SEZAİ KARAKOÇ
NECİP FAZIL okumalarımdan sonra vardığım son duraktı o. Onu tanımak bana bir yeni kıta keşfetmek kadar önemli göründü. İlk defa onu bir günlük gazetedeki yazılarından tanımış sevmiştim. Bu yazıları daha sonra SUR adıyla kitaplaştırdı. Gazeteyi aldığımda ilk onun yazılarını somururcasına okurdum.
Mezun olduğum okulun mezunlar derneğinde yönetim kurulu üyesiydim. Başkanımız Şevki Yılmaz’dı. Benim Sezai KARAKOÇ sevgimi bildiğinden bana onu konferansa çağırmamı söyledi. Okulu yeni bitirmiştim. İstanbul da MTTB Genel Merkezinin açtığı üniversite kurslarında eğitim gören abimin yanına gittim. Kıbrıs savaşı günleriydi. Küçük Ayasofya camiinin müştemilatında kalıyorduk.
Üstadın çalıştığı gazeteye uğradım. Müracaattaki görevliye onunla görüşmek istediğimi söyledim. Bekleyin gelir dedi görevli genç. Birkaç saat oturduktan sonra ‘ah seni unuttum dedi Sezai bey gitti’. Ertesi gün geldim. Bu kez unutmadı. Sezai Bey geldi dedi. Koridoru gösterdi. Ben orada gördüğüm orta yaşlı birine onu sordum. Buyurun benim dedi odanın kapısını gösterdi. Çay söylüyordu herhalde o esnada. Şaşırdım. Alçak gönüllülüğüne hayran kaldım.
Konuştuk. Daha doğrusu o konuştu, ben hayran hayran onu dinledim. Bir misafiri vardı. Hemşerisiydi galiba. O da orta yaşlı bir adamdı. Ben teklifimi yaptım. O bir düşüneyim dedi. Daha önce hiç konferans vermedim.’ Bana mühlet ver dedi’. ‘. ‘Bir ay sonra görüşelim dedi. Size cevap verebilirim.’ Tamam’ dedim veda ettik.
/ varlığındır beni umutlandıran
/ ve bütün uzuvlarımı kanatlandıran
/ yokluğun, umut lâhitlerinde hapsediyor beni
/ ruhsuz ve karanlık
/ kim bilir, belki de sana adıyor beni...