Sislerle katmanlı gökdelenlerin örttüğü üzerini..
(Gökyüzü) kuşatısı bir şehir burası, aşağıda yer yer küçük ağaçlar:
Sezilesi:
Adam basamaklarını tırmandı, bu ‘kafiyesiz-tutarlı şehrin’.
Soğuk gri taşlar,
Basamak yürüteçler'in yanında-
Tutunarak ilerlediği, adamın
Ve /ama onların ötesinde, pek yakında, insan taşımayan bürolar -içlerinde
-… Yine ışık var fakat, bir taşın üzerinde,
Şiddetli bir yönleniş, yutarcasına bir davranış:
Kendinden bilen bunu, sezen yönünü.
Bu merdivenden çıkarak ulaştım tamamen kapalı bir alana
Ancak duvarlar da, onlar görünmüyordu;
Eliptik beyaz bir oluşum vardı tavana doğru:
Bir çıkış, oradan atladım.
YEŞİL IŞIYAN BEYAZ KAPI
Yeşil-ışıyan bir kapı var yolun sonunda:
Bembeyaz bir geçit ama yeşilden ve ağaçlar
Mesken yurdu yuvalanmış karıncalar gibi-
Fakat kumsaldaki dev, koşuşturan karıncalar
Olmayanları- yan taraflarda:
‘Büyük gözükürken büyüyen bir halı’ serilmiş sanki bu yola.
Belli belirsiz kütleler, geçit çıkarak:
Havayla bütünleşmiş bu ağaçlar!
Bir kapak:
Onlara doğru açılmış; kanat gibi, bir kapı gibi
Beyazı engelleyen bir yeşil, yeşil de orda ama geçitte
Bir yeşil, bembeyaz, parlayan, durmamacasına;
Nedir ‘idrak bilmeyen-sınırları zorlamayan’?
Kendi içinde kendisini barındıran?
(Bir döküm ustası)
(Bir durağan -olağanüstü)
Onları kendisi yapan- Ötesinde varlığın
Ya da başkalaşımların, varlık varken
Ya da metamorfoz ihraç edilmemişken.
Otlar büyümüş bu halı-yol’un sağında ve solunda,
Köklerini tutmuş ‘yeşil ışıldayan kapı’dan gelen;
Işınlarla sarsılan kütlelerin
Beyaz-zümrütü bu ağaçların köklerini tutmuş,
Kavramış, ışıl ışıl:
‘Bu köklere savrulan bebek-otçullar’ birer nalbant;
Bu beyaz ışığın içindeki, yeşil;
O bir demirci ustası
Ve or’daki beyaz, kapının eşiğinde başlayıp
Devrilen, eşik ötesine, arkalara
‘Nereden geldiği bilinmez-bir hareketsiz’:
Her zaman bilinen olduğu or’da, bir tür sanat.
Zor zanaat, bu karmaşayı yeşil ile nitelendirip,
Asılarak ucundan, beyaza sallamak,
Hem kendisi beyaz güvercin olup da! zor zanaat.
KAPIDAN İÇERİ
Bir ateş yandı.
Işığı seçebilecek türde düzenek kalmamıştı.
Kurudu gözlerim:
Duyular ötesi ruhumun gözleri köreldi.
Toprak atıldı çamura, kara toprak.
Verimli çamura, verimsiz kök attılar.
Bir kadın görüyorum şimdi uzakta:
Kenar bir yerde sanki,
Bir ‘iskele-çay bahçesi’ gibi,
Sarılarak ruhuna, sarılmış kendisini sarkıtan demirlere;
Denize düşecek, düşmeden duruyor:
Durmaktan korkmuyor!
Lanet olmayası!
Ve seyrediyor kara suların içinden geçmişini.
Ne varsa, ne varsa!
Üzüntü, keder, nefret, göz yaşları, satılmışlık,
Karışmışlık, hala inek sağışları, heder, ürküntü:
KORKU! ! !
İşte burada, geçmiş burada, ama insan kafasına
Hatıra anlamlı birkaç kitap arası
Gül yaprakları, kurumuş;
Burada:
Bu korkunun içinde!
Ya Lanet olası:anlamsız bir korku!
Köprüyü geçemeyecek:
Susturması lazım
‘Yürekte yer bürümeye virüsleşen’ bu boşluğu!
GÖKLERİN KAVRADIĞI BÜST
Fakat! İşte! Bir büst:İşte! Orada!
Dalgaları yararak..
Köpükler salarak, ‘göz görmeyen-bir uç bucak’…
(Olur hem de göz görür bir ufuksuz ya)
: Kızın baktığı denizden yük-se-li-yor! ! !
Yükseliyor kendinden, kendi ile, ona yapışık göklere!
Sekiz tane parmak omuzlarını tutan onun ve iki baş parmak
Serenat-keyfine yüceltiyor dumanlar arasından çıkarak;
Yararak üst katmanların taban kısımlarından bir delik
.. Açtı, böyle tutuyor, sanki ‘zenci-bir yunan heykeli’ni.
Bu büst, belinden bağlı kara toprağa; özgür kılacak onu bu eller.
Saçacak ışık, evren, ışık, kara tohumlar, yıldızları çevreleyen:
Düşecek …
Anti maddeden üretilen Warp, bu eller, sarkıtılan: *
Karamsar dalgası dağılacak. Bir çınarın kökleri gibi onun beli:
Bu büst! O, kalkınacak, ama eller: Sen, bu büstü daha böyle tut!
Ne bırak! Ne çek! Tut! ! !
Tut, çekeceğin vakte kadar, yapış sadece.
Bir karış bırakma ve bir milim de çekme!
Çünkü çekmenden daha kötü değildir senin onu kara toprağa
Yeniden uzatacak olası bir yaklaşımın, yalnış:
(Bir zenci kahırlandı bir yunan heykeli ruhunda
Hem de ne muhteşem, öyle ki;
Değil bu büst Hong Kong gibi küçük:
Ekonominin dirilttiği, belki İsveç)
Odur, o; doğasından bağışıklı
Göklerin kalbur üstü büstü, orada, işte!
Eğildi heykel avuçladı gökyüzünü-
Tutmaya kararsız ebemkuşakları meclisini:
Onu kaldırdı, yıldızların ötesini ona sardı;
Banos Equador, Walion’:3 sefer’de ‘bir tam’ doğdu;
İkinci dünya savaşı ve mavzer, yine sisler
Ve masum bitkileri toza bulayan siperler ama ‘kul sızdırmayan-siperler’:
Bomboş, boş siperler ve bunu gördü heykel, daha kaldırdı gökyüzünü
Yine istedi ‘bir taş kıran-şarkı’, belli eden silleyi:
Ama alamadı, sonra bir küfür savurdu havaya;
Yıldızların ötesi bu lafı sandı kendine;
Ve fısıltıyla dedi kendince: “Rahat bırakmalı gökyüzünü”
(‘Mavinin örgüsü’ ise büstü kaldırdı, ne yaptığı bilinmez, *
Bak, hala o eller tutar, kavrar ama bırakmaz da:
Bir karar kesmez) Hala müphem gökyüzü ise:
Kararsızlık ‘bir idrak-edememe’:
Bu zenci büst, bu sessiz yunan tanrı heykeli;
Yunan büstünde güneye yükseldi o, tavrında.
Doğru güney afrikaya ve bir yerli vücutlandırdı.
Onu önceden salmıştı Norse sahillerine;
Sarf, büst kendisiyle tam olsun diye
‘Pembe ufuklu-kar’: Kendisiyle kendinde;
Bir tepe ki, hem kar,hem ‘otoban ‘alaca kara-canavarları’na
Uzun soluklu bir melodi söyler, ‘kemik-kılçıklar’ en güzel radar.
Az ötede bir başka belinden bağlı kök fışkırdı
Bu ‘anlamını-tüm ifade edemeyen-üç farklı kat içindeki’,
‘Belinden toprağa kenetli-zenci yunanın nefes hörgüçlemeleri’nde:
Vay! ‘Yosemite Pine, Walion’; *
Yüzyıllık çınar çıkarıyor gün ışığı, bin kadar taze gecenin içinden:
Beyaz şaçlı kız orada aynen:
Yürüyor, ileriye bakarak: Artık sol yanına, yere bakmıyor;
O, karlı tepeye çıkıyor.
Gözü kısık bakan biri için ampul fışkırtan-ışınları altında
Işığın zapdedicisinin: kız Avalon-ormanı’na girdi-
Ağlayarak, ağaç kütüklerini ayıklayarak
Parmaklarıyla, elleri onun çiçek daha bir oldu
Çınar ağacının köklerini tutarak ilerledi. Topraktan toprak üstüne cıkmıstı.
Her bir damar kök gibiydi. Onları avcunda tuttu.
İlerledi ve odun bir eve ulaştı: Orda kapıda biri vardı.Uzaktan seçti.
Gözleri parlıyordu.Gökte yıldızlar dans ediyordu
VARIŞ
Köklerin içinden geçen ağaç adamlar ve bir ölü kadın
Belirdi: Bir tablo onların ellindeydi:
Bir tablo,
Mavi gökler taşıyan, gökleri ise kırların koşturduğu.
Buradan soktular adamı.
İçerde gök beyaz ışıkla artık tamamen yarılmıştı.
Masmavi gökler yarılmıştı.
Karanlığı beyaz ışık yırtmak istemiş,
Başaramamıştı:
Artık beyaz hürdü,
Mavi yırtılmıştı.
Kayaları yazıyordu bu beyaz ışık,
Gökteki uçan daireler sabitti,
İzliyorlardı
Ve ‘Göllerin Hanımı’nı gördüm
Henüz gökte yağmakta olan yeşil ışıkları avuçluyordu.
Bu görüntüler bambaşkaydı.
“Su Yer-Kulesi” ‘Göllerin Hanımı’na
Bir şelale gibi akıyordu
(Katettiğim yolların sonunda..
Yine baş yerdeyim-
Baş veren zaten, yoksa 'baş yer'in kendisi miydi;
Yol giden biri, hem yolun kendisi miydi?)
Artık sessiz mi?
… Sonra küçük çam ağaçlarıyla çevrelenen
Bir cennet yol uzandı
Yeni filizlenmekte olan bir göktaşı üzerinde:
(Garipçe yuvarlacık şekilli, bu yolun her iki yanında
Değerler var ve en ileride, en uç karakol sanki
Bir gemideki: beyaz, bembeyaz, İki tane bank var)
Dünyaya yaklaşıyordu,
(Arka yüzüymüş)
Yeryüzü karşımdaydı.
-
Akın AkçaKayıt Tarihi : 4.6.2004 06:06:00
- Dolunay
- Özgürlük
- Dost
- Doğa
- Politika
- Peygamber
- Savaş
- Para
- Araba
- Anne
- Sevinç
- Yağmur
- İslam
- İhanet
- Allah
- Aile
- Bayram
- Hüzün
- Çocuk
- Tanrı
- Tarih
- Mutluluk
- Müzik
- Hayat
- Kedi
- Kin
- Köpek
- Türkiye
- Umut
- Güzellik
- Gece
- Evlilik
- Barış
- Çanakkale
- Eğitim
- Sevgi
- Ayrılık
- Atatürk
- Aşk
- Şehir
- Günaydın
- Okul
- Deniz
- Nefret
- Ölüm
- İstanbul
- Çiçek
- Çevre
- Kadın
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Nedir?
''idrak bilmeyen-sınırları zorlamayan'
''kendi içinde kendini barındıran'
şairim,muhteşemsin...
hayal gücün ve ruhsal açılımın çok anlamlı..
teşekkürler..
çok güzel..
TÜM YORUMLAR (1)