate de almıyorum.
Zira en çok korkanlar kendilerinden emin olmayanlardır. Çıkar mensuplarıdır. Toplumsal barışa ve uzlaşmaya karşı çıkanlardır. Siyaseten veya makam anlamında beklentisi olanlardır.
Alevi/Bektaşi yası mateminde iftar da yoktur, sahur da yoktur gibi mantık dışı tartışmalarla da asla işimiz olamaz.
Bir Alevi/Bektaşi mensubu olarak çocukluğumun muharrem oruçlarında sabaha karşı kalkılırdı. Hoşaflar kaynatılır, soba çörekleri tavşan bacağından yapılmamış olsa bile yağlayıç marifetiyle ve sütle karıştırılarak eritilen tereyağının buram buram köpüğü ile yağlanırdı. Zira boğazına oldukça da düşkün olan nefsimiz için o çörekleri yemek unutamadığım anılardan, çocukluğumun en önemli zevklerinden biriydi.
Adı doğrudan iftar olmasa bile muharrem orucunda da iftar vardır.
Muharrem orucu güneş batmaya bir mızrak boyu mesafe kala açılır. Esasen matem orucu olduğu için ne kadar geç açılırsa o kadar makbul olduğuna inanılır. Muharrem orucu asla su ile açılmaz. Tuz, kül, toprak ile oruç açmak tutulan yasın ne kadar derin olduğunu ifade eder. Hz. Hüseyin’ in Kerbela’ da susuzluktan şehit edilişine duyulan üzüntünün bir ifadesi olarak oruç boyunca su tüketilmez. Onun yerine çay, nadirde olsa ayran, hoşaf vb içilir. Traş olunmaz. Hayvan kesilmez, kan akıtılmamaya özen gösterilir, et yenilmez. Bir nevi dünya ile bağ ve bağlantıdan vazgeçilir.
İşte bu yıl bütün bu konular açıklığa kavuşmuştur.
Elbette yapılan muharrem sohbetleri belki de birçok insanın kafasında karmaşaya da yol açmış olabilir.
Çünkü bu tartışmalara, sohbetlere katılan otoriteler, dedeler ya da diğer insanlar kendi aralarında birlik beraberlik sağlayamadılar. Anlaşamadılar. Bir araya gelip ortak bir nokta oluşturamadılar. Kendi aralarında birlik bile yoktu. Oysa Hanefilikte olsun, şafilikte olsun veya diğer İslam yorumlarında olsun tartışma olmadığı gibi birlik ve bütünlük vardır, türünden tartışmalar elbette yapılıyor, yapılmalıdır.
Alevi/Bektaşilikte iç işleyiş anlamında akla karanın mutlaklığı gibi bir birlik anlayışını sağlamak hem doğru değildir, hem de çok güçtür. Çünkü Alevi/Bektaşi inancına göre yol bir, sürek farklı farklıdır. Ocak sahibi pir, mürşit veya rehberler taliplerinin yaşadıkları yerin coğrafi konumuna, sosyolojik yapısına, tomografik özelliklerine ve diğer kültürel yapılanmasına göre kurallar koymuşlardır. O kurallar ise temel ihtiyaç gibi algılanmış, algılanan o sürek üzerine yürütülen erkâna verilen ikrar nedeniyle gidişat vazgeçilemez ve değiştirilemez bir yapıya bürünmüştür. Zira Alevi/Bektaşi inanışında pire verilen ikrardan dönmek, münafıklık ile eş değer görülür ki, düşkünlüğün de ötesinde yoldan temelli çıkarılışa neden olacağından kolay kolay karşılaşılmayan, asla doğru değerlendirilmeyen hatta döneklikle damgalanmayı gerektiren bir durumdur.
Bu nedenle aslında Alevi/Bektaşi olarak yaşamak çok güçtür. Alevi/Bektaşilikte dönme dönme, alma alma, görme görme biçiminde formüle edilecek bir anlayış vardır. Bu anlayış nasıl başladıysan öyle sürdüreceksin anlamına gelir. Tembih ve ikrarına sadık kalacaksın demektir. Aynı zamanda bireyin işlediği suç ferdi değildir, anlayışı vardır. Bu suç sadece kişiyi ve ailesini ilgilendirmez. Toplumun tamamından kaynaklandığı için, yeteri kadar iç denetim sonucu caydırıcılık etkili olamamış olmalı ki suç ortaya çıkmış, mantığından hareket edilerek yol çizilmiştir.
O nedenle kurallar katı ve anlayışı değiştirmek zordur.
Her neyse yine bu yası matemde ilk defa resmi olarak düzenlenen ve belki geçmiş değerlendirmeleri ve içinden geldiği siyasal ya da eğitsel yapının Alevi/Bektaşilerce genel geçer kabul görmeyen anlayışı oluşturduğu veya temsil ettiği için bizzat başbakanın da katılımıyla gerçekleştirilen muharrem iftarının da yoğun tartışıldığına tanık olduk. Aynı iftar bir başka liderin başbakanlığı sırasında düzenlenseydi tartışma yapılır mıydı, yapılsa bile yönü ne olurdu, iftara kimler, neden katılıp övgü düzerlerdi ya da kimler, neden katılmayıp ayağı yere basmayan eleştiri yaparlardı merak ediyorum.
Alevi/Bektaşi temsilcisi olduğunu iddia edenlerin çok önemli bir bölümü konuyu farklı kanallardan ele aldılar.
Kimileri meseleye diğer tarikatların meşrulaştırılma girişimi olarak baktı. Kimileri asimilasyon politikalarının bir sonucu olarak ele aldı. Kimileri siyasi bir çıkar ve beklenti sebebiyle yapıldı yorumunu getirdi. Kimileri laikliğin teminatı olan Alevi/Bektaşilerin pasifize edilmesi teşebbüsü olduğunu iddia ve ilan etti. Kimileri aynı zamanda sol oy potansiyeli ya da deposu olarak da lanse edilen Alevi/Bektaşi oylarının sağcılaştırılmasına yönelik propaganda dedi. Kimileri ise devrim yasalarının o yasalara içtenlikle bağlı olan Alevi/Bektaşi kitlesince delinmesi veya deldirilmesi teşebbüsü olduğunu açık seçik dile getirdiler.
Kim ne derse desin başbakanın da katıldığı Alevi iftarı olarak lanse edilen oruç açma çağrısını ve toplantısını içinde bulunduğum camia tarafından yoğun eleştirileceğimi de bildiğim halde doğru ve olumlu buluyorum. Zira devletle özellikle Atatürkçü Düşünce Sistemine sıkı sıkıya bağlı olan, Anadolu’ nun Türkleşmesine öncülük eden, öz be öz Türk ve İslam düşüncesinin tam da ortasında yer alan Alevi/Bektaşi halkı arasında asla ve hiçbir nedenle husumet olamaz.
Çünkü cem evi caminin, muharrem orucu ramazan orucunun, aşure de şeker bayramının alternatifi değildir. Çünkü, saydığımız donelerin her birinin işlevi, anlamı, hedefi farklı farklıdır. Cem evi ile cami, muharrem ile ramazan, aşure ile şeker bayramı arasındaki kız alıp kız vermenin yoğunlaşması nedeniyle akrabalıklarının da pekişmesi sonucu kör, kısır, hiçbir kimseye faydası olmayan boş tartışmalar çok geride kalmıştır.
Memnuniyetle görüyor ve izliyoruz ki karşılıklı tanışıklık ve barışıklık İslam dinin farklı yorumlarını bir noktada buluşturmuştur. Ramazan ve muharrem orucu tutma ya da tutmama konusu üzerinden yapılan çıkarcı ve yanlı tartışmalar son bulmaya başlamıştır.
Muharrem orucuyla birlikte daha dün akrabasının, Alevi komşusunun, oğlunun, kızının eleştirisinden çekindiği ya da işyerindeki amirinden, oluşacak baskıdan ürktüğü için ramazan orucunu gizli kapaklı tutan veya tutmak zorunda kalan ya da tutar gibi görünen bir Alevi/Bektaşi bugün istiyor ve inanıyorsa ramazan orucunu da inanarak, içten tutar hale gelmiştir. Ya da bu orucu tutmama ve tutmadığını da açıkça söyleme cesaretine kavuşmuştur.
Artık her Alevi/Bektaşi Muharrem ayında oruç olduğunu da açıkça dile getirebilmektedir.
Buradan çıkıp tekrar Alevi/Bektaşi inanışında varınca görürüz ki, cem ayini İslam dinin tasavvufi yorumudur. İnsanın sırf insan olduğu için tanrı huzurunda, gönlünü maneviyattan doyurarak kötülük yapmayacağına söz vermesidir. Verdiği bu söze sonuna kadar sadık kalmasının adıdır. Ayrımsız kadına ana, bacı; yaşlıya emmi, dayı; çocuğa oğul, kız, kızan, evlat; dedeye pir, rehber veya mürşit diyebilmektir.
“Alevilik/Bektaşilik eşittir semah! ” türünden yoz anlayışın dışında musahiplik gibi, düşkünlük gibi nüve ve incelikleriyle geniş geniş ele alınıp tartışılması gereken bir yakarış, manevi aklanma ve gönül gözüyle görebilme girişimidir.
Kötülükten kurtulma, fena, fesattan sıyrılma, kin ve garezden arınma girişime kim karşı çıkabilir ki…
Öyleyse inadına aleniyet, sonuna kadar birlik, beraberlik ve her daim insanlığın yararı için asgari müştereklerde, akıl ve mantığın ışığında buluşup birleşerek barış, hoş görü ve huzur adına yılmadan, yorulmadan, bıkmadan hatta durup dinlenmeden ilerlemek gerek…
Çünkü gün ele, bele, dile sahip olma günüdür.
Çünkü gün bir olma, iri olma, diri olma günüdür…
Çünkü gün aşurenin bolluğunu bereketini yaşama ve yaşatma günüdür…

Not: Bu yazı “Öz Kalecik Gazetesi”nde yayımlanmak üzere yazılmıştır.

Yusuf İpekli
Kayıt Tarihi : 24.1.2008 11:07:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Yazgı Özbay
    Yazgı Özbay

    Sabahın ilk ışıkları ışımadan okudum yazını bir solukta!Okudukça coştum, bu konulara karşı nasılda ağır bir ilgim olduğunu anladım.Sağol olur mu?Daha çok uzun yıllar beraber yürümek dileğiyle...M.Ş.ÖZBAŞ

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Yusuf İpekli