-Gerçek ve yaşanmış bir öykü-
Delikanlı otumuş çınarın altına,
Gözündeki yaşlarla, babasının mezarına bakıyordu.
Yanındaki sigara izmaritlerinden,
Biri sönmeden diğerini yaktığı belli oluyordu.
Derin bir iç çekti,
Kısa dönem içerisinde,
Yaşadıklarına ve kaderine lanet etti.
Bir film şeridindeki gibi, kare kare
Yaşadığı ızdıraplar beyninden geçerken,
Yüreği bir kez daha acıyla sarsıldı.
Oysa her şey ne kadarda güzeldi,
Çok değil, daha bir yıl önce,
Ailesiyle kendi dünyalarında,
Ekonomik durumları çok iyi olmasada,
Sakin ve mutlu bir yaşantıları vardı.
Lise son sınıfa gidiyordu,
Okulunun çalışkan ve gözde öğrencisiydi.
Annesi, babası kendisiyle gurur duyuyorlardı.
Göğsünü gere gere;
'Bu benim oğlum ' diyordu, babası.
Sıkıntılar lise son sınıfta,
Dersaneye gitme düşüncesiyle başlamıştı.
Babası fabrikada işçi,
Dersane ücretleri çok pahalıydı.
Babası 'Kaldıramayız oğlum' diyordu.
Ama öğretmenlerin çabası ve dersanenin kolaylık sağlamasıyla,
Bu sorun aşılmıştı.
Babası hissettirmese bile, üzülmüştü.
Çünkü: Ailesinin tüm masraflarını,
Onuruyla karşılamak isteyen bir babaydı.
Sınav günü gelmişti, ya elektronik ya da bilgisayar diyordu,
Babasının yaşadığı ikilemde, yüzünden okunuyordu.
'Kazanırsa nasıl okuturum' diyordu,
Ama oğlunun geleceği için, kazanmasınıda çok istiyordu.
Ve delikanlı,
Hem de il birincisi olarak,
İstanbul'da bir üniversitenin Bilgisayar Mühendisliğini kazanmıştı.
Lise ve dersane öğretmenleri,
Evlerine kadar gelmişti kutlamak için.
Annesi, babası sevinçten gözyaşlarını tutamamışlardı.
Kolay mı, yaşadıkları ilde, çoçukları
İkinci Bilgisayar Mühendisi olacaktı.
Ama sevinçleri bir yumruk gibi, boğazlarında kaldı.
Hayatın kahpe acımasızlığı, o iğrenç suratını gösterdi,
Yurt çıkmamıştı.
İstanbul'da okumak kolay mıydı?
Ev kiraları ateş pahası,
Özel yurt ücretleri, neredeyse babasının maaşı.
Öğretmenleri 'Bunu da aşacağız' diye destek oluyorlardı.
Ve babasının çalıştığı fabrikadan burs kopardılar.
Ayrıca, fabrika mal aldığı bir firmadan,
Part-time iş te bulmuştu ve biraz rahatlamışlardı.
Kendisi İstanbul'a gittikten sonra,
Babası, oturup bir hesap yapmıştı.
Oğlunun part-time çalışması ve burs parası,
Ev kirasını ancak karşılayacaktı.
Ayda en az 250-300 milyon göndermesi gerekiyordu,
Değilse oğlu İstanbul'da, nasıl yaşayacak ve nasıl okuyacaktı.
Aldığı maaşla, kıt kanaat geçiniyorlardı,
Oturdukları ev kiraydı,
Maaşının yarısını oğluna gönderdiğinde,
Geriye kalanla, dört kişi ne yapacaktı.
Babası hemen iş aramaya başladı.
Konuşmuştu müdürleriyle,
Fabrikada vardiyaya kalmayacaktı.
Ama ne yazık ki, ufak bir ilde,
Akşam saat altıdan sonra,
İçkili bir lokantada iş bulabilmişti.
Ve oğlunun asla haberi olmayacaktı.
Lokantadan aldığı ilk ücreti,
Oğluna göndermişti gururla.
Sıkıntı çekmiyorlardı ama günde dört saat uyuyabiliyordu.
Yılmayacaktı, hem alışmıştı artık,
Tabak kırmadan yıkayabiliyordu bulaşıkları.
Dördüncü aydan sonra yorgunluk başlamıştı, babasında.
Kolay mı 45'inden sonra,
Günde yirmi saat çalışmak.
Artık lokantada fırçalar başlamıştı,
Resmen ayakta uyuyordu, zavallı.
Özel hayatıda hiç kalmamıştı,
Eşini ve çoçuklarını hiç görmüyordu.
Eve geldiğinde çoçuklarını,
Uyanmalarından korkup, ancak bir kaç dakika öpüyor,
Ve bir pelte gibi yatağa düşüyordu.
Annesi ise: Eşinin bu haline çok üzülüyordu,
Koskoca adam günden güne eriyordu.
Gururda duyuyordu, fedakar kocasıyla.
Çoçuk üniversiteyi bitirinceye kadar,
Varsın, sevgiyle sarmasın kendisini, kocası.
Ama en küçükleri laf anlamıyordu,
'Bana ne, ben babamı istiyorum' dedikçe,
Kadere öfkesi, bir kat daha artıyordu kadının.
Haziran ayıydı,
Bulaşık yıkadığı tezgaha,
Düşüvermişti başı,
Hem de oğlunun başarıyla birinci sınıfı geçtiğini görmeden.
Babasının öldüğünü duyunca,
Zindan gibi karardı dünya,
Güneş başka gezegenlere gitti sanki.
Damarlarından kanını şırınga ile çekmişlercesine,
Eli ayağı buz kesmişti delikanlının.
Hele gecenin birinde, bulaşık yıkarken ölmesi babasının,
Daha da yıkmıştı delikanlıyı.
Babası, kendisini okutmak için ölmüştü.
Bağırmak istedi., sesi çıkmadı,
Ağlamak istedi.,hıçkırıklar boğazına düğümlendi, ağlayamadı
Topkapı garajına bile yürüyemedi,
Arkadaşları kollarına girerek getirmişlerdi
Otobüse ölüsünü bindirmişler
Eve sanki ölüsü gelmişti..
Sürekli kendisini ve bu lanet hayatı suçluyordu.
Hiç kimseyle konuşmaması da, herkesi korkutuyordu.
Çınara yaslanmıştı delikanlı,
Peşpeşe sigara yakıyordu.
Öfkeliydi hayata,
Kaderleri hep kötümü yazılmıştı.
Delikanlı okullar açıldığında İstanbul'a gitmemişti.
Orada dişini tırnağına takıp okurdu,
Ama, buradaki annesi ve kardeşleri ne olacaktı.
Annesi cahildi, elinden hiç bir iş gelmiyordu.
Hele bu acımasız kader, ağlarıyla kendilerini sarmışken
Çoçuklarına bakmak için.,
Bu yaştan sonra orospuluk mu yapacaktı,kadın.
Bu nedenle çok sevdiği okulunu bıraktı delikanlı,
Bilgisayar Mühendisliği hayal olmuştu.
Ve babasının çalıştığı fabrikada, çalışmaya başladı.
Çınara yaslanmıştı delikanlı,
Aradan beş ay geçmişti.
Ve ilk kez bugün ağlıyordu delikanlı.
Hıçkırık sesleri mezarlığın öbür tarafından duyuluyordu.
Yanaklarından süzülen yaşlar,
Sanki su dökmüşcesine ıslatmıştı göğsünü.
Dizlerinin üzerinde emekliyerek,
Babasının mezarının üzerine uzandı.
Toprağını ve babasını kokladı.
İçerisi isyanlarla doluydu.
Ve yavaş yavaş ayağa kalktı delikanlı,
Öfkesini yenemiyordu, yumruklarını sıktı,
Boğazı yırtılırcasına;
'Baabaaam' diye bağirdı.
Sanki babasını incitmemek istercesine,
Mezarın yanıbaşına düşüverdi.
Ve çınardan, çığlık çığlığa güvercinler havalandı.
Kemal KÜÇÜKTEKİN
05.11.2007
KARAMAN
Kayıt Tarihi : 3.11.2007 00:07:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

PAYLAŞTIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM ABİM GERÇEKTEN DUYGULANDIM OKURKEN...SAYGILARIMLA...
TÜM YORUMLAR (1)