on dördün de
silgiyi bıraktım
dostların yaşarken
yaşadıklarını
anı defterime yazdırdım
sayfalar dolusu
içinde dünyam
öğrendim ki
küçüktü yaşım
öylesine uzatmadım
sayıya sayfa katmak için
on beşinde kilit taktım
Bir şeyler oluyordu küçücük dünyalarımızda, ezberletiyorlardı her şeyi, kerrat cetvellerini, formülleri, tarihleri, şiirleri o kadar yer vardı ki belleklerimizde doldurmaya güçleri yetmedi, yaşam öğrenilmiyordu başkalarının yaşadıklarından, çekilmiyordu fotokopisi…
Büyüklerin her söylediğini doğru biliyorduk, şanla taşıdıkları unvanlarını meydanlarda aldıklarını, küçüktük açtık bilgiye…Savunmasızdık büyüklerimizin yalanlarına…
bir kumrunun
düştüğünü gördüm telden
serseri bir kurşun
gelip çarpar gibi döşüme
kovanın uğultusu
doldu düşüncelerime
on beşinde çok şeyler gördüm
canım acırdı bilmediğim yerlerde
On beşinde acımaya başladı canım, ilk felsefe kitaplarını okumaya o çağların eşiğinde başladım, düşünmek neyse de, düşündüğünü algılamak ne zor şeymiş, tartmak şöyle enini boyunu, arşınını tonunu, ne zor şeymiş, şartlanmalardan uzak…
On beşinde çok şey gördüm, çok şeylere gebe…
sonsuzluğa
kanat çırpar gibi
zaman dururdu belleğimde
kanat sesleri
vururdu sessizliğe
gömülürdüm yalnızlığıma
kırılmasa da kolum
çekilmese de dişim
kesilmese de etim
ey bitmeyi bilmeyen acı
seni derinlerde hissederdim
sayfalar ağırlığını
süslediğinde dip notlarla
Ağırdı sevmek küçüktü yaşlarımız, tam olsa da kaldırmaya inancımız, bir filin ayakları altın da, başak sapları gibi kırıldı omurgalarımız, tohumları gömerken toprağa, umut eker gibi bağırtılarımız karıştı bulutlara, rüzgarlar çetin esti…
sen
sen ki olmasaydın eğer
nasıl bilebilirdim
emeğimin varlığını
donarken iliklerim
nasıl bilebilirdim
ezberlerden uzak
öğrenmenin zevkini
Ekmek için tohumu, önce bir çukur kazarsın, yumuşatarak toprağı, bir tohum atarsın çukura, kapatırsın okşayarak toprağı, hissedersin sevgilinin saçlarında dolaşır gibi elini, benim o yaşlarda hiç sevgilim olmadı …Yinede bilirdim, ne derin olmalıdır çukur boğacak kadar tohumu ne de kurda kuşa yem yapacak kadar sığ, hava, su, emek biraz zamanla beklemek, birleştikçe doğar, büyür bir şeyler, olgunlaşır…
Doğar, doğar sürekli, bir şeyler doğar ölümlerde bile, emek verdikçe…
Seni hep satır aralarında gördüm…
sen ki
her gelişinde
yeni başlangıçlara
götürdün beni
sevmek istemesem de seni
sen emeğimin mahsulüsün
On dördünde bıraktım silgiyi, on beşinde sevdim her şeyi, silmeden hiçbir şeyi, dalarak satırların arasına esinti oldum zamana karışarak, öylesine dalmadım nostaljilere, her yeni günü daha bilgili yaşayarak baktım gelecek günlere…
Bilgi acıdır, bilgi öğrenmektir eksik bilgileri, bırakmaktır bir bir, o güzelim zaafları, Bazen itmektir sarılacağın şeyleri…
ey acı
bilirim seni
sen akıttığım alın teri
sen kurduğum dostluk seli
sen babamın sesi
sen çocukluğumun özlemi
mutluluğun öteki yüzüsün
silemem seni
dip notlar düşsem de
anı defterlerine
bıraktım
on dördünde
silgimi
2006-02-11
Türk Öğer KoçKayıt Tarihi : 11.2.2006 11:00:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Ezbere dayalı eğitim yetmiyormuş gibi o dönemlerde, başka yaşantılara özenme alışkanlıkların teşvik edildiği yıllardı... O yıllarda Televizyonun Siyah Beyazıda yoktu, Zengin sayılırdı Pikabı olan aynı artisler aynı hikayeler izlenirdi yazlık sinemalarda, kırık leblebi lükstü...bol bol süttozu, bol bol Ameikan kavurmaları, peynirleri, yağları yenirdi okullarda miladı dolmuş... o günlerden çok önceleri başlamıştı el açmalar... ezberden başka yaptıracak neleri kalmıştıki... Sonra gazeteler ulaşmaya başladı gözlerimize, daha sonra karanlıklar içerisinden sızan ışıkları görmeye başladık... Ezberlerin ötesinde ülkemize yeniden sevdalandık...
(Wissen ist wie ein verborgener Schatz. Um ihn zu finden und zu bergen bedarf es Phantasic und körperliche anstrengung.)
...Türk Öger Koc
TÜM YORUMLAR (11)