Acı Bir Kıskançlık Ve Nahid Sırrı Örik

A. Esra Yalazan
198

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Acı Bir Kıskançlık Ve Nahid Sırrı Örik

Kurşun kalemle yazılmış eski bir mektup sayfasındaki silik harfler gibi ilk bakışta kolayca anlaşılamayan müphem kadınlar vardır. Yorgun yüzleri bulanık bir havada şehrin sisler arkasına gizlenen soluk, sarımsı siluetini andırır. O hayalet yüzlerde, hayata tahakküm edebilen bu kadınların gergin jestleri kadar berrak işaretler göremezsiniz. Şehvet kokan çekiciliğe, erkeklere her daim naz yapabilecek kadar kendinden emin kaprisli bir güzelliğe, hemen fark edilen ışıltılı bir cazibeye sahip olmadıkları için kovuklarında gizlenenlerin mahrem duygularını herkes gibi merak ederim. Ve itiraf etmeliyim ki o hırçın hislerin dikenini önce kendine sonra başkalarına batıran isyanından fena halde korkarım.

Hani meşhur bir klişe vardır; güzel kadının doğal bir üstünlüğe sahip olduğu söylenir. Ben buna benzer tesbitleri hep acı bir gülüşle dinledim zira mesele göründüğü kadar basit değil. Tam tersine çocukluğundan beri ailesinin, yakın çevresinin, erkeklerin ilgisini çekemediği için sevilme duygusunu pek bilmeyen, kendini hırpalayan bir kadının yaşadığı deprem ürkütücü olabilir. O sarsıntının bir kadına neler yaptırabileceğini asla kestiremezsiniz. Onun hayattan beklentileri, ihtiraslarını dizginleme ve arzularını dile getirme biçimi o ‘şiddeti’ yaşamamış birinin algısına epey yabancıdır çünkü. Eğer itinayla bakarsanız bazen hiçbir zaferin onu mutlu edemediğini de görürsünüz. Anne olmak, herkesin etkilendiği bir erkeğe sahip olma çabasının kırık hazzı, evlenmek, mesleki başarı, hınçla etrafa saldırarak kendini sürekli göz önünde tutma çabası, basit intikam oyunları ‘o kadına’ yetmez. Onun büyük boşluğunu doldurabilecek hiçbir tatmin yoktur bu hayatta.

‘Şeytani’ bir portre çizdiğimin farkındayım. Bunu bilerek yapıyorum ve iki sebebi var aslında. Size biraz abartılı gelen bu türden bir karaktere yakın duran kadınlar tanıyorum ve biraz sonra bahsedeceğim Seniha, bu kadar dışa dönük, enerjik ve düz olmasa da ‘kötülüğün’ sızdığı o derin yarığın acısını hissedebilen, kendi yalnızlığının üstüne kapanmış çok ürkütücü bir karakter.

Güzelliğin kaderini çizen kadın...

Kıymeti epeyce geç teslim edilen Nahid Sırrı Örik’in Kıskanmak isimli romanının esas kadını Seniha, söylendiği gibi belki de Türk edebiyatının en olumsuz, kötücül karakterlerinden birisi ama sadece o kadar değil bence. Simsiyah kaderine, kendine has gizli bir mizahla ve çirkinliğin sıkıntısıyla beslenen keskin bir zekâyla meydan okuyabilen çok güçlü bir kadının unutulmaz bir portresi aynı zamanda. Roman boyunca Seniha’nın, çocukluğundan beri kendisine tercih edilen ‘güzel’ ağabeyi Halit’e olan sonsuz kıskançlığını ve onu yok etmek için çok güzel olan görümcesi Mükerrem’i kurban etmesinin derinlikli hikâyesini okuyoruz. Hadiseler geliştikçe gerilimi yaratan merak unsurları hiç azalmıyor. Ve yazar bunu vaktiyle ‘konak Türkçesi’ kullanıyor diye alay ettikleri şıkırtılı, zarif ama buna rağmen sade olabilen şık Türkçesiyle yapıyor.

Sevilmeyen yazar olmak...

Nahid Sırrı Örik’in hayatını, romanlarını, hikâyelerini, saray hayatını anlattığı eğlenceli makalelerini okurken hep aynı özelliğine takılıyorum ve bu yüzden onu daha çok seviyorum. O bazı pek bilmiş yazarların tersine mutlak gerçeklerin soğuk bilgiçliğiyle değil sezgileriyle hikâyeler yaratmış bir yazar. Muhtemelen çocukluğunda tanık olduğu boşanma, aidiyetsizlik hissi ve küçük yaşta ablasının ölümünün neden olduğu travma da onu tahsil hayatının sıkıcı düzeninden uzaklaştırmış. Babasıyla uzun seyahatlere çıkmış. Berlin’de dost olduğu son halife Abdülmecid Efendi’nin oğlu Şehzade Faruk ile kadın kılığında operaya gittikten sonra Alman gazetecilerin cinsel tercihleri hakkındaki imalı haberlerine maruz kalıp Türkiye’ye çağrılmış. Belli ki yıllarca kitaplarını basmayı reddeden yayınevlerinin, edebiyat eleştirmenlerinin onu küçümseme sebebi sadece onun kadınsı davranışları değildi. Abdülhamit’i en güzel anlatan yazar olması, Cumhuriyet’e geçiş sürecindeki diğer yazarların tersine saltanata yakın duruşu, saraya mensup köklü bir aileden gelişi, yazdıklarında İttihat ve Terakki’yle hafiften dalga geçmesi, kaybolan Osmanlı kültürüne şefkatle sahip çıkması onu yaşadığı sürece gün ışığına çıkamayan, ‘sevilmeyen’ yazar olmaya mahkûm etmiş. Yazık, onun edebiyatının yıllar sonra hak ettiği gibi takdir edildiğini görebilmesini isterdim.

Demirkubuz’un vahşi sinema dili...

Zeki Demirkubuz’un sinemaya uyarladığı, muhtemelen önemli ödülleri toplayacak olan Kıskanmak filmini heyecanla beklediğim halde bu yazıyı yazmadan önce izlemek istemedim. Görüntünün pırıltılı ihtişamını, müziği küçümseyen, insanın hiç iyileşmeyecek yaralarını acımasızca kırbaçlayan Demirkubuz’un ‘vahşi’, biraz da küstah olan sinema dilini seviyorum çünkü. Üstelik hikâye Cumhuriyet’in ilk yıllarında geçtiği için kaçınılmaz olarak ciddi bir risk aldı ve bu defa bir dönem filmi yaptı. Eğer filmi izleseydim bu yazının ilgisi filme kayacaktı, doğrusu bu çarpıcı romana haksızlık etmek istemedim. Ama dayanamayıp posta kutuma düşen fragmanına baktım. O kısa bölümde güzel Mükerrem, abla yerine koyduğu çirkin Seniha’ya bağırıyordu: “Seneler var sizi tanıyorum. Ne bir Allahın kuluna ne de bir mahlûka en ufak bir zararınızı görmedim. Kimselerden buna dair bir şey işitmedim. Hal böyleyken gözlerinizden fışkıran bu kinin, acımasızlığın sebebi nedir? Söyleyin Allah aşkına ben size ne yaptım abla? ” Filmdeki Seniha’yı canlandıran oyuncu, yaptığı işten usulca başını kaldırıp kinle kararmış koyu yüzünü ona doğru çevirdi. Kaderine hükmedebildiği Mükerrem’e zaaflarını gizleyebilen bir kadının kibriyle “Sen bana ne yapabilirsin ki” dedi. Saçımın dibine kadar ürperdim ve filmin senaryosunu da yazan yönetmenin romanın ruhuna hakkıyla nüfuz edebildiğini sezince derin bir soluk aldım.

Sinemanın sihirli gücüne bu yüzden bayılıyorum işte. Kısacık ama etkili bir sahne bile görkemli bir romandaki kaotik duyguların özünü çok iyi anlatabiliyor. O sorunun manasını biliyorum ben. Bazen beğenilmemekle, sevilmemekle cezalandıran silik, cazibesiz bir kadının sinsi zekâsına, eksikliğin kiniyle çoğalan doğal intikam gücüne, sahiplenme tutkusuna, zehirli kıskançlığına karşı hiçbir şey yapamazsınız çünkü. ‘Kötülüğün’ maskesiyle karşılaştığınızda sıradan sandığınız bir yüzdeki gizli işaretleri hemen fark edemeyebilirsiniz ama içinde bir kadın yaşatmış olan Nahid Sırrı’ya kulak verirseniz durumun vahametini daha derinden kavrayabilirsiniz: “Çirkinliğinden dolay duyduğu hüznü artık tamamıyla unutmuştu. Çünkü eğer çirkin olmasaydı, bütün hayatını kemiren kıskançlık hissini bu kadar şiddetle duymayacak, duymayınca da şimdi varlığını ürperten bu hudutsuz sevinci, zafer sevincini tadamayacaktı”.

Eğer güzelliğe çirkinliğin kaderine yenilmek istemeyen bir kadının gözünden bakmak isterseniz kendinize bir iyilik yapın. Yıllarca boş yere unutulmaya terk edilen bir yazarı bu eşsiz romanıyla hatırlayın. Ya da esaslı bir yönetmenin gözünden onun karanlık hikâyesini izleyin. Bir ara etrafınıza da dikkatlice bakın. Yarım asır sonra Seniha’nın iri, siyah, kıskanç gözleriyle karşılaşacaksınız. Korkmayın, sadece ona şefkatle gülümseyin. Biliyorsunuz, kusurlarımızı kendi yöntemleriyle gizleyen Tanrı bizi en çıplak halimizle görebiliyor.

Not: Sema Kaygusuz’un geçen hafta bu köşede ve birinci sayfada bahsi geçen romanının ismi Yüzünde Bir Yer olacaktı. Düzeltir, yazardan ve okurlardan özür dileriz.

A. Esra Yalazan
Kayıt Tarihi : 5.3.2016 11:54:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

A. Esra Yalazan