A/Teist
Felsefi terimleri kullanırken her defasında Felsefe Sözlüğüne bakarım. Çünkü aklımda tutamam tam olarak içeriği. Skolastik, Vahdet-i Vücut, Evrim, Deizm, Teizm, Monoteizm, Ateizm, Panteizm, Substance, İdealizm, İşrakîlik, Monizm, Fatalizm, Atomizm, Metafizik, Determinizm, Materyalizm, Rasyonalizm, Archee. Bu terimlerin hepsi elbet felsefi açıdan insana kaynak. Fakat yapılan büyük bir hata var! İnsanı bu terimlere sıkıştırmak ya da bu terimlerle kategorize etmek var! Yani insanları bu terimlerle tanımlamak yanlışı var! Şahsen ben bu terimlerin hiç birine tam olarak sıkışamam, ya da hepsinden bende biraz var! Her insana ait farklı durumlar olacaktır, olmalı! Böyle geniş açıdan bakmalı…
Ateist ve deist bu ikisini açıklamak yeterli bu yazımın başlığı açısından!
Yanlışlığı iddia edilemeyen bir şeyin doğruluk değeri olmaz! Bir şeye “Yanlış” denemediğinde o şey “Doğru” olarak sunulamaz! Sunulursa, inanç ve kabul olur. Yani doğrulanması için “Yanlış” iddiasının önü tıkalı olamaz! Algılanmayan da bilinmeyen de var veya yok bir anlamı olmaz! Yani bir şey var ve algılanmıyor ise bu boyutta onu algılatacak bir etki oluşturmuyor ise o halde, o her ne ise varlığı iddia edilse, inanılsa da inkar edilse de bir anlamı olmaz! Algılanmayan bir şeyin anlamı olmaz!
Avam lisanıyla yazmak istiyorum bu tanımları!
Ateist: Tanrıtanımaz! İlah tanımaz! Bir ateist, evrende bir varlığın bu evrendeki tüm işleyişe müdahale edebilir ve evrenin sahibi fikrinden uzak olmalıdır! Yaratıcı konusunda nötr olmalı! Eğer sıkışınca bir yaratıcıya sığınıyor ise “Ateist” de değildir!
Deist: Bir deist, yaratıcının varlığına inanır ama bu yaratıcının insanlara bir aracı (put, totem, kişi, seçilmiş ırk gibi) aracılarla kutsal bir bilgi ulaştırmadığını, bu bilgileri ulaştıranların kendilerine durumdan vazife çıkardığını söyleyebilir! Yani Yaratıcı var aracı yok! Bu Yunus’un, Hallaç’ın ve Muhyiddin İbn-i Arabinin de nihai hedeflerine yakındır! Burayı yanlış anlamayalım Muhyiddin İbn-i Arabi “Arif için din yoktur! ” mealinde söylerken dini dışlamıyor aksine arif dini her anlamıyla tamamlamış kişidir diyor, kanımca; ben öyle anlıyorum. Din bir araç ve süreçtir kişi bu süreci tamamladığında “Arif” olacak ve bir arif için de dinin sakındırmalarının bir anlamı kalmayacak! Çünkü zaten içindeki vicdani mekanizma işliyordur! Aracı bir dine ihtiyacı kalmamıştır. Hedefe ulaşmak gibi ama “Hedefe ulaştım! ” sanmak da vardır, bu nedenle “Din tamam oldu! ” demek ciddi bir iştir. Kuranda dinin tamamlanacağı hakikati vardır! Ve din tamamlanmıştır ki yenisi gelmeyecek! Kişi kendi açısından dini tamamladığını düşünebilir, buna hakkı vardır çünkü kimse, kimseyi bilemez, ölçmeye de yetkili değildir! İnsanlar kendi aralarında “İnsan” olarak eşit olduğu gibi Allah huzurunda da “Kul” olarak eşittirler! Bu anlamda bir üstünlük iddiası zaten anlamsız olacaktır!
"Hikayeler hakikatlerden çıkar" konusu şu açıdan önemli; eski zaman hikayesi de olsa yeni hikaye de olsa bir arka planı var! "Ateş olmayan yerden duman çıkmaz! " Ben, dumandan ateşe doğru bir yol izlemeyi ya da dumandan ateşin nasıl bir etki yapacağına dair bir fikir edinmek için eski zaman hikayelerinin arka planına baktım. Yeni hikayeler de elbet kişinin düşünce dünyasının zenginliğine bakar! Aslında hikayesi olmayan bir hakikat gizli kalmış demektir. "Bilinmek isteği ile yaratmak" bu açıdan hikayeler bir şeyin bilinmesine dair yaratılır. İnsanı bir hikaye olarak düşünür isek yaratıcı kendini bildirmek göstermek, bilinmek için hikayesini yazmış, evrene de yazmış, insana da böyle düşünülebilir!
Bir hakikat var ise o hakikatin bilinmesi için bir hikaye de olacak! Madem bilinmesi isteninen için bir hikaye yaratılıyor pek ala insanlar da kendi hikayelerini üretebilir ve zaten üretiyorlar. Bu ürettikleri hikayede de “Baş rol” olmaları doğaldır! Yani eski çağlar için düşünür isek önceleri kendilerini “İnsan ilah” sunmaları daha sonra da süreç içinde ilahlara “Aracı” olarak sunmaları gayet doğal karşılanmalı! Elbet bu ilah ve aracıları, toplumdan ayrıcalık isteyecek; kabul edenlerden bu ayrıcalığı rıza ile alırlar, kabul etmeyenleri de ilahlarla korkutup ya da ilahlar adına savaşarak alırlar! İsteyen istediği şekilde inansın! Yani “İnanan” a karışılmadığında sorun çıkmaz!
Hikayeler içinde yolunu ya da hakikati arayan insanlar eski nakil hikayelere yenilerini eklemeye devam edecek ya da eskileri zaman içinde zaten eksiltip azaltmış; egemenlerin, kralların kontrolünden, süzgecinden geçmeyenler de zaten günümüze ulaşmamış. Eski Mısır İskenderiye kütüphanesinin defalarca yakılması, kutsal kitapların deforme edilmiş olması da kaynakların güvenilirliğine gölge düşürmüş bu nedenle kaynaklar kutsal olanlar da dahil yenilenmiş. Sonuçta, “Son kutsal kitap, son elçi" şeklinde bu yenilenme süreci tamamlanmış. İnsanlığı şimdi bekleyen ise bu kaynaklardan elde kalanla bilimi hatta felsefeyi birleştirip yol almak. Tabi ki bu yolda yine insanın, orjin insanın potansiyeli önemli. İnsan, bizzat kendi potansiyelini kullandığında mutlu olacak başkasına potansiyelini bir şekilde (inanç ekseninde rıza ile) verenler ise kendileri, potansiyel verdiği kişi ve ideale kurban olacak!
"Yatır mı katır mı? " böyle bir hikaye meşhurdur! Adamın biri katırını çok severmiş, bir seyahatte iken katır yolsa ölür, katırının öldüğü yere de bir mezar kazıp başına da bir başlık koyar; çul, çaput bağlar ve oradan gider! Yıllar sonra bakar ki bu katırın mezarının etrafına kocaman bir türbe yapılmış, mumlar-çaputlar gırla gidiyor! Tabi katırının mezarını biliyor ya ahaliye sorar! "Burada ne var ki böyle önemseniyor halk tarafından? " Biri cevap verir "Burası yatır! " Adam içinden "Yatır mı katır mı orasını ben biliyorum! " der güler ve gider!
Yatır konusunda hatta yatıra benzer dini ya da dini olmayan özel mekanlar hakkında şöyle düşünülebilir! Bir mekan ya da bir unsur, eğer halkın topluca ilgisini çekmişse o yer veya o unsura insanlardan bir mana akmaya başlar! Bu mana o yer veya unsurun majisi, sihri olur! Sihir gibi o unsur ya da yer insanların potansiyel verdiği enerjiyle yüklenir ve bazı olağanüstü haller buradan görünmeye başlar! Bu zincirleme bir reaksiyon ile çok güçlü bir metafizik alanı da oluşturur! Bu metafizik alan aslında mekandan değil mekana verilen metafizik insan potansiyelinden kaynaklıdır! Çok ziyaret edilen binlerce milyonlarca insanın ziyaret ettiği bir mekanın majisi, sihri doğal olarak yükselir!
Eski çağlarda putlar, ilahlar için de bu geçerlidir! Bir puta ya da ilaha ne kadar çok tapınma olmuşsa o put ya da ilahın majisi, sihri o kadar artar! Bu toplumsal alanda sosyal medya ya da siyasi alanda görülür; ideolojik alanda da görülür! Bir ideolojik, dini ve fan fikirler, görüşler takipçisi ve sevenlerinin de potansiyelini yüklenir! “Arkamda şu kadar kişi var! ” söylemi yabana atılmamalı. Bazı bu potansiyel şuursuzca da oluşabilir! Bazısı da eski kabuller üzerine bina edilir! Her durumda insanın kendi potansiyelini verdiği ve bu potansiyelin alındığı bir kutsal mekan, kutsal unsur gözlemlenir!
Eski dinsel hikayelere, hurafe karışması doğaldır ve pek çoğuna zaten karışmış ki taraftarlarınca izahı da güçleşir! Tarihte "Kurtarıcı, kahraman" olarak bilinen bazı kişilerin aslında sahtekar, kurnazlar olması muhtemeldir!
Son tahlilde; ateistlerin, tanrı ilah tanımamasının kendilerinden başka kimseye bir zararı olamaz, olmamalı; hukukun işlediği bir toplumda! Teist olan, yani tanrıya inananların da diğer insanlardan daha üstün olduğu iddia edilmemeli! Yani Tanrının varlığı tartışmasız bir inançla kabul edilmiş ise bu inancı taşımanın inanç mertebesinde somut bir üstünlük sağlaması adil olmaz! Zaten yanlışlığı iddia edilmeyen bir inancın, doğruluğu da dayatılmamalı! Yani soyut inanç, somut olarak gösterilemiyor ve algılanamıyor ise “Soyut” olarak inançta bireyin özünde yerini bulabilir ama algılanmayan bir şey, diğer bireylere “İnanç” ekseninde kabul ettirilemez! Bu mümkün değil. Nasrettin hoca fıkrası vardı; fakir bir adam, ekmeğini kızarmış tavuk satan bir adamın tavuğuna bakarak uzaktan bandırıp yermiş! Tavukçu bu zavallının uzaktan yalanmasına da bir ücret talep edince Nasrettin Hoca, kadı (Hakim) huzuruna gelirler! Hoca durumu dinledikten sonra tavukçuyu haklı bulur ve hüküm verir! Avucuna bir miktar altın alır ve tavukçunun kulağına şıkırdatır, göz önünde tutar ve şöyle söyler; “Tavuğun uzaktan görüntüsünü satan, paranın şıkırtısını ve görüntüsünü alır! ”
Bu konular çok konuşulacak!
Selametle;
Ahmet Bektaş
Ahmet BektaşKayıt Tarihi : 23.4.2014 01:23:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Felsefi terimleri kullanırken her defasında Felsefe Sözlüğüne bakarım. Çünkü aklımda tutamam tam olarak içeriği. Skolastik, Vahdet-i Vücut, Evrim, Deizm, Teizm, Monoteizm, Ateizm, Panteizm, Substance, İdealizm, İşrakîlik, Monizm, Fatalizm, Atomizm, Metafizik, Determinizm, Materyalizm, Rasyonalizm, Archee. Bu terimlerin hepsi elbet felsefi açıdan insana kaynak. Fakat yapılan büyük bir hata var! İnsanı bu terimlere sıkıştırmak ya da bu terimlerle kategorize etmek var! Yani insanları bu terimlerle tanımlamak yanlışı var! Şahsen ben bu terimlerin hiç birine tam olarak sıkışamam, ya da hepsinden bende biraz var! Her insana ait farklı durumlar olacaktır, olmalı! Böyle geniş açıdan bakmalı… Ateist ve deist bu ikisini açıklamak yeterli bu yazımın başlığı açısından! Yanlışlığı iddia edilemeyen bir şeyin doğruluk değeri olmaz! Bir şeye “Yanlış” denemediğinde o şey “Doğru” olarak sunulamaz! Sunulursa, inanç ve kabul olur. Yani doğrulanması için “Yanlış” iddiasının önü tıkalı olamaz! Algılanmayan da bilinmeyen de var veya yok bir anlamı olmaz! Yani bir şey var ve algılanmıyor ise bu boyutta onu algılatacak bir etki oluşturmuyor ise o halde, o her ne ise varlığı iddia edilse, inanılsa da inkar edilse de bir anlamı olmaz! Algılanmayan bir şeyin anlamı olmaz!
TÜM YORUMLAR (1)