Ey aşkıyla yakıp kül eden güzel!
Gönül bağını yeşertip, sulayandır gözlerin.
Yeşeren baharımda doğan huzur bahçesinin;
Menekşesi mi, sümbülü mü, yoksa gülü müdür gözlerin?
Has bahçende solmasın o gül yüzün.
Gece!
Yanan yüreklerin, görünmeyen âhı.
Sevda kadar ılık, aşk kadar sıcak ve hüzün kadar aşikâr.
Yâr yüzüne kırgın, yâr sözüne sitem ve kahır.
Aşkın közünde harlanan bir ateş gibi.
Bir mavi ateş, bir ince sızı.
Aklımdan fışkıran, katre katre nisyan.
Senin nigâhın mıdır, beni benden alan?
Söyle ey Yâr söyle, kaç kadeh senden bana kalan?
Bir tek kadehlerde bekleyen sarhoşluklar anlıyor bizi.
Şarab-ı aşkın pervânesiyim cân-ı âlemde
Çeşmin görmez ise beni devr-i âlemde, neyleyim?
Derûn-u muhabbetten varıpta ledünnîye
Terk-i terk edipte terki cân eylemessem, neyleyim?
Ne bu kahkaha, ne bu şımarıklık;
Ar mı yok, yoksa edep mi yok?
Neden tebessüm bu kadar uzak yüzlerden;
Hüzün mü çok, neşe mi yok?
Ahh ah…
Uçun martılar, uçun üşüdüğüm yerlere;
İçimde boğazı yanan bir şehir vardır.
İstanbul mahzun ve naif şimdi.
Bir aşkın burukluğu ve bir olan iki gönül sızısı;
Ne ettim ben, ben ne ettim.
Hiçliğe cân verdim, var iken yok ettim.
Dem bu demdir dedim, zamanı yok ettim.
Kadehi okşadım, şarabı sarhoş ettim.
Güneşe üfledim, günleri kıvılcım ettim.
Geceye kucak açtım, aya göz kırptım, gel ettim.
Hangi gönülde varsa insan,
Saklı bahçesindedir yokluğun.
Her bahçeye su niyetine birer gözyaşı
Gam pınarlarından akan, sevgili bir yoksulluk.
Bir aydınlık tenhada ihvanlık, bilinen en büyük uzaklık.
Vazgeçtim artık, çözüldüm bu bekleyişten.
Artık, beyaz atın yelesinde ki sırra mahremim ben.
Çağlayıp gürleyemesem de pınarlar gibi,
Görmese de gözlerim beyaz atın yelesini,
Yaşadım, yaşanası tüm güzellikleri.
Bir kandamlası gibi, damardan damara;
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!