A. Sınıf Tiyatrosu Kısa Oyunlar: 20 Bir ...

Fevzi Günenç
551

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

A. Sınıf Tiyatrosu Kısa Oyunlar: 20 Bir Turist, Bin Turist

A. Sınıf Tiyatrosu Kısa Oyunlar: 20
Bir Turist, Bin Turist
15 - 22 Nisan Turizm Haftası
Yazan Fevzi Günenç

KİŞİLER:

CİHAN:
MR. BROWN:
MRS. BROWN:
JACK:
MARY:
BAY AYAN
BAYAN AYAN
İLKER

DEKOR-ORTAM:
Kentte bir anayol alanı. Sağda solda caddelerin adlarını gösteren oklu levhalar. Bay ve Bayan Brown biri kız, öbürü erkek olan iki çocuğundan oluşan bir turist kafilesi sağa sola bakınarak bir şeyler aramaktadır.

CİHAN: (Karşıdan çıkar, turistlere doğru yürür. Yanlarına gelince durur.) Günaydın efendim, size yardımcı olabilir miyim?
CİHAN: Gunaydin dedi, Gunaydin dedi.
MARY: Yes yes gunaydin dedi. Gunaydin boy! Ben de diyor sana gunaydin.
CİHAN: Günaydın bayan.

MARY: (Sevinçli) Bana bayan dedi. Turkish boy bana bayan dedi. Tesekkurler Turkish boy.
CİHAN: Benim adım Cihan efendim. Lütfen Türkiş boy deyip durmayın.
MARY: Cihan? Is your name Cihan?
CİHAN: Yes yani evet.
MARY: Çok guzel isim Cihan.
CİHAN: Anlamını biliyor musunuz?
MARY: Yok, ben bilmek yok anlam. Ama çok güzel ad bu.
CİHAN: Anlamını bilmeden güzel olduğunu nasıl anladınız?
MARY: Kulağa hoş gelmek.
CİHAN: Teşekkür ederim.
MARY: Benim ad da Mary.
CİHAN: Demek sizin adınız da Mary. Başka bir şey olsa şaşardım zaten. Amerika’da bütün kızların adı Mary galiba.
MARY: Yok ben Amerikan olmak. Ben Canadian.
CİHAN: Kanadalı ha! Bakın buna daha çok sevindim. (Elini uzatır) Türkiye’ye hoş geldin Kanadalı bayan.
MARY: (Öbürlerine böbürlenir) Bana yine bayan dedi.

ÖBÜRLERİ GÜLÜMSER.

MARY: (Cihan’la tokalaşır) Hoş bulduk Turkish boy. Pardon Cihan… Boyleydi degil mi?
CİHAN: Oyleydi… (Kendi kendine) Hay Allah, benim de dilimi şaşırttı bunlar.
MRS. BROWN: Günaydın child.
CİHAN: Ben artık çocuk değilim efendim. Ben boy oldum.
MR. BROWN: Günaydın Mister Cihan.
CİHAN: O kadar da değil Mister amca. Boy oldum ama mister olmadım daha.
MR. BROWN: Tamam tamam, Artik sen mister de olacak.

JACK: (Cihan’a) Pardon boy… Gunaydin demek unuttu ben sana. Gunaydin!
CİHAN: Günaydın Kanadalı çocuk.
JACK: Benim ad da…
CİHAN: Dur ben söyleyeyim. Jack mı?
JACK: Evet, siz nereden biliyor?
CİHAN: Boş ver… (Kendi kendine) Nasıl olsa hepiniz Jack’sınız. İsim kıtlığı var galiba oralarda. (Mr. Brown’a) Siz turist misiniz efendim?
JACK: Turist dedi.
MARY: Ben de anladım “turist miyiz” diye soruyor.
CİHAN: (Kendi kendine) Tuhaf… Türk desem, Türk değil bunlar… Turist desem turiste de benzemiyorlar. Bir çivileri noksan galiba?
JACK: “Çivi” dedi
MARY: “Noksan” dedi.
MR. BROWN: Nedir noksan olan “çivi” Turkish boy?
CİHAN: Duydunuz mu?
MRS. BROWN: Ne duyduk mu?
CİHAN: “Çivi”yi yavaş söylemiştim ama… Yine de duydunuz demek. Neyse canım… İşimize bakalım. Şimdi boş verin siz “çivi”yi “mivi”yi.
MR. BROWN: Mivi? .. Nedir o? Ben konuşur yillardir Türkish. Hiç duymadim “mivi”yi.
CİHAN: Aldırmayın siz bunlara… Konuşmalara istenmeden kene gibi yapışan sözcüklerdir bunlar efendim. Yani “turist - murist” te olduğu gibi.
MRS. BROWN: “Murist” nedir Mister Brown?
MR. BROWN: Bos vermeeek muristi... Kene kene…
CİHAN: Bir yeri arıyorsunuz galiba efendim. Size yardımcı olabilir miyim?
MRS BROWN: (Jack’a) What’s he say, Mrs. Brown?
MRS. BROWN: Bu boy mu? .. Ne mi? diyor? .. Şey diyor… Diyor ki… Ne diyor?

MR BROWN (Güler) Hani “Ben iyice öğrendi Turkish” diyordu sen?
MRS. BROWN: Elbette öğrendi ben Turkish. Ama daha yeni konuşuyor ben. Hic pratik yapmak olmadı.
MR. BROWN: Bak çocuklar da pratik yapmadı ama onlar maşalla konusuyor bulbul gibi.
CİHAN: (Kendi kendine) Ne bülbül ya…
MRS. BROWN: Madem anladilar, söylesinler bakalim. Ne diyor bu Turkish boy?
MR. BAKER: Söyle Jack…
JACK: Bu Turkish boy diyor ki?
MR. BAKER: Evet? ..
JACK: Diyor ki…
MR. BAKER: Ne diyor?
JACK: Bir seyler diyor işte papa.
MARY: Anlamadi anlamadi, Turkish boyun “Size yardimci olabilir miyim dedigini anlamadi Jack! ...
MR. BROWN: (Mary’ye) Kopya vermek yok…
JACK: Yani bir şeyler dedi işte…
MR. BROWN: Bir şeyler dediği muhakkak ama ne diyor?
JACK: Ne demisti? Yineleyebilir mi acaba?
CİHAN: Elbette yinelerim. I told you that can I help you.
JACK: Size yardım edebilir miyim diyor.
MR. BROWN: O kadarını biz de anladık. Zaten İngilizce söyledi bunu. Önemli olan Türkçesini anlamak. (Cihan’a) Hey, boy. Do you speak Turkish please.
CİHAN: Certainly… Yani tabii, elbette… Kuşkusuz… Nereyi arıyorsunuz acaba?
JACK: Çeviriyorum: Bu Türkish boy dedi ki, size yardım edebilir miyim, dedi.

HEPSİ GÜLER.

MR. BROWN: Sen söyle Mary. Ne dedi?

MARY: Gitmek istediğimiz yeri sordu. Bize yardım edecekmiş.
JACK: Ben de öyle anlamıştım zaten. Bakın şimdi ne güzel anlaşacağım onunla. (Cihan’a) Hello Turkısh boy. Yani Merhaba Türk çocuk. I am an Canadian boy. Ben Kanadalı bir çocugum. Adim Jack. What is your name? Siz ad ne?
CİHAN: Hello Jack. My mame is Cihan.
MR. BROWN: Türkish konus lutfen mister boy. Biz öğrenmek istiyor Turkish. Biz hem tatil yapacak, hem dil öğrenecek. Siz Türkler dogru söyler: Bir dil bir adam, iki dil iki adam.
CİHAN: Peki, anlaştık. Benim adım Cihan. Size nasıl yardımcı olabilirim?
MR. BROWN: Şimdi sor bakalım ona Jack, Bay Ayan’ların evini biliyor mu bu boy?
JACK: Hım… I am soracak ona where is Mr Ayan home? Türkçesi nasıl söyleniyordu bunun? Of papa! Bütün zor soruları bana sorduruyorsun. Bir da ablam sorsun.
MR. BROWN: Tamam… Sen sor Mary.
MARY: Bay Cihan, acaba siz ev biliyor mu?
JACK: Ev mi? Ne evi?
MR. BROWN: Bay Ayanlar evi.
CİHAN: (Güler)
MRS. BROWN: Türkish boy niçin gülüyor? Benim kız kötü konuştu?
JACK: Hayır kötü konuşmadı. Siz bizim evi arıyorsunuz da ona gülüyorum.
MRS BROWN: Nasil sizin ev?
CİHAN: Ben Bay Ayan’ın oğluyum.
JACK: What?
MR. BROWN: Türkçe sor!
JACK: Ne?
MARY: Ne?
MRS. BROWN: Ne?
MR BROWN: Türkçeyi öğrenmek için sizin daha… (Jack’a) Nasıl söylüyor siz fırın ekmek yemek?
CİHAN: Kırk fırın ekmek yemelisiniz.

MR. BROWN: Aynen boyle. Sizin Turkçe ogrenmek için daha 40 fırın yemek gerek.
CİHAN: Fırın değil 40 fırın ekmek.
MR. BROWN: Evet, ekmek yemeniz gerek. Türkçeyi öğrenmek için daha çok çalışmalısınız, çok. (Cihan’a) Genc adam, biz arıyor Mr. Ayan’ın evi. Siz diyor ben o evin oglu. Doğru bu?
CİHAN: Doğru.
MR. BROWN: Ne kadar sansliyiz. Bizi gotururur musun evinize Mister sey? Adınız neydi?
CİHAN: Cihan…
MR. BROWN: Mr. Cihan… Goturur musunuz bizi evinize?
CİHAN: (Kendi kendine) Bunlar İngilizceyi de bilmiyorlar. Baksana, çocuklara bile “bay” diyorlar.
MRS. BROWN: Mister Cihan, bekleniyor olmamız gerekiyor sizin evde. Annenizle babanız biliyor bunu.
CİHAN: Anladım efendim. (Yol gösterir.) Buradan buyurun.

DEKOR DEĞİŞİMİ SIRASINDA OYUNCULARIN KARANLIKTA SESLERİ DUYULUR:

MRS. BROWN: Ay bu apartman merdivenler cok karanlik Mr. Brown.
JACK: Benim el fenerim var anne. (El fenerini kendi önüne doğru tutar.)
MR. BROWN: Işığı annene doğru tut Jack. Annen düşmesin.
MARY: Ben düşeyim mi baba?
MR. BROWN: Ablana da tut işigi Jack.
JACK: Sana da tutayım mı papa?
MR. BROWN: Tut, bana da tut.
JACK: İsigi ona tut Jack, buna tut Jack… Peki bu kadar adama nasil işik tutacak Jack?

SAHNE KARARIR. KARANLIKTA OYUNCULAR DEKORU DEĞİŞTİRİR.

IŞIKLAR YANDIĞINDA YENİ DEKOR: AYAN'ların oturma odası.

(Ana babalar arkada söyleşir. Jack, Mary, İlker, Cihan önde konuşuyor.)

JACK: Ben sana çok tesekur ediyor; sen bana çok kisa zamanda güzel Turkçe ögretin.
İLKER: Öyle değil. Yine yanlış konuştun.
JACK: Nerede yanlis yaptim?
İLKER: Deveye demişler boynun eğri. Demiş nerem doğru ki.
JACK: Deve mi? Camel mi yani? Na alakasi var simdi devenin konuşmayla.
İLKER: Var var… Anlarsın şimdi. “Ben sana çok tesekur ediyor; sen bana çok kisa zamanda güzel Turkçe ögretin.” derken bir cümlede kaç hata yaptın biliyor musun?
JACK: Bilmiyorum.
İLKER: Bak, gör öyleyse: Biiir, “Teşekur ediyorum” dedin. “Teşekur” yanlış. Doğrusu “teşekkür” olacak.
JACK: Tamam anladim. Teşkur yanliş. Dogrusu teşekkur olacak.
İLKER: Teşekkür teşekkür.
JACK: Teşekkür teşekkür…
İLKER: Tamam. Bu oldu. İkincisi “teşekkür ediyor” değil, ediyorum olacak.
JACK: Teşekkur ediyor değil “ediyorum” olacak.
İLKER: Aferin!
JACK: (Sevinçle Mrs Brown’a seslenir) Anne bak İlker teacher’dan bravo aldim.
MRS. BROWN: Teacher değil, öğretmen. Bravo değil, aferin. Türkçe’yi öğreneceksen İngilizceyi unut.
İLKER: Doğru… Size de aferin Bayan Brown.
JACK: Teacher yok öğretmen var. “Bravo” yok “öğretmen” var.
İLKER: Aferin.. Ayrıca kisa yok kısa var.
JACK: Kisa yok kısa var.
İLKER: Aferin.
JACK: Benim aferin oldu iki, yok üç…

ÇOCUKLARIN HEPSİ GÜLER.

İLKER: Böyle dikkatli çalışırsan daha çok aferinlerin olacak. En önemlisi Turkçe değil, Türkçe.
JACK: En önemlisi Türkçe.
İLKER: Cümlenin sonundaki “Öğretin” de öğretin değil “öğrettin” olacaktı. (Düzeltmekten bıkmış) Ooof of! .. Bu kadar eğri devede bile yok.
BAYAN AYAN: Öğreten için de öğrenen için de sabır gerek. Sabırla koruk üzüm olur.
JACK: Koruk? .. Koruk nedir bayan Ayan?
BAYAN AYAN: Boşver… Bunu öğrenmesen de olur. Her şeyi öğreneceksin de ne olacak?
BAY AYAN: (Güler) Sabırlı olun diyene bek…
BAYAN AYAN: (Bay Ayan’a aldırmaz.) Zamanla her şeyi öğrenirsiniz. Yeter ki isteyin.
jJACK: Tamam… İstiyorum…
İLKER: Aferin. Şimdi anladın mı devenin boynunu?
JACK: Anlamadim.
İLKER: Bir gün onu da anlarsın.

MARY: (Sevinçle el çırpar.) Deve boynu, deve boynu… Jack konuşuyor deve boynu!

ÇOCUKLARIN HEPSİ GÜLER.

MR BROWN: Çocuklar çok neşeli.
BAY AYAN: Öyle.
MRS. BROWN: Birbirleriyle çabuk… İki başka ülke people birbiriyle... Nasıl diyor siz?
BAYAN AYAN: Ülke insanları...
BAYAN BROWN: Yes, yani evet. Ülke insanlarını kaynatmak çok güzel!

BAY VE BAYAN AYAN GÜLER.

BAYAN BROWN: Siz niçin gülmek?
BAYAN AYAN: Kaynatmak değil, kaynaştırmak.

BAY BROWN: Siz çok güzel ingilizce biliyor. Biz bilmiyoruz çok güzel Turkçe. Biz öğrenmek istiyoruz güzel Turkçe.
BAYAN AYAN: Türkçe!
BAYAN BROWN: (Eşine) Turkçe değil, Türkçe!

HEPSİ GÜLER.
SAHNE KARARIR. BİR SÜRE SONRA YENİDEN AYDINLANDIĞINDA YİNE AYANLARIN EVİNDEYİZ. YORGUN HALDE BİRER İKİŞER SAHNEYE GİRER.

BAY AYAN: Offf… Amma yorulduk ha!
BAYAN AYAN: İnsanın evi gibisi yokmuş.,
BAY BROWN: Siz bizi gezdirdiniz istanbul, Akdeniz kıyıları, Bodrum, mavi yolculuk... Yorulduk ama yorgunluk deydi. Biz size teşkür ediyor.
BAYAN AYAN: Önemli değil canım. Teşkür değil, teşekkür… Seve seve yaptık her şeyi.
BAYAN BROWN: Biz de göstermek isteriz size aynı severlik? (Bayan AYAN'a sorar.) Ne severlik?
BAYAN AYAN: Konukseverlik.
MRS. BROWN: Evet, evet konukseverlik. Biz sizi beklemek Kanada.
BAYAN AYAN: Umarım bir gün o da olur.
MRS. BROWN: Çocuklarımız yapmak iki ülke arası köprü. Ne köprüsü? ..
BAYAN AYAN: Dostluk köprüsü.
MR. BROWN: (Bay Ayan’a) Var mısın bir tavla partisi Mistır Ayan.
BAY AYAN: Varım Mister Brown. Yorgun morgun de olsam tavlaya hiçbir zaman hayır diyemem. (Tavlayı getirir.)
BAYAN AYAN: Ben de birer yorgunluk kahvesi yapayım.
MRS. BROWN: Turk kafe olsun lutfen.
BAYAN AYAN: Türk kafe Türk… Çocuklar size de portakal suyu… Tamam mı?
ÇOCUKLARIN HEPSİ: Tamam…

TAVLAYI AÇARLAR, İKİ ERKEK PULLARI DİZER.

BAY AYAN: Zarı önce sen atıyorsun.
MR. BROWN: Hayır sen at.
BAY AYAN: Tamam… (Atar) Penç…
MR. BROWN: (Güler) Beş atti sen. Ben atacak altı.
BAY AYAN: Atma, din kardeşiyiz.
MR. BROWN: Atacak ben, görecek sen.
BAY AYAN: At da görelim.
MR. BROWN: (Atar) Şeş! Bak alti attim.
BAY AYAN: Adama bak! Eliyle değil, ağzıyla oynuyor. Öncelik senin. Başla bakalım.
MR. BROWN: Atıyor şimdi ben düşeş.
BAY AYAN: Altı altı mı? Rüyanda görürsün.
MR. BROWN: (Atar) Düşeş… Rüya değil bak geldi. Altı kapiları kapandi. Sen oldu hapis. Kolay değil artik çıkmak.
BAY AYAN: Ben de dört dört atar kaçarım.
MR. BROWN: At…
BAY AYAN: (Atar) Şansa bak… İki bir.
MR. BROWN: (Kahkahayla güler.) Şans değil. Ustalik gerek.. Zar ustaya gelir oğli… Bak şimdi, geliyor Beş üç. Ben aliyor bir kapı daha.
BAY AYAN: O biraz zor.
MR. BROWN: (Atar) Bak geldi. Pencü se… Severler bayani genç ise. Şimdi var senin bir kırık. Koy bakalim onu yerine. Ama lazım atmamak gele.
BAY AYAN: Haydi, gel zar… (Zarı atar)
MR. BROVN: Gelmedi. Sen kirik pulu yerine koyamadı. Ben atiyor şimdi Şeş beş… (Zarı atar) İşte geldi şeş beş. Senin kırık elinde mi hâlâ? ..
BAY AYAN: Elimde ama şimdi gelecek.
MR. BROVN: At de gelsin bakalım.
BAY AYAN: (Zarı atar) Haydi kemik!
MR. BROVN: (Kahkahayla güler.) Yine gele… (Cihan’a seslenir.) Mistır Cihan, senin papa ne yapiyor?
CİHAN: Tavla oynuyor Brown amca.
MR. BROVN: Hayır hayır! Senin papa kafede gele atiyor… Gel bakalım dört cihar. Geldi valla: Dört dört!

BAY AYAN: Zar tutuyorsun sen Mister Brown!
MR. BROWN: Elbet zar tutuyor ben. Zar, tutulmadan atilir?
BAY AYAN: Şuna bak… Tavlayı benden öğrendi ama her partide yeniyor beni. (Mr Brown’ı uyarır) Salla salla… Zarı salla!
MR. BROWN: Sallıyorum… Al sana bir düşeş daha. Aaa! .. İki bir… Bu ne be?
İLKER: (Jack'a) Sen posta pulu biriktiriyor musun?
JACK: Posta pulu? What is it.
İLKER: Post stamps.
JACK: No. Yani yo… Yani hayır.
İLKER: Ben biriktiriyorum. Görmek ister misin pullarımı?
JACK: Evet, please. Yani lütfen.
İLKER: (Pul koleksiyonunu getirmek için koşarak çıkar.)
CiHAN: Benim de pullarım var.
JACK: Kaç tane?
CiHAN: Tahmin et...
JACK: Ten tane.
CiHAN: Hayır, daha çok.
JACK: Twenty?
CiHAN: Türkçe konuş.
JACK: Türkçe sayıları iyi öğrenmedi ben.
CiHAN: Parmaklarınla göster.
JACK: (iki elinin on parmağını iki defa gösterir.) On, bir on daha…
CiHAN: Hayır, daha fazla.
JACK: Sen göster parmaklarla.
CiHAN: (iki eliyle parmaklarını on kere gösterir.)
JACK: Hundread! (Şaşkın.) Olamaz!
CiHAN: Abiminkiler daha fazla.
İLKER: (Pul albümüyle girer.) Birlikte bakalım. (Albümü açar, gösterir.) Bunlar Türk pulları.
MARY: Ay! Ne kadar güzel pullar!
CİHAN: TürK pulları güzeldir. Bütün dünyada beğenilir.
JACK: (İç çeker) Ne güzel post stamp bunlar! Pardon yani posta pulları...

İLKER: Evet, gerçekten güzeldir pullarımız. Bu konuda dünyadaki en iyi ülkelerden birisiyiz. Bak, şunlar Avrupa ülkelerinin pulları.
JACK: Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya… AAa! Benim ülkemin pulları da var. Kanada pulları!
İLKER: Ama Kanada pullarım az.
JACK: Bundan sonra çok olacak. Ben sana yollayacak.
İLKER: Sevinirim.
CİHAN: Bana da yolla.
MARY: Sana da ben yollarım.
CİHAN: Teşekkürler Mary.
İLKER: Avrupa ülkelerinde yaşayan bir çok mektup arkadaşım var benim. Onlarla mektuplaşırken zarfın üzerine en güzel pulları yapıştırırım. Onlar da bana öyle yaparlar.
JACK: Benim arkadaş yok, mektup yok, pul da yok.

HEPSİ GÜLER.

İLKER: Ben sana adres veririm. İstersen her ülkeden arkadaşın olur.
MARY: Bana da verir misiniz?
CİHAN: Ben de sana veririrm Mary.
MARY: Ah, siz Türk çocukları… Ne iyisiniz!
İLKER: Şunlar Afrika ülkelerinin pulları: Libya, Mısır, Fas, Cezayir... Güney Afrika'da da zenci bir arkadaşım var.
JACK: Harika, harika!
İLKER: Bunlar da Uzakdoğu ülkelerinin pulları. Çinli iki, iki de Japon kız arkadaşım var. Hindistan' da bir erkek arkadaşla yazışıyorum. Bak, az kalsın Korelileri unutuyordum.
JACK: Ben inanmak istemiyorum. O kadar çok arkadaş! Ne kadar güzel! Bunun içim üzülüyorum. Bana çok yazık! Ne pul var ne arkadaş...
İLKER: Üzülme. Sana arkadaş adresleri vreceğim, dedim ya…. Bir tek pulla işe başlamak yeter. Unutma şimdiden senin de bir Türk arkadaşın oldu bile.
JACK: (Sevinçli) Evet evet!
İLKER: Sana çok mektuplar yazacağım... Zarfların üstüne çok güzel pullar yapıştıracağım. Bu bir başlangıç olacak. Kısa zamanda hem arkadaşların, hem pulların artacak.
JACK: Sen mi benim ilk arkadaş?
İLKER: Evet, ben!
JACK: Türk usul öpmek istiyor ben ilk arkadaşımı.

İLKER İLE JACK SARILIP ÖPÜŞÜR.

CİHAN: Sen de benim mektup arkadaşım olur musun Mary?
MARY: Olurum.
CİHAN: Öyleyse gel biz de öpüşelim.
MARY: Niçin?
CİHAN: Onlar arkadaşlıklarını kutluyor ya, biz de kutlayalım.
MARY: Kutlamadan olmaz?
CİHAN: Olur…
MARY: Tamam.
CİHAN: Hiç değilse tokalaşarak kutlayalın canım…
MARY: Ona da tamam.

ŞİMDİ DÖRT ÇOCUĞUN ELLERİ BİRBİRİNE KENETLENMİŞTİR.

İLKER: Ne güzel bir dostluk yolu; Değil mi, posta pulu?

HEPSİ NEŞE İÇİNDE BAĞIRIR:
Evet evet evet!

MR. BROWN: Şu çocukların sevincine bakın!
BAY AYAN: Geleceğin dost dünyasının temellerini atıyor çocuklarımız.
MRS. BROWN Ben merak ediyor... Siz bize böyle konukseverlik göstermek. Çok çok dostluk göstermek... Niçin? Anlamak istiyorum.
BAYAN AYAN: Biz Türkler konuksever insanlarız. Bu bize atalarımızdan kalan güzel bir özelliktir.
BAY AYAN: Ayrıca turizmin çeşitli ülke insanlarını birbirine kaynaştırdığına inanıyoruz.

CİHAN: Ve biz, güzel, kaynaşmış bir dünya istiyoruz.
İLKER: Barışı, dostluğu seviyoruz. Hepsi bu.
BAYAN AYAN: Bir de şu var, unutmayız hiç: Turist bir kelebektir.
Elinize konan bir kelebeği, ona dokunmadan gözlerinizle seversiniz. Bilirsiniz ki, dokunursanız kanatları toz gibi dağılır.
BAYAN BROWN (Alkışlar.) Bravo, bravo... Siz şair bir Türk bayan...
JACK: Bravo değil anne aferin aferin! Böyle yaparsan Türkçeyi asla öğrenemezsin sen!
MR. BROWN: Çocuk haklı.
MRS. BROWN: Öyleyse aferin! Aferin size Bayan Ayan!
BAYAN AYAN: Teşekkürler Bayan Brown. Sözlerime şunu da eklemek isterim: Biz, bir turisti gereğince ağırlamanın, bin turiste davetiye çıkartmak olduğuna inanıyoruz.
MR. BROWN: Bu çok doğru. Bir turist bin turist demektir. Davetiyenizi aldık. Çoğaltıp dağıtacağız dostlarımıza. Aslında daha önceden bir çok davetiye daha almıştık biz.
MRS. BROWN: Bir çok davetiye daha mı? Onları ne zaman aldık?
MR. BROWN: Dostlarımızla yaptığımız gezi sırasında.

KONUŞMALAR SIRASINDA SÖZÜ EDİLEN YÖRELERİN, TARİHİ ANITLARINİ KALITLARIN FONDA SİNEVİZYON YÖNTEMİYLE GÖRÜNTÜLERİ YANSITILIR.

MRS. BROWN: Kimden aldık ki davetiyeleri? Ben bilmiyor.
MR. BROWN: Biliyorsun biliyorsun. Davetiyelerin her birini diğerinden güzel, Cennet köşelerini andıran turistik beldelerden aldık.
MRS. BROWN: Ha, evet… O mu?
MR. BROWN: Ege’den, Akdeniz’den, Karadeniz’den, Anadolu’dan aldık davetiyeleri…
MRS. BROWN: Doğru…
MR. BROWN: Sen bir mevsimde dört mevsimin birden yaşandığı bir ülke gördün mü Bayan Brown?
MRS. BROWN: Gördüm.

MR. BROWN: (Şaşkın) Neresi?
MRS. BROWN: Türkiye!
MR. BROWN: Ben Türkiye’den başkasını gördün mü diyorum?
MRS. BROWN: Türkiye’den başkasını görmedim.
MR. BROWN: Yer üstü olduğu kadar yer altı zengini de olan başka bir ülke var mı?
MRS. BROWN: Yok.
JACK: Kral heykellerini unutma baba! Ülkemize gidince herkese anlatacağım onları.
MARY: Ben de ben de… Dünyanın yedi harikası zaman içinde yok olmuş ama Adıyaman’daki Nemrut Dağında bulunan dev Kral heykelleri hala dimdik ayakta.
MRS. BROWN: Doğru…
MR. BROWN: Sadece o kadar mı? Ya o Damlataş mağaraları, oradaki sarkıtlar ne harikulade şeyler.
MARY: Ya o Peri Bacaları baba? ..
JACK: İstanbul’daki tarihi yapıları niçin unutuyorsunuz? Topkapı Sarayının bir benzeri daha var mı dünyada? Ya içindeki eşsiz hazinelerin? ..
MARY: Sultanahmet Camisinin benzeri var mı? ..
JACK: Yerebatan Sarayı’nın…
MARY: Hiç birinin eşi benzeri yok dünyada ama ben en çok Türkiş hamamları sevdim. Orada yıkanırken yaşadığım keyfi asla unutamam.
MR. BROWN: Denizleri denizleri? ... Denizleri de unutmayalım. Bu kadar temiz denizleri olan başka ülkeler kaldı mı dünyada?
MRS. BROWN: Sanmıyorum.
JACK: Gaziantep yöresinde bulunan Zeugma antik kentinden çıkarılan mozaikler de büyük hazine değil mi?
MR. BROWN: Aynen öyle!
İLKER: Ne mutlu bize anne?
CİHAN: Ne mutlu bize baba.
BAYAN AYAN: Bütün bu güzelliklerin hepsi bizim. Bu güzelliklerin içinde yaşıyoruz biz.
MR. BROWN: Her yöresindeki plajları altın kumlarla kaplı ülke hangisi?
MRS. BROWN: Ya güneşi? Hangi ülkenin bir bölgesinde kayak yapılırken, başka bir bölgesinde denize girilir?

JACK İLE MARY: Türkiye’nin Türkiye’nin! ..
MRS. BROWN: Ben Türkiye’ye geldiğimden beri kendimi rüyada sanıyorum.
MR. BROWN: Ben de! ...
MARY: Ben de! ..
JACK: Ben de! ..
MR. BROWN: Yeryüzündeki cennet değildir de nedir bu ülke?
MRS. BROWN: Doğru… Yeryüzündeki cennettir Türkiye.
MR. BROWN: Yaşasın öyleyse bu cennet ülke.
TURİSTLERİN HEPSİ: Yaşasın Türkiye!
BAYAN AYAN: Siz de yaşayın canım… Bizim tek başımıza içimize sinmez bu güzellikler. Onları paylaşmak isteriz turistlerle.
MR. BROWN: Öyleyse ne mutlu Türklere!
MARY: Ne mutlu Türkiye’ye gelebilenlere.
MRS. BROWN: Ne mutlu Türkiye’yi görebilenlere…
JACK: Biz gördük… Ne mutlu bize!

SAHNENİN BİR TARAFINDA TOPLANAN AYAN AİLESİ BROWNLARI, SAHNENİN ÖBÜR TARAFINA ÇEKİLEN BROWNLAR DE AYAN AİLESİNİ ALKIŞLAR. SONRA İKİ AİLE ORTADA BİRLEŞİR, SELAM VERİR. İZLEYENLERİ ALKIŞLAR.

BİTTİ

YAZAR’LA İLETİŞİM:

FEVZİ GÜNENÇ
0505 553 47 44
İleti: fev27mynet.com –
GAZİANTEP/TÜRKİYE

Fevzi Günenç
Kayıt Tarihi : 31.5.2010 22:15:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fevzi Günenç