Bileşenler:
1.risk çekirdeği
1b. Bir diyalog
2b. Gladia, İkebana, o tır ve zıplayan varlıklar: Bir fantazya...
2. hanımeli
3. 3 kafadar (ÜÇ KAFADAR(LAR KOMEDYASI) VE ÜST ODADA BİR BEKLEYİŞ GECESİ)
-
I. risk çekirdeği
'Sizinle bir kumsalda yürümek istiyorum, genç bayan. beş dakikalığına... Herhangi biri olabilir.
Ne tuhaf; bunca yol alıp, bu derece az şeyi başarmış olmak...' Uzaylı, Yaşlı kral adamın lafı
(Yer yer esnetmelerle de birlikte, Babylon V-In The Beginning'den alıntı)
- -
Bir şey kanıtlamak istediği düşünülebilir bazen orda kitlelere
ama bazense sırf kendi ve o çığlıklar, katkısız öyle geliyor;
sanki kadınlıktan çıkmak da erkek olabilmek için –hoş, ne kadar anlamlıysa bu?
Bir anlam barındırmaz, Tesla'nın da belirtmiş olduğu,
şu arkadaşını av tüfeğiyle vuran Dick'in eşi Margareth Cheney, nasıl notlara indirgediyse kitabında bunu, helal!
: 'Bir süre geçtikçe, evlilerin sayısı azalmasa keşke,
kadınlar kendilerini güçlü hissetmek ve atılmak hayata mecburiyetinde hissetmese'
'Mükemmel bir çeşit ütopik arılara dönmeyiz inşallah; ama ruhsuz, işbölümcül ve ama ruhsuz yani'(4)
Hayat risk almaksa, şu halde yaşamayan herkes ölü demek.
Çünkü bu risk almamışlar, onlar 'Ölebilen tenekeler' olmalılar.
Ölebilen tenekeler'in de varolduğu, her şu son günler'de;
savaşan, doğru, karşı önlenemez'e, bir şey var yine de.
Ölenler var, sürek avında, ve çokça, ölüyorlar onursuzca;
Şurdan belli onursuzluğu, onursuzdur çünkü 'buna sebep olan'.
(o şey, kendinden değil, (o şey de) onun içinde ama ona ait değil.)
İşte böyle, bu şeyin tecelli etmiş olması senin bünyende;
senin kötü olduğunu göstermez, senin hiç işaret etmez
uğraşmamışlığını; bilinçsiz bir saldırıyla, sana belki çamur atamazlar.
Risk yönetiminde akşamın hata vermesi önemli midir, sistemin?
O vakit işte, geceyi biliyor akşam ve gece, sabahı çağıran:
O vakit; şu vakit: şu demek yani: system failure, böyle bir (bırr) ...
Ama sonra anlıyorsun ki, yani bir şeyi yaptığın an anlıyorsun;
yaptığında anlıyorsun gelecekten iletilecek bir şu an(ın) şeyi:
Pek risk olmuyor bu, risk denemez: belki, sadece üzülüyorsun;
ama kendini ve o diğerini varedecek değerleri çok iyi topluyor
ve daha güçlü bir şekilde, o sana daha demin gelecekten
iletilen şeyi kullanarak, kendi asıl geleceklerinize yön verebiliyorsun.
Bu esrarlı şeyin sırrı nedir? İki kere daha giz ya da hiç kere hiç.. (bir o kadar da sarnıç)
mi acaba? Yok, öyle sanama, ama sına kendini; şüphe etme değerlerden
kendini ama verme(den) hiç velveleye -sorgulayarak ancak boşvermeyerek:
Hatta sorduğun şeye dair boşvermeyerek; boşverirken boşvermemek! ! ...
Pimcik veya ‘Inga Tavuschuk’, annesi Rus babası Ukraynalı
bir General eskisi kızı mı? (Apoletlerin ancak toz tutmamışlığı pek de belli!)
Çek pimi ve öğren ya da akrebin kuyruğunu.
Schnaprnel, sıçrayan şarapnellerden erişti on ikiden
ve kan oturunca tütün yerine şabın buz ağartmaçları traştan sonra.
Ve göze sürülen rimel, gözkapaklarında, göz değil kirpikler için.
Far veya faraş, hepsi de arabanın uzunlarından yayılan geceye bir canhıraş!
Kuşların kavalcısı, onun kuşlara hükmedememesinin ardındaki
yürek dokunamayışlarında tek bir gerçek sebep sanırım aranabilir:
öyle ya, neden şehvet ve ihtirasını sevgiden uzağa çevirsin ki, bazıları...
Aslında her şey eşit ve aynı olabilir, kişi bunu istedikçe.
Yüceltmeye çalıştıkça insan armağan gibi bulduğu inatsız bir onurunu!
İnsan böyle bir yerde risk aldıkça -çünkü iki kez daha güvenli- insan doğdukça.
'İnsanlarla başladı.' Sessizler görünümlü fakat bedel ödemeye iştahlı;
pek seven, istekler ile gerekliliklerini çatıştırmayı...
Şunu anlıyorsun, saat sekizden sonra: Adile Naşit ve Özkul Minur.
Şunu anlıyorsun saat 20:00'den sonra, Minur Özkul ve Naşit Adile...
Ama sadeleşmeden hep bir şey geriye kalıyor, o da onun kuzucukları...
Cennet'in Cehenneme müjdelediği bir şey; belki biz, insanlar
tarafından yanlış anlamlandırılıyordur da, bundan dedik kötü Azrail'e?
Ancak eti kemik saat geçe ve Perşembenin gelişi Çarşambadan;
(olmak üzerlice) üçün hakkı, az kısık ateşte pişir ocak yemeği(ni) ...
Bir arkadaşı dedi bir arkadaşına: 'Ne kadar güzelsin;
bir o kadar, beni seviyorsun, tavsiyeler verircesine gözümü çıkarıyorsun;
ya da 'bir o kadar olmamacasına'(,) çıkarırcasına gözlerimi, tavsiyeler veriyor.
Hani nerde? -yoksa bu mudur, hep, ben; sessizliğin bu mu- bu mu olmalı? ?
İsteklerle durumların, gerekliliklerin değil, ve olaylarla çatıştığı düşüncelerin..
bir omleti Şekerfare'nin, Hamlet'i Shakespeare'nin; o duruma e, ne der?
Ucuz şeyler kullanma, hep tüket üretme hiç, kızla güreş ya da maymun tokatla;
başka bir şeyin yok mu? , veya 'kız senin başka bir şeyin yok mu? ', yoksa dul mu (!)
Hangisi? seç beğen. Ama ne düşündüğünü biliyorsun, ne düşündüğümü...
KulKadir*, kadir değerinden ışık ancak kul da olmamalı yani, sırf bu sebeple ama! !
Başka bir nedenle değil oysa çünkü inanmak da dahildir kişi(nin) bilinc(in) e.
Örtünden paraşuta e, hamcasına kof kılıf Küçük Hamdi, kumral kalender laf Lef:
'Bir hikayem var', der Ferdi Leflef(1) kem küm; bi hikayem var, bir öyküm var;
nerde benim Taç'ım? : Adamın birine sorar şimdi bu, veya hikayedeki o narrator kişi:
'Var mı senin akvaryumun? ' 'Evet, var' 'Ona bakınca ne görüyorsun, peki? '
'Deniz, güneş, kumsal...' '..başka? ? ' 'İşte, dedim ya bunlar' 'Daha başka dedim? '
'Mavi, balıklar, bikinili kızlar...' 'Hah, şimdi oldu: Bak, tam erkekmişsin.(3) Korkma, sağlığın yerinde.'
Diğer adama sorduklarında bunu,kısa giden öykü -öykünün aslı değil-bir ballandırdı ki(!)
Aynı soruların ilkiyle gene başlanmış olsun: 'Akvaryumun var mı? ' 'Hayır' 'Sen eşcinselsin' ….
Ferdi Leflef ve adamları bunlar, bir de bunlar Ahmet Çakar'la anlatılmasın mı Ümit Aktan'a;
sormayın artık ortamı, göçtü her yer (bakıyorsunuz ki İlhan Cavcav Cacav olmakla kalmamış, bir de Sepp Blater (olmuş) .
Bu kadar da kolaydır, içine bakmak insanların gözlerinin ve görebilmek her şeyi;
tüm yalanını, çirkefi, ya da asil gerçeğini! bir kere bakmak yeter, ne derece yaratıcıymış...
Doğru oynamalısın kartları, erkeksin (denir) : 'doğru oynamak ya da oynanamak'
harici, 'her zaman hissettiğini sergilemek' veya, hafifsenmemek (! , bir kadın...
:Anlamadığımız, ille de bunlardan birini mi seçmeliyiz, kuşanmalıyız bir rolü?
Kukla değiliz ki sapmayalım sapaklara; fakat sapaklar, kullanarak kendi öngörümüzü.
Yüzüm bir ayna olsa, yüzümde yüz yerine kırılır şey taşıyor olurdum.
çünkü aynalar her zaman fena değildir; büyük ölçüde de kaybolmayışı mukabilinde suratlarımızın.
Çünkü her zaman, güçlü olmaya çalışmak demek; değildir kaskatı kesilmek
ve yığılmak oracığa, Ve tüm benliğini kapatmak başka başka şeylere -değil mi? ! !
Tıkanık olan her bir şey, tutuk değil midir? Karıştırmamalı bunu, şunla:
'Beynim tutuk değil, sadece tıkanık! '(2) Demek olsa idi tutuk, sanırsın,
hep tıkanık demektir bu, ya da hiç tutuk demek değildir sanırsın (?)
Ben de 'tıkanık olan her bir şey' derken benzer bir 'her şey'i dahil olaya ettim;
ancak dikkat edersen, bu olaylara girerken, şekilden ibaret de kaldım :)
Çünkü gerçekte ' o her şey değildir, 'tıkanık' bile olmak, ebedi 'tutukluk' yerine! ! !
Bir tenisçi vardı tenisin başkentinde; vurdu, vurdu, kaybetse de Ya da kazansa! !
Aynı şekli benimseyen bir diğeri vardı, kaybetmekte olduğu zamanlarda;
sırf topu ileri aktarmakla yetinmeyi seçmeye zorunlu bırakıldı o ama.
Şimdi, ikisi de iyi. Ya mevzu bahis olursa, bir diğer sayısal olasılık, bir üçüncü?
Bu ikisinin karışımı, ama karışımdan az biraz daha farklı
(A'yla Z, aksi halde, B ile Y diyebilirsin, ya da 1 ile başlayan bir dizgede,
sonsuzuncu sayı da 1'e karşılık hani gelirse: en basit bir simetridir bu)
Bundan farklıcasına ancak kararak belli belirsiz, kendinden bile;
işte öyle bir inat ve hırs basıyor ki sıcağında yazın, hem tepede on iki güneşi altında;
bütün o nem ve ısı kaybı, vücudun rahatlayışında, solda sıfır kalıyor gibi
Ve yine de beden; kaybını azaltmak için, kontrollü de oynamayı seçebiliyor:
Bu bir denge hali mi? pek sanmam; peki, bu ikisinin bileşimi mi? olabilir.
Ancak yine de cazgırların haykırışları eşliğinde, bir ses duyuluyor
cascavlak ancak o derece de işlevsel cırlak işleyişinde yüz desibelin yayılışında yüz on iki km'lik top atılışında çim kortta! ! ...
O deli kuş dev boğa yarım tonluk, İspanya'da Minik Kuş; nasıl da kafa tutmuş erbunak seyirci sandalyelere! !
Arenadan kaçmış Sharapova, bilerek; matadorlardan kaçarak yönelmiş seyircilere denir bu tutuma! ! !
Çünkü onlar, az bir süre sonra yollara dökülecek, boğaların onları kovalamasından bile hoşnut (bir hale) ...
Kalıbımı basarım ki böyle bir acze, deli delidir, ama bazen de aciz hep aciz kalacak.
Savaşlar altında ite kaka kadını erkeği sürünen –yaşlısı erkek, toprak pörsümüşüyse hem yaşlı hem kadın-(5) o Rus köylülerine benziyor Maria.
Bağıra Çağıra, o hep sessiz kontrolündeki, Fransız hasmına yenilen'in; insana hep aynı görünen Wimbledon'un
o yaşlı beyefendilerinin ve asilsade hanımefendilerinin gölgesi altında olduğu gerçeği,
bir tanı yakasını bulmamızı da engellemesin: Her ne kadar, o seyirciler, sonradan dönen, Alman panzerleri
altınca ezilmiş Polonyalılara benzemiş olsa şimdi, Ve ki bu da benzese o mağdur köylü Ruslardan
dönüşen bazı şeylerin de ne derece eziyet Almanlara etmiş olabildiğini;
işte, her şeye rağmen işte, içi burkulabiliyor insanın, insan olanın ve burkulacak.
Bu yüzden, insan risk almaya başladı ta eski çağlardan; ama bunu o bilmez,
sezebilir ve sezgilerine karşı, yazık ki, çokça, korkarak önlemler alabilir sade.
Bazılarıysa, çıkacak ve çıktı da, yapar tam tersini (uygarlığa yön vermede)
Ib.
kız: Annen seni hiç kiliseye götürmedi mi?
spastik oğlan: evet bi kez götürmüştü. Tahıl yiyen ayılarla ilgili hikayeyi biliyor musun?
kız: güzel hikayeler var. hayır incil'de olsa bilirdim
s. oğlan: hikayeleri seviyorum. insana güç veriyorlar. Tahıl yiyen ayılarla ilgili olan şeyi bana okumanı istiyorum.
kız: hayır, onu bilmiyorum ki. demek sen umudun hikayesini biliyosun
s. oğlan: hayır, ama çatıdaki gakkuşguk, guguk mu. bak çatıya çıkmış?
kız: hani, nerde?
s.oğlan: kilisenin çatısında, ve çatıyı almış sırtına
kız: sen ne çiğniyorsun dur bakim? hm, bunu çiğneme, boğulabilirsin
s.oğlan: biliyorum...
kız? neyi biliyorsun:
s.olan: yanına oturmamın hata olmadığını...
kız: hayırr onu düşünüyorsun
s.oğlan: sen benden iyi mi biliyorsun?
kız: neyi? tabi ki senden iyi bilirim.
s oğlan: hayır, benim kafamın düşündüğünü yani...
kız: iyi, peki
s. olan: iyi, meraba
bak, şurda bi cafe var. gidelim mi?
kız: hayır oraya 1oo metre var
s oğlan: ama çatısı da var
kız: iyi de hani bir kere gitmiştin?
s oğlan: nereye?
kız: kiliseye
s oğlan: evet ama gittin. hazır
kız: bak gene yanıldın. hazır olan o mu sen mi?
s oğlan: benim. ama senden de 'gelecek' işittim gibi demin?
kız: nerede?
s oğlan: satır aralarında tabi
kız: iyi demek şimdi suçlıcan
s oğlan: ne diye?
kız: gelecek diyip toz oldun diye
s oğlan: bunu ne zaman dicem?
kız: gel hadi cafeye gidelim
kız: katran mı zift mi siyah?
s oğlan. bilmem
kız: çabuk cvp verdin ama cevabı bilmiyosun?
s oğlan: sınama mı?
kız: hayı
s oğlan: neden son harfi yuttun
kız: (yapıcam, edicem)
işte bunu biliyom :)
-
-
IIb.
Kök boyayla çizilmiş Ebru sanatı suyun üstüne işlemeleri
gibi; neşterin, gergefin Gölün Hanımı'na yadettikleri.
Ama bazen, bu; Ebru'da neşterin rüzgar öncesi
sessizliğinin bıçak yontusundan iyi olmasın, kesişleri
Ve/ çünkü Süs Havuzları Peyzaj Düzenlemeciliği:
İkebana, Heike Yengeci Çiçek Düzenleme Sanatı:
Ortada çok güzel bahçeler; siteler, her iki yanağa:
Her iki yanda safiye cinsi evler, en ortaya da çiçekler.
En büyük iki gökdelenin arasında gidip geliyor
artık bu yol; tırlar gidip gelen, üstünde aslında...
Tırların taşıdıkları bazı gizli bilimsel sırlar var.
Tırları taşıyan otoban, bahçelerin ortasında
Yol ve, çok uzun; Waterloodan çok daha ufuk,
A.B.D. köprüsünden çok daha Atlantik sanırsın...
En ortada bir koca şerit, tırları taşıyan;
tırların formülleri, gereçleri taşıdığı ve
çevresinde otobanın, güzel mi güzel bahçeler ve çimsel
bir açık yeşil'lik; bunların da ötesinde,
kenarlarında, siteler, binalar -kağıt ev değil.
Gladia'nın(2) gözünde de gider gelir bazı belirsiz
şekiller, flu, titrek, tv paraziti, buğu ve viks.
Bir şezlonga uzanmış durmuş be; oh! da dinlencede.
N'apar orada? Bak, keyfini getiriyor yalnızlığın
Uzaycılar filizlendiğinden beri serpilen üst uzaya.
Bu, sadece bir marka: Uzaycılar değil, hayır;
uzayın üst uzay denilişi, bazılarının dilinde.
Arz'da, belki on ya da 20 milyar hücre belirecekti.
Desek hadi on beş, 15 milyar nedir? kem küm, pes!
Uzaycılar sadece 1 veya 2 milyon değil mi, olsa olsa..
O da, çevre yollarda, çevre gezegenlere dağılmış...
Solaria'yı bilir Gladia, Aurora'yı da Gladia bilir;
Anne,(1) Ohio'da doğmuş; Ohio'nun da bir Aurora'sı varmış -
araştırdım, gördüm, bir köy herhalde; nerden bulunduysa...
Ya Aurora'da ya solaria'da, ama dış bir gezegende Gladia.
Ve işte, yaylım ateş gözlerden içeri bir derişik dünya! ...
O böyle demedi ama, iş bu. Gösteriyor kendini, sırıtıyor
-Değerli, Sylvester ve Tweety koşuyor, ancak kafes harici.
Her neyse, bir gün, en dış, yani saran, kuşatmış fanus,
'öceki dediğimiz en dış' en dış siteleri ve diğer her şeyi;
'aşşağıdan her zaman yukarı akın'(eden) o ahtapotlarca
bir yarık açıldı o fanusun işte üzerine, bir çatlak...
Güvenle seferlerine her gün devam eden o tek dev tır -
tren gibi- tır içindeki şahsiyetler, değin kömürcüsünden
kömür vagonunun, taa şöförüne, makinistine ve askerlerine..
; işte, şaşakaldılar, seyrederlerken dışarıyı, her gün.
Ahtapotlar, içeri doluştu; Mad Max-2 ve tırı takibedenleri...
Sızıntı-çatlak, içeriye yerçekimsizliği aşıladı, aşılamış..
Sonra ne mi oldu? Sonra Oct.'lar(3) gerisin geri aşağı indi.
Vagonlardan çıkarak yaptılar bunu, hayaletleşmeksizin.
Aşağı düşmeye başladılar! o koca denize...
O günden sonra, hep böyle bir düşüş başlar gözüktü
onlar adına: Yerçekimsizlik o cennet bahçesine
dolduğunda, oldu olacak, olacak buydu -ya neydi? ?
O tırlar ise balonlar şekline dönüştüler, zıplayarak
uçup, ebedi havada şeylere dönüştüler onlar da...
Sonra o birileri çıktı köprüye ve balonların
inince az havası, balonlar da süzüldü yekpare, aşağı.
Hepsi birden doku yer etti, o uzun tır-tren'e doluştu:
Balonlar orda yükselmeye devam etti, ahtapotlar da inmeye;
böyle sıçrarcasına, aşağı ve yukarı. Sek sek, duvar dibi.
II. hanımeli
Korkunç bir bulut belirmiş üstlerinde, ah asker, korkunç bir bulut! Öyle ki, bu taş oluvermişti, ateş patlamaksızın önce … Sonra su halinde geldi koca bir sel olup yıldız topakları gökten -dağların tepelerindeki çığ kartalları, -fır be fır! tam aç topaç- eteklere doğru; eşdeğermiş hepsi de birbirine Ve su, Hanımı Göllerin, aman, ne kadar sessiz! - Daha sonra anladılar ki, gökten geldi bile denebilesi bu üstlerindeki (şey) , onların tasvirlerinden öte, ama yine de içlerinden çıktı ‘birbirine eşdeğer olan şu hepsi Ve öyle ki, su da bunu idrak etmiş oldu.
O önce taş doğan, sonra buluttan ateşi, yayan bir künefe entarinin -baharların umut dendiği
- saklanmacaların püfürdetenler tomarından damlacıklar belirdiği, olduğu … Gene de kaçırdım sanabilir, ama öğretilenlerin eşiğinde durduğu için de değildir bu çünkü insan kusursuz değildir.
Buna mukabil, yine de ilerler, ve devinimini inancına yormasa da, neye yaradığını da sormayacaktır her şeye karşın seçtiği bir yolun … Yani buna mukabil, önceden varolan bazı değerleri de hep görür ve gördüğünü de, acaiptir ki, tutar, kavrar! ve geri bırakır onu boşluğa gene, mutlaka bırakmamak için temelde ama asla! ! Böyle olması gerekir belki de …
Her zaman bir başlangıç. Ama(n) bunun kötüsü olmasın tek (ki) ! Başlarken bitirenler, sonlanırken göçenlerdir gökyüzün(d) e, cansız gibi gelebilir bir süre, ama hep o aynı yeni yeni seferlere. Ve asıl şaşırtıcı olanı, bu yeni ve aynı olan birbirinden farklı olmayan şey’in kendisinin devam edeceği olmalıdır. Bazıları bunu umut olarak görür. Bu doğrudur. Ama farklı farklı şeylere yorabilirler aynı gelir isteklerini. Tıpkı bu, umudun onlardan bağımsız olarak yol almasına benzetilebilir ancak bu yine de o coşkun enerji ile bunun karışımı, o bekleyen, yol gözleyen kız-entari değildir, şeytanın görünmeyen uçkurlarında -dünyevi bir amaç ifşa etmeyen, ki bunun için yatakta sezilmez- (Bu karışım, bu celse; ‘ateş ve su’ belki ya da İblis olarak ortaya çıkan bir şekli yanardağın dipten çıkan mağmanın ile ebedi Tanrı’nın) çünkü bu içimizdedir. İçteki her şey bu olsaydı, kendimizle savaşımızı kazanamamış olurduk, sanki olmaz mıydık: bir ek daha gerekmelidir buna. O nedir? Belki bilemeyiz bunu, ama bunun için savaşmaya değer! ! ...
Bağdaş kuran bir yanılsaması, ormanda, sessiz sakin, susmuş tomruk’ta pişen bir demet alevin, bir küçük kıvılcım gibi mi göze görünür alevin? Ama, her nasılsa, büyük olan bu önceden gelen demet(i alevin) haklı çıkarırcasına kıvılcımı; kıvancını sevdiğine iletir hem de o an, birdenbire, ve olanca sağlam fakat. Ve sonradan gelen ama doğarak gelmiş o parça, kıvılcım işte; bazı kukla hem cahil hem kötücüllerin gözü önünde, haksız çıkarıyor ve çıkaracak, sebep sormadan sevginin sunuluş dürtüsünü. Bu ne suya benziyor, ne ateşe. Her ikisinden de biraz. Ne kendi, ne doğası, ne de başkası; her üçüzden de biraz. Ve altı’nın hikayesi, böyle doğmuş olmalı o. Olgun bir erişkin olan İblis, ya da bilimin din bilges,i –olur (s) a biri- saf bir çocuk değildir gene de. Bu yalana bilinçliler kanmaz, kanmamalı. Çünkü yapılan bir şeyin sonucu alındığında, o ana dek katettiğin yolları anlatıyor sanırım bu sana! ! ...
Korku nedir? kuşku nedir? Nedir korku. Sahi, korkuların; kuşkularının sana getirdikleri midir, ki şaşırtıca gelebilir, öyle; o halde, dehşete düşüren cehennemi bile senin o ileri korkularına ne denmeli, nerde onlar şimdi Veya bir ayrılık. Ancak hep orda, hep de burada. Yine de bu, “BİZ” -her zaman ve b ir kareye mahsus biricik, öznelce dendiği üzere- çünkü parçalı bir oluşum değil, şeytanın şatosundaki Erycleangeth’de ya da Erycleangeth dağındaki o şeytanın şatosunda tepeye doğru yükselen gökyüzü Vorsux’un hissedilen ama körlemesine ki yeğ olan bu, hissedilen, altınca: Paçalı bir oluşum ncak parçalı değil. Don gibi bir şey ama Mart hep gelmiş, hiç bitmeeceğine orantısı dahilli. Paylaşım gibi bir şey ama o da değil tam olarak. Çünkü bu var -kendimiziz zaten, ve bnu fark etsek, ah fark etsek! ! ! - Umut da böyle bir şey, en büyük bir şey; bir tüm, sezilen fakat ellenen –de.
Şu halde, taşısın bu kanıtlar seni sebeplerin şüphe olduğu o pare pare güne ve suyun sessiz kaldığı –ki hep böyle sanar bazıları, ama her zaman böyle değildir- bugüne …
Kolay değil bunlar, kolay değil! Hiç kolay değil... Ve her şeyi kolayından alanlar, (için) ah, oh... Alamazsak göze gerçekleri, neyi varedebiliriz ki, ya da ne çıkardı bundan? Bazı şeyleri geçmişinden getiriyor bir kadın-insan, ve o suçlanamıyor Değerleri onun çünkü; ihya edilmemiş, bir sıradan bile klişe (olarak) ... Böylece, -anlamlı saymış olduğu acıma'yı, dede'nin- acıma ile gelen otağda, gerçekten merhamet olabiliyor bu (gerçekten olabiliyor mu?) –aldatmasın 'gerçekten' denmesi... Kötü bir acıma değil. Öyle ki, bazen çevre; envai tırtıl yollardan gitmek ki dolambaçlı, en doğrusu -düz bir direktife nazaran. Bu, hayatta değil, ama yaşam bunun için. Belki bu, aşk; tabi sevgiyle bütünleşik. Ve bir 'saygı'; ama sadece, kısa bir süreliğine göz yumulan bir aracı... Çünkü sevgi ve aşk, hayat;
yaşadığımız: bizim için anlamlı.
Tabak tabak enerji getiriyor alelade bir garson görevli herkes için, bir lokantada. Sonra başı öne düşen; -giysisi, Merlin’in takdis ettiği bir canlı Kelt töreni’nde, atıl olmayan ama bıngılcasına Pagan rahiplerini önce paçavralarından maviye, sonra da mavilerinden yeşil renklerine giyindirdiği, iyi niyetçil bir ateş ayini önünce- şişman(-) smokinli bir adam ve semirmiş baykuş gulyabanisel hayali, devamlı uyanıyor; “gıt! ” “gıt! ”, hayata dönüyor bu hıçkırarak …Ancak düşeşler, sandalye geriye düşürmedi! :Bu, bilincin inanca zaferi gibi gözükebilir (pöh, hem de ben bunu dersem(!) ..) ama ikisinin barışı, aslında birlikteliği, yekpareliği. Çünkü o da enerji, bu da. Yedi, uyudu; uyandı, yediği lokma hıçkırığa boğulduğuyla …
Kesimli-tasvirli o zooloji eski kitabı’nden çıkmış, fırıldamış şu kadın orman böceği, ayakta, hoşbeş ve hoş ve beş bir de.., sarkıtılmış durmuş ve bir bacağı da diğer ayağı üzerinden, öylece keyfi keyf ve gününü gün ediyor: Her şeyi biliyor; yemin ederim, sektirmeksizin; her şeyi –içinde! ! Ah, bir an düşünse; çıkaracak (kusmuşlarını) , nevri dönen …
Döndüklerini, utanmaksızın üzre çamur saçan
Etken değil, ama edilgen de değil (bilinçsiz buna zorlandıklarından ötürü) Topal obazı yaprakların farkındalık elçileri; onlarda daha büyük güç, (o) bunu görebilse (keşke) … Çünkü genel (geçer) ’e yayılmış bir düzlemsel -ki cebircesine ‘gereksizcesine bir iğrenç’ “x,y, ve z” dayatılmış çocukluk formülizesi bu- acaip geometriyi,kendi inanışı mı sanıyor Veya yani, cinsiyetin getirdiği, eşeysiz fakat papatyaca.. mitos mutantlığı? ?
Zılgıt yemiş kör bostanca’yı ki buna karşın savunanı kendisi mi sayıyor? bir sana sürpriz! ! Bak işte, demek gerçekten “iki” değilmiş. Ve şimdi inanmadığı, kimonosunu giyinmiş kasksız kamikaze pati, boyalı sultan; beton-Alpler’den ısrarlı ızdırapla salınıyor: Salındırıldığının da farkında ya… Bir, iki, geriniyor Ve sonra, derinlerine gene dalıveriyor ah buna …
Oysa, sessiz # tekno(logic) mesaj bile, sadece tek bir nokta.. ya da virgül-resimlisi belki, devamlara;
KOLAY KOVACAKTIR; DAİM, HER! , İNDİRGENMİŞ OLDUĞU YERE ÖNCEDEN VE HER DAİM, Azrail’i! ! ! ...
Yerin eriyik, dönen demir çekirdeğinin, en dibin bir kat üstüne -o, az buçuk, diğer namı ‘uzak arasal çatlaklar’dan ve orlardan soluyan okyanus ıssız olanca solgun, siyah tabanları ki dağlarla bile en ense tutabilir oraları! Haysiyeti için mi tutmuyor bunu? Biraz saçma kaçmaz mı bu gurur…- inen gökyüzü ışık demetleri adına; yine aynı yerden, yerin dibinden çıkan o ışık oyunları aslında oyun değil! ...
Ve balıklar dolaşıyor orda, ışıklı, şeffaf derili balıklar, ampul gibi, bir hava da basan körüğü gibi köprü otobüsün asansör bazı şuur arası REM uykusu beşiklerin veya REM uykusu öncesi göz kırpışlarının ki CO2 solumakta bunlar: Öyle ki, bu damlasal hava kabarcıkları yüzeye ulaşıyor ve o an yeryüzü aşıklarının hepsi gökyüzündeki tek bir şeye bakıyor gibi, gerçeğin gözbebeğine! ! ... Sonra, gökyüzündeki, sayısı yerin dibindeki o çatlaklardan daha az olmak üzere ama var olmuş bir kere, Pulsarlar nabız gibi atmaya başlıyor… –belki daha önceden başlamışlardı buna? - Ama sayısız Süpernovalar da patlıyor her yöne: Bu pulsarlar o çatlaklara, sayısı fazla balıklarsa her yöne damıtılmış dağınık ama kararlı pulslar içlerine benziyor -dışarı doğru, püskürerek, sınırsız saçabilen ve akabinde toplayabilen de kendisini! ... Her şey bazen o kadar dağınık ki, o kadar dağınık ki; ama bir o derece de homojen …
Mağrur bir ‘iki el’, kendi üstlerine imzalar atıyor ebedi mühürsel Ve sarkıtlarla dikitleri mağaraların el ele bir yangında, imece çağıran insanların.. kuyusu durgun kenar gölün, üzerinde tek bir sandal taşıyan ama iki kişi –ay ışığında sıradan bir yaz gecesinin: Dikit ve sarkıtlar özüt haline dönüşüyor; mühürsel parmak işlevleri de, çimdik çimdik makarna (halime) …
Özlemek için salgıları salgılamıyor aşırı hormon dedikleri, özlem gidermek için yapıyor bunu kaldı ki kendisine de yapmıyor bunu: Ama bazen, o hep bir ses: ‘kısa sen kes! ’; seslenip de duruyor, seslenip duruyor, aslında gıkı çıkmazken, neden? Talepkar, diyor ki: “mecal kuşları için erken, yani sen de konuş.” ancak öncesinde suçluyor, ne varsa ediyor, basıyor olanca şeyi ve sonrasında tüketiyor kanı gecenin vampiri aynı. Diyor ki: “Kendin için bunlar olmalı, yani bunlar değil, iyilikler…” Bunları demiş, ve sonra yan gelip yatıyor, bir de katıla katıla gülüyor … Tıpkı Karaip tren biletini bencilcesine sırf kendi için almak bu gibi! Kendi içini yiyor, bilmiyor ki
Tacına yapraklar eksek de yıldıztozlarını yeşerten o uzak topraklara, ışıltılı oklarını biraz yumuşatarak fırlatsa atarca sabitler -doğayı daha bir yaysak. İzinler verilse, geçmek için bir derenin üstünde: öyle bir dere ki, Erydice da orda, şu orman perisi; nehir ecesi L de... Her şeyin daha fazlasını isteyebiliyor
insan, ama anlayamaz bunu, her zaman aşırılıkların kötüsünü uygulayıp bunlardan hep kaçınmamız
gerektiğini söyleyen. En güzel şey burdadır aslında, ama iyi olan hayat uzuvlarında. Ve aşırılıklar kötüdür, ama kötü olan şeylerde. böylesine, her şey dengede. Bir adım daha alsak, iyi olan aşırılıklar bile sonsuz bir sadeliğe asıl kavuşacak. Bunu istemeyen azrail, ölüm gibi bir şey yapıştırdı bize, ve biz de çanak tutar hale gelmedik mi buna -'hakikat budur, her aşk sevgisiz sorumludur' falan filan diye deyu? Halbuki, işte şu çehre, ve şu sevgi pınarı: Bir aşk bahşediyor Ki aşkolsun yakalayabilene.
Şu nehir perisi, dere kenarında bekleyen beklediğini Lorelei; pek de Sirenlere benzemiyor. Orda bi başına bekliyor bir bakışına; sirenlerse avı üzerine gitmektedir -kayalar üzerine örümcek, hareket etmeyerek ancak yine de kötülüğe büyüleyerek- hep topluca:
Tanrı, Azrail değildir, nasıl ki bunu savunmak da güçsüzlerin işi değildir, ki o güçsüzler öyle şeyler yaraştırabilirler ki adına gücün, bir marka haline getirirler oynaştıklarını ve puta böyle tapılır: bu da, iyi şeyler de ruhtadır ya. Ama bir toteme alaka kesilirler eski devirlere dair ya da eski kültlere, ve damgayı yapıştırıverirler dinlemeksizin birbirinden farklı farklı, özelliği olan ağaç dallarına.
Kendine kendi cesaretini alanlar başarır bu hayatı. Olması gerektiğinden değil ama; farz eyle ki, inanç en güzel dostun olmadı, olamadı, belki de olmasına gerek bile yoktur –bir süre için yalnız- çünkü insanoğlunun gördüğü, dokunduğu şeylere ve sesini duyduklarına inancı pek boldur. Keşke herkes bunu itiraf edebilecek öngörüye sahip olsa.
O zaman her yerde barış olurdu, ve her yerde din. Tanrı’nın adı esas bak nasıl yaraşacak o vakit, yaraşır, göz görür; hem öyle bir görür ki, insan elinden cesaret bunu kotarmıştır
Fikirler özü’nden çıkar. Bilinçli verilmiş bir kararsa bu, amacına ulaşır. Her yönden, bu sebeple insan davranış tarzlarını belirlemede çok iyi düşünüp taşınmalı. Mutluluğa böyle taşınmamış her böğürtlen sepet, durmadan sızlanmaktadır.
Anneanne ya da anane; program yerine, prooğram; sağ veya sol: yen kırılırmış (diyorlar) , içinde kalan kol …
“Propaganda”, “panorama” ve “gündem”, kötüdür; güncel, iyidir. Önermeler doğruysa, kırk yıllık hatrı olan antibiyotiksel özl. barındıran 40 yıllık sarımsağım şaşmamalı nasıl da sarmısağa dönüştüne: Biraz zorlansa, “masırmak” da diyebilinirdi (veya diye bilinirdi: böyle, bilinmiş mi acaba?)
Peki aaayaarlama’dan bahseden şu reklamcı adama ne demeli? Neyi ayarlamış ki, bu vakvak gibi haciyatmaz –neyi uzatıyorsun ey, lastik? - evinin koridorunda? İşletmecinin işletme işletmeme şakası veya Ankara’nın bir tuhaf oran şehri GüvenPark’tan (binilen) mavi dolmuş şakası: Oran mı? He he.. Allah Allah ya, …
`Nedir bu, “şudur”, “budur” düzmeceleri!
``Bazı adamlar vardı, “bunlar”,”şunlar (diye) geveleyerek övünürdü onlar mütemadiyen, öğünlerinde.., hepsi de yemek yiyince domuz butundan başka şey yemezdi ve kan kırmızı şaraptan başka bir şey de içmezlerdi…
```Sonra, görülmedi sadece vücudunda boynu, bedeni belinden bükülü, asıldı toprağa (toprağa) –devekuşu asılması … Örn. Olarak, “bunlar, böyle içerler işte”.. gibi bir laflar ediliyordu. Bunu diyen tek ses, görüntüler pek çoktu.
````Oldukça ilginç gelmişti. Çünkü bu adamlar, aynı betinlemeyi sevdiklerine kullanmıyorlardı. Halbuki, ne samimice-sempatik bir dilekçe olabilmeli: “..Dur bir. Cevapsız çıktı. Şimdi onu aradım. Dur hele, bunu bir daha arayayım. Sonra gideriz mağzaya, çengiye …”
`````Böyle olmak gerekmez mi, durumlara? Sarmak dolu dolu özlemi misinada membaya neşrettiğin ‘cesaretin delil yelpazesi küçük kanatları’ altınca saklı bir de heycan var! !
``````Tut onu; sevgili, kap onu! Cesaret hem sayfiye otobüsünce kağıt yelpaze; bak sen, kanatçıklarda saklı imiş heyecan, bir de.
Düşünülüşündeki kullanış tarzı farklılıkları: İyi ve kötü.
…… Sonra fark ettiler: Gerdanlarının çıkardığı o abanoz askılık -ki böyle tahtaların ait olduğu; oldukça koyu, sert ve ağır bu ağaç: Şaşırtırcasına parlaktır siyahı ama onun! Yani bu nevi adamların- ki bu boyun üstü takımı denebilesi celseden bozma defile o kelle de sahipmiş kulaklar yerine, çifter çifter boynuzlara, her birinin başları üzerine; o eski, antik, burnuyla koşan ama bir şekilsel atlar misali! Sanmıştı ki, bu adamlar; “biz boynuzlandık! ” Hemen düşünmüşlerdi bunu, hiç de çaba sarfetmediler, belki de başka bir şey olmuştu –bu mırın kırınlar, çok hafif davranışlardır: Budalaca gibi bir has tavırlar katarının revaçı, bunu sergileyen, düşünenlerde olmaz diye bir kaide mi var; yoksa bu redif, uyaktan sonra serserice ve sinsi yanaşabilmiş bu iç karartıcı karanlık bir aynılık, bir menhir üzerin(d) e mi yükselmekte? (!) (Çünkü bir yandan da) Öyle ki, böyle yaklaşanın kendisi kötüdür, monolitse daha bir suçsuz görünüm arzetmektedir. (Yine de patiği bebeğe giydiren annesidir ve onun giydirdiğiyse emzikli bebektir. (
Beynelminel mi Kasarofça? –diş minesince mi, böyle bir şey, minesel? - değil, her şeye karşın pasifize; yani Karlofça…)
Bir kapı düşlüyorum, -ki olayın tümü, şeklin; icraatın yarısı- her neyse; sağda ve soldan, çiçekler içinde girilen…
Düş etmek, döşemekti ve ki hala bu raylar havanın dokusuna gerili. Hayal kurmak, hemen başarmak değildir ama bir akım bahşetmektir. O akım ki, seni akıtmak durmadan arzular! Sen ve o, yani iç içedir (hep) . Ve böyle yöneldiğimizde, kurtaracağız ve savunacağız, onu ve hatta kendimizi de …
Hayaller doğumdur, doğumsa nefes almak için. Bu nefeste, kimi bir işi başarmak için; kimi başardığını görmek içincesine bir aramak başarı, beceri –ki bu biraz daha az bencil-,kimi de en uçta ama elden kaçamayan ancak istemli şekilde de ücra olmayan bir bölgede, son derece sabit; başardığını başkalarına yormak için... Ki bu sevgidir sonra, önce aşktır; en son, belki her ikisinin birlikteliği, ve sevgi paylaşıldıkça artar ve belki öyle ilerler ki paylaşım bile hafif artık kalabilir o kişiye ileride. İşte bunlar düşlemektir. Ve/ Ama buraya kadar geçen süre, ki çünkü sarf nicelik olmak gibi bir zavallılıktan yoksuncasına kendi; bir koca kütle uğraşı, hem de hacim, yayıldı havaya. Bu da, gerçekleşmek …
Yoklukta durdurulan bazen, duygular; değilse, komikçe, veletselvari karşılıksız eğer; işte, demek o hisler, ‘hiçlikten oluşturulmuyor, devamlı’ diyebiliriz belki onlar için, ayrılıklar dahili … Bu önermenin de bir kandırıkçılığı ama var mı acaba? Es geçmezsek hemen hiçbir şeyi, denebilir ki: ‘ Bir hiçlikse ayrılık, demek bundan oluşturuluyor özlemi ayrılığın. Ve sanırım bu, ilk önermemizle anlamsal bütünleşirken, şekilsel ayrılıyor, tam bir farkındalık ancak tüm bir ayrı düşme değil.
Ne biçim şeyler bu (belki hep) elden geçirilenler! ! , çok tuhaf …
Kış’ın unutulmuş biribirine karşı iki penceresine dengiile,arada kalmış, (annece mi) unutulmuş Şehriye çorbası hastaçocuğunun viks çadırındaki girmemiş balta ormana dalan bir gelecek pınarı duru.. gibi bu düşünceler, ki bu da gelişmiş bir şehirdeki bir cafe içine oturup da geceye gözlerini dikmiş kadının pelerinin kaldırıp örtüsünü yağmurun cama şıplayışlarınıı fark ediş kendi döngüsüne kepenkleri kaldırışına benziyor …
Ve ne varsa bir o damlada sanki: bir içiyorsun susayınca su; içtiğinle örtüşmese de, kocaman bir hayat devama buluyorsun. Yok, yok, bunlar garip işler; öyleyse neden daha da tuhaf, dolambaçlı yollar arıyorsun? Cevap sanırım yine o damlada gizli: Su damlasının içilmeden önce küçük gözüküp, içildikten sonra hayat verişi … Çünkü iyiliği yaşamayan, seçmeyen kötüler; tanımamış ki, bilemez çocukların sevincini … (anca çocuklara bakar, hareketlenip, bir kuş gibi kollarını kanat kıvamına hazırlayıp hazırlayıp, “ne şirin şeylermiş” der; geri dünyaya basmış, asar surat; ama anaokullu; böyle de fakat sevinir gider …)
Böcek bir yüzük ve bir evlilik çiçeği …
Onore meclisi elit üyeliğinde en lezzetli ordan kumpir yemek için bile “‘yol verilmez’ bilinçli o korkular”, kuşkular... Nedenin olmayan bir şeye, saçma suçlamalara dönüştüğüne inanamam senin. Çünkü Azrail asası ya da bekleyen aznavur bekçisi, bu kumkuma, bu endişe yapbozları; olmaz patlarcasına genleşik durur halde ilerler, tutan kristalize kar ışığı herhangi bir yılbaşı gecesi sevginin, bilinçli bir ulu teveccühün …
….
III.
Pearce: Ccilia bilir
Gattuso: Bir şaplak, bir şaplağa kaç eder? ..
Pearce: Bilmem ama bu şaplakların sonunu sessizliğe mühür neticeler, oh müjdeler dolusu...
Gattuso: Askerler erken gelirse, yemin billah seni haklı çıkaracağım, o zaman görürsün.
Bir kez vaktinde gelseler bari! Koridorda sıkışıp kalmış olmalılar, bereket...
Pearce, Stu: evet, şu çağda mum kullanılıyor. normaldir.
Gattuso: Düşmanlar kale duvarlarında asılı. Bir Truva daha sanmasınlar! Umarım zamanında yetişirler.
Pearce: Gattus, lafların çelişkiler içermeye başladı; az sakinleş, dostum otur.
Gattuso: Pekala! ...
Bana bir şişe şarap, şarap getir.
Pearce: Mahzen karanlıktır şimdi!
Gattuso: Pietri nerde kaldı.
o anda malikanenin kahyası içeri girer. kapıyı vurmamıştır.
Pietri: İşte getirdim. Al.
Gattuso: Ona Pietrii! ! Oma, oma! ! ...
Pietri, Kambur kahya: Olsun, yukarı bakamıyorum. Ancak fasılalarla gözümü iliştirebiliyorum...
Gattuso'nun suratına şiddetli bir tokat patlatmıştır.
Gattuso: Bu ne içindii şimdi? ?
Pietri: Şampanya istesen onu patlatırdık ve kapıyı da vurmayı unutmuşum: 'Bu bir' bileşnenin ödünçü...
Gattuso: Neler diyorsun sen! Defol gene aşağı. Şişemi ver bana önce! Haydi, haydi! ...
Pearce: Susun budalalar, susun! ! şş
Yaklaşıyorlar. Hissediyorum..
Gattuso: Ne yapıyorlar? ?
Pearce: Dedim ya kale duvarını tırmalıyorlar. Ama(n) tırmanıyorlar.. da
Gattuso: Eee? Shelley bekleyiş psikozuna mı sokmaya uğraşıyorsun. Savunma yapsak daha iyi olur biliyorsun?
Pearce: İtalian savunması mı?
Ne koyacaksın kapının önüne?
Gattuso: Sersem! kapı değil, kapı. Pencereye doğru tırmanıyorlar. Kapasana pencereyi! !
Şaaak!
Kambur kahya Pietri: Nee yaptım?
Pearce: Salak, sen hala burda mısın? Laf ettin.
Kambur kahya: Ben değil, ben! .. Gattuso dedii!
Soru sormasana! Görüyorsun, hala...
Bu sefer de Gattuso'yu kahya tokatlar.
Gattuso: Amanın beyler, beyler! Attırmayın olayın tozunu, ha! Paylaşırız elbet iseniz ister -eh isterik- kozumuzu, ama bir şey var budalalarız herhalde:
Ah, böyle bit yeniğinden iyice ki senden iyi olmasın ama bre ne kezzap der ki der doldurmaz incir çekirdeği, hah! !
Pearce: (Gerekli gereksiz şuursuz heyecan yapıyorsunuz; en de berbatı, laf denilenler çekiyor ağız gargarasını.
Ne saçma bir durum. Saçma bir durum içinde saçma durumlar hem)
Yeterr! ! Sakinleşelim biraz. Bu bekleyiş, çürük meyvAnın kendisinden de çürük bir yumurta, leş gibi kokan.
Ama gene zaman geçiyor. Düşman elimizde, gelin kendinize! Düşman ensemizde: Gelin kendinize! Yumurta mı tavuktan yoksa tavuk mu? ?
Kahya Pietri: Heyecan bu mu?
Kendini tokatlar. (Geldiği gibi mahzene,ama seğirterek, geri döner) (1. perde)
Gattuso güler.
Gattus: Yerinde bir elzem :)
:)
komik bir hikaye
PERDE II.
Cecilia: Şöyle bir tavuk ki vakur, olabilsem; gelen geçene 'abbesi yanık! kubbesi patik! ..' pekala diyebilirdim...
Tungus: Hadi bakalım tırman, tırman! Boş gevezelik yeter. Sonra sorulası sana, bu an! Kaç kereler oldu boşanılası? ?
Cecilia: Hayır, bir kere oldu..
Tungus: Eee?
Cecilia:..Daaa
Aah, ahh...
Tungus: Hadii...
'Tırman! ' diye boşuna demedik, hayalci! ! Kaşıkla boşuna kazmadık bu yeraltı tünelini!
Bak bizi taş duvarlardan mermer desenli pencere pervazı...
Selvi bir ölüm, çıkmayacağız ordan, yeraltından, kapaktan, varacağız odaya, hehe...
Bir süre itiş kakış uğraşıdan sonra:
Cecilia: Ben yoruldum. Yemek yemek istiyorum.
Tungus: Karnı acıkmak, sonra yiyeceği yemeği çıkınına dilemek, doldurmak! Neler getirdin bakalım yanında, küçük hanım?
Cecilia: Neler de neler. Ama mide az durmak ister. Yoruldum, yoruldum! ...
Tungus: Bak, Pearce kötü biri, ben iyiyim. Hadi mola verip biraz yemek dellenelim.
Cecilia: İğneli sözlerinden artık bıktım...
Üstelik ışık da yok. Nasıl göreceğiz yutacağımız lokmayı; bakteriyi, kavradığımız elimizde?
Tungus: Eeee! .. sen dert etme.. Ye artık. Hadi, yola çıkacağız...
Cecilia: Beni ona karşı kullanacaksın, değil mi? Yoksa onu yenemeyeceğini biliyorsun...
Tungus: Neee? ?
Saçmalamayı kes de...
bak biz öncüyüz. arkadan, askerlerin de eli kulağında...
Cecilia: Esas sen saçmalama!
Öncü sensin. Ben asker bile değilim (asker değilim, ama böyle asker değilim! ..)
Beni piyon gibi kullanıyorsun.
O kaleyi ele geçirince, ne geçecek kirli ellerine? Kir, kir, kir! ! ! ... Sorunun cevabı, yanıtın sorgusu...
Haır, sen benim sadece eski kocamsın
oyle costu az herkese sevgiler
-
1. BÖLÜM AÇIKLAMALARI:
(2) 'tıkanık' ve 'tutuk' olayını, bir tv'de bir program izlerken geçen bir program üzerine üzerinde düşünmüştüm. ordan ilham
(1) Ferdi Leflef (Ahmet Çakar'la Kanal1'e Dünya kupası boyunca, saat akşam 4 suları boyunca,
sporcu yoruma çıkan şu adam-komik. akvaryum fıkrası da ondan alıntı
(3) ESKİDEN KALMA KOMİK BİR HİKAYE
(4) Tesla'nın kitabından alıntısal esnetme
(5) burada “hem öyle hem böyle” ifadesinin bir yerinde “kadın” derken bu kelimelerin anlam dürtme, güçlendirmesine katkısı açısından v.s. zenginleştirdim biraz. Yoksa bilen bilir zaten şiirleri, o bilindik iğrenç anlatım bana yabancı, anlatılmak istenen o değil, sevgiler
büyük ölçüde
Perş Tem. o6, '06
2. BÖLÜM AÇIKLAMALARI
7 temmuz
2b bölüm açıklamaları:
(1) anneheche. bir oyuncu
(2) gladia. isaac asimov'un 'Şafağın Robotları' & 'Güneşin Tanrıları' romanlarına yer etmiş karakater. (Bu kadın güneş gözlüklü, güneşlenmeye
o şezlonga yatar halde, dinlenir. Biinlerce robotu, tarlada, mutfakta v.s. çalışır. Geniş bir arazi boyunca tüm topraklar onundur. Ve uzaycılar
genelde böyledir. Bir gezegende toplasan toplasan kaç tane uzaycı vardır. Hepsi rahat yaşarlar ve uzun ömürlüdürler. Buna
karşın Arz tıkış pıkış ilerler, insanlar sırt sırta ilerler. Bir de olur ya görev icabı önemli bir Arz'lı bir dış gezegene gitmeye görsün,
envai çeşit mikrop muayenelerinden geçirilip öyle kabul edilirler. Bir de, Arzlılar bu kutu gibi ortamlarda yaşadıklarından, örnek gökdelenler v.s.,
artık uzaya açılmaya korkar olmuş, hatta kendi dünyalarında tarlada bile dolaşamaz hale gelmişlerdir.)
(Belki de, Baley, Bailey, Jessie ve andro. robot Daneel olivaw kadar yer etmiştir bence.)
(3) eski üretme (namı diğer octovill; şiirdeki, kısaltma)
not; bu bölümü ayrıca da yazmıştım önceden
Akın AkçaKayıt Tarihi : 8.7.2006 08:45:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Akın Akça](https://www.antoloji.com/i/siir/2006/07/08/aca-79-ayrlk-06-kavusma-ozlemi.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!