“-demek sen
Döndü Bacı’nın torunusun ha! ! !
baban senin kadar ya var,
ya yoku benim biliverdiğimde
askere gideceğimde gelmiştim köye de
öyle yaa.. şimdi karşımdan gelse
tanıyamam
baban beni belki bilebilir”
“-bil bakalım, bilebilecen mi bu adamı”
“-ben amcayı hiç görmedim ki! ”
“-tahmin et bizim köylü”
….
“-ben köye kaç yıldır hiç gelmedim ki
ben köyü unutmuş iken
yeniyetme bir çocuk beni nereden bilsin”
“-tahmin etsin bakalım”
……..
“-Bobuş Emminin Osman mı? ”
“-……”
“-Hacı Mamıdın Memet”
..
“-Çil Murad”
…
“-Kara Bayramın Ramazan”
….
“-Çakırın Musa”
….
“-Hasan Alinin Bolat”
“-… ı ıhh”
“-Yabır Hasanı
Yabır Boladı”
…
“-Fadımanın Selattin”
…
“-Genç Amadın Ramazan”
…
“-Feyzullahın Doğan”
“-Mükerrem”
“-Nazım”
…..
“-Ibbık”
“-demek onlar da gelmiyor köye
yıllardır öyle ya”
…
“-emme hala esameleri okunuyoru”
..
“-bizim esamemiz bile kalmamış”
…………..
“-iyi de…
dokuz-on yaşlarında
Aşağı Tırtar’da ilkokul üçü bitirince
bırakıp gitmiş, ondan sonra ne selam,
ne aleyküm selam
sonra bir de askere gideceğimde
ondan sonra köyün ne tarafta olduğunu
bile unutmuşuz,
bir de anamın rahmetli olduğunu
haber alınca köye düştü yolumuz
….
ne olacaktı ki! ”
…
“-aaah ulan ahhh!
anasını sattımın,
ne günah işledik bilmem ki
feleği baya,
gücendirmişiyim belli
değilse; …
benimle ne alıp-veremediği var ki
fırlatıp atmış bizi,
gurbet ellere
her birimizi bir yerlere,
“felek bizi atmış gurbet ellereα
bilmem nerden geçer yolumuz bizim
adı sanı duyulmadık çöllerde
bilmem nerde kalır ölümüz bizim”
ayağımızdan zincirlenmişiz
sanki bizi oralara
mahpus olmuşuyuz
kendi kendimize
gurbete, hasrete, maaşa, emekliliğe
haydi babamdan haberimiz olmadı
anamın cenazesine de
neden sonra gelebildim de
ne bacımızın, kardeşimizin düğününü,
ne eşin-dostun cenazesini,
bayramını bildim
ne de hiç değilse
son nefesinde yetişip de
iki damla su verdim”
“-nasip değilise yapcak bişiy yok”
“-oysa; hep sıkıntısını çektim yıllarca
uykum kaçtı… gece yarılarında …..
“acaba nasıllar
açlar mı,
açıklar mı,
hastalar mı…,
kara kışta,
zemheride
sobalarını yakan oluyor mu
başlarında bir iş mi var acaba” diye…
içimi yakardı yollar boyunca
rastladığım ilk kişiye birini sorunca
“sizlere ömür” duyma, kaygıları
oooooooof of,
şimdi neye yaradı…
hıhnm
“…”
neye yaradı…
hı! ”
“-gader, gısmet işde
ondan öteye yol yok”
“-bakıyorum da;
ölü toprağı serpilmiş sanki
etrafımdaki herkes gibi üzerime
üzerimde bir yılgınlık,
bir dünya telaşı,
doymak nedir bilinmez
anlaşılır, kabul edilir gibi deği(l)
yeni-yeni fark ediyorum
“niye” derdim aklım almazdı
adamlar nasıl içerdi sigarayı
bir kazaya kurban gidiyor
durduk yerde birileri,
direksiyonu kırıyor
itin biri,
sarhoş, ya da acemi
eziliyor diğeri
adam dönüp arkasına bakmaz,
sinek öldürmüş kadar vicdanı sızlamaz
ölen! .. arabada değil,
direksiyonda değil,
arabanın yolunda değil,
arabayı yapan değil,
satan değil,
benzini koyan değil
devleti soyan değil
fark eder mi
dönüyor elin oğlunun tekerleği
şimdi bu kader mi? ”
“-onun tecellisi de oymuş”
“-yok yahu!
kimsenin umurunda değil,
çoluk-çocuğu var mı,
açlar mı, açıklar mı
çocuklarını uçurmuş mu,
geride kalanların karınları tok mu
evinde hastası mı var,
kalanların, başını sokacak
bir yuvaları
yarına aç çıkmayacakları
akarları,
dedik ya kimsenin umurunda değil
hiç kimsenin”
“-olsa elinden ne gelir ki? ”
“-şöfer milleti deği(l) mi
“o da önüne baksaydı ya
arabayı mı sürecen
yoğusa herkeşin kafa kağıdına mı bakacan
ben nerden bileyim karşıma çıkan
şee(hi) re yeni mi gelmiş,
işi gücü, evi damı,
hasdası-ustası var mı
in mi, cin mi, hasta mı, zerhoş mu
başında ne dert var nerden bileyim
o benim başımda ne dert var
biliyor mu”
derse,.. der değil mi
Nasrettin Hoca’nın dediği gibi
o da haklı de(ğil) mi
“-kimi acelesine yenik
kimin de acayip bir dalgınlık
herkesin başında bin türlü bela
herkesin baş belası;
bizatihi kendisi
herkes hayatından bezik,
bilmem dünden bu güne,
kalkıp köylük yerden gelip tee ……
aradığını bulan,
muradına eren,
halinden memnun,
ekmee(ği) katığına denk
olan var mı
şee(hi) r yerinde
nerdeee…
göster haydi….
“-dooru vallahi”
“-ooof of,
şehir bize doğrultmuştu
dün oklarını,
bugün makineli tüfeklerini
sağımızdan-solumuzdan
bizi bir cendereye almış ki
sorma!
“gelme(yi) n köylüler” der gibi
zaten heder olmuş(uy) uz
paletlerinin altında
dişlilerinin arasında
ezilmiş gitmiş(iy) iz,
şehir asfaltına yapışmış
köpek leşinden beter
perli-perişan olmuşu(yu) z
her bir parçamız
bir yerlere savrulmuş,”
“-dalaz dağıtmış gibi desene”
“-daha beteri”
“-kim vurduya gitmiş kimimiz
ne dönüp bakan olmuş,
ne “acaba kim” diye soran
merak eden yok
sorsalar
yanıtlayan, aldıran,
bilen-tanıyan yok
tanımak isteyen kalmamış….
merak eden “enayi”,
“-devletin bile aklına gelmeyoz ki”
….
“-ne zaman bi adam görsem
saçı sakalı ağarmış
rahmetlik babam gelir aklıma
aç kalıp doyuran
giymeyip giydiren
yetişemediği hedeflerine
bizi yetiştirmeye çalışan
….
“-aman olum, goca köyde
bi seni gucakladı dövlet,
okuluna dıkkat et! ,
öretmeneriyin sözünden çıkma!
göp-gözel okuluna ged-gel! ,
sıkı çalış! ,
görüyon işde ileşberin halını
öğünde başka fırsat yok! ,
gurtul! ! ”
..
“-daa ben sana ne deyen
dedeyin tarlaları bizi güç-bela
anca idare ediyo,
yarın halaların beldi miydi,
galanı daa, dörde belceniz
var sen hesapla gerisini
çocuklarına ne verebilecen
benim daa ötesine aklım gıt erer
dök-düşün
ne yannı golayına gelise”
..
“-gurtul!
gurtul yavrım,
senin gurtulman demek,
geride galannarın,
gardaşlarıyın
birez soluk alması demek,
onnarın, onnarın değilise bile
onnardan sonura gelennerin
çıkış yolu demek,
yüzümüzün ağarması demek
iki ğün sonura evermeye gaksam
ne yüzünen gız isteycez gonu-gonşudan
emme tahsıl gibi var mı
herkeş eliynen getiri gızını
oku da şişineyin len
bi de ben efeleneyin paşalar gibi
Allah ma(h) çıp etmesin
emeğin yağlı olsun gari”
…
“-olmadııı ağalarda sürü çok
ömür boyu didin dur davar peşinde
el gapılarına gul ol!
işin-gücün yoğusa
benden beter,
“el yudar sen yutkunusun”,
dünyanın ahvali bu!
sonura demedi deme,
fırsat bu fırsat
sonura gaçan balık böyük olu
oku da adam ol,
boban gibi
eşşeğ olma”
ooof! ! off! f
okuduk da ne oldu…
neyi değiştirdik sanki..
……..
“-hiç unutmam, bir güz günüydü
Akmehmet gözden kaybolmuştu
boynuna sarılmadan, iki elimde tutup,
başıma götürdüm elini,
sırtımı sıvazladı, Allah emanet etti,
sabahın ayazında,
belimde ekmek çıkısı
kasaba yolunda ardım-sıra bakışı
dönüp baksam görecekti, ağladığımı
adım gibi eminim, dönüp baksam….
gözleri dolu-dolu
hiç ardıma bakmadım
seğirtsem yakalardım
Hasan Çeşme’ye varmadan
ağladığımı bilsin istemedim,
Söğütlü’de avuç-avuç
su çarptım yüzüme
bana, sanki iki hafta sonra
köye gelecekmişim gibi gelmişti
“sayılı gün değil mi?
göz açıp kapayıncaya kadar”
gözümün önünde, daha dün gibi hâlâ
belki o dakika geri döndü
ama sanırım peşim sıra yürüdü
yol boyunca,
ünlese seğirtip gidip
sarılacağım, sımsıkı
Ayıplar Korusuna varırken bekledi
Mehmet Amca
Terkisine binmem için ısrar etti
hiç konuşmadan devam ettik, o atında ben yaya
daha ana-kuzusuydum yahu!
ana-kuzusu”
………..
“-daha dün gibi oysa neler çektik yıllar-yılı
neler-neler geldi geçti, aylar, yıllar
köprünün altından ne sular,
ne seller geçti
hangi birini anlatayım
ömür, bir mevsim misali
bahardan gerisini ne yapayım
tomurcuklu fidan gibi
çiçek açtığımızı fark edemedik ki
anasını satayım
oysa bize;
başı dik tutmak,
dönüp, geriye bakmamak,
sana verilen emeklere
boş vermemek,
ananın-babanın hakkını
helal ettirmek
onurlu olmak öğretilmişti
ahval ve şerait ne olursa olsun
“onurlu”
biz de sadece onurlu olduk
başka hiç bir şeyimiz de olmadı zati
başka hiçbir şeye
ihtiyacımız da olmadı vallahi
zati bir daha da görmek nasip olmadı
rahmetliyi”
………………………….
“-oysa…
hastalığını biliyormuş,
o yüzden yolcu etmiş beni
de! ben nerden bilebilirdim
aklı-ermez bir sabi-sübyan
hala yanarım
şuramda bi sızı
hala yanarım
köyde kala da
taş taşıyaydım
ömrü heba ettim
sanki elime ne geçti..”
……
ne zaman …
bir yaşlı kadıncağız görsem
elleri nasırlı,
beli bükük,
gariban!
amaa; gözleri
gözleri sevgiyle bakan
nur içinde yatasıca
anam düşer yadıma
çaresizliğinden çare telkin eden
“Allah beterinden saklasın,
beterin beteri var ay yavrım” deyen
güçsüzlüğünden bize
umut yeşertmeye çabalayan,
yoktan ….
var eden
hiçbir şeyi
esirgemeyen
her öğünde bulup-buşurup
sofayı donatan,
çocukları olmadan
boğazından bir lokma geçmeyen
bizim yediğimizle doyan,
bayramdan bayrama da olsa
sofrada
bir çocuğu eksikse
yüzü gülmeyen
gönüller dolusu güzel dileklerini
“ümmet-i Muhammed’in evlatlarına “
da dileyen
yoları gözleyen
bir araba düdüğü duyulsa…
gecenin geç yarısında
bir araba şavkı yalasa köyü
Akgedik’ten
evladını beklermiş anam
….
anammmm!
her yoldan geleni
kendi evladı sanan
değilse, hiç değilse bir selam bekleyen,
“iyi” haberine
kuşkuyla yaklaşan,
gözleri yolda
gönlü, gurbete uçan
evlatlarının, mutluluğunda
sağlık haberlerinde
ecel geldiğinde bile
mutlanan
anam……….
anam düşer yadıma
anamın yaktığı ağıtlar
“-yağmur yağar
dereleri sel alır
gurbete gidenin
yarin el alır”
her evladı gurbete düşen anaların
ağıtları düşer yadıma
gurbete isyan eden analar
kimi kader mahkumu
kimi gurbet
mahkumlar gelir aklıma
anlayamam
bilemem
kabul edemem
ömrü kahrolası gurbette geçirmek için
ömrü kara zindanlarda geçirmek için
dünyaya gelmeyi
anaların bağrının yanmasını
“gurbette ömrüm geçecek•
bir daracık yerim de yok
oturup derdim dökecek
vefalı bir yarim de yok”
anam ne baharı bilirmiş ne yazı
ne sıcağı, ne ayazı
ne konu-komşunun
ne torunlarının adını
varsa da, yoksa da
beni sayıklar
azıcık canı kaçsa, uyandığında
“-Osman mı geldi” diye
“mektup mu geldi” diye
telaşa kapılırmış
herkese benim adımla
“Osman” diye çağırırmış
yalan değil
gurbete gedenin sadece yarini değil
anasını da el alırmış,
ilk zamanlar baya ağır geldi
ha deyince kabullenemedim
sövdüm-saydım kahrettim ama
biraz da akıl ermezlik tabi
bizim gedeler n’olacaktı
öyle ya.. başlarında kim olacaktı,
anam bir başına nasıl baş edecekti,
duyunca öfkeden deliye döndüm
güya babamın hısımı akrabası yarenlerine
çok sonra, hak verdim, öne düşüp,
yol göstermelerine
beş çocuktan sonra gelin etmişler anamı
anam Hacı Karısı
rahmetli anam,
“üvey kardeşlerimle meşguldür” diye
Allah var benimde hiç aklıma gelmedi
o zamanlar
daha doğrusu isyanlardaydım işin aslı
Allah razı olsun Hacı Amcadan
bizimkileri ayırmamış,
kendi evlatlarından
gerçi anam da güzel kadındı Allah için
otuzunda var yok, dul kaldığında
sıkıntı çekmemiş, Hacıya varınca
derdi tasası kalmamış
benden başka!
bayramlarda beklermiş beni
“geçen bayram gelemedi
bu bayram gelecek” diye diye
duydum
ne zaman,…
öldükten sonra;
kahroldum
ömrüm boyunca
hay bu gurbeti icat edenin
yedi ceddi, sıla yüzü görmesin
gelmek var da nasıl,
evveli, şimdiki gibi vesait bol değil ki
Ankara’ya gel bekle işin yok ise
saatlerce,
trene bin Akşehir’e
oradan aktarma Yalvaç’a
köye nasıl ulaşırsın artık,
orası belli değil,
çoluk-çocuğa da karışınca
insan göze alamıyor, cayıyor
yumurta kapıya gelince
iş başa düşünce
bir de, nereye geleceksin.. be birader
cipe klakson çaldıra-çaldıra
el ne der?
neticede babanın evine gelmiyorsun ki
cesareti kırılıyor insanın
yaz gelene kadar
binlerce hayal kurarsın,
günü geldiğinde
bir şekilde vazgeçersin
şimdilerde insanın yüreğine oturuyor
ta can evine,
yaş kemale erince
kanını donduruyor
ana-baba olmayan
evlat acısını ne bilir
öyle değil mi,
nur içinde yatasıca
cennet mekan anaamm!
beni anmadan dakikası geçmezmiş
kardeşlerimde beni bu yüzden
bir türlü affedemediler ya
kan davalılarıymışım gibi
kin kustular
affedemediler beni
ama… haklılar
yüzüme bakmadılar
el var, gün var demediler
açtılar ağızlarını,
yumdular gözlerini
ağızlarından çıkanı kulakları duymadı
birinin nefesinin bittiği yerde öteki
olsun! onlar benim küçüklerim
ben onların kusuruna bakmam
dört koldan saldırdılar
haklılar
ama
neye yarar
ilenmeler,
küfürler
ahlar
vahlar
anamı geri getirir mi
meğer babam rahmetli
bilirmiş hastalığını
hiç değilse beni gönderebilmiş
“kurtulsun” diye
“adam olursa,
bu da ötekilerin elinden tutar” demiş
ama ne fayda,
günüm buluttan hiç çıkmadı ki,
hem de ben şehri hiç kurtuluş gibi
görmedim ki
ateşin içine bir de onları neden atayım ki
ne zaman
kendi kendini avutan,
eleri pis, perişan,
yüzü yol-yol kirli, gözyaşlarından
eline geçen, başka çocukların
bozuk oyuncaklarının
parçalarıyla sözde oyun oynayan
bir çocuk görsem
köyü hatırlarım,
köy çocuklarını
köyden, şehire göçme
sevdasındakilerin,
tercihini sormadıkları çocuklarını
gündeliğe giden analarca
kendi başına bırakılan
köy kökenli çocukları,
daha adım atmaya başladığında
çileli bir hayata
bir ucundan başlamış,
kendinden sonrakilere
analık-babalık yapmış
iskarpin boyacısı
lastik ayakkabılı çocukları,
uzak diye köyüne dönememiş,
okulda yatıp-kalkan,
badanacı, hamal, kiremit ocaklarında
sigara içerek delikanlılığa adım atan
başkalarının gözünde
böyle adam yerine
konulmayı uman
kendi kazandığı parayı harcayan
beleş bulduğu ömrünü
har-vurup harman savuran
bir yerlere gelmeye
en çok da
kendinden sonrakilere adanmış
onları yaşatmaya
odaklanmış bir yaşam
testinin nerede kırılacağı belli
işte… öylesine bir yaşam felsefesi
şehir eşkıyalarının hedefi,
yoldaşı, rakibi, membaı köy çocuklarına,
kendi ayakları üzerinde durmaya çalışırken
ayak işlerinde heder olan
ayakkabı boyacısı
lastik ayakkabılı
köy çocuklarına
yanarım…sadece
benim yanmam neyi değiştirir ki
ne zaman anasını kaybetmiş bir kuzu
yalnız uçan bir kuş
bir köpek,
bir kedi eniği
bir civciv görsem
….
ne zaman
bir sazın teli
dertli dertli
inilese
ne zaman
bir yanık türkü duysam
düğünlerde bile söylense
oynanmayan
başları
bir o bir bu yana
yaslayan
gözleri dolduran
gurbette olduğumu hatırlarım
gözlerim dolar
burnumun direği sızlar
nefesim daralır
boğazıma bir şeyler düğümlenir
şuramda bir sızı
ürperirim
bitmez bir ağlama nöbetinde gözlerim
dinmez kanar yüreğim
ha deyince
kendime gelemem
….
heder ettim gençliğimi…
bir gurbet türküsü
alır-götürür beni başka yıllara
akranlarımı özlerim
çocukluğumu
köyü,
eşeği,
öküzü,
çilekeşliği,
hatta;
hatta! köpeğimizi boğduranları,
ekinimizi güdenleri,
anımızı kakanları
bizi çekemeyenleri,
hor görenleri,
beni oyuna almayanları,
top oynarken çelme takanları
tepeden bakan akrabaları,
bizim oğlana kız vermeyenleri,
bizim kızı oğlanlarına
layık görmeyenleri,
anamı akrabadan saymayanları
bizim iki keçiyi sürüsüne almayanları,
ziyana girdi diye
muhtara kapattıranları,
…
köydeyken
en sevmediklerimi,
korktuğum köpekleri,
öldürdüğüm yeğe kedileri
kuru ekmeği,
yavan aşı
beni döven oğlanları
elimi kesen kör bıçağı,
hakkından gelemediğim işleri,
ayağıma batan dikenli çetiyi,
sarıbaş dikeni,
ayrığı, kişnişi, acımığı,
kımılı, süneyi, yavsığı,
göğeni, sivrisineği
yanağımdan sokan bambılı,
parmağımı ezen taşı
geçit vermeyen çalıları,
ulaşamadığım dalları
aç kaldığım zamanları,
çaresizlikleri,
en çokta ahrete göçmüş anamı, babamı,
onların gönülden dilenen hayır dualarını
hala beklerim..
o zamanki gibi
şimdi… köyde olmak vardı
sıcağın gözünde
harman etmek,
bulgur aşına talim,
çaysoğanını tuza banmalıyım
yirik pabucum çamura saplanmalı
kışları su doldurmaya giderken
çoban köpekleri kovalamalı,
baharları sabanda, yazları kağnıda
öküzlere gücüm yetmemeli,
köy bekçisi tehdit etmeli,
diğer çobanlar gibi
an kavgalarına karışmalıyım
tarla komşularımla
bayramdan bayrama
birileriyle barışmalıyım
köy odasında karar verilmeli
kavgaya tutuştuğumuz
komşularla nizamıza
öteden beri
düşmanım olmalı birileri,
birileri için kavgaya tutuşmalıyım
başka birileriyle
kim haklı, kim haksız
bana ne
dostumun düşmanı
düşmanım olmalı
bir ziyafet sofrasına
bağdaş kurmalıyım,
anam yağlı dolaza
iki yumurta kırmalı
pırasa yaprağına çökelek,
çomaç dürmeliyim,
belki kar’a pekmez,
belki gevrek ekmek
ayrana
ya da
ne bileyim
işte
…
şöyle sadeyağ sürülmüş
..
ıscacık
kaba ekmek
hor görülmeliyim kasabada
elektrikle ilk tanışmalıyım
kendimi ilk defa görmeliyim
boy aynasında
bir bankanın camlarında
bir gömlek,
bir kravat,
bir elbise
ilk iskarpinim
ayağımı vurmalı
keratam cepte,
manşetimden biri kayıp
elden düşme;
orta mektep şapkamın
armasının teldişlerinden
biri kırık
sabahları çayla kahvaltı,
kışları odun-kömür derdi,
kiralık odalardaki
çilekeş arkadaşlarla
dondurmacıya, köşe bakkala
üçkağıt açmalıyım
bir başkalarının bize attığı
onlarca kazıkların
kuyruk acısını çıkarmalıyım
her yazılıda kopya çekmeli,
beş dakika aralarda
filmlere kaçak girmeliyim
arkadaşımızın kız arkadaşı için
mücadele vermeli,
sınıfımızın kızlarına
laf atanlarla kavga etmeliyim
olmadık kışkırtmalar
güçlü dostluklar kurmalıyım
yalnız kaldıklarımda,
sıkıştırılma,
dayak yeme korkusu
bilinçaltıma yerleşmeli
birilerini yalnız yakalama umudu
birilerine haddini bildirme hırsı
sarmalı benliğimi
siyasi mücadele verdiğimiz
yandaşlarımız,
ötekilerle tartışmalar
birilerine yaranma çabalarımız
birilerine görünme
okudum diye
hava atmaya çalıştığımız kitaplar,
ilk aşklar,,
ilk mektuplar,,
ilk sigaralar,,
ilk sarhoşluk denemeleri,
ilk iç çekmeler
ve ilk yarım kalan sevdalar,
ilk yazılamamış mektuplar,
ilk verilememiş mektuplar,
ilk yaşadığımız ihanetler
arkadaşımın aşkına
vermediğimiz yüzler
sonra gerçek şamar gibi inmeli suratıma
kavilleştiğim kız doktor olmalı,
ben imtihana girme imkanından yoksun
çaresiz askere gitmeliyim, …
gittik
sınırdan adam kaçırtmışım
yandı askerlik
sil baştan, bu güne kadar çektiklerimi
bir Allah bilir bir ben
eşime bile anlatmamışım
anlatamam ki
kafanızı ağrıtmıyorum değil mi
yeri geldi de, öyle
ne yüzle geleceksin köye
terhiste ver elini Meclis’e
dedim ki “-Ispartalı’yım”
….
ertesi gün memuriyete başlamalıyım,
Ankara’nın en ücra köşesinde
bir gecekonduda açmalıyım gözlerimi
yeni başlayan güne
…
ondan sonra meslek öğreneceğim,
şef olacağım derken
su gibi akıp giden zaman
sele kapılıp giden hayat
çoluk-çocuk
derken…
film gibi
aaaaahhhhhh aahh!
şimdi kırk yıl geride olmak var
anasına satayım,
ne okullarda dirsek çürütme
ne iş,
ne meslekte yükselme
ne emekli olma kaygısı
ne kıdem tazminatı,
ne zabıta
ne polis
ne maliye
ne elektrik-su
ne ay sonu korkusu
ne vadesi gelmiş borçlar,
ne tahsil edilememiş alacaklar
ne alacakla
borç ödeme telaşı
ne onun-bunun sayesinde
hanımın ısrar üstüne ısrarıyla
“olacaksan ol” dedim de
üye olduk sözde
yıllarca aidat ödediğimiz
ara taksitleri ödeyemeyince
ceza yediğimiz,
bankalardan kredi alıp
çoluk-çocuğun nafakasından çalıp
yemeyip, giymeyip,
memlekete gelemeyip
yirmi yıl ödediğimiz
bir de tutup ortada hiçbir şey yokken
alıp başını giden
Antalya’daki kooperatifçi,
sonraki müteahhide ödenen
onca para,
onca dönen dolap,
heyhat….
kafama dank etti ki
benden başka herkes
bir kumpanyanın içinde
her şeye razı olup;
hanımın ısrarını kıramayıp
ne işimiz varsa Antalya’da
ellerin memleketinde
bu yaştan sonra….
bu yaştan sonra
taşındığımız sitede
daha önce hiçbirini
şahsen dahi
tanımadığımız
bize uygun olmayan komşular,
ayrı dünyalardaki
karım,
evlatlarım
gözümde tüten torunlar
nerdeler
nasıllar ki!
insan,!
yeter artık diyor feleğe
toprak beni çekiyor mu ne!
yorgun argın gittiğin yolun
neresindeyim…
insan kendiliğinden kabulleniyor
gidişatı
yavaş.. yavaş! yanaşıyor limana
inmek için değil,
binmek için kalkan ilk trene
biletim daha doğduğumda
tutuşturulmuş elime
uğurlamaya gelenler kim
kimi uğurluyorlar
umurumda değil,
bana ne
kim bu el sallayanlar
sallanan mendil,
dökülen göz yaşları kimin için
benden şikayetçi olanlar
bayram edin
ne dargınım ne küs,
üç günlük dünyaya
heyecanla geldim,
rolümü oynadım
sahneden iniyorum
ne başarıp-başaramadığım
kaygısındayım
ne alkış
benden şikayetçi olmasınlar da
o bana yeter
vicdanım rahat
ne fark eder
de!
hinci bizi nere korlar,
çoluk-çocuk bizim buraları bilmez,
biz onların oraları,
benden arkaya kalırsa,
hanım nere götürü,
asıl da can alıcısı,
ben arkaya kalırsam
onu nere götüreyim,
ilk hanım, için yıllarca
hastane kapılarında
çektiğimiz onca çil(l) e
kendi de çok çekti zavallı,
bana da çektirdi
çoluk-çocuğun sefaletini
anlatmaya dilim varmaz,
gören göz razı olmaz,
“-kurtuldu” dedik
çocuklar küçük
elde-avuçta da kalmadı
bir sene çoluk-çocuk
ziyaretine gittik
sonra unuttuk gittik zavallıyı,
dertten-telaşeden
üç sene öyle geçti
çektiğimi bir ben bilirim
bir de yukarda Allah
olduk-gittik
konu-komşunun yardımıyla
Allah hepsinden razı olsun,
hem baba oldum çocuklara,
hem ana,
çocuklar daha küçük
üvey ana eline bakmasınlar diye
üç sene bekar kaldım,
derken işte
eş-dos(t) araya girdiler de,
çocuğu olmadı diye
kocası çıkarıvermiş
şimdiki bu hanımı aldım
hakikaten temiz, tertipli,
evimize bir tertip-düzen geldi
çocukların üstü başı düzeldi
çocuğu olmadığından
hanım onların üstüne titrerdi de
onlar analarının yerine
koyamadılar bir kere bile
üstelik hanımı tazeledik,
tamam olmasına tamam,
ama,
yamanın üstüne yama
tutmuyor ves-selam…
gıybet etmiş olmayayım şimdi
ilk hanım o hasta halinde
beni kapıda karşılardı,
acı yavan-kuru soğan
sofrasını kurmuş olurdu
sabah erkenden kalkardı,
kahvaltıyı hazırlar
çoluk-çocuğu doyururdu
el-pençe divan dururdu
sanki ömrünü kısa olduğunu
biliyordu da
dolu-dolu yaşamak istiyordu
Allah’ın garibi,
babası bilmem nereliydi
memur gitmiş bilmem nereye
tutmuş, oradan evlenmiş, benim gibi
kendi bilmen nerde doğmuş,
biz memuriyette tanıştık,
evlendik,
imkanlar da elvermeyince
tuttuk, onu oraya defnettik
biz şimdi başka yerdeyiz,
biz nereliyiz,…
çocukların her biri
ayrı bir yerde dünyaya geldi,
her biri ayrı bir yerde okudu,
şimdi her biri ayrı memlekette memur
herkesin evi ayrı,
yolu ayrı
Allah’a şükür,.. işleri yolunda da,
dertleri başlarından aşkın
kendi dertleri kendilerine yetiyor tabi
aramazlar-sormazlar ne beni, ne annelerini
zorr be! ………
insan kendini bir yere ait hissetmez mi yahu!
….
ben nere gideyim şimdi”
…….
uzaklardan gelmiş,
üç-beş kişiyle kalkan bir cenaze,
kendi başına avunan çocuk
ak sakallı bir ihtiyar,
yaşlı bir kadın
kökü alana çıkmış bir ot,
yalnız uçan bir kuş
bir gurbet türküsü
alır götürür beni
kahrederim her şeye
sabahtan akşama çalıştığım
torpille girdiğim işe,
sabahtan akşama katlandığım
sahte yüzlere,
ödediğim kiralara
taksitlere
eşya almak için
ödenecek aidatlar için
kıdem tazminatı için
emeklilik maaşı için
harcanan ömre
yanarım…
ömrümü verdiğim
çocuklarımı göremeyişime
hanımla
ayrılıp giden dünyalarımıza
bize uymayan gelinime
tanımadığımız damadıma
doğumundan haberdar olmadığımız
gözümde tüten torunlarıma
yanarım,
ne için geldik dünyaya
neyin mücadelesini verdik bunca zaman
ne umduk, ne bulduk
kira, taksit, borç
elektrik, su, vergi harç
ver ha-bire
sorma ver
yetmedi, bitmedi,
boşa koydum dolmadı,
doluya koydum almadı
sıfır,
elde var sıfır
…
boş verelim şimdi bunlara
nerden kalkar bizim köye araba
………..
geç mi kaldık,
………..
hep kaçırdım ben onu
………..
oysa hep heyecanlanmışımdır
memleket plakalı bir vasıta gördüğümde
erken uyanır, erken kalkarım
bu gün sabah,
sabah-sabah canım sıkıldı,
“kaç” dedim hem hava alayım
hem de yürüyeyim
dizlerime iyi gelir
hem de caddenin sonundaki fırından
ekmek alayım tazecik
iki ekmek aldım yürürken
baktım bir otuziki plakalı araba
el etmişiyim
durdular
nerelisiniz diyecektim
“nereye” demişiyim
“Isparta’ya
atla amca” dediler
geri de dönemedim
ver elini Isparta
Dörtyola kadar bıraktılar,
bizim buraları da gayet iyi biliyorlar
Allah var, eve haber bile veremedim
Karaağaç’tan gelen bir minibüsle geldim
yeni garajı da girişe yapmışlar
de
“köyün arabası nerden kalkar”
bilmeyince sora sora
onu da kaçırmışız baksana
köye giden
araba kalkmış,
……….
belli nasip olmayacak
….
ben hep kaçırdım köyün arabasını
..
o yana giden başka araba yok mu ki?
…..
ya! vaktimiz olmadı,
ya! paramız
ya da her ikisi de
eller gibi, yaz gelince
o sahil senin,
bu yazlık benim
hiç olmadı hayatımda
ilk zamanlar
elde avuçta yok zati
düğün borçları,
sonraları da..
yetemedik, bitemedik
derken ilk hanımın hastalığı,
çocuklar…
çocukların okuluydu
şunuydu-bunuydu
ikinci hanım bizim gibi
köylü kısmı değil ki
anlamadı vardan-yoktan
işte.. geliverdik buralara
ömürde bir kendim oldum
aldım başımı çıktım
nere gideceğim
tabi köye
de…
bak onu da arabayı kaçırmışıyız gene
o yana giden arabalara binsem
şoseden alan olmaz mı beni,
ya da …insem Gövceli Köprüsünde
tırmansam Yazılıya
dizlerim tutar mı,
gelen giden olmaz mı,
bir yoldaş hani,
çocukluğumuzdaki gibi
tırmansam Yazılıya
bari yeğenlerim beni tanısa
….
bana sahip çıksalar
adını bile bilmediğim
öz-be öz yeğenlerim
…
hiç bir şey olmamış gibi
…….
evvel Allah hiç kimseye yük olmam da
gel de bunu anlat onlara
hiç aradan yıllar geçmemiş gibi
bağırlarına bassalar beni
şu yalan dünyada
onlardan başka kimim var ki.
onlar da belki haklı olarak
terekenin peşinden geldim sanacak
anamın vefatından sonra geldiğimde
imza ediverdim küçük biradere
nesi vardı ki garibanların zati
hisseme ne düşecekti,
üç baş koyun dediler,
“ne yapayım” dedim
kesip yiyecekte değildim ki
istemedim
“-ad anmalık” dedim
bacım “içi boşalmış yün yastık eskisi”
getirdi verdi
onu da hanım ortadan kaldırdı
“sana sıkıntı veriyor
tansiyonun, şekerin fırlar” dedi
ortalıktan kaldırdı
anamın baş koyduğu yastığı
bu güne kadar bir avuç toprağım
bir dikili ağacım olmadı ki
saksılarda da acımık, ayrık, kişniş, tiken çeti
çalı yetişmez ki
ne yapayım çiftlik verseler
köyü üstüme geçiriverseler şimdi..
şöyle bir göz oda olsa da,
sabah tarlaya-takkaya
gedenlerle bir uyansam
o gidenlerde evzinsem,
sığır sürenlerle
yolcu geçirenlerle
yarenlik,
kahvede sabah çayı,
ısmarlasam herkese,
sahi
……..
Deli Yakıp sağ değil mi,
Deli Adil,
Deli Aziz
Güçcük Bolat,
Goca Durmuş,
Goca Hesne
Gızıl Eşe
Hoca Melit,
Cüce Melit,
Deli Melit
Kör İzzet,
Topal Hasan
Hacı Hasan
Hacı Apdılla,
Yabıroğlu,
Kısıroğlu,
Köseoğlu,
Hacıme(h) metoğlu,
Hacıoğlu,
Türkoğlu,
Leyleğoğlu,
Dehmenoğlu,
Sarı Ali
Saat Ali
Türk Ali,
Hasan Ali,
Dıngıdık,
Gambır Felek
Göplek
Ak Mehmet,
Sarı Mamıt,
Kel Bayram
Gara Molla
Kel Sülü
Kel Arif,
Kel Dudu
Cıstan
Arif Osman,
Osman Çavış
Gara Sümen
Gara Veli,
Gara İbrem,
Gara Bayram,
Gara Hacı,
Gart Mustafa,
Yabır Dede,
Üsük Dede
Ceviz
Tıkırdak,
Deveci,
Ala Kemal
Aladeli
Hacıbey,
Akili,
Ciçili,
Bocut Haceri,
Sümen Aşası
Ümmülü,
Çöllü,
Gucur
Gozir Emmi,
Bobuş Emmi,
Gökçe Dayı
Sarı Dayı
Mırı Şaban,
Zebit
Topal Ismayıl,
Kel Sülemenin Ismayıl,
Feyzullah,
Hidayet,
Tahsin,
Yörüğ Ebe
Hacer Ebe
Macar Ebe
Çakal Ebe
Goyun Ebe
Gısır Aşa
Sultanca
Zeynepçe
Hatma Ğelin,
Cennet Gelin,
Çakal Gızı,
İminecik
Göde Kezban
Fatmaca
Dört Osman
Kul Osman
Hacı Mamıdın Osman,
Sıştı Sülemen,
Kısır Hasan,
Potak Efe
Yan Efe
Yan Halil,
Yamık Cöbe
Bedel,
Avilden,
Bambayram,
Kabış,
Hacı Memed
Dal Memed
Köse Memed,
Pandal Memed,
Göpleğin Amet
Angaralı,
Hamıza,
Gara Hacı,
Akkulak
Koyun İrbem
desene köye gitmeye gerek kalmamış,
…
“biraz zamana bırak”ayım öylemi
aslan yeğenim
……….
hangi zamana
! ! !
ha!
Kayıt Tarihi : 18.11.2006 11:59:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Çocuk yaşta köyden ayrılan, bir daha dönemeyen, kendisinden haber alınamayan Aynı Hasan'ın Osman; 40 yıl sonra köye gelir. Birkaç gün sonra bir gece; ertesi gün sabahtan köyden ayrılacağı için herkesle vedalaşır ancak köyden değil dünyadan ayrılır... İbrahim Çelikli'

Sanırım unuttuğun isim kalmamış ama, bu epik, destansı şiiri okuyunca keyiflenmişlerdir...
Keyifle okudum.
Emeğine ve yüreğine sağlık.
Selam ve sevgilerimle...
Nafi Çelik
ama eminim güzeldir..
+10 puan.....
her yoldan geleni
kendi evladı sanan
değilse, hiç değilse bir selam bekleyen,
“iyi” haberine
kuşkuyla yaklaşan,
gözleri yolda
gönlü, gurbete uçan
evlatlarının, mutluluğunda
sağlık haberlerinde
ecel geldiğinde bile
mutlanan
anam……….
anam düşer yadıma
anamın yaktığı ağıtlar
“-yağmur yağar
dereleri sel alır
gurbete gidenin
yarin el alır” ..anamm ben senin oğlunum bak bana koklabeni anam toprağın kokuyıorum , üzülme anam evladım yok buralarad diye bir kaşılta bana koy senin terinin aktığı tarhana çorbandan içerim belki gelir geçerken kapından
TÜM YORUMLAR (8)