Kendimce yazarım işgal edilmiş tüm çiçekler adına.
edebin insan üzerinde kimliksiz duruşuna,
sözlerin manasız köksüz kalmış diyarına,
zarafetin hayasız gönülde yaban kalışına,
Toprağa serpilmiş umutlarım;
Buram buramdır memleketim.
Kahır bekler yüzümün çizgisi;
Dertler deryasıdır hülyalarım.
Konuş benimle gûlfiroş; ben yorgun, ben bitkin, ben usanmışım. Çilesi bitmeyen bu dünyanın derdini bırakıp, fikrin çilesine hemhal olmuşum, sözüm hakikat olsun diye derdim dert olmuştur bana, yıllar geçmiş, insanlar gelip bitmiş, heybemde bir avuç gülüşle meydandayım bak, gör... sesinin tizini bile ezber etmişim, gözlerinin baktığı her memleket evimdir, yurdumdur, yuvamdır. Ben otuzuna merdiven koymuş, gökyüzünü göğsüm eylemişim... sözlerini kelime hazneme eklemiş bilmeden zamanla zengin olmuşum. Servetim sorulsa sen derim, sözüm istense seni söylerim, ne duydum, ne biliyorum denilse seni bilirim... ey kirpiklerinde ay ışığını gizleyen gûlfiroş, canıma katran gibi sürülmüş, gözlerime sürme gibi çekilmiş, ülkeme bahar getirmiş gibisin. Ben seninle ilkbaharı, yazı, sonbaharı, ayazı ve kışı yaşamışım, ben sende sözlerimin anlam, yüreğimin adam olduğunu görmüşüm.
Bir ben kalmışım ben gibi,
Dönüyor dünya çevremde,
Sarsılmış bir ruhum bende,
Akıbeti bilinmez can elde,
Telaşlarına düşmüş ey ahali,
Gitmiş zamanlar boşuna,
Doğuda nasır;
Batıda nemdir adım,
Yanık tenli insanlarız,
Güneşi yüzümüzde yaşarız,
Kış hep içimizde saklanır,
Ayaz hep gözlerimizdedir.
Ey bakışlarında utangaçlık rengini taşıyan küçüğüm; ben gözce bilmiyorum, masumca biliyorum, suskunca biliyorum, durunca görüyorum. Sen güneşten alınmış saçlarının ahengini uzat uzatabildiğin kadar, ben sana umut, ben sana bugün, ben sana yarın olurum. Gülüşlerini topla benim için; sarılıp sarılıp uyurum belki, dinmeyen yaralarıma sarar, görmeyen yollarıma seririm, sen gül ki; ufuklara bakmaya yüzüm olsun. Yorgun zamanlardan geliyorum; canımda dermansızlık yürüyor sanki, ey küçüğüm sen adınla büyü, sesinin özgürlüğü dünyayı ele alsın ve unutma sen ve senin gibi çocuklar yarınlarım.
Kaç mahzen eskittim sol yanımda;
Mahkûm seçilmişim muhabbetlere,
Sağım bana solum sana çıkar yâr,
Nasıl yaşamalıyım ben bu devranı,
Sevdama katsam seni bilemiyorum,
Diyemem sesimin titrek notalarını,
Ey karanlığın gırtlağında aydınlık heveslerim,
Mukadderat silsilesi içinde geçen hayallerim,
Yük edipte gitmediğim yol kaldı mı bilmem,
Canı çıkmış sadrımla yaşama tutunmuşum,
Yarınların umut bağlarında yeşeren merhaba,
Ne zaman dönecek bu devran sancısı?
Ey gûlfiroş; kahrında yoğrulan o kadar şey var ki, insan insana değmeden ezip geçiyor bu zamanda, sözler adabını yitirmiş, bakışlar kirletilmiş, sözcükler delinmiş, yara alınmış bir gönül hor görülüyor, merhamet kelimelerin arasında raks ederken şimdilerde kesiyor bir jilet misali... varlığı ve yokluğu belli olmayan kalabalıklar içinde yitip giderken sadrımız, daha kaç ketum vuruş değecek şakaklarımıza, alnımızda nur kaybolmuş, çehremizde gülüş eriyor... Ne libaslar görmüş bu gözlerim yamalı merhamet ocağı, ne elbiseler görmüş fiyakalı ama dert yumağı, ayinesi iştir kişinin lafına bakılıyor artık, zedelenmiş kavramlar arasında kendimi sorguluyorum, bu hayat yordu beni bildiğim gibi değil.
Nur gibi sabahlardan;
Nâr gibi gecelere kavuştuk.
Dağ gibi çiçeklerden;
Dar gibi sokaklara çıktık.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!