ACI II – Kalanın Hikâyesi
Sabahları aynı yerden başlıyorum:
musluğun ucunda bekleyen ince bir soğuk.
Elimi tutuyor,
“uyan” demiyor dayan” diyor.
Aynaya bakmıyorum.
Yüzüm, yokluğun sureti gibi;
hangi ışıkta dursam,
aynı karanlık.
Masanın kenarında bir kırıntı
kaç gün önce düştüğünü hatırlamıyorum.
Silsem, bir eksilme daha olacak;
bırakıyorum.
Sokak, beni tanımıyormuş gibi davranıyor.
Otobüs kartımı uzatıyorum,
cihaz bipliyor,
kalbim etmiyor.
İş yerinde sesler birbirine çarpıp dağılıyor.
Bir cümle kuruyorum,
yarısında yoruluyor dilim.
İsimlerden kaçıyorum, zamirlerle yaşıyorum:
“o”, “şu”, “böyle”.
Öğle arası
sandviçin tam ortasında suskunluk.
Dişlerim ekmeği kesiyor,
gün beni.
Öğleden sonraları daha ağır,
saatin akrebi,
göğsümün içinde dolaşan bir diken gibi.
Dakikalar tıkandığı yerde beni bırakıyor.
Akşamüstü vitrinde bir ceket görüyorum,
omuzları sağlam.
Denemiyorum;
omuzlarımı taşıyacak omzum yok.
Eve dönerken
aynı taşın aynı yerinde tökezliyorum;
sanki şehir,
benim düşüşümü ezberledi.
Kapıyı açıyorum
içeri yalnızlık değil,
onun kokusu doluyor hâlâ:
yıkanmış bir gömleğin uzun süren sabrı.
Tezgâhta bir bıçak parlıyor,
ekmek dilimleyecek kadar masum,
hatırlatacak kadar keskin.
Elimi sürmüyorum;
bazen hayatta kalmak,
çekmeceleri kapalı tutmak.
Radyoyu açıyorum,
kimse şarkıyı söylemiyor;
söz, boğazıma takılan bir iğne.
Susuyorum
suskunluğum büyüyor,
odanın gölgesini uzatıyor halının üstüne.
Gece yine aynı yer:
yatakta boş tarafın sınırı,
elimi uzatınca
soğuk bir mermer gibi.
Uyumak ile ölmek
aynı fiilin iki farklı çekimi gibi duruyor dilimde;
ikisine de mecalim yok.
Bazen kapıya kadar gidiyorum,
kilidi çeviriyorum,
“şimdi” diyorum,
başımı dayayıp bekliyorum
hiçbir şey olmuyor.
En çok bu “olmamak” yoruyor.
Sonra,
mutfak penceresinde,
rüzgâr perdenin ucunu hafifçe kaldırıyor.
Bir kâğıt kıpırdıyor masada:
adın değil,
tarih.
Bugün.
Anlıyorum:
yaşamak, ölüme meydan okumak değil;
bugünü,
heceleye heceleye okumak.
Ayakkabılarımın bağı çözülmüş,
oturup bağlıyorum
küçük bir iş,
ama ip düğüm tutunca
içimde çok yavaş bir kapı
bir santim açılıyor.
Yarın için söz vermiyorum;
yalnızca sabaha
bir çay kaşığı kadar güç ayırıyorum.
Belki yeter,
belki yetmez
fakat bu kez
ölmeden önce
bir kere daha
yaşayıp yorulmak istiyorum.
Kısacık bir cümle kalıyor geriye:
“Gidenin izi soluyor,
kalanın nefesi çoğalıyor.”
Ve ben,
yavaş,
çok yavaş,
aldığım her nefeste
adını söylesem de söylemesem de
yaşıyorum.
Kayıt Tarihi : 25.10.2025 22:21:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!