Annemin peşpeşe kaybettiği bebeklerinin ardından sekiz sene çocuğu olmamış. Beni de hemayil, tedavilerle bulmuş, altı-yedi aylık hamileyken karnında bebeğinin ağlama seslerini duymuş ama bunu kimseye söyleyememiş. “Herhalde bana öyle geliyor” diye düşünmüş ama bir gece babam da aynı sesleri duyunca hem şaşırmış hem de biraz korkmuş.
Daha sonra halamla gidip bir din hocasına bu durumu sorup fikir almışlar, o da, nadir de olsa böyle şeylerin olabileceğini söylemiş ve eklemiş: “sizin başınızda bir felaket dolaşıyor, bu sabiye de malum olduğu için, anneme, babama böyle felaket verme Allah’ım diye kaderine ağlıyor” demiş. Gerçekten birkaç gün sonra annem ''göremiyorum'' diye feryat etmeye başlamış (tıpkı Türk filmi gibi) . Babam, çaresiz, annemin sabah kahvaltısını yaptırıp işine gitmiş. Öğle tatilinde doktora gitmişler, “gebelik humması” tanısı konulmuş. İki ay sonra annem beni sezaryenle dünyaya getirmiş ama prematüre olarak. Annemle dört ay hastanede kalmışız.
Bir sürü tedaviden sonra annemin gözleri açılmış (Türk filmi devam ediyor) . Tabii ben de normal kiloma ulaşmışım bu arada. Annem hastaneden taburcu olmuş, evimize gelmişiz, fakat annem bunun sevincini yaşayamamış, zira kız kardeşi Zehra’yı yüzü gözü morluklar içinde karşısında bulmuş. Meğerse teyzem enişteme “sen beni aldatıyorsun” demiş. Eniştem önce inkar etmiş, daha sonra da “sen bana iftira atıyorsun” diyerek teyzemi dövmeye başlamış. Üstelik teyzem de hamileymiş! Annem “sorun değil, bizde kalırsın, biz ne yersek seninle paylaşırız” diyerek kız kardeşine sahip çıkmış. (Tabii babam da annemin bu fikrine katılmış) . Aradan aylar geçmiş, teyzemi ne arayan ne de soran olmuş. Annem beni büyük teyzem Nefise’ye emanet edip tebdil-i kıyafet giyinip (kara çarşafa bürünüp) Zehra teyzemle birlikte Faruk Enişte’yi takip etmişler. Sonunda Faruk Enişte’nin bir dostu olduğunu, Ankara telziler semtinde bir ev tutup birlikte yaşadıklarını öğrenmişler. Çiftleri, semt karakolundan iki polisle takibe almışlar. Eniştem ve birlikte yaşadığı kadın, önce sinemaya gitmişler, annem, teyzem ve polisler de gizlice peşlerinden. Daha sonra eve geldiklerinde baskını gerçekleştirmişler. Olay, tek celsede boşanma ile sonuçlanmış. Tabii nafaka ödemesi de karara bağlanmış ama bırakın nafakayı, işinden ayrılıp sırra kadem basmış Faruk Enişte.
Zehra teyzem, kızı Hülya’yı bizim evimizde dünyaya getirmiş. Babam o kadar iyi bir insandı ki eve geldiğinde önce Hülya’yı kucağına alıp severdi, sonra da beni. Hülya, babama, “Çerkes Baba” derdi. Bir gün İstanbul’da babamın büyük halası tramvaya bindiğinde bir bakmış ki, vatman, bizim kayıp(kaçak) enişte. Hemen yanındaki gence ''evladım şu vatmanın yaka numarasını öğrenir misin ama sakın belli etme, çünkü o bizim kayıp(kaçak) damat demiş''. Yaka numarası sayesinde nerede oturduğunu bulmuşlar ama sonuç sürpriz değil, Yedikule’de Vartui adında ermeni bir hanımla yaşıyormuş. Ankara’ya mektupla bilgiler tek tek ulaştırılmış.
Bu arada babamın tayini Mardin, Nusaybin’e çıkmış, evde eşya toplama telaşı varken durum içinden çıkılmaz bir halde karışmış. Teyzem, kızı Hülya’nın fotoğrafını çektirmek amacıyla fotoğrafçıya gitmiş, arkasına da ''kızın dört yaşına geldi, sen nasılsın bir babasın” diye bir not eklemeyi düşünmüş ama küçük Hülya stüdyodaki ışıklardan korkup annesine sarılınca, fotoğrafta anne kız birbirine sarılmış bir halde kalakalmışlar ve teyzem hiç bir not eklemeden bu resmi Faruk enişteye yollamış.
Saati mi şaşırdı bu hıyar?
Gerçi hiç saati olmadı ama
En azından birine sorar.
Cebimde bir lira desen yok,
en başından sonuna kadar pür dikkat okudum ve soluksuz adeta...
müthiş bir senaryo (hem de en yaşanmışından)...
okudum ama sanki siz anlatıyormuşsunuz ve ben de dinliyormuşum gibi:)
paylaşımınız için teşekkürler.
Müniş anam, ne güzel de anlatmışsın sevginin ve
ailenin önemini.Her zorluğa ve güçlüğe karşı
direnen o sevginin ulaşılmaz boyutunu.Ve insanlığın
din, dil, ırk farketmeksizin kimde olduğunun altını
çizerek anlatmış olmanı yürekten kutluyorum.
Sevgilerimle.
Sonun böyle güzel bittiğine sizin de açık yüreklilikle anlatmanıza çok sevindim. Duru bir dili vardı üstelik...
Tebrik selam ve saygıyla abla...
Ablacığım gerçekler acıda olsa bizim gerçeklerimiz , hayat her zaman mutluluk sunmadı bize..o kadar acının içinde bir kardelen misali açan bir gülü kkoklarken hep bunları düşünürüm, günlerce çekilen acının ardın yarin bir gülüşünün değeri o kadar anlamlı ki...yaşamayan bilemez...
Seninkinin tam dersine annem de beni dünyaya getirmemek için denemediği yol kalmamış ama ben teknolojniin gelişmesinin de yardımı ile gelmişim dünyaya ...
eskiden çok kızardım anama bir işi becerememişsin diye ...ama bu gün gülen bir çift göz seni seviyorum diyen bir tatlı dil var..ya ..
yetiyor tüm çilelere...
boş ver Nasreddin annem satmışız dünyanın anasını
sevgimle
Akıcı, okuyucuyu yormayan ve cok anlamli bir yazi olmus. Ana temasi sevgi ve aile kavrami olunca da daha bir baska anlamli geliyor insana. Yuregindeki sevgi dagarcigin tum sevdiklerinle yesersin ve dal budak sarsin canim benim. Seni cok seviyorum ellerinden öpüyorum.
Neydi baba, kimdi anne, ya çocuk kimin? . Bunların hiç bir önemi yoktu, çünkü gerçek olan sevgiydi. Belki çok şeyimiz yoktu, belki maddi sıkıntılarımız vardı ama biz bir aileydik, hem de güzel, büyük, mutlu bir aileydik.
Anacığım,öyle güzel anlatmışsın ki ..Gerçekten insan yaşıyor anlatılanları..Evet yaşamda aslolan sevgidir..yaşamın anlamı,gerçeği....Çoğumuzun korktuğu...çekindiği sevgi ..herşeydir..yüreğin dert görmesin ...
sevgimle
Bu şiir ile ilgili 6 tane yorum bulunmakta