KUTLU GEZİ
(20 Mayıs 14 Salı)
Abdülbaki ile muhabbete devam ediyoruz. O bilgisayar öğretmenliğinden Üniversiteye geçti. Arkadaşımın oğlu. Daha dün kızıl saçlı bir çocuktu. Üşüyorum ve güneşleniyorum. Bir yandan ishalim devam ediyor. Rüzgardan kaçındıkça rüzgara yakalanıyorum.
Teveccühe gideceğiz, vakit geçiriyoruz. 2, 3 saat mescitte oturacağız. İki, üç defadır yer değiştiriyoruz. Yine de bu haşin rüzgardan kurtulamıyorum. Abdest almaya gidiyorum. Tuvaletlerden ikisi tıkanmış. Birini açmayı deniyorum. Hizmet edenlerden biri ikaz ediyor; ’ tuvaletlere kağıt atmayın’ diyor. Tıkanıyor. Dönüşte gözlerim kamaşıyor, tansiyonum düşüyor. Hareket halindeki otomobili durduruyorum. İçeri bakıyorum. Şoför mahallindeki Murat hemşerim. İnip yerini bana veriyor. Camiye atıyorlar beni. Hepsi hemşerim çıkıyor.
Cami muhteşem. Henüz tamamlanmamış. Selçuklu mimarisinde. Tonozlu kubbe hakim her tarafında. Ana kubbe ve avluyu çeviren odacıkların üstü tonozlu küçük kubbelerle çevrili. Tonozlar mavi renkli. Mavi boncuklar gibi dizilmiş. Cami etrafı surlarla çevrili. Surlar kavisli duvar biçiminde. Taş kaplamalar ayrı bir güzellik veriyor etrafa. Caminin yanı dergah. Abdülbaki gezdiriyor beni. Büyük salonların kentlerden gelen gruplara tahsisi edileceğini, küçük yüklük mekanlara battaniye, yatak ve yastıkların istif edileceğini anlatıyor.
Mescide indim. Caminin altı bu. Cami henüz natamam. Daha sonra geçen bayram namazının orada kılındığını Münir abiden öğreniyorum. Seyda diyor tavan işlemelerini beğenmemiş. Uydurma işleri sevmiyor. Değiştirin demiş. Mescidde kimse yok. Erken gelmişim. Nafile namaz kıldım. Biraz sonra sofiler gelmeye başladı. Teveccüh vaziyeti aldık. Sırt sırta veriyoruz. Önce bir halka oldu mescid kaplandı baştanbaşa. Sonra ortaya sıralar yapıldı karşı beri. Takım elbise giymiş sakallı bir sofi- belli ki görev verilmiş kendisine- tane tane anlatıyor yapmamız gerekenleri. Sofiler karanfil dağıtıyor bir birine sürekli ağızlarımız güzel koksun diye. Çiğniyoruz. Oturuyoruz. Sofileri seyrediyoruz. Bu seyirde güzel bir huzur yakalıyoruz. Birbirimizi sevmenin tadına varıyoruz.
Bir yandan mescidi temaşa ediyoruz. Kaç sütun var onları sayıyorum. Alçıpanların güzelliğine hayran hayran bakıyorum. Üzerlerindeki motifleri izliyorum. Kemer motiflerinin verdiği güzelliğe bayılıyorum.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta