içindekiler
1-Cami merkezli toplum ve cami merkezli eğitim
2-Eğitimde özel ilgi
3-Burokrasi ve eğitim
4-Eğitimin asıl mecrası
5-Müfredat ve hayat
6-Eğitimde yeni atılımlar
7-Tevhid-i tedrisat
8-Eğitimde inanç özgürlüğü
9-Eğitimde başörtüsü sorunu ve baskıcı zihniyet
10-Kur’an kursları ve eğitimde şiddet
11-Eğitim yazboz tahtası
12-Eğitimde ödül ceza dengesi
13-Eğitimde yeni anlayış
14-Okulların yeniden tanzimi
15-Eğitimdeki yanlışlar 1
16-Eğitimde keyfiyet ve kemiyet
17-Etüt merkezleri
18-EĞİTİMDE SEVGİ AYARI
19-EĞİTİM VE TOPLUMUN GELECEĞİ
20-OSMANLICA EĞİTİMİ ZORUNLU OLMALI
21-MİLLİ EĞİTİMİN TRAJEDİSİ
22-BAKANLIK VE EĞİTİM
23-YABANCI DİL EĞİTİMİ ÜZERİNE 1
24-YABANCI DİL EĞİTİMİ ÜZERİNE 2
25-YABANCI DİL ÜZERİNE 3
1-Cami Merkezli Toplum ve Cami Merkezli Eğitim
İslam’ın ilk emri OKU. Bu emir gereği İslam okumaya büyük önem veriyor. Okuma yanında tefekkür de büyük önem taşıyor.
O halde bakalım. Eğitim ne kadar önemli. Allah’ın Resulü esirleri sahabeye öğretim karşılığı serbest bırakıyor. İlk ve ne büyük eğitici Allah. Rab isim ve sıfatı bunun göstergesi. Beni rabbim eğitti ve ne güzel eğitti buyuruyor peygamber. Ondan sonra en büyük eğitici Allah’ın Resulü. O da mescidde kurduğu eğitim müessesiyle başlıyor işe. Bu medresenin adı Suffe. Suffe Ashabı seçkinler. İlk eğitim onlara. Osmanlıdaki Enderun misali. Sonra halka halka diğer Ashab. Mesciddeki sırayla önce erkekler, sonra kadınlar ve sonra çocukların eğitimi.
Bu eğitimde baskı yok. Hoşgörü var. Bu eğitimde yarış var. Güzel bir yarış. Bu eğitim maddi değil manevi. Bu eğitim laik değil dini. Eğitim Cami merkezli. Eğitimci Peygamberden başlayarak herkes bir sonrakine Asahb-ı Suffe ve diğerleri. Hz Aişe kadınların öğretmeni.
Bu eğitm sistemi Hulefa-i Raşidin döneminde de böyle devam eder. Fethedilen yeni yerlerde kurulan Mescitler ibadet yanında ilim merkezi. ilim ve eğitim. İslam toplumu cami etrafında şekillenir. Mescitler artık cami olur. Toplama yeri. Camiler külliyelere dönüşür. Toplumun eğitim ve ibadet başta olmak üzere bütün işleri orada görülür.
Külliyelerde şifahaneler, kütüphaneler, tekkeler, sübyan mektepleri ve diğer üst eğitim kurumları olan medreseler yer alır. Hatta maddi temizlik için hamamlar, tuvaletler, şadırvanlar, aşhaneler. Toplumun tüm gereksinimleri başta eğitim olmak üzere orada karşılanır.
Yapılması gereken ilk iş budur. O günün sübyan mektepleri olan ana okulları cami külliyelerinin bünyesine alınmalı, eğitime manevi bir içerik kazandırmalıdır. Daha sonra sırasıyla orta ve yüksek eğitim bu külliyelere kazandırılarak eğitim laiklik adına dinsizleştirilmekten kurtarılacak, okullar terörün, ahlaksızlığın merkezi olmaktan çıkarılarak ilim, irfan ve ahlakın odak noktası haline gelecektir.
Tanzimata kadar gelen medrese eğitimi gerileme döneminde dünyevi ilimlerin kaldırılması, beşik ulemalıgı zihniyet ve sisteminin getirilmesiyle yozlaştırılmış, ilim yerine cehaletin, ahlak yerine ahlaksızlığın, çalışma yerine miskinlik ve tembelliğin merkezi haline getirilmiştir.
Bu durumu fark eden Abdülhamit karşısına alamadığı bu büyük kütleye rağmen eğitimi yeni düzen mektepler halinde canlandırmaya çalışmıştır. Ancak bu mektepler medreselerin cami etrafında şekillenmesine karşın cmi dışı kalmış ve başka kaynak bulamadığı için batı kaynaklı olmuştur. Mektebi sultani adıyla kurulan Galatasaray Lisesi Batılaşmamızın kapısını aralamış ardınca gelen kurumlar da bunu sistemleştirmiştir.
Batının güdümünde kurulan bu okullar batıya köle müstağripler yetiştirmiş, onlar da bu ülke insanını aşağılık kompleksi zavallılar güruhu haline getirmeye çabalamıştır. En ufak köyümüze kadar nufüz eden bu ajanlar halkın dini duygularına savaş açarak onları batıya hayran, kölele ruhlu kişiler haline getirmeye çabalamışlardır.
Önce Kemalizm adı altında putçuluk ruhlara enjekte edilmeye çalışılmış, ardından Allahsızlık propoğandasıyla değerler sistemimiz yok edilmiştir. Ardından sökün eden izmler vasıtasıyla toplumun her kesimi, teslim alınmaya çalışılmıştır. Komünizm, kapitalizm, pozitivizm vs. din yerine müspet bilim konulmuş, din ahlakı yerine felsefi ahlak ikame edilmiştir.
Toplum camilerden koparılmış, yeni merkezlere kanalize edilmiştir. Kıraathaneler kahvehanelere, kahvehaneler kumarhanelere dönüştürülmüş, halk içki ve kumara yönlendirilmiş, devlet eliyle içki üretimi ve satışı yapılarak içki tüketimi ve devlet eliyle teşvik edilerek kumar yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Spor yerine futbol taraftarlığı özendirilmiş, moda adı altında kadınlar çıplaklığa yöneltilmiş, erkekler de cinsellikleri kamçılanarak hayvan sürüsü haline getirilmeye çalışılmıştır.
Okullar eğitim yerine anarşi ve terörün merkezi haline getirilmiş, toplum bu şekilde manuple edilerek sömürülmeye çalışılmıştır. Diskotekler açılmış barlar yaygınlaştırılmış, sinema, tiyatro ve müzikle halk uyutulmaya çalışılmıştır. En son tv ve internet yoluyla her türlü şer faaliyetler yaygınlaştırılarak toplum kıskıvrak yakalanmıştır. Ayrıca yaygınlaştırılan uyuşturucu ile toplumun beli tamamen kırılmaya çalışılmıştır.
Bütün bunların tek çaresi medeniyetimizin altın çağlarına dönerek eğitim kurumlarımızı cami merkezli olarak yeniden dizayn etmektir.,
2-EĞİTİMDE ÖZEL İLGİ
Eğitim sistemimiz kitlesel eğitime dayandığı için bu eğitim içinde genel gidişe uyamayan öğrenciler eğitimin ilerleyişi, sınıf hakimiyeti ve eğitim ortamının güvenliği hakkında büyük sorunlar yaratmaktadır.
İnsanları tek tipleştirmeye yönelik eğitim sistemimiz, bu tek tipleşmeye uymayan, sıradanlaşmayı kabul etmeyen bireyleri dışlamakta, bir şekilde suça yöneltmektedir. Kabiliyetleri köreltmeye yönelik eğitim sistemimiz, bun direnenleri şerit dışına çıkmaya zorlamakta, çıkmayanları çeşitli ceza yöntemleriyle kural ve standart içine almaya çabalamaktadır.
Bunun için çeşitli ceza yöntemleri uygulamakta, bu ceza yöntemleri arasında kaba kuvvete bile yer bulunmaktadır. Sözlü taciz, psikolojik baskı, disiplin cezaları hep bu gidişi güvenli olarak sürdürmek amacına dayanmaktadır.
Cumhuriyetin köklerinden koparmayı amaçladığı artık bu gün herkes tarafından bilinmekte. Eğitim sistemini de bu amaca yönelik kurguladığı apaçık. Doğu insanından zorla batı tipi kişilik yapma gayretlerinin sonucu bu. Önce kıyafet zorlaması, sonra harf değişikliği, sonra batıdan yarı yanlış aparılmış ve güya kendine uydurulmuş, yapboz sistemli bir sistem bu sonucu doğurmuştur.
Ama her tarafı yamalı bohça olmuş eğitim sürekli revizyonlarla da kurtarılamamıştır. Bu bozuk eğitim sistemi ne sanayinin ihtiyacı olan elemanı temin edebilmiş, ne de ahlaklı nesiller yetiştirebilmiştir. Aksine adam sendeci, saygısız, gösteriş meraklısı, hilekar ve düzenbaz bir tip yetiştirmede üstün başarı göstermiştir.
Bu arada sisteme entegre olamayanları da toplum dışına itmeye özen göstermiş, suç insan tipinin git gide artmasına yol açmıştır. Almanya’da eğitim sistemine ayak uyduramayanları özel eğitime alan sistem göz ardı edilmiş, suçlu tiplerin topluma salınmasına büyük katkılar sağlanmıştır.
Onun için bu gün toplumumuzda diplomalı dolandırıcılar türemiş, hortumcular, sahtekarlar, hilekarlar tüm köşe başlarını tutmuştur. Bu gün devlet gemisinde bir mevki ve makam elde edenlerin oradan nemalanması bir gelenek haline gelmiştir.
Bu yüzden devlet gemisi sürekli su almış, bu gemiyi alttan delenler çoğalmıştır. Eğitim ordusu ve programlarıyla tamamen materyalist ve pragmatist bir nesil oluşturulmuştur.
Bu eğitimin kendisi aslında özel ilgiye muhtaçtır, nerde kaldı ki ona uyamayanlar özel eğitime alınabilsin. Çıplaklığın, egoizmin, karşı cins ilgisinin bu denli yoğun olduğu bu eğitim baştan sona yeniden kurgulanmak zorundadır.
3-BÜROKRASI VE EĞİTİM
Bürokrasi kraldır demiştik bir yazımızda. İşte aynı bürokrasi krallığını Milli Eğitim'de de göstermekte. Yıllardır eğitimi kendi çıkarları için heba eden katil bürokrasidir. Bu bürokrasi kendi menfaati için değil anne babasını vatanını bile satar durma gelmiştir.
Bu kral bürokrasi aslında her sorunun baş müsebbibidir. Kendi menfaatinden başka bir şey düşünmez. Her türlü araç ve gereci bu menfaat yolunda kullanır. Hatta tüm amaç, gaye ve hedefleri bu uğurda harcamaktan çekinmez. İnanç değerleri yoktur bu bürokrasinin. Allahsızdır yani. Tek Tanrısı vardır, o da para ve makamdır.
Yıllardır tüm devlet yönetimi gibi eğitimi de felç etmiştir. Hiçbir eğitim plan ve programı yoktur. Eğitim üzerine düşünmez. Hep entrika peşindedir. Siyasetçileri parmağında oynatır. Bütün eğitim reformlarını kadük hale getirir. Hepsini kendi çıkarı için kullanır. Her şeyden rant elde eder.
İşte 60 yıllık hayatımın 54 yılını geçirdiğim eğitim hayatında hep bu korkunç planlara muhatap oldum. İlk 24 yılını öğrencilik, son 30 yılını öğretmenlikle geçirdim bu sürenin. Özellikle öğretmenlik dönemimde müşahade ettiklerim bu menfur bürokrasinin ihanet derecesine varan entrikalarıydı.
Her beş yılda bir getirilen eğitim sistemleri hiçbir alt yapısı, denmesi ve uzmanlaşmış uygulayıcıları olmadığı için başarısızlıkla sonuçlandı ve kaldırıldı. Eğitimin içinden gelmeyen, gelse de eğitim üzerine düşünmeyen torpilli kişilerden oluşan bu uygulayıcıları eğitimi yazboz tahtasına dönüştürmüşler, her defasında onu biraz daha yozlaştırmışlardır.
Yılardır yaptıkları bundan ibarettir. Eğitim sistemi öneremedikleri zaman var olan sistemde sık sık değişiklikler yapmakta, iyiyi, güzeli, doğruyu aramaktan çok, siyasilere yaranmak ve başka amaçlar güdülmekte, bu yüzden de eğitimde dişe dokunur bir iyileşme ve düzelme görülmemektedir.
Geçen yıl sınav tekrarları, bu yıl kaldırılmış, bu doğru karar yeni bir yanlışla negatife dönüştürülmüştür. Dönem sonu yapılan kurtarma yazılıları derslerin 1 ay önce kesilmesine yol açmış, zaten ortak yazılıların 15. Ay gibi bir zaman engellediği eğitim büsbütün ortadan kaldırılmıştır. 3, 3,5 ay gibi bir zaman süren dönem eğitimleri böylece totalde 1,5 aya düşürülmektedir. Bu bir buçuk ay eğitimden ne fayda umulacaktır. 12. Sınıfların da kendilerini tamamen üniversite ve test sistemine adadıkları düşünülürse eğitimin ne kadar dar bir süreye indirildiği anlaşılacaktır.
Bu bürokrasinin beli kırılmaz, meydanda sorumsuzca at oynatmasına izin verilirse ve bu süreç devam edecekse vay halimize. Öncelikle bu düşmanın faaliyetlerine son verilmeli, eğitim akademisyenlere havale edilmeli, eğitim fakültelerinde yetiştirilecek uzmanlara tevdi edilmelidir. Bu akademisyenler ordusu müesseselere kavuşturulmalı eğitim akademisi çevresinde eğitim teorisyenleri oluşturulmalıdır.
4-EĞİTİMİN ASIL MECRASI
Eğitimin asıl mecrasına akıtılmasının zamanı çoktan geldi de geçmekte bile. Yüzyıllardır bir türlü asıl mecrasına akıtılamayan eğitimden iyi bir sonuç almak mümkün değil. Bu mecrası değişen eğitim asıl mecrasına döndürülmeden yeni bir düzen kurmak, yeni ve ahlaki nesil yetiştirmek mümkün değil.
Bu mecra dinle eğitimin ayrılığına son vermekle olabilir ancak. Eğitimde laikliği uygulayalı beri ahlaklı, vatansever nesiller yetiştirmek hayal. İlk öğretici Allah.’ Rabbim beni terbiye etti ve ne güzel terbiye etti.’diyen Efendimiz ikinci büyük eğiticidir. Bu eğitim dini öğretiden hiçbir zaman ayrılmadı. ‘Dinsiz ilim kör ilimsiz din topladır ‘diyen anlayış bu gün nedense unutuldu.
Bu dindar eğitimin mekanı cami ve medreseler, tekke ve zaviyeler, dergahlar ve ribatlardı. Ama gün geldi eğitim mabetlerden dışlandı. Ne olduysa ondan sonra oldu. O günden sonra eğitim ruhunu kaybetti, maneviyatını kaybeden eğitim kurdu, salt ezbere dayalı öğretime dönüştü.
Bu ruhsuz eğitim git gide insanlık değerlerine yabancılaştı. Eğitim kadroları ahlaklı bireyler olmaktan çıktı. Sigara, içki ve kumar müptelası kadrolar kendileri gibi bir nesil yetiştirdi. Dahası inancını kaybeden eğitim ordusu inançlara savaş açtı.
Şimdi yapılması gereken bu yanlışların sil baştan ortadan kalkması, öncelikle eğitim ordusunun inançlı, ahlaklı ve manevi değerlere bağlı kimselerden oluşmasıdır. Eğitim kurumlarının ortasına halka açık mabetlerin yapılacağı güne kadar eğitimde bir arpa boyu yol alınması mümkün değildir.
Ayrıca mabetlerin de bir büyük eğitim ocağına dönüşeceği güne kadar eğitimin toplumu kucaklaması imkansızdır. O halde yeni eğitim kurumlarını buna göre dizayn etmeli, yeni eğitim kampüslerini, ki bunlara -Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği gibi- külliyeleri inşa etmeli, bu külliyelerin her birinde İslam din mekteplerinin bulunması, ayrıca bu külliyelerin, ilk, orta, lise ve üniversite ölçeğinde türleri inşa edilmelidir.
Halkla eğitim camiasının barışması, halkın değerleriyle eğitimin değerlerinin örtüşmesi sağlanmalıdır. Böylece milli değerlerde süreklilik sağlanmalı, aydın halk ayrılığına son verilmelidir.
5-MÜFREDAT VE HAYAT
Hayattan kopuk müfredat. İletişim adına saçma sapan, hayatta hiç işe yaramayacak bilgilerin zorla öğretilmesinin ne amacı var, ne mantığı. Tolumda iletişimsizlik kanser gibi şifasız bir hastalık haline gelmiş, biz kalkmış, onun yerine bir sürü saçmalıklar uydurmuşuz. Yazanın bile doğru dürüst bilemeyeceği, öğretmenin de neye yaradığını keşfedemediği bu papağanca ezberleri müfredata sokmuşuz.
Yalnızca bu mu? Daha yüzlerce hayattan kopuk, öğrenciyi eğitimden soğutan, akademisyen zırvaları eğitimi felç etmiş durumda. Zaten alabildiğine teorik olan eğitim bu yönüyle de iyice ütopik bir karaktere bürünüyor.
Sayısal dersler öğrencinin anlayamayacağı denli zorlaştırılıyor, sözel dersler ezbere mahkum ediliyor, öğrenci bu iki cendere arasında sıkışıp dururken, tek çarenin kopya çekmek olduğunu anlıyor ve bu can simidine balıklama atlıyor, biz öğretmenler de güya eğitim yaptığımızı sanarak aldanış içinde günlerimizi geçiriyoruz.
Şimdi biz bu çarpık müfredatın neresinden başlayalım; okullarda kullanılmaya kullanılmaya tahrip olmuş laboratuvarlar, kapısı açılmayan kütüphaneler, kullanılmayarak yıllanmış ve demode olmuş bilgisayar sınıfları eğitimimizin içler acısı halini ifade etmeye yeter.
Öğrenciye güvenmeyen eğitim kadroları onları sürekli suça itmiş, Allah’ın günü hakaretle karşılandığı için kendine güvenini kaybetmiş bir eğitim ordusu. Bu eğitim ordusunun pusulası yanlış, hedefi belirsizdir. Amacı saptırılmış, kendisi şaşırtılmıştır.
Hayattan ve hakikatten kopuk bir müfredat, hayatla fazla ilintisi olmayan dersler öğrenciyi şaşırtmaktan ve hayat karşısında çaresiz bırakmaktan başka yol bırakmamış, öğrenciyi yanlış yollara sapmaya mecbur bırakmıştır.
Bir türlü öğretilemeyen imla kuralları, noktalama işaretleri, değil en küçük bir mektup, bir dilekçe yazmayı beceremeyen öğrenci tip eğitimimizin ve anlı şanlı müfredatımızın başarısıdır. Aklına esenin yeni ders koyduğu, daha sonra bir faydası olmadığı anlaşılınca kaldırıldığı bu sistemin iflas ettiği artık anlaşılmıştır.
Derslerin yeniden değerlendirilmesi, müfredatın amaç belirlemesi ve hayatla ilgisi gözden geçirilerek yeniden belirlenmesi şarttır. Bu da yetmez eğitimde devrim şarttır. Ve bu devrim planlı, programlı, işin ehli kişilerden, eğitim alanında uzman akil adamlardan oluşan bir kurulca yapılmalıdır. Bu anlamda sözde değil özde bir eğitim şurası toplanmalı, orada alınan kararlar bir icra heyetince işbölümü ve işbirliği yapılarak uygulanmalıdır.
Bu eğitimde önce idarecilerle işe başlanmalı, sonra eğitim kadrosu pedagojik yönden ele geçirilmelidir. İdareciler idealist olmalı, öğrenciye güvenen, onu motive edebilen kişilerden seçilmeli, yasakçı anlayış yerine demokrat anlayış sahibi olmalıdır. Ayrıca her biri ideal normlarda demokrasi eğitiminden geçirilmelidir.
Edebiyat dersleri yeniden gözden geçirilmeli, cumhuriyet edebiyatının kolay metinlerinden başlanarak klasik ve Tanzimat edebiyata dönülmeli en son eski Türk edebiyatı kaynaklarına dönüş yapılmalıdır. Dil dersleri yeniden tanzim edilmeli, tümevarım yerine tümdengelim metoduyla yeniden planlanmalıdır.
Hasılı eğitim için yapılacak çok iş var ve bu işten de öte bir devrim denecek denli büyüktür. Bu yeni devrim kutlu olsun şimdiden. İnananlara müjdeler olsun
6-EĞİTİMDE YENİ ATILIMLAR
Eğitim yıllardır işinin ehli olmayanlara terk edildi. Hatta daha ileri giderek diyebiliriz ki en büyük ihanet bu alanda yapıldı. Bir ülkeyi geri bırakmak istiyorsanız onun eğitim sistemini bozun bu onlara yeter. Hatta daha ileri giderek diyebiliriz ki bir ülkeyi yenmek, yıkmak, yok etmek, tarih sahnesinden silmek istiyorsanız onun eğitim sistemine bir şekilde müdahale edin bu yeter de artar bile.
Bizim eğitim sistemimize değil müdahale etmek, yabancı ülke eğitim uzmanları adı altında gelen organize şebekeler tarafından her beş yılda bir taarruz edilir. Bu taarruzlarla yeni yeni yerleşmeye başlayan sistem allak bullak edilir, bir daha toparlanamaz hale getirilir. Yüksek ücretlerle gelen bu uzmanlar yeni eğitim sistemi vaadiyle gelir, eğitimi her zamankinden daha fazla karıştırır, içinden çıkılmaz hale getirir.
İşte şimdi eğitimi kurtarmanın zamanı. Eğitimde yeni arayışlar ve buluşlar yapılmalı. Batılı araştırmacıların ilgi duyduğu Osmanlı ve Selçuklu sistemleri incelenmeli. Onlardan yola çıkılarak yepyeni bir sisteme ulaşılmalı. Nizamülmülk’ün, Fatih Sultan Mehmet’in medreseleri mercek altına alınmalı. Ali Kuşçuları, Gazalileri, İbn-i Rüştleri, Farabileri, İbn-i Sinaları, Kadızade Ali Efendileri, Bakileri, Nefileri, mikrobu keş eden Ak Şemseddinleri, Fatihler yetiştiren Molla Güranileri yetiştiren kurumların metodolojisi bulunmalı, çağa uydurularak yeniden ihya edilmelidir.
Eğitimi gönüllü-vakıf sistemiyle re organize etmeli, kar amacından ziyade bilim ve sanata katkı amaçlı hale getirmeli, bu amaçlar doğrultusunda devlet teşvikleriyle desteklenmeli ve yönlendirilmelidir. Mabetlerle iç içe bir eğitim tasarlanmalı, ladini eğitimden dini eğitime geçilmelidir. Ahlaklı nesiller yetiştirmenin yolunun dindar nesiller yetiştirmekten geçtiği bilinmeli, dersler ve ders müfredatları ladinilikten çıkarılarak dinileştirilmelidir.
Ne irfandır ahlaka yükseklik veren, ne vicdandır/ Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır’. Diyen Akif’in bu mısraları unutulmamalıdır. Ateistler ne derlerse desinler dindarlar bildiğinden şaşmamalı, demokratik rejim de herkesin istediği şekilde eğitim almasına imkan sağlamalıdır. Batıda kiliselerin okullarının laik okullarla at başı eğitim yaptığı, eğitimde tek tipçi anlayış yerine çoğulcu eğitime geçilmelidir.
Okul, cami, kütüphane üçlüsünün oluşturduğu külliye mimarisi yeniden gündeme getirilmeli, eğitim kurumları bu anlayışla dizayn edilmelidir. Hata içinde sağlık kurumu, parklar, bahçeler, tekke, aşevi, yetimhane, spor, kültür, sanat ve eğlenceye yönelik sosyal tesislerin bulunduğu büyük kampüsler oluşturulmalı, bu kampüsler yerleşim yerlerinden kopuk olmamalı, kampüslerin çevresi yerleşime açılmalıdır.
7- TEVHİD-İ TEDRİSAT
Tevhit-i Tedrisat anlayış ve sisteminin bu gün medeni dünyanın standartlarına uymadığı, demokratik anlayışa ters, özgürlükçü dünya normlarına aykırı bir sistem olmadığı anlaşılmıştır artık. Bu yanlıştan dönmenin zamanıdır. Batı normlarında eğitim yapmak istiyorsak bu şarttır. Batı tipi bir demokrasiyi yerleştirmek istiyorsak bu zorunludur.
Batı tipi demokrasilerde çoğulculuğun esas alındığı eğitim anlayışı hakimdir. Bizde yüzyıldır sürdürülen bu yanlıştan bir an önce dönülmelidir. Osmanlı eğitimi gönüllülük esasına dayanan vakıf sistemiyle yürütüyordu. Eğitim kurumunu inşa eden hayır sahibi veya sahipleri onun yaşaması için gerekli akarları da vakfediyordu. Vakıf kendi içinde yönetimini tesisi ediyor, eğitim için gerekli önlemleri alarak ulema sınıfını yetiştiriyordu. Her vakıf kendine özgün bir yapıdaydı. Vakfedilen kurum hangi eğitim için vakfedilmişse o tür ve cinsten bir eğitim veriyor buna devlet karışmıyordu.
Azınlıklar kendi vakıflarını kuruyorlar kendileri için gerekli insan tip ve elemanını yetiştiriyorlardı. Herkes yüksek eğitime kadar anadilinde eğitim yapıyor, yüksek dini eğitim dili Arapça, Edebiyat dili Farsça seçiliyordu. Buna da kimse itiraz etmiyor, bunu tartışmıyorlardı bile. İlk ve orta eğitimlerin ana dilde olması bölünmeye yol açmıyordu. Aksine her ulusun kendi dilinde eğitim alması ülkeye aidiyetinin azalmasına değil artmasına yol açıyordu.
Daha yakın zamana kadar sağlık eğitimi sağlık bakanlığına aitti. Ne yazık ki o da Milli eğitime devredildi. Tabi bu ayrı yönetimin farkındalığı vardı da diyemeyiz. Çünkü bu okulların da eğitimi Milli Eğitim bakanlığının elindeydi. Yönetim yönünden ayrılık fazla bir fark yaratmıyordu.
Cumhuriyetin tek tip insan yetiştirme projesi artık terke edilmeli. Bunun fiyaskoyla sonuçlandığı artık anlaşıldı. Bunda ısrar edilmesi anlamsızdır. Bu tek tip insan çıkarcı, eyyamcı, adam sendeci, vurdumduymaz, çevreye ve insana saygısı olmayan, tek derdi para kazanmak, yüksek geliri kolay yoldan elde etmek olan, ikiyüzlü, uyuşturucu tacirlerinin oyuncağı, Bonzaici, hortumcu insan tipidir. Bu tipin de ne kendine, ne ailesine, ne vatanına, ne milletine bir hayrı olmayacağı apaçık ve aşikardır.
Gelin yeni insan tipini çeşitli kurumlar eliyle iyilik ve güzellikte yapılacak ir yarışla yetiştirelim. Her kurum kendisine gerekli olan elemanı yetiştirsin. Milli Eğitim Bakanlığı genel sistemi kursun, diğer kurumlar kendisine gerekli olan elemanı yetiştirsin, özel sistemlerini kursun. Gerekli önlemleri alsın, aksayan yönleri araştırarak düzeltsin.
8-EĞİTİMDE İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ
Eğitimde özgürlük olmazsa olmazlardandır. Bu inanma ve inandığı gibi giyinme olduğu kadar inancının gereklerini yerine getirebilme özgürlüğüdür. Bu özgürlük eğitimin başta gelen zaruretlerindendir. Bu zaruret bu güne kadar anlaşılamamış, anlayanlarca da zamanı değil diye sürekli ötelenmiş, bu günlere gelinmiştir.
Bugün şu açık bir hakikat olarak ortaya çıkmıştır ki dini özgürlüklere engellenirse gençlik uyuşturucunun esiri olacaktır. Bu da yetmeyecek din özgürlüğü engellenirse uyuşturucu yanında çeşitli ahlaksızlıkların yayılmasına yol açacak, daha da ileriye giderek ateizm yayılacaktır. Aslında dini özgürlükleri kısıtlamanın gizli amacı da gençliği dinden uzaklaştırmak, inanç ve düşünce yoksulu haline getirerek kötü emellerine alet etmektedir. Eyyamcı, gezici, eylemci, terör örgütlerinin eleman devşirme haline gelmiştir, X, Z ve Y Kuşağı nesiller böyle oluşmuştur.
Yakın zamana kadar inançlı aileler çocuklarını sırf dinden soğutulur endişesiyle eğitimden uzak tutmuştur. Bu yüzden de inançlı kesim hep yönetilen olmuş, bir türlü yöneten mevkiine yükselmemiştir. İnanç yönünden zayıf olan yönetici tabakası ise sürekli inançlı halkı aşağılamış, itelemiş, tahkir etmiş, küçük düşürmüştür.
Bu zulüm yıllarca böyle devam etmiş devletin en yüksek makamları Satanistlerce doldurulmuş, inançlı kesimler en doğal haklarından mahrum edilmişlerdir. Camiler önünde takkeler toplatılmış, takanlar mahkemelere sürüklenmiş, mevlitler basılmış, Risale-i Nur toplantıları irticai faaliyet olarak basılmış, katılanlar derdest edilerek hapishanelere tıkılmıştır.
Bu gün okullarda mescit açılması, başörtü takma özgürlüğünün getirilmesine karşı çıkanlar dün bu tür faaliyetleri destekliyor, yapılan zulümlere ses çıkarmıyordu. Okullarda din dersi okutulmasına karşı çıkıyor, gençliğin dinsiz yetişmesi için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.
Dini özgürlüklerin bunca zaman yok sayılması, uzun yıllar formalite din dersi ile nesillerin uyutulması bugün Bonzaici kuşakların yetişmesine neden olmuştur. İnançları yok sayılan millet inancına sahip çıkmış, İmam Hatip Okullarının kurulmasına canı başıyla çalışmış ve çocuklarını orada okutarak mücadelesini böyle sürdürmüştür.
Bugün bu okullardan yetişen örnek nesiller oradan üniversite kapılarını aşındırmış, İlahiyat dışında branşlara yönelerek ülkenin etkin makamlarına yükselmişlerdir. Aynı nesil davasına memleket davası
Olarak bakmış, kendi şahsi meselelerini ardına atarak ülkesi ve milleti için kalıcı eserler vermeye ant içmiştir. Bu gün toplumun her kesimine diğer özgürlükler kadar din, inanç ve inancını yaşama özgürlüğü de verilmesi için olağanüstü çaba ve gayret gösteren yine aynı kesim olmuştur. Sırada batıdaki gibi dinin uygulamalı eğitimi vardır. Cuma namazına gidebilme özgürlüğü de bunlar içerisindedir.
Ve eğer dinsiz, ahlaksız, idealsiz, eyyamcı, goygoycu, materyalist, uyuşturucu nesiller yetiştirmek istemiyorsak dini özgürlüklerin sonuna kadar yerleştirmek zorundayız. Bu varoluşumuzun ve ulusumuzun bekası için şarttır.
9-EĞİTİMDE BAŞÖRTÜSÜ SORUNU VE BASKICI ZİHNİYET
Ülkemizde laikliği kendi mantığına göre anlayan, laik değil ama laikçi, seküler, baskıcı totaliter zihniyet hükümferma oldu yıllarca. Çok partili döneme geçtiğimiz halde hâkim bürokratik zihniyet hep tek parti diktatöryası özleminde oldu.
Bu totaliter zihniyet halka hiçbir zaman inanmadı. Onu düşman ilan etti. Ona gerici yaftasını vurdu. Onu cahil, aydınlatılması gerekli, gayr-i medeni gördü. Hep onu Batılaştırmayı hayal etti. Ama tam Batılaşmasına izin vermedi. Batılı anlamda bir demokrasiye geçit vermedi. Batılı anlamda özgürlüklere layık görmedi onu.
Düşünün dünyanın her tarafında okullarda başörtüsü serbest iken bizde yasaktı. Dünyanın her yerinde memurlar istedikleri kıyafetle işe gelebilirken bizde yasaktı. Dünyanın her yerinde eğitimciler serbest kıyafetle çalışırken bizde hala yasak.
Bu laikçi zihniyet çok partili demokrasiyi hiç benimsemedi, hep benim dediğim olacak dedi. Basını da sürekli arkasına aldı. On yılda bir yapılan devrimlerle totaliter hakimiyetini sürdürdü. Beyinleri kilitledi. Şimdi biz aksini düşünemez olduk. Atatürk’ü tabu yaptı. Dayatmasını onun adına sürdürdü. Hala daha sürdürmeye çalışıyor.
Eğitim özgür düşüncenin mekanı olması gereken bir alandı. En baskıcı sistemi orada kurdu ve bunun değiştirilmesine hiçbir zaman izin vermedi. Daha düne kadar kız öğrenci ve bayan öğretmen pantolon giyemiyordu. Daha düne kadar bayan öğretmen ve kız öğrenci başörtüsü ile EĞİTİM ALAMIYORDU. Din özgürlüğü diye bir şey tanımıyordu bu zihniyet. Özgürlükleri hep kendisi için istiyor ve alıyordu.
Batıcı basın arkasındaydı. Kız öğrenciler erkek öğrencileri tahrik etmek için etekleri alabildiğine kısaltıyor, idare buna önlem almaya kalksa medya kıyameti koparıyordu. Formayı dayatıyorlardı ama bu formanın teşhirciliği yaygınlaştırmasına ses çıkarmıyorlardı. Oysa teşhircilik bir sapıklık ve ruh hastalığıydı. Bu ruh hastalığının yayılmasını teşvik ediyorlardı.
Etek kısaltma yarışı öyle ileri boyutlara varmıştı ki –hala da devam ediyor- sınıfta mahalle baskısı oluşturuyor, inançlı öğrenciler bu baskı altında eziliyor, hiç uygun görmedikleri halde pantolon giyiyorlardı. Bu mahalle baskısına kimse ses çıkarmıyor, müdahale etme gereği bile duymuyorlardı.
Şimdi kalkmış özgürlük adına, Batılaşmak adına özgürlüklere karşı çıkıyor, buna o örümcek kafalarıyla bir bahane uyduruyorlar. Dün teşhircilerin mahalle baskısına ses çıkarmayan, bundan gizli haz duyanlar bu gün kalkmış başını örtenlerin mahalle baskısı oluşturacağını söylüyor, söylemekle kalmıyor en yüksek sesle bağırıyor, kızılca kıyamet koparıyorlar.
Ne adına, kim adına yaptıklarını bilmeden, yıllardır sürdürdükleri totaliter zihniyetin kalıplarından çıkmadan yaşamayı bir yaşam biçimi haline sokmuş olan zavallılar güruhu yine ortalığı velveleye veriyor, bir türlü salim düşünemiyor, saçmalamaya devam ediyorlar. Bir de bunu Atatürkçülük adına yapıyorlar. Oysa bugün Atatürk yaşasaydı muhtemelen batı tipi demokrasi ister, özgürlüklerin genişlemesinden rahatsız olmazdı.
Evet artık bu elbise bize dar bu anlaşıldı. Batı tipi bir demokrasinin gelmesi için daha fazla beklemeye tahammülümüz yok. Özgürlüklerin kısıtlanması ve inançlar üzerine baskılar anti demokratik uygulamalar terör örgütlerini doğurmakta, IŞİD, Boko Haram, El-Nusra, El-Kaide gibi güya İslami örgütlerin doğmasına, kitlelerden destek bulmasına neden oluyor. BÜTÜN İLLEGAL ÖRGÜTLER LEGAL TALEPLERİN KARŞILANMAMASINDAN KAYNAKLANMAKTADIR. Bunu anlamayan güçler daha sonra terör belasıyla uğraşmak zorunda kalıyor. Bu nedenle binlerce cinayet işleniyor, felaketler yaşanıyor, göçler başlıyor. Dünyanın başı sırf bu yüzden beladan kurtulamıyor.
Irak’ta Şii Maliki zihniyeti, Suriye’de Nusayri Esed zihniyeti Sünnilerin normal yaşama haklarını gasp ederken terör ve isyan hareketlerine maruz kalacaklarını hesap etmiyorlardı. Ülkemizdeki totaliter zihniyet ise hala inançlı kesimin halklarını tanımakta zorluk çıkarıyor, olanca kin ve nefret duygularıyla saldırıyor. Ama halk olan BİTENİ GÖRÜYOR, ZAMANI GELİNCE GEREKLİ ATILIMI YAPMAKTA TEREDDÜT ETMİYOR.
Kendisine koyun diye hakaret edilen geniş kitleler ne istediğini pekala biliyor, demokrasinin, özgürlüklerin yerleşmesi için azami gayret gösteriyor. Bunca hakarete ve aşağılamaya rağmen bu gayreti göstermeye devam edecek.
Yaşasın özgürlükler, yaşasın özgür düşünce, yaşasın demokrasi. Yaşasın aydın düşünce. Kahrolsun despot zihniyet. Kahrolsun kendisinden başkasına özgürlük tanımayan anlayış.
10-KUR’AN KURSLARI VE EĞİTİMDE ŞİDDET
Kur’an Kursları’nda eğitim ne yazık ki hala medreselerin bozulduğu, beşik ulemalarının çoğaldığı yıllardan kalma, hiçbir pedagojik dayanağı olmayan, salt kaba kuvvete dayalı sistemde devam etmektedir. Özellikle yatılı kurslarda en sık başvurulan yöntem olarak hala bu ilkel metot sürmekte, Kutsal Kitab’ımızın öğretilmesi için gönderdiğimiz çocuklara Kur’an öğreten bu müesseseler evlatlarımızı Kutsal Kitap’tan soğutmaktadırlar.
Öğretmenliğe ilk başladığım yıllarda okullarda dayak hüküm ferma idi. Hele bizim öğrenciliğimizde hocalarımızın tek bildiği yöntem buydu. Hala hayattadır bu Hocalarımız. Dayaktan başka terbiye metodu bilmeyen zavallı eğitimciler, kendilerini hiçbir zaman sorgulamıyorlar, başka bir yöntem arama zahmetine katlanmıyorlardı.
İlkokul birinci sınıftaydım; öğretmenimiz Bedia Çelik öğrencisini çok severdi. Ben onunla okumayı sevdim. Eğitim benim için güzel bir dünya oldu. Ona minnettarım. 2. sınıfta başka bir öğretmen girdi dersimize. Adı Mehmet Tombuloğlu idi. Otoriter kişiliğinin bir parçası dayaktı. Şiir ezberletirdi bize. Okuyamayınca ellerimizi o kuvvetli sopayla kızartırdı. Olanca gücüyle nazik ellerimize vurur; bunu eğiticilik addederdi. Ben her gün ezberimi yapar, tahtaya kalkınca dayak korkusuyla şaşırır ve dayağı yerdim. Bu öğretmenimi hiçbir zaman hayırla yad etmedim. O Samsun’a tayin olunca pek sevindim. İlk öğretmenim İstanbul’a tayin olmuş, buna ben pek üzülmüştüm. Son iki yıl Salih Kulaç isimli oldukça demokrat bir öğretmenimiz oldu. Kişiliğimin gelişiminde onun katkısı çoktur eminim. Arkadaşlarımın kiracısıydı. Rahmetli olmuş. Onu hep hayırla yad ederim.
Orta okul ve liseyi bir İHL. de okudum. Dayak hükümferma idi. ‘Sopa cennetten çıkma’ derlerdi öğretmenler. Dayakçı bir Müdür’ü vardı. Odasında döverdi. Müdür yardımcıları hakeza. Sınıf içinde dayak atan öğretmenler en popüler öğretmenlerdi kendilerine göre. Eğitimin tek genel geçer aracı dayak yahut not tehdidi idi. Öğretmen sınıfa hakim olmak için not defterini çıkarır baskın sözlü yapardı. Zor sorularla öğrenciye sıfır vermek marifetti.
Ben de bu dayaklardan nasibimi aldım. Ailemde hep uslu çocuktum. Bu yüzden dayak yemedim. Babam en küçük ile en büyüğümüzü döverdi. Beni annem korur, zayıf olduğum için savunur, onun tabiriyle kayışları kendi yerdi. Babam bel kemeriyle döverdi. İlk okulu bitirdikten sonra laftan etkilendiğimi gören babam biz iki ortancaya dayak atmadı.
Yıllar geçti, öğretmen olduk. Sınıflara derse girmeye başladım; dayaktan nefret ediyor, öğrencilerimi seviyordum. Mezun olduğum okulda derslere girmeye başladım. Öğrenciler başıma üşüştü. Sevgimi belli ediyor, sınıflara hakim olamıyordum.
Ankara Elmadağ’da bir okula atandım. Orada da dayak hazretleri hükümferma idi. Öğretmenler sopa ile derse girerlerdi,’ soran olursa tahtada yazılanları gösteriyoruz öğrenciye diye söyleriz’ derlerdi. Ama kimse buna inanmazdı. Ben yine zor durumda kaldım. Sınıflarım gürültü içindeydi. Derslerimde öğretmen yok diye içeriye girerdi idareci ve öğretmenler. Sonra basit bir yöntem buldum. Ben de kaba kuvvete başvurdum. İtiraf ediyorum. Yaramaz öğrenciyi çağırıyor, suratına hafif darbelerle şamar vuruyor, öğrenciyi sever gibi tokatlıyordum. 10 bilemedin yirmi hafif vuruşla vuruyor, öğrencinin suratı kıpkırmızı oluyor, yerine geçen öğrenci bir daha şımarmıyor, uslu uslu oturuyordu.
Sordum ‘niye artık şımarmıyorsunuz, ben sizi dövmüyorum ki seviyorum biliyorsunuz; bu vurduğum sevgi tokadı’. Olsun Hocam diyorlardı biliyoruz, ama suratımız çok yanıyor’.
Yöntemi bulmuştum. Sonra Liseye atandım. Orada buna da gerek kalmamıştı. Laftan anlıyorlardı. Onları seviyordum. Onlara baba şefkatiyle yaklaşıyordum. Beni hiç mahcup etmediler. Evlendim baba oldum. Çocuklarımı hiç dövmedim. Şımardılar. Kaba etlerini hafif darbelerle kızarttım. Bu onlara yetti. Kızım için buna da gerek duymadım hiç. O hep laftan anladı. Anneleri terlik attı, benim haberim olmadı. Onunla bu yüzden çok tartıştık. O annesinden böyle görmüştü.
Öğretmenliğimin 10. Yıllarında dayak yasaklandı, şimdi kimse dövmüyor. Disipline veriyor. Kaba kuvvete nadiren baş vuruluyor, ama maalesef Kur’an kurslarında buna devam ediliyor. Çocuklar Kur’an’dan soğutuluyor. Namazdan soğutuluyor, dinden uzaklaştırılıyor. Bence Milli eğitim bakanlığının yaptığını Diyanet işleri başkanlığının da yapması gerek acilen. Bu gün Milli Eğitim bakanlığı şikayet hattı anında olaya müdahale ediyor, Diyanet’in de aynı yapılanmaya gitmesi şart. Kur’an öğreticilerinin kendilerini rehabilite etmesi için bu gerekli.
Milli Eğitimin dayakçı hocaları bile soruşturma korkusuyla kendilerine çeki düzen verdiler. Eğitim bu yüzden aksamadı, daha da ileriye gitti bence. En azından öğrenci kişilik sahibi oldu. Sözden anlar oldu. Her ne kadar birçok yerde sözlü mobbing devam ediyorsa bile iyi bir aşamaya gelindi Milli Eğitim’de. Ama Kur’an Kursları için aynı şeyi söylemek mümkün değil ne yazık ki. Ben kendi çocuğumun başına gelenlerden biliyorum.
Bu konuda acil önlem alınmalı ki, nesiller Kuran bilen ama okumayı sevmeyen nesiller yetişmektedir. Bu dine de Kur’an’a da ihanettir.
11-EĞİTİM YAZBOZ TAHTASI
Eğitimi yazboz tahtası haline getiren zihniyet hala değişmedi. Bürokrasinin yönetimdeki krallığı eğitimde de sürmekte. Bizim bürokrasimiz yanlışlarını düzeltmez, doğruları aramak gibi bir derde düşmez. Onun varsa yoksa kişisel menfaatleri önemlidir. Her zaman krallığını sürdürmek için bir yol bulur. Eğitimi bugünkü hale getiren ve hala bir yazboz tahtası olarak kullanan zihniyet bu bürokratik hegamonik kesimdir.
Bu hegemonya Batıyla içli dışlıdır. Milletin menfaatleri yerine kendi menfaatlerini düşündüğü için batının azatsız kölesidir. Çünkü kişisel çıkarını orada bulmuştur.
Her iktidar değiştiğinde o elinde dosyalarla gelir, yeni bakanın kafasını karıştırıcı, onu pohpohlar, eğitimde devrim yapacaklarını söyler. Bu şerefin zat-ı alilerine ait olduğunu söyler. Her yeni Bakan’a olduğu gibi bu Bakanı da kendilerinden geçirirler.
Sonra gelsin yeni değişimler, gelsin yeni karıştırmalar. Hiçbir ön araştırma ve uygulaması olmayan projeler, programlar, bazılarını zengin ededursun bazılarını popüler olan öğrenciye olur. Kayıp nesiller birbirini takip eder. Anarşi okullarda yuvalanır, terör bu eğitim sisteminden beslenir. Fitne ve karışıklıklara alet olacak gençlik işte böyle hazır hale getirilir.
Gezi kalkışması da bu eğitim sisteminden beslenmiştir, Bonzaicilere de bu sistem yol açar.Okulda ibadet etme imkânı bulamayan nesiller, Fast-foodla yerinde duramaz hale getirilir, kızlı erkekli öğretimde karşı cins ilgisi kısa teklerle alabildiğine tahrik edilir, bir de buna dindışı, seküler müfredatı ekledin mi al sana her türlü şerre hazır hale getirilmiş kurşun askerler ordusu. Bir de buna her geçen gün değişen ve yazboz tahtası haline getirilen eğitim sistemini ekledin mi al sana patlamaya hazır hale getirilmiş bombalar.
Yıllar önce bir akil adamdan dinlemiştim Ankara’da. Bu işleri bilen, eğitim üzerine kafa yoran bu adam bana şöyle söyledi:’ Beş yılda bir Avrupa’dan yüksek ücretli uzmanlar gelir, her geldiklerinde yeni bir proje, program ve sistemle gelirler, eğitimi Arapsaçına dönüdürler, yüksek ücretlerini, her türlü harcırahlarını milyon dolarla ifade edilen istihkaklarını alır giderler. Eski sistem daha tam değerlendirilmeden, aksayan yanları belirlenmeden toptan rafa kaldırılır, yeni önerdikleri sistem hiçbir ön araştırma ve deneme yapılmadan, amaç ve hedefler belirlenmeden yürürlüğe konulan bu sistemde bir sürü aksaklıklarla yürütülmeye çalışılır, sonunda onun da miadı dolmuş denilir, olmadı sil baştan beş yıl geçmiştir uzmanlar gelmiştir, yen, sistem getirmişlerdir. Hadi sil baştan. Eğitim yazboz tahtası öğrenciler kobay. Öğretmenler zavallı robotlar. Onlara bir şey danışılmaz, saha araştırması yapılmaz, hiç bir değerlendirme ve tartışma yapılmaz hurra.
Bunu duyunca şaşırmıştım. Bunun basit bir getirim elde etme yolu olduğunu kimse söylemesin bana. Bu doğrudan doğruya bir oryantalizm sorunuydu ve tamamen maksatlıydı.Oryantalizm en nemli, en hayati noktaya müdahale ediyor, en korkunç darbeyi eğitimden vuruyordu. Ben bu anlatı sayesinde oryantalizmin çirkin suratını bir kere daha görmüştür.
Ne diyorlardı: Bir ülkeyi yıkmak, bir milleti tarihten silmek istiyorsanız o ülkenin eğitim sistemini ele geçirerek tahrip edin o ülkeyi tahrip etmiş olursunuz ve o milletin yok oluşuna neden olursunuz kolayca.
İşte yapılan buydu. Bu gün karşımıza çıkan eyyamcı, goygoycu, Bonzaici, çocuğunu, anne ve babasını katleden nesiller böyle yetiştirildi. Öğrenci arkadaşını bıçaklayan, öğretmenini öldüren, eşcinsel ilişkilere giren öğrenci nesli bu sistemle elde edildi. Uyuşturucu tacirlerinin elinde esir, inançsız ve idealsiz kuşaklar bu sistemin ürünü. Para, şan, şöhret peşinde koşmaktan, zevk ve eğlenceden başka amacı olmayan nesiller böyle yetişti. İyi bir gelir, iyi bir araba, iyi bir ev, yazları tatil, Avrupa seyahatleri, içki, kumar ve uyuşturucu partilerinden başka bir ereği olmayan nesiller böyle türedi.
Gelin bu sistemi yeniden ele alalım radikal tedbirlerle revize edelim. Ahlak ve maneviyata dayalı eğitim verecek, inançlı nesiller yetiştirmenin çarelerini arayalım. Müfredat başta olmak üzere sistemi baştan ayağa dönüştürmenin yollarını arayalım.
Yoksa işimiz çok zor olacak gittikçe zorlaşacak her şey. Geri dönülmez bir yola girmeden, felaket çanları çalmadan bu işin hayati önemini kavrayalım.
12-EĞİTİMDE ÖDÜL CEZA DENGESİ
Geçmiş eğitim kurumlarında dayak iyi bir eğitim yolu olarak görülüyordu. Oysa Hz. Peygamberin sisteminde dayağa yer yoktu. Eğitimi özendirmeyen, bunu beceremeyen, bu konuda kafa yormayan düzenlerde dayak en kolay başvurulan eğitim vasıtası ceza aracı olarak görülmüştür.
Osmanlıda amin alaylarının yerin ve önemini bilmeyen nesilleriz biz. Şimdi biz o güne dair yazılan anılarda görebiliyoruz. Yahya kemal bu konuda bize epey bilgi aktarıyor. Bu anlatılanları gördükçe eğitimin felsefesinin bugünkünden tamamen farklı olduğunu anlıyoruz. Eğitime ilk başlayan çocuğa yapılan bu merasim onu eğitimin aşk neferi yapmakta, bu merasimle başlayan öğrenim tam bir aşk ve şevkle yapılmakta, ömür boyu zevk alınan bir meşgale haline getirilmektedir.
Oysa bu gün eğitime başlayan çocuk evden ayrılmanın acısıyla, soğuk okul koridorlarında hapishaneye tıkılmakta, alınan bu ilk intiba ömür boyu onu kovalamaktadır. O halde yapılması gereken nedir? Eğitime başlayışı bir şenlik havasıyla özel bir merasim içinde yapmak, onu bir şenliğe dönüştürmektir.
Bu ilk olumlu intibaının bir ömür sürmesi sağlanacak, eğitim sıkıcı, nefret edilen bir eylem değil, zevk alınan bir hobi haline gelmekteydi. Bu öğrenciyi eğitimin nesnesi değil, öznesi haline getirmekte, öğrenciye nesne değil birey muamelesini öngörmektedir.
Ayrıca eğitimi kitlesel değil bireysel hale getirmek zorunludur. Kitlesel eğitim insan bireyini yok etmekte, farklılıkları inkar etmekte, kişi benliğini ve yeteneklerini yok saymaktadırlar. Bir sınıfa tıkılan öğrenci kesimi Pavlov’un köpekleri gibi öğrenmeye mecbur kılınmakta, zevksiz ve renksiz, sıkıcı ve azap haline gelen eğitim baştan yararsız hale gelmekte, amacından sapmakta, tam aksi bir istikamete dönmektedir.
Bu kitlesel, baskıcı ve zoraki eğitimde ödül ve ceza dengesi iyi kurulamamakta, cezada aşırıya gidilerek kaba kuvvete varılmaktadır. Ödül verilmeye kalkıldığında evrensel kriterler bulunamamakta, ödülle hissi ve yanlı olarak dağıtılmakta, amacından sapmaktadır.
Öğrenci neyi niçin öğrendiğini bilmemekte, amaç kısmı hiçbir zaman inandırıcı olmamakta, eğitim temelsiz muallak bir bina halinde kalmaktadır.
Ayrıca eğitimde teori pratik dengesi iyi kurulamamakta, öğrenci dimağları bilgi deposu olarak habire doldurulmaktadır. Bu da öğrencileri değişik yollara itmekte, kopya devreye bir kurtarıcı olarak girmektedir.
Hayattan ve olaylardan kopuk eğitim, öğrenciyi hayatta kendine bir yer edinemeyen, bir iş sahibi olmak için torpil arayan bireylere dönüştürmektedir. Hayatla barışık olmayan birey kendisiyle de savaşa girmekte, çevresine ve kendisine zararlı bir birey ortaya çıkmaktadır. Uyuşturucu kullanımı ve çevresine düşman bir kitle böyle oluşmakta, vatana millete yararlı insan yetiştirme yerine zararlı ve düşman bireyler ve onların oluşturduğu kitleler meydana gelmektedir.
Bu da maksatlı iç ve dış mihraklar için tahrik edilecek sürülerin oluşmasına yol açmaktadır. En ufak bir fırsatta bu kitleler maniple dilmekte, ne yaptığını bilmeyen bu sürüler toplum ve devlet için ihanet sayılabilecek eylemlere bu eğitim sistemi sayesinde sevk edilebilmektedir.
Bu sistemde devlet kendi düşmanını yetiştirmekte, kendi bindiği dalı kesmekte, kendi kendine kurşun sıkmaktadır. Yapılması gereken eğitimin yeni bir anlayışla revizyonudur.
13-EĞİTİMDE YENİ ANLAYIŞ
Eğitim sistemi anayasal hak olarak milletin emrindedir. Devletin zorunlu görevleri arasında sayılmış, her bireyin eğitim alma hakkı anayasaya girmiştir. Ancak bu görev genç nüfusu 10 milyonların üstünde olan bir ülke için oldukça maliyetlidir. Binlerce bina, milyonları aşan öğretmen kadrosu ve sair masraflar bütçenin gelirlerini zorlamakta, bilimsel araştırmalara ödenek ayrılamamakta, bilgi çağı yakalanamamaktadır.
Bu sorunu çözmek için hem günümüz dünyasında, hem de geçmişteki örneklere bakaran bir çalışma yapabiliriz. Bu sorunu ABD nasıl çözmüş, Avrupa nasıl çözmüş. OSMANLI nasıl çömüş, Selçuklu nasıl çözmüş. Bu alanda saha çalışmalarına çıkacak uzmanlara ihtiyaç var. Hemen söyleyelim bugün batı ve ABD toplumsal sorunları çözmede Osmanlının vakıf anlayışını araştırmakta, oradan elde ettikleri bulguları günümüze uyarlayarak eğitim dahil olmak üzere toplumsal sorunları halletme çareleri aramaktadır. Artan sorunların çözümünde devlet maliyesinin yetersiz kalması, gönüllü vakıf sisteminden istifadeye başvurulmaktadır.
Yıllar önce seyrettiğimiz bir trafik dizisinde gördüğümüz bu anlayış bu gün birçok alana sirayet etmiştir. Ayrıca hala yabancı uzmanlar vakıf anlayışını incelemek için kütüphanelerimizde çalışmalar yapmakta, bizse bu alanda henüz bir yere varabilmiş değiliz. Eğitimde vakıf anlayışının Osmanlı’da ayniyle tatbik edildiğini, hatta tüm sosyal alanlarda uygulandığını, az bir memurla toplum düzeninin sağlandığını düşünürsek, sosyal devletleri ayakta tutan gücün vergi değil vakıf ruhu olduğunu anlarız.
O halde öncelikle eğitimde bu anlayışın yürürlüğe konulması zaruridir. Özel sermayenin eğitimdeki rolü yadsınamaz. Ancak yeterli ve her zaman ve yerde de sağlıklı yürümemektedir. Daha fazla kazanma uğruna eğitimden taviz veren, hatta onu yer yer yozlaşmış eden özel sektör yerine vakıf sistem ve anlayışı daha sağlıklı neticeler doğuracaktır.
Vakıf sistemi İslami bir sistemdir ve Peygamberimizin ısrarla tavsiye ettiği bir uygulamadır. Bu uygulama günümüze kadar gelmiş ve maalesef dejenere edilmiştir. Bu gün acilen ülkenin istikbali, eğitimin sağlıklı bir yapıya ulaşabilmesi için vakıfların teşvik edilmesi, bu yolla bu kurumların eğitime dahil edilmesi, hatta eğitim vakıflar eliyle büyük bir oranda üstlenilmesi sağlanmalıdır.
Öncelikle eğitimde denenecek vakıfların giderek diğer sosyal alanlara el atması sağlanmalı, artan devlet yükünün şimdilik bir az olsun hafifletilmesi hedeflenmelidir. Bu konuda da her konuda olduğu gibi geç kalınmıştır. Ama zararın neresinden dönülürse kardır. Bu amaçla vakıflar bakanlığı kurulmalı, vakıflar teşvik edilmeli, kolaylıklar getirilmelidir.
Vakıf alanında halk bilinçlendirilmeli, gelecek nesillere vakıf ruhu aşılanmalıdır. Tüketme çılgınlığına kapılmış nesillerin olduğu gibi devasa boyutlara varan devlet harcamalarının da hafifletilmesi bu yolla mümkün alabilecektir. Toplumun sağlıklı bir yapıya kavuşturulmasının, ruhsal hastalıkların, yardımlaşma ve sevgi ruhunun canlandırılmasında vakıf anlayışı oldukça büyük faydalar sağlayacaktır. Çağın hastalıkları ve sorunlarının çaresi vakıf ruhunda yatmaktadır.
Çevre ve trafik sorunlarının hallinden, dayanışma kültürüne kadar birçok değişim bu sayede yaşanabilecektir. Yaşlıların yalnızlaşması bu yolla önlenebilecek, fakirlerin desteklenmesi sağlanacak, işsizlik bu yolla azaltılabilecek, sağlık hizmetleri dahil bir çok hizmet devlete yük olunmadan bu yolla yapılabilecektir.
14-OKULLARIN YENİDEN TANZİMİ
Bugünkü okulların öğrenciyi nefret ettiren, öğrenim psikolojisine tamamen aykırı, askeri nizamiye havasında, yeşilden ve spor alanlarından mahrum, iç mekanları hapishane koridor ve koğuşlarının birebir aynısı denebilecek stildedir.
Yeni mimari arayışlarıyla özel sektörün inşa ettirip devlete devrettiği okullar bile bu alanda fazla bir fark göstermiyor, ideal olana uzak yapılarıyla Türkiye’de eğitim mekanlarının eğitimi felç eden mekanlar olduğunu artık anlamanın zamanı gelmiştir.
Eğitimde ilk halledilmesi gereken budur ve bu konu aciliyyet gereken konuların başında gelir. Kent dışına taşınması zaruri hale gelmiştir tüm okulların. O da yetmez eğitim kampüsleri planlanmalı, doğu İslam, Osmanlı Selçuklu mimarisinin bir devamı olarak yapılacak binaların, bahçe peyzajından tüm mekânlarına kadar her şeyinin milli olması gerektiği açıktır.
Dahası okul bahçelerinin öğrenci eğlenme ve dinlenmesini kendi geleneklerimiz doğrultusunda sağlayacak şekilde olması gerekir. İlk okullar için seksek, mile, ip atlama, birdirbir, beş taş, dokuz taş ve diğer oyunlar için özel mekan ve öğretmen yönlendirmeleri, yararlı internet salonları, klasik müzik, tasavvuf ve halk müziği eğitimleri, eskrim, ok atıcılığı güreş vb. milli sporlar özendirilmesi için özel mekanlar ve eğiticilerin tahsisi, okumanın özendirilmesi için iç ve dış mimarisi sevecen, memurları motive edici yetenekte kişiler olan okuma odaları, kütüphaneler, şiir okuma mekanları, vb. ortamları oluşturulmalı…
Sınıflar, koridorlar, okul kantin ve kafeteryaları yeniden tanzim edilmeli, kapalı dinlenme mekanlarına açık iç açıcı mekanlar da eklenerek, öğrenci motivasyonu en üst düzeye çıkarılmalıdır.
Okullarda seminer ve konferans salonları güzel ve nefis mekanlar haline getirilmelidir. Öğretmen odaları öğretmenleri psikolojik olarak rahatlatıcı mekanlar olmalıdır. Öğretmenin bilgiye kolay ve rahat ulaşabilmesi için bilgisayar ve internet imkanlarının artırılması şarttır.
Ayrıca okullara bilimsel ve kültürel dergilerin idarece satın alınarak, öğrenci ve öğretmenin kolayca erişebileceği yerlere ulaştırılması acil ve zorunlu eylemlerdendir.
Bu konuda doğu ve batı eğitim mekanlarının araştırılmalı, örnekler üzerinde uzman ekiplerce çalışılarak yeni bir yapılanmaya gidilmelidir.
Okulların dini mekanlarla iç içe olması sağlanmalı, kampüslerde hem mescid hem de mimarisi özel ve güzel mabetler yapılmalıdır.
Eğitim yuvaları yeşille kuşatılmış, canlı ve sevimli mekanlar haline getirilmelidir. Bu konuda acil eylem planları hazırlanmalı, kent içinde gürültülü ortamlardaki okullar acilen satılarak finansman oluşturulmalı, bu finansman yeni eğitim mekanlarının inşasında kullanılmalıdır.
15-EĞİTİMDEKİ YANLIŞLAR
2
Eğitimi allak bullak eden değişiklikler, denenmeden yapılan değiştirmelerdir. Bu tür değişikliklerle yazboz tarlasına döndürülen eğitimden iyi bir sonuç beklemek hayal. Birkaç başıbozuk bürokrat ve bakanlıkta kendini göstermek isteyen akıl danelerin, bol maaşlı uzmanların işin mutfağından uzak, hiçbir ön araştırma yapmadan aldıkları kararlar eğitimi bir uçurumun kenarına sürüklemiş, oradan aşağı yuvarlamak için fırsat kollamaktadır.
Siyasetin de parmak attığı bir alan olan eğitim bir milletim kaderiyle oynamaktadır. Siyasiler, karanlık odaklar, kendini bilmez bürokratlar, burnu düşse almayan uzmanlar eğitimi felç etmekten başka bir şey yapmıyorlar aslında. Bütün bu çok denklemli etkilerin allak bullak ettiği eğitim bu gün ortadan kalkmak üzere felçli bir hastadır, ona yapılan her yanlış müdahale sonunu hazırlamaktadır.
Bütün bu yanlışlar boş, cahil, kültürsüz ve saygısız bir gençlik yetiştiriyor artık bu eğitim. Bu gençlik artık hiçbir işe yaramayan, elinde bir diplomadan başkası bulunmayan, işe girmek için torpil aramaktan başka bir yol bulamayan, bulunca da iş beğenmeyen, beğenir yerleşirse iş yapmayan ve ayrıca verilen maaşı beğenmeyen bir gizli işsizler ordusunun neferi olmaktan ileri gidemeyecektir.
İşte eğitimimizin hali pür melali budur ve bu gün idarecilerin kara kara düşünmesi gereken nokta da bundan başkası değildir. Bu gün y ve z kuşaklarını yetiştiren bu yazboz tahtasına çevrilen eğitimdir. Ve bu gençlik kuşakları bu gün bazılarının kötü emelleri için nasıl kolayca kullanılabiliyorsa, yarın ne yapacakları, hangi kötü emellilerin hangi amaçları için kullanılacağını bilmek o kadar da kolay olmayacaktır.
Herhangi bir şeyleri ve herhangi bir konuda herhangi bir düşünceleri de yok bu gençlerin. Eğ itilmişlikleri de yok. Aksine yanlış yerlerde kullanılmaya hazır bir şekilde kurgulanıyorlar ve bekletiliyorlar.
Özellikle hemen hiçbir şey öğrenmeyen, hatta öğrenmekten nefret eden, hemen hiçbir şey okumayan ve okumaktan nefret eden bir gençlik bu. Araştırmayan ve araştırmaktan nefret eden bir kuşak yetişiyor. Fast food yemekten, eğlenmekten ve kavga etmekten başka bir şey bilmiyor. Cola içmekten bira içmeye oradan içki ve uyuşturucuya terfi eden ettirilen bir gençlik.
Bu gençlik gazete, dergi ve kitap okumuyor, sadece ve sadece cep telefonuyla yaşıyor, tablet kullanıyor, oyunlar oynuyor, eğleniyor, kafelerde karşı cinslerle buluşmanın yolunu arıyor, sinemaya, bara gidiyor. Kütüphanenin yerini bilmiyor, kitapçıya gitmiyor, kitap almıyor. tv seyrediyor, internetten müzik indiriyor, cet yapıyor, film indiriyor. Her şey kendisi için. Bu gençlik için pek fazla çok seçenek yok.
Evet bu gençlik bu eğitimin eseri.
Bu gençlik sorumluluk almıyor, en büyük özelliği bu. Bencil ve egoist, diğerkâmlık bilmiyor. Topluma ve ailesine yararlı olmak diye bir amacı yok. Dünyanın merkezinin kendisi olduğunu sanıyor.
16-EĞİTİMDE KEYFİYET VE KEMMİYET
TÜRK MİLLİ eğitim sistemi sorunlarla maluldür. Bu eğitim sisteminin sorunu Türk milletinin medeniyet değişimiyle başlamıştır. İslam medeniyeti halkasından zorla koparılan milletimiz Batı medeniyetine eklemlenmiş, ama bu medeniyetle asla birleşememiştir. Bu birleşememe batı ile bizim aramızdaki doku uyuşmazlığından kaynaklanmakta, giderilmesi asla mümkün olmayan sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Kendine özgü değerlerle taban tabana zıt bir değerler sistemi sürekli çarpışmaktadır.
İşte hayatın diğer cephelerinde olduğu gibi eğitim cephesinde de durum farklı değildir. Bu eğitim sistemi de bize diğer tüm yaşam alanlarında olduğu gibi bize dayatılmıştır. İnsan yapımıza uymayan bu sisteme insanımız zorla uydurulmaya çalışılmıştır. Bu alanda oldukça büyük başarı elde edilmiş, ancak bu başarı milletimizin değil batılıların menfaat ve istekleri doğrultusunda olduğu için bir zafer değil yenilgi olarak karşımıza çıkmıştır.
Şimdi biz 90 kusur yıllık bu sistemin aksaklıklarını tamir etmeye çalışıyor ve bir türlü bunu başaramıyoruz. Başaramayacağız da. Çünkü bu eğitim sistemi asla tedavi kabul etmeyecek derecede hasta, yanlış ve yanılgılarla doludur. Tedaviye cevap vermeyecek denli yaşlı ve maluldür. Baştanbaşa yanlışlarla kurulmuş ve zoraki tedbirlerle sürdürülmeye çalışılmıştır, ama başarılamamıştır.
Çarpıktır bu eğitim sistemi, kronik hastadır, can çekişmektedir, suni teneffüslerle hayatta kalabilmektedir. Hatta yoğun bakımda bitkisel hayattadır. Geri dönme umudu kalmamıştır. O halde yapılması gereken bir an önce defnedilip ortadan kaldırılması yerine yepyeni bir sistemin konulmasıdır.
Şimdi yapılan eğitimde keyfiyet yerine kemiyette değişikliklerdir ve yaraya merhem olmaktan uzaktır. Bu kemiyette yapılan değişiklikler keyfiyete yararlı olmamakla birlikte, o alanda yapılacak değişiklikleri geciktirmekte, bu alanda yapılması gerekenleri imkânsızlaştırmaktadır.
Şimdi yapılması gereken nedir? Bu alanda ilmi çalışmaların zaman geciktirmeden yapılmalı, tarihi mirasımız ve kendimize ait milli eğitim sistemimiz (Enderun ve medrese eğitimi) gözden geçirilerek derin araştırma ve tahliller yapılmalı, bize özgün sistemin teorisi yapılmalıdır. Osmanlı, Selçuklu, Abbasi, Emevi ve en başta Nebevi eğitim sistemleri incelenerek yeni yepyeni bir eğitim sisteminin alt yapısı inşa edilmelidir. Ayrıca batı, doğu ve Uzakdoğu, Amerikan eğitim sistemleri de bir fikir vermesi açısından DERİN İLMİ TOPLANTILARINA konu edinilmelidir.
Bu konuları organize edecek bir eğitim yönetim merkezi oluşturulmalı, yüklü tahsisatlar ayrılarak bu alanda çalışacak uzmanların çalışmalarına imkan verilmelidir. Üniversite içi ve dışı araştırmacılar teşvik edilmeli çalışmalar pilot okullarda eğitim fakültelerinin yönetiminde denenmeli ve başarılı örnekler yaygınlaştırılmalıdır.
Ayrıca araştırma hastaneleri örneği araştırma okulları oluşturularak bu alanlardaki teorilerin pratiğe yansıması test edilerek en iyi en güzel sistemine ulaştırılması sağlanmalıdır.
17-ETÜT MERKEZLERİ
Dershanelerin bir yanılgı olduğunu, eğitim sistemine yardımcı değil, muhalif olduğu ve ona zarar verdiği gerçeğini ihtiyaç haline gelen etüt merkezleri ortaya çıkarmıştı birkaç yıldır. Örgün eğitim sistemi olan okullarda dersler zaten yapılmaktaydı. Yapılan bu dersleri aynı oranda işlemek, anlaşılan kısımlarla anlaşılamayanları tekrarlamak için bu külfete gerek yoktu.
Aksine dershane sistemi öğrenciyi tembelliğe itiyor, örgün eğitimden de koparıyordu. Oysa aynı sistem içinde eksik öğrenme gerçekleşiyor, geç öğrenen öğrencilerin dersten kopması bir vakıa gibi karşımıza çıkıyordu. Ancak müfredatı yetiştirme gibi bir problemi olan öğretmen geride kalanlarla ilgilenemiyor, onlarda sınıfta dersin işlenmesine yönelik problemler teşkil ediyorlardı.,
Bu gibi problemler disiplin sorunlarına yol açıyor, giderek örgün eğitimi, yavaşlatma, sabote etme, engelleme gibi sonuçlara varıyordu. Dahası bu öğrencilerin örgün eğitimden kopmaları sağlanıyordu. Bu gün hala devam ediyor bu durum, sınıfta kalmalar, ya da eksik bilgilerle bir üst sınıfa taşınmalar eğitim seviyesini her geçen gün biraz daha düşürüyor, eğitimciler yıllardan beri bu durumdan şikayet ediyorlar, ancak bu konu yöneticilere intikal etmiyor ve herhangi bir çare üretilemiyor.
Çünkü eğitimciler kendilerine verilen had ve sınırları aşma cesaretinden yoksun bırakılmışlar. Herkes bir vurdumduymazlık içindedir. Bakanlık eğitimcileri önemsememekte, onların fikirlerine değer vermemektedir. Bu kanaatte olan eğitimci kitlesi sorunları ortadan kaldıracak düşünce üretmek yerine, en az problemle aybaşını getirmek, daha fazla gelir kazanmak ve emeklilik hesaplarıyla meşgul olmaktadır.
Aşılamayan engeli dolaşmaktadır eğitimci. Sallabaşı al maaşı cinsinden bir yaşam, artan gelirle otomobil değiştirme, krediyle daire ve yazlık alma, ardından daha fazla refah, daha fazla eğlenmekten başka bir şey düşünemez hale gelmiştir.
Şimdi gelelim etüt merkezleri ihtiyacına. BATIDA UYGULANAN BU SASTEMİ İRDELEYELİM. ÖRGÜN EĞİTİMDE ERİ KALAN ÖĞRENCİ ÖĞRETMENİ tarafından etüt merkezine yönlendirilmekte, eksik konu ve anlaşılamayan bölümler etüt merkezinde öğrenciye birebir verilmekte, öğrenci örgün eğitime kaldığı yerden devam edebilmekte, sorunlar en aza indirilmektedir.
Bunu savaş sırasında yaralanan askerin hastanelerde tedavisi sonrası tekrar asli vazifesine döndürülmesi olarak düşünelim mesele daha iyi anlaşılacaktır. Bu etüt merkezlerinin bu günkü işleyişinin dershanelere dönüşmesi tehlikesi de böylece ortadan kaldırılabilecektir. Etüt merkezi masrafları batıda öğrenci velisi değil devlet tarafından karşılanmaktadır. Bu doğru bir karardır. Ancak bugünkü işleyişte vatandaşın ödemeleriyle hayatlarını sürdürmektedirler.
Arz talep dengesine göre bugünkü işleyiş de isteklilerin buralardan yararlanması şeklinde bedelleri bizzat kendileri tarafından karşılanarak_ devam edebilir. Ancak devletin bu kurumları sıkı denetlemesi, dershanelerde yapılan yanlışların burada tekrarlanması sağlanabilir. Bu tehlike vardır ve hele dershanelerin kaldırtılmaya çalışıldığı bu ortamda bu tehlike daha büyüktür.
Anadolu Aleviliğinin baskı gördüğü dönemlerde Alevilerin Bektaşi tekkelerini cem evine dönüştürdükleri bilinirse durum daha iyi anlaşılabilir. Yetkililerin soruna acilen el atmaları şarttır. Bu alandaki sorun kroniktir ve bir an önce bu soruna çare üretilmelidir. Sorun ortada, çözüm ortadadır. Sorunların çözümü için gerekli irade hükümetlerindir.
18-EĞİTİMDE SEVGİ AYARI
Öğrenci okulu sevmiyor. Eğitim bakanlığı okulları sevdirmek için ne yapıyor acaba? Çirkin mimari mi sevdirecek okulları. Beton yığını yeşile yer vermeyen, her biri bir kışla misali soğuk, hapishane gibi sıkıcı. Öğrenci sayısı arttıkça yapılaşma artmış, oyun ve dinlenme alanları yok denecek kadar azalmıştır.
Öğretmen notla tehdit eder. Sınıfa hakim olmayı bilmez. Dersi ve kendisini sevdirmez, sevdiremez, tek çıkış yolu azarlama, disiplin ve tehdit. Anaokulunda sevgiyle kaynaşan yavru, ilk okulda bu sevgiyi kaybetmekte, orta okulda hırçınlaşmakta, lisede çeteleşmekte, üniversitede toplum düşmanı olmakta, bitirince de ailesinin başına bela işsiz bir fert olarak problem üretmektedir.
Milli eğitim bakanlığı acaba bu analizleri yapıp çare üretmekte midir? Üretiyorsa biz bir eğitimci olarak neden farkına varamıyoruz. Yani yapılan okullar mimari olarak biraz değişiklik arz etse de yeşil alan olarak iç açıcı bir noktaya gelen atılımlara rast gelinmemektedir.
İkinci olarak eğitim kadrosunun motivasyonları konusu üzerinde duruluyor mu? Neden milli eğitim akademisi okullarda ders yönetimine odaklanan alt yapıyı sağlayamıyor. Böyle bir akademi, ya da akademik çalışma var mı? Sınıflar niye sevilen bir ortama dönüşmüyor? Aksine hiçbir tasarım ruhu taşımayan, hapishane koğuşlarına dönüştürülmüş bu sınıflarda öğrencinin nasıl mutlu olmasını sağlayabilirsiniz.
Her şey yasak zihniyetiyle askeri komutlarla sınıfa alınan öğrencilerin bu bitmeyen askerlikten nasıl hoşnut olacağını düşünebiliyorsunuz? Neden eğitim bakanlığı bu konuda bir araştırma ve dönüştürmeye gitmiyor. Yüzyıllık sorunları bitiremediğinden mi bu konulara eğilemiyor acaba?
Öğretmenler hala sıkıcı öğretmen odalarında streslerini artıradursun, idareciler kendilerini lüks odalar yapmakta, 3, 5 senede bir onları değişmekte, velilerden zoraki topladıkları paraları keyfe-ma-yeşa harcamaktalar ve bu harcama konusunda kimseye hesap vermemektedirler. Bir kısmının bunları hesaplarına gererek zengin olduğu bir kısmınınsa bu birken paraları bankaya yatırarak ucuz kredi olarak kullanıp ilmeler açtığı şayiaları ayyuka çıkmaktadır.
Okul koridorları ve lavaboların sevimsizliği, kantinlerin berbat dizaynı öğrencinin okuldan nefret etmese için yeter da artar bile. Teneffüslerde bile öğretmen azarından kurtulamayan öğrenci daha ne yapsın. Öğle aralarında bile dışarı bırakılmayan öğrenci tam bir hapishaneden yaşadığını sanmakta, hele bir de yurtta kalıyorsa kendini Ebu Güreyb zindanlarında işkence gören Iraklı konumunda görmektedir.
Bir de kent içinde gürültünün ayyuka çıktığı yerlerde kalmış okulların öğretmen ve öğrencinin sinir sistemine yaptığı tahribatı hesap edersek durumun vahametini kavramış oluruz.
Okumaya ve dinlenmeye, ders dinlemeye ve anlamaya bu adar ters bir ortamdaki okullaşma bugün öğrencinin okulları tam bir işkence yeri halinde görmesini sağlamıştır. Üstüne bir de kılık kıyafet mecburiyetinin baskısı hala sürdürülmekte, kütüphaneleri kilitleyen, öğrenciye hiç mi hiç güvenmeyen eğitim yönetimi eğitimi tam anlamıyla iflas noktasına getirmiştir.
Yöneticilerimizin bu konularda düşünme zamanı gelmiştir.
19-EĞİTİM VE TOPLUMUN GELECEĞİ
Toplumların arayışları değiştikçe şekillenmeleri de farklılaşır. Sorunlar ve çözümleri toplumlara başka başka yön verirler. Geçmişte ekonomik sıkıntılar baş göstermiş ülkemizde yediden yetmişe ekonomi konuşur olmuştuk. Daha önceleri anarşi ve iç savaş tehlikesi baş göstermiş, ulusça bu konularla haşır neşir olmuştuk. Şimdi casusluk olayları ve dış dünyadaki gelişmeler ilgi odağımız oldu.
Bütün bunlar gösteriyor ki ulusça bir şeylere yönlendiriliyoruz. Bu yönlendirmeler asıl dikkat etmemiz gereken şeyleri unutturmak adına yapılmasın diye hiç düşünüyor muyuz acaba?
Bir ülkenin güvenlik, iç barış, ekonomi gibi sorunları yanında belki onlardan da önemli sorunu eğitimdir. Ülkenin var oluş ve yok oluş serüvenini belirleyecek en önemli etmendir eğitim. Yıllarca gözden kaçırılmış olan bu sorun sorunlarımızın başlıcasıdır.
Bu sorunu nasıl halledeceğiz diye düşündüğümüz, bu konuda uzman heyetler kurduğumuz olmuştur belki ama ortaya henüz bir derde deva olacak bir şey konulamamıştır. Bu konuda yapılması gereken ilmi araştırmalar ne durumdadır bilemem; ama bildiğim şu ki henüz kangrene varmış bu yaraya bir neşter vurulamamıştır.
Bence bu hayati mesele için akademiler kurulmalı, doktora çalışmaları yapılmalı, bilimsel araştırmalar teşvik edilmeli, yurt dışına araştırmacılar gönderilmeli, onlardan gittikleri ülkelerdeki eğitim sistemlerini incelemeleri istenmelidir. O da yetmez kendi geçmişimize dönük araştırmalar yapılmalı, eğitim tarihimiz iyi irdelenmelidir.
Bütün bunların yanında eğitim fakültelerimiz desteklenmeli, onların araştırmalar yapmasına olanak sağlanmalı, bulgularından yararlanılmalıdır.
Osmanlı, Selçuklu, Abbasi, Emevi ve Dört Halife ve Asr-ı Saadet dönemlerindeki eğitim hayatı iyi incelenmelidir. Mutlu ve bahtiyar toplumların geçtiği eğitim sistemleri mercek altına alınmalıdır.
Bütün bunlardan önce eğitimde acil eylem planı yapılmalı, ülkenin ve gençliğin gidişatı kontrol altına alınmalıdır. Aksi halde ülkenin geleceği tehlikelere atılacak, gençliği bekleyen uçurumlardan dönüş olmayacaktır.
Genç kuşaklar inançlı ve idealist bir dünya sunmanın yolları araştırılmalıdır. Daha iyi, yaşanılabilir, erdemli bir dünya önümüze konulmalı, toplumca bu hedeflere gitmenin yolları aranmalıdır. Tekke ve zaviyeler kanunu kaldırılmalı, bu kurumlar eğitime kazandırılmalıdır. Böylelikle ehil olmayan kişilerin eline geçmesi önlenmeli ve toplumun eğitimindeki rolüne koyulmalarının tolu açılmalıdır. Cemaatler teşvik edilmeli, siyasete karışmadan örgütlenmeleri sağlanmalıdır.
Sivil toplum örgütlerinin desteklenmeli, illerde gönüllü kültür teşekkülleri sarayları kurulmalı, onların faaliyetleri desteklenmelidir.
Vakıflar teşvik edilmeli, toplum yararına hizmet yapmaları sağlanmalıdır. Gençlik eğitim ve eğlence merkezleri kurulmalı, bu merkezlerde enerjilerini boşaltmaları, doğru internet ve kitap okuma alışkanlıkları kazandırılmalıdır.
20-OSMANLICA EĞİTİMİ ZORUNLU OLMALI
Bizi tarihi köklerimizden koparmak için büyük bir plan yaptılar. Büyük devlet olan Osmanlı’yı parçalamak, İslam’ın yeryüzündeki hakimiyetini yok etmek için sinsice, planlı ve organize bir şekilde hareket ettiler. Devlet-i Aliye’nin gerileme dönemi işte bu yıkım ve yıkılışın başlangıç yılları. Onu Üstad Necip Fazıl Kanuni’ye kadar getirir.
Batı haçlı seferleriyle yakından tanıdı doğuyu. Kendi ortaçağ sefalet ve karanlığında aydınlık bir dünya gördü. O doğuydu. Doğu ve İslam dünyası. Kütüphanelerini yağma etti. Okuyup anlamakta güçlük çektiği eserleri ülkesine götürdü. Yıllar içinde tercüme etti ve orada bulduklarını kendine mal etti. Sonra gelişmenin önündeki skolastik zihniyeti tasfiye etti. Önce her yeniliğe engel olan ruhban sınıfını hizaya getirdi. Reform hareketleri bunu sağladı. Sonra Rönesans’ını yaptı. Ardından sanayi devrimi ve kalkınma. Sanayi devrimi hammadde ve maden yataklarına ihtiyaç duyuyordu. Maden yatakları da doğudaydı. Oryantalizmi başlattı. Devleti aliye varken bu toprakları sömüremeyecekti. Onu yıkmak gerekiyordu.
Yıkmak için parçalamalıydı. Önce medeniyetimize olan güvenimizi sarstı. Tanzimat’la başlattı bunu. Büyük yıkım düzenleme adıyla yutturuldu. Sonra milliyetçilik düşüncesini yaydı. Osmanlı bir çok ırkın bir düşünce etrafında birleştiği bir yapıydı. Bunu sarstı. Türkçülük akımını destekledi. Moiz Kohen Tekinalp adlı Yahudi baş rolü oynadı burada. Gökalp dört elle sarıldı bu düşünceye. Yeni lisan hareketi dile ilk büyük darbeyi vurdu.
Osmanlı bir çok ırkı birleştirdiği gibi bir çok dili de birleştirmişti. İlim dili Arapça, Edebiyat dili farsça idi. Konuşma dili Türkçeydi. Medresede öğrenilen bu iki dil Türkçeyi besledi büyüttü. Onunla birlikte Osmanlı büyüdü. Beylikten imparatorluğa yükseldi. Çok dilli, çok kültürlü bir yapı 100 bin kelimelik bir büyük imparatorluk dili inşa etti.
Yeniden büyük devlet ve büyük millet idealine erişmek istiyorsak bu büyük dili yeniden inşa etmek zorundayız. Onun için de gerekli olan tek şey bu dili çocuklarımıza öğretmektir.
Batı AB çatısı altında çok dilli bir devlet inşasında. Bu devlet için gerekli olanın Arapça Farsça- Türkçeden meydana gelen Osmanlıca gibi, Almanca- Fransızca- İngilizceden oluşan büyük Avrupa dili oluşturma çabasında. Ana okulunda ikinci dil, ilk okulda 3. Dil eğitimi yapıyor batı. Biz de ana okulunda ikinci dilimiz Arapçayı, ilk okulda 3. Dilimiz olan Farsçayı öğretmeyelim. Öğretmeliyiz. Öğreteceğiz. Acilen bunun alt yapısını hazırlamalıyız. Geç kalmamalıyız. Orta okulda Kur’an-ı Kerim, Lisede ise mecburi Osmanlıca dersleri vermeliyiz.
Bu olmazsa olmazlarımızdandır. Aksi halde İslam aleminin birliğinden söz edemeyiz. Kurtuluşun rüyasını bile görmek mümkün olmaz. Olmayacaktır.
Bu hayati bir meseledir. Çok geç kalınmıştır. Dün batı kafalılar yıllardır öğrenilemeyen İngilizce yanında Fransızca ve Almancayı öğrenmemizi istiyorlar bu dilleri ana okulundan başlatmayı öneriyorlardı. Bu öneriyle Batılaşmamız hedefine varacak, tam anlamıyla bir batı devleti olacaktık. Bizi ancak o zaman Avrupa Birliğine alacaklardı. Almadılar, almayacaklar, almazlar. İyi ki da almıyorlar. Alsalardı bu bizim yok oluşumuz olurdu.
Şimdi bize gerekli olan yeniden kendi kültür ve medeniyetimize dönmenin adımlarını atmak. Bu da eğitimle başlayacak. Hem de yeniden bu büyük ana dilin inşasıyla. Büyük edebiyat, evrensel kültür ve büyük medeniyetin yolu buradan başlayacak.
21-MİLLİ EĞİTİMİN TRAJEDİSİ
Öğretmenler kendi aralarında konuşuyorlar: okullar öğrencileri bozuyor.
Yıllar önceydi. Bir ilköğretim okuluna atanmıştım. Bu benim ilk öğretmenliğim değildi ama ilk atamamdı. Kadrolu ilk öğretmenliğimdi. Emektar bir idareci öğretmenle konuşuyoruz. O yılların tecrübesiyle ‘öğrencileri biz bozuyoruz’ diyordu. Onlar buraya ilk geldiklerinde tertemizdiler. İlk yıl hiçbir problem çıkmıyor. Ancak 2. 3. yıllar için aynı şeyi söylemek mümkün değil.
Okula pırıl pırıl gelen çocuklar burada her geçen gün yeni bir kötü davranış öğreniyor. Mezun olurken bir sürü hata, isyan içinde buradan ayrılıyor. Herhangi bir meziyet kazanmadan bir sürü yanlış davranış biçimlerini öğrenerek gidiyor.
Yıllar geçti. Ben o zaman stajyer öğretmendim şimdi ise 26 yılımı tamamlamış, daha fazla öğretmenlik yapacak tahammülü kalmamış bir emeklilik adayı öğretmen. Bu kez öğretmenler odasında nispeten genç bir öğretmenle benim gibi emektar öğretmen arasında geçiyor. Sonuç aynı. Düşünceler ve yargılar aynı.
Lise öğretmeni emektar arkadaşımız ilköğretimi suçlamıştı. Öğrenciler buraya şekillenmiş olarak geliyorlar. İlköğretimden branş öğretmenliğine geçen nispeten daha genç öğretmen ilkokulda öğrencilerin tertemiz bir yapıda olduğu onların ilk üç yılda kopya nedir bilmedikleri, yalan söylemedikleri, yalan söylemeyi bilmediklerini ifade ediyordu.
Hasılı ortak kanaat şuydu ki eğitim sistemimiz güzel davranışlar yerine kötü ve yanlış davranışlar kazandırıyordu. Bu önemli tespit yapılıyordu yapılmasına ama çözüm önerilemiyor, kimse çıkış yolu üzerinde düşünemiyordu. Teşhis doğruydu ancak tedavi üzerinde bir düşüncesi olan yoktu. Ancak bu durumun nedenlerinden birine işaret edilmemiş te değildi. Seçkin öğrencilerin farklı liselerde toplanmasının bu sonuçlar üzerinde bariz bir etkisinin olduğu. Böyleceiyi ve güzel örneklerin eğitim genelinden çıkarılarak belli okullarda toplanması diğer eğitim müesseselerinde örnek öğrenci, model öğrenci eksikliğine yol açtığı üzerinde duruldu.
Bu yozlaşma ve kötü modellerin bumerang etkisiyle birbirini çoğalttığı ortamda değerler eğitiminin yoksandığı, aksine kötü örneklerin çokluğu nedeniyle davranış bozukluklarının ileri safhalara vardığı görülmekte olduğuna işaret edildi.
Aynen geçmiş yıllarda eğitimde süper ve klasik ayrımı, Anadolu ve düz/klasik ayrımlarının yanında seviye sınıflarının yapılması da eğitimi bozucu ve yozlaştırıcı bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bütün bu yanlış uygulamalardan sonra hala ortada bir eğitimin var olmasını ve bu eğitimden iyi neticeler beklenmesini ben safdillik olarak görüyorum. Şükür ki bu yanlışlardan bazıları bu gün terkedilmiş, bazıları da yoldadır. Süper, klasik uygulaması büyük bir yanılgıydı ve Amerika eğitim sisteminden kopya idi. Bizim bünyemize uygun değildi. Taban tabana zıttı. Ayrıca yıllar önce başlatılmış Anadolu düz uygulamasından da bugün tüm okulların Anadolu sistemine geçilmesiyle rafa kaldırılmaya başlandığı görülmektedir. Ancak bu yapılanlar yeterli değildir. Yapılması gerekenler konunun uzmanı kişiler tarafından derin araştırmalar sonucunda bulunabilir. Ve ona göre tedbir alınabilir. Bu konu basit tedbirlerle çözülebilecek gibi de değildir. Bu konu asırlık bir meseledir. Osmanlının medrese sisteminin bozulmasından sonra başlamıştır. Daha önceki yazılarımızda aslında bazı teşhisler yapmış, bazı çözümler de sunmuştuk. Dünyayı yeniden keşfetmeyeceğiz. Bu konu çok ciddi bir konudur. Üzerinde derin düşünceler, araştırmalar, üniversiter çalışmalar yapılmak zorundadır. Dahası uzmanlardan kurulu heyetlere ihtiyaç vardır.
22-BAKANLIK VE EĞİTİM
Ne demiş eski bir Milli Eğitim Bakanı:’Şu okullar olmasaydı ne güzel yönetirdim ben bu bakanlığı’. Evet, biz de diyelim ki bu söze karşılık: ‘Ah şu bakanlık olmasaydı ne güzel eğitim yapardık biz eğitimciler’.
İşi gücü eğitimi karıştırmak olan bir bakanlık var karşımızda. İşin mutfağına yabancı, her şeyi bildiğini zanneden bu zavallı bürokratlar eğitimi yazboz tahtasına döndürmekten başka bir şey yapmıyorlar. İşleri güçleri ayakları yerden kesik projeler üretmek. Hiçbir ön araştırması olmayan, uygulayıcısına sorulmadan kotarılan, afaki projeler birlerinin nemalanmasından başka bir şeye yaramıyor. Ya da çokbilmiş birkaç uzmanın, kendini eğitim düşünürü sanan akademisyenin tatmininden başka bir işe yaramıyor.
Yarım yüzyıllık eğitim maceramız binlerce yanlışla dolu. Her bakan atandığında yenilenen sistem eskisinden beter hale geliyor. Bu gün öğretim açısından tam bir sistematik işkence yuvalarına dönmüş durumda okullar. Her şeyin not almak için olduğu bu okullar değil eğitimi öğretimi de dışlamış durumda. Varsa yoksa not. Öğrenilenin niçin öğrenildiği belli değil. Hayattan ve inançtan kopuk bir eğitim. Pratiği olmayan bir sürü teorik bilgi. Hepsi daha fazla not almak için.
Sonuçta not araç olmaktan çıkmış, amaç haline dönüşmüş durumda. O halde not almak için bütün yollar mubah. Burada kopya devreye giriyor. İlkokuldan beri kopya çekmenin bin türlüsünü öğreniyor öğrenci. Ve her sınav öğrenci ile öğretmen arasında bir meydan muharebesine dönüşüyor. Kopyada uzmanlaşan öğrenci kesimi dersten kopuyor, ders işlememek, hatta işletmemek için elinden gelen gayreti gösteriyor. Dersi kaynatma, derste ders dışı işlerle meşgul olma maharet haline dönüşüyor.
Bir de bakanlığın ortalama ile geçirme yönetmelikleri devreye giriyor. İşe tuz biber ekiyor. Bu da yetmezmiş gibi ortak sınavlar geliyor gündeme. Sınavlar sınavları takip ediyor. Dersler askıya alınıyor. Yetmiyor ortalama yüzde ellinin altına düştüyse sınav tekrarı giriyor devreye. İşte tüm bunlar ders motivasyonunu sıfıra indiriyor. Ders çalışan enayi oluyor. Zaten o da sadece ezberliyor ve unutuyor.
Okulda şekilcilik o kadar ileri gidiyor ki öz unutuluyor. Bürokrasi yönü var bir de işin. O da her şeyin göstermelik hale gelmesine sebep oluyor, formalite eğitimin önüne geçiyor. Bu durumda öğrenci okula gününü gün etmeye geliyor. Fastfood yemek, tuvaletlerde sigara içmek moda haline geliyor.
Kız arkadaş edinmek, kız erkek ilişkisini ileri götürmek öğrenciliğin önüne geçiyor. İnternette her türlü zararlı sitelerde vakit geçirmek moda oluyor, derslerde cep telefonlarından mesajlaşmak, oyun oynamak, internette sörf yapmak birincil iş ve eğlence haline dönüşüyor.
İşte eğitim ve işte milyonlarca masrafla sürdürülen öğretim. Açık eğitimde bile bundan daha fazla eğitim yapılıyor. Daha iyi netice alınıyor. Oradaki öğrenci iş buluyor, okuyor, meslek sahibi oluyor, hayata atılıyor, sorumluluk alıyor. Bilinçli hareket ediyor. Kimlik ve kişilik sahibi oluyor. Hayatın içinde kalarak kazanıyor bunu. Tersinden okullar tecrit ettiği öğrencileri bu yeteneklerden de mahrum ediyor.
23-YABANCI DİL EĞİTİMİ ÜZERİNE
1
Bu ülkede bilmem kaç yıldır yabancı dil eğitimi yapılıyor. Daha doğrusu yapılamıyor.
Önceleri yalnızca İngilizce yapılan eğitim sonraları Almanca ve Fransızca da eklenerek çeşitlendirildi. Üniversitelerde yabancı dil öğretmenleri yetiştirildi. Önceleri yabancı diller bölümlerinde (filoloji: dilbilim) yetiştirilen filologlar işsiz kalmasınlar diye yabancı dil öğretmeni oldular.
Fakültede yoğun olarak öğrendikleri yabancı dili sırf bakanlık emretti diye Mr. ve Misis. Brown’lı ağır metinleri sökmeye ve öğrencilere söktürmeye çalıştılar. Bir çok kelime öğrettiler, bir sürü dilbilgisi kuralı öğrettiler, yok tens’ miş, yok zamirlermiş, yok Past ve Present fiiilermiş öğretip durdular ama yabancı dili bir türlü öğretemediler.
Çünkü böyle bir amaçları yoktu. Onlar mevzuat ne emrettiyse onu yapıyorlardı. Sevdirmiyorlar, nefret ettiriyorlardı. Sırf not almak için dil öğrenen öğrenciler notlarını aldıktan sonra geriye dönüp, ket vuruyorlar, bütün öğrendiklerini unutuyorlardı.
Sınıf geçmekten başka hiçbir işe yaramıyordu bu yabancı dil mereti. Öğrenci en ağır metinleri çözüyor ama herhangi bir hikaye okumuyordu. Çünkü önünde buna ait bir materyal yoktu. Herhangi bir yabancı metin yazamıyordu. Yabancı biriyle mektuplaşacak kadar cümle kuramıyordu. İlk mektup zar sözlükten seçilen kelimelerle gramer yardımıyla yazılıyordu. Ama bu mektup bir şey anlatmıyordu.
Bunu bizzat başımdan geçtiği için yazıyorum. Lise yıllarında bir arkadaşım vasıtasıyla bulduğun Pakistanlı mektup adresimdeki kişiye yazdığım ilk mektubu yukarda anlattığım şekilde yazmıştım. Kendime çok fazla güvenemediğimden olacak o zamanki İngilizce öğretmenime götürmüştüm. Öğretmenim söylemek istediğimi anlamış kendi İngilizcesiyle bana yazıp vermiş, ben de yabancısı olduğum bu mektubu postalamıştım. Mektup cevaplanmıştı. ben onu sözlük yardımıyla zar Zor çözebildim., ama bir daha cevap yazmadım, yazamadım.
Yazmak içimden gelmedi. Çünkü yazacağım mektup yine sözlükten seçilen kelimelerin bize öğretilen gramer kurallarıyla yazımı olacak, yine kendime güvenemeyecek, öğretmenime gösterecek; o da yazdığım kelimelerin manasını ve maksadımı anlayacak, kendi İngilizcesiyle kaleme alacak, bana da onu postalamak düşecekti. Ben de bir daha aynı yolu takip etmektense yazışmayı terk edecek, yazışma arkadaşım resmini gönderdiği, ordu alfabesini yazıp bana öğretmeye başladığı halde onu yüzüstü bırakmıştım.
O beni arkadaşımın mektup arkadaşına sorduruyor, mektuplaşmaya niye devam etmediğimi sorguluyordu. Arkadaşım durumu bana sorduğunda ne cevap verdiğimi şimdi anımsamıyorum. Anımsadığım bir şey varsa o da daha fazla ezilmemek için bu işi asla sürdürmeme kararlılığımdı.İşte bu hazin yabancı dil eylemim daha başlamadan bitmiş, hayal kırıklığıyla sonuçlanmıştı.
Gelelim daha sonraki yabancı dil maceramıza. Üniversite yıllarında az boz öğretilmeye çalışılan yabancı dil basit bir gösteriye dönüşüyor bize bir şey kazandırmayan boş bir çabaya dönüşüyordu. Okutmanlar tarafından sırf maaşı hak ettiğini göstermek için yapılan eğitim zaman kaybından başka bir şey değildi. O fakülteyi bitirmeden ayrıldığımda lisede başarılı bir öğrenciyken öğrendiğim yabancı dili bile unutmuştum. İkici fakültede yabancı diller fakültesinde gördüğümüz derste okutmanın öğrenci merkezli eğitiminin baş aktörüydüm. O da bana bir şey vermedi. Sermayeden yiyor yeni bir şey elde edemiyordum. Sonra fakültede kalmak için çaba sarf etmeye yeni yeni İngilizce kitaplar okumaya başladım. Ünlü İngilizce eğitim serilerine baş vurdum. Kernel, follow Me ve şimdi adını hatırlayamadığım bir sürü eser.
Neyse uzatmayalım. Öğretmen olduk akademisyen olamadık. İki fakülte ve arada geçen boş yıllar akademisyenliğime engel olmuştu. Öğretmenlik bekliyordu. Ücretli ders teklifi aldım. Yabancı dil öğretmenliğiydi. Kabul ettim. Yarım dönem sürdürdüm. Atandığım Türkçe öğretmenliğime ilaveten yabancı dil derslerine girdim. Öğrenciler branş dışı olduğum için Türkçe. Konuşmama teklifi yaptılar kabul ettim. Geçiş süresi tanıdım. Konuşmak için 50 ye yakın kalıp verdim isyan ettiler geri dönmek istediler. Ben hiç Türkçe konuşmamaya kararlıydım. Ama yapamadılar.
İşte benim yabancı dil maceram.
Lise yıllarımda Bağdat’ta eğitim almış Arapça öğretmenimiz yabancı dilin liseden sonra 6 ayda yoğun bir eğitimle halledildiğini, öğrencilerin, okuduklarını anlayabildiğini, konuşup yazabildiklerini hatta bilimsel alanda literatürü takip edebildiklerini ve ömür boyu unutmadıklarını anlatmıştı da hayran kalmış, bizdeki uzun yıllar öğretilemeyen yabancı dil için hayıflanmıştık.
Daha sonra yabancı dille eğitim yapılan liseler kuruldu. Önce Anadolu liseleri, sonra fen liseleri yoğun hazırlık sınıflarında yabancı dil öğreniyor, sonra o dille eğitim alıyorlardı. Hatta askeri liseler bile bu dille eğitim yapıyor, bu duruma itirazlar ayyuka çıkıyor, batı kafalı nesiller yetiştiği, Türklüğünü inkar edecek bir kuşağın gelişinden bahsediliyordu. Bu nesil yabancı dil biliyor ama kendi dilini unutuyordu. Bu eğitim sistemi devam ederse İngiliz emperyalizminin kendine entegre ettiği bir ülke olacaktık. Bu kültür emperyalizmi nesilleri yok edecek, Müslüman türkü sahneden silecekti.
Bu yanlıştan kısa sürede dönüldü ama bir türlü ifrat ve tefrit arası bir yol bulunamadı. Yapılması gereken ne onu başka bir yazıda ele alacağız artık.
24-YABANCI DİL EĞİTİMİ ÜZERİNE 2
Bu konuda 2. yazım bu. Yıllardır kanayan yara olan dil eğitimindeki yanlışları kısaca anlattık. Şimdi çözüm önerilerine bakalım. Hastalığı teşhis ettik. Dili öğretemiyoruz yahut bu metotla dil öğrenilemiyor.
Hatta komplo teorisine göre ülkemizde dil öğretimi, hatta -başka bir deyişle öğretilmemesi- bunca masraf, uğraş ve uzmana rağmen bu alanda bir arpa boyu gidilememesi oryantalizmin bir oyunudur. Aslında ben de bu görüşteyim ve komplo teorisine inananlardanım. Doğu’da Hindistan’da Batı’da Cezayir’de, Ortadoğu’da Arap ülkelerinde başarılan dil eğitimi Batı’yla Doğu arasında geçiş köprüsü olan Türkiye’de niçin başarılamıyor. Oysa Osmanlı döneminde ilk yabancı dil eğitimi Galatasaray Lisesinde yapılmış, orada eğitilen gençler Fransız edebiyatını dilimize aktaracak kadar üstün bir başarı göstermişlerdi.
Ama gel gör ki aynı başarı diğer okullarda gösterilemedi. Aksine dil öğretilemeyen bir bilim haline geldi. Nesiller aşağılık kompleksine uğratıldı. Batı hayranlığı bu şekilde en nazik yerinden kaşınarak pompalandı. Kuşaklar harcandı ama batı hayranı oldular. Batı dilini öğrenemediler ama hayranlıkta yarıştılar. Kendi milletlerini aşağıladılar.
İşte tarihin en büyük milletlerinden biri olan Müslüman Türk Milletini bir daha doğrulmamak üzere aşağılamak için kullanılan argümanlardan biri ve belki de başlıcası oldu yabancı dil eğitimi. Oryantalist zihniyet içi ve dış ajanları vasıtasıyla bu argümanı iyi kullandılar.
Şimdi biz ne yapmalıyız. Asıl soru bu? Bu oyunu fark edenler olarak yabancı dil meselesini nasıl halletmeliyiz. Öncelikle bir uzmanlar kurulu oluşturmalı, hatta onlardan önce bir şura toplamalı, bu şurada konu enine boyuna tartışılmalı, yabancı ülkelerde yapılan yabancı dil eğitim sistemleri araştırılmalı, elde edilen veriler uzmanlar kurulunda derlenip toparlanmalı ve bize en uygun sistemlerden bir kaçı seçilmeli, yöreye ve öğrenci gruplarına göre ayrı bir eğitim programı uygulanmalıdır.
Benim aklıma ilk gelen sistem liseler başlarken bir yıl hazırlık sınıfında İngilizce okunması – ki bu geçmişte uygulanmıştı- ancak öğrenci motivasyonu ve materyal eksikliği, ayrıca dil eğitimindeki devamlılık zorunluluğu gibi sebeplerle istenilen verimlilik sağlanamadı ve sürdürülemedi. Öncelikle okullarda yabancı dil eğitim programları gramer öncelikli olmak yerine konuşma ağırlıklı, diyaloga dayandırılmalı, böylelikle sürdürülürle bilirliği sağlanmalıdır. Ayrıca öğrencinin öğrenme seviyesine uygun sınıf okuma kitaplıkları oluşturulmalı, öncelikle hikayelerden başlanarak romanlara geçilmeli, romanlar sırasıyla diğer literatüre açılabilecek denli yoğun okunabilmelidir.
Ancak bu eğitim için öğretmenlerin hizmet içi eğitimleri artırılmalı eğitim sisteminin uygulayıcıları olan yabancı dil öğretmenlerinin kendine güvenleri artırılmalıdır. Günlük konuşma, kolaydan zora yabancı dilde hikâye ve romanların okunabilmesi için gramer merkezli eğitimden vazgeçilmeli, gramer konuşmayı ve okumayı destekleyici plana atılmalıdır. Nasıl ki anadili öğrenen çocuk öncelikle hayatın içinden konuşulanları dinleyerek yetişiyorsa dil derslerinde hiç Türkçe konuşulmadan öğrenilen dille eğitime geçilmelidir. Öğrenciye konuşma kalıpları ezberletilmeli, komutlar, uyarılan o dille yapılmalıdır. Dil basmakalıp dilbilgisi kurallarıyla değil yaşayarak öğrenilmeli, hayatın içine katılmalıdır. Ayrıca öğrenciler bu dilde gerek yurt içi gerekse yurt dışından mektup arkadaşları edinmeye özendirilerek mektuplaşmaya özel önem verilmeli, bu dilde şarkılar ve türküler dinletilmeli z, hatta ezberletilmeli, öğrenci seviyesine uygun müzik öğrenime dahil edilmelidir. O da yetmez bu dilde gazeteler dergiler takip edilmeli sınıflara temin edilmelidir. Gerekirse yabancı dilde şiirler okutulmalı ezberletilmelidir. Ayrıca bu dille yazılmış tiyatrolar oynatılmalı öğrencilerin bu dille iç içe olması sağlamalıdır. Başarılı öğrenciler yabancı ülkelere gönderilmeli, yaz tatillerinde o ülkelerde kalmaları sağlanmalıdır.
:
25-YABANCI DİL ÜZERİNE 3
Yabancı dil deyince batı dillerini anlayan anlayış artık tedavülden kalkmalıdır. Doğu dilleri de en az batı dilleri kadar gereklidir. Yeni eğilim doğu dilleridir ve başta Arapça olmak üzere Farsça ve uzak doğu dilleri batı dillerinden daha fazla gereklidir.
Türkiye’nin batıya olan bağımlılıktan kurtulması doğuya açılmasıyla mümkündür. Batı 150 yıldır bizi aldatmakta ve sömürmektedir. Bu sömürünün sürmemesi için gerekenlerin başında zorunlu dil derslerinin batı seçeneği yanında doğu seçeneğinin de olmasıdır. Batı bizim dostumuz değildir. Amerika bizim dostumuz değildir. Zaten ülkelerin dostları yok menfaat birlikleri vardır.
Müslümanlar kardeştir ve dil birliği içinde olduğumuz Türk devletleri yayılma alanımızdır. Araplar ve Hintliler tarih birliğinde olduğumuz aynı dine inanan kardeşlerimizdir. Osmanlı coğrafyası bizim tarihi hinterlandımızdır. Öncelikle onların dillerini öğrenmek, sonra Çin, Japon, Kore, Malezya ve Endonezya gibi ülkelerle yakın ilişkiler ekonomik ve sosyal ve kültürel birliktelikler kurmak için onların dillerini öğrenmek zorundayız.
O halde zorunlu batı dili İngilizce seçmeli yabancı dil Almanca, Fransızca ikileminden çıkmak, zorunlu seçmeli dil bir doğu veya batı dili, seçmeli yabancı dil yine doğu veya batı dillerinden biri olmalıdır. Milli eğitimin müfredatını bir an evvel bu doğrultuda değiştirmesi elzem ve hayatidir.
Batı biz dil, edebiyat ve kültür istilasıyla kolonileştirdi ve müstemleke haline getirdi. Beyinlerimiz uyuştu, köleleştik, gönüllü köleler haline getirildik yıllarca kendi yöneticilerimiz vasıtasıyla. Her şeyin en iyi ve güzelinin, doğru ve gerçek olanının batıda olduğu koskoca bir yalandı. Artık yalancının mumu söndü. Gelin hakikat ışığının yakalım ve onun gösterdiği yolda aydınlanalım. Bunun için ilk gereken şey bu yabancı dil boyunduruğundan kurtulmaktır.
Gelin dünyanın en büyük ekonomilerinin dillerini öğrenelim, gelin dünyanın en eski medeniyetlerini kuran dilleri öğrenelim. Çin- Asya medeniyetini, Hint –Avrupa medeniyetini, Yunancayı ve Yunan medeniyetini, Latince, İtalyancayı ve-Latin medeniyetini. Batı Medeniyeti bu medeniyetler yanında bir aldanıştır sadece.
Yenidünya doğuda neşet edecektir. Uzak-doğu Asya medeniyetinin dirilişi başlamış, İslam medeniyetinin yeniden dirilişi yaklaşmıştır. Gelin bu yeni gelen büyük uyanışa kapılarımızı, kalplerimizi, beyinlerimizi ve kulaklarımızı açalım.
Gelin bu yeni elçileri anlayalım. Bunun için yapmamız gereken ilk şey onların dillerini öğrenmek, onları tanımaktır. Milli eğitim gemimiz rotasını batı yerine doğuya yöneltmelidir. Batı doğru gidişimiz hüsranla sonuçlanmıştır. Kaptan kılavuz gemisini doğuya yöneltmelidir. İskele alabanda, haydi yelkenler fora.
Yoksa kılavuz kaptan uyuyor mu?
MİLLİ EĞİTİMDEKİ YANLIŞLAR
1
Kitap Okumayı Engelleyen Eğitim Anlayışı
Doğrusunu söylemek, yazıya attığım başlığa aykırı olmak üzere bir itirafta bulunarak söyleyeceğim ki bana kitap okuma alışkanlığımı kazandıran kurum yine Milli Eğitim Kurumudur. Bu itiraf başlıkta belirlenen konuyla çelişir görünmekte. Aslında değil.
Ben ilkokul sıralarındayken sınıf kitaplığıyla karşılaşmasaydım belki de bu alışkanlığı hiç kazanamayacaktım. Evet, bunu hiç çekinmeden itiraf ediyorum. O sınıf kitaplıklarındaki –o güne kadar görmediğim-masal ve hikâye kitaplarının dünyası beni öyle çekmişti ki art darda bütün kitapları bitirdim. Ama hayatım boyunca bir daha böyle camlı bir dolapta kolayca erişebileceğim şekilde bulamadım onları. Hep aradım, bulduğum yerde somururcasına okudum ama bin bir mânianın ardında olan o kutsal hazineye varmak için masalların prensi gibi devlerle boğuşmak, bin bir mâniayı aşmak, Kaf dağına ulaşmak zorundaydım.
İşte ben ve benim gibi birkaç haris öğrenci dışında bunu yapacak kimse yoktu. Her halde o pek sevdiğim dedeciğimin okumasını bilmediğim Arap harfleriyle yazılmış kitaplarla boğuştuğunu görmem, ayrıca ninemin ve diğer aile efradının onun kitaplarına karşı horlayıcı davranışına tanık olmam ve onun hafta sonları kuran okuttuğu köyden eve gelip onları kurtarama, yırtıklarını onarma çabaları ve onun ailenin baskıları karşısında kitaplarının önce soğuk odaya, oradan da odunluğa atılışına tanık olmam beni bu çabaya itmiş olsa gerek. Bana okuma zevkini kazandıran belki de onun herkes boş konuşmalara, malayaniye dalmışken sessizce oturduğu yerde, ibadet vakitleri dışında kitap okumasıdır. Ayrıca onun mağduriyeti beni teşvik eden unsur olmuştur sanırım.
Ancak hemen önceki olguya dönerek söyleyebilirim ki, bu okuma zevkini sınıf kitaplığı körüklediyse bile, okulun kütüphanelerinin ya yetersiz oluşu ya da sürekli kapalı tutulması, kitap almak isteyenlerin bin bir zorlukla karşılaşması benim ve diğer öğrencilerin bu kütüphanelerden hemen hemen hiç yararlanamamasına neden olmuş, benim gibi birkaç hevesli dışında öğrencilerin kitap okuma hevesi başlamadan tükenmiştir. Ayrıca il halk kütüphanelerindeki memurların asık suratları, itici davranışları da bu okuma eyleminin büsbütün körelmesine sebep olmakta, sonuçta okumayan, araştırmayan, öğrenmeyen, peşin hükümlü, kelime dağarcığı 5000’ü geçmeyen nesiller ortaya çıkmıştır.
Bu hengâmede zevke, eğlenceye dayalı edimler öne çıkmış, öğrenciler kahvehane alışkanlıklarında yarışmış, en ufak bir kültür gerekmeyen futbol havariliği, kız peşinde koşma, sigara içme alışkanlığı giderek yanlış yollara sapma çabaları gençliğin tek çıkar yolu olarak teşvik edilmiştir.
Öğretmenlerin ve ebeveynlerin kitap okuma alışkanlıklarının hiç mi hiç olmayışı bunda baskın rol oynamış, aynı büyükleri sigara ve kahvehane alışkanlıkları onları rol model alan gençliğin de onlar gibi olmasına, hatta daha ileri giderek, porno film endüstrisinin kurbanı, içki ve kumar müptelası olmalarına yol açmıştır.
Bu işte anne babalar kadar Milli Eğitimin de suçu büyüktür. Sonuçta o anne babaları da yetiştiren aynı Milli Eğitim kurumlarıdır. Bu ülkede her kes aynı tek tip eğitim cenderesinden geçmektedir. Sistem kendini sorgulamalı, gençliği ve vatandaşları nasıl bu denli kültürsüz yetiştirdiğini sorgulamalıdır.
Üniversiteyi kazandığım 1974 yılında Erzurum yolculuğunda karşılaştığım halktan biri-o zaman 60, 70 yaşlarında olan yol arkadaşım bana Fuzuli’den, Baki’den, Nefi’den, Nedim’den; Yunus’tan ve bilcümle divan şairleri, halk ozanları tasavvuf şairleri, hatta İran şairlerinden örnekler okuyunca küçük dilimi yutmuş, bu hiçbir mektep, medrese tahsili olmayan sıradan bir vatandaşın engin kültürü karşısında hayranlık duymaktan kendimi alamamıştım.
İşte o zaman Osmanlı coğrafyasının baştanbaşa mektep haline dönüştürülmüş bir vatan olduğunu kahvehaneleri kıraathane: okuma evi olmasındaki sırrı anlamıştım. Onlar bir vatan sathını mektep yapmışlardı. Herkes bugünkü gibi 12 yıllık mecburi eğitime tabi tutulmamıştı, herkes üniversite okumaya mecbur bırakılmıyordu ama vatanın her ferdi büyük bir irfan denizinde yüzüyordu.
Ve biz ilkokulda Arap harflerinin zorluğundan bahis açan öğretmenleri şaşkınlıkla dinliyorduk.
3
Eğitimde Devrim Niteliğindeki Çalışmalar
Bu yazı ne ilktir ne de son olacak. Eğitim üzerine ömrüm oldukça yazılar yazacağım. 27 yıllık eğitim hayatımda edindiğim tecrübeleri paylaşacağım. Bunu vicdani bir görev beni bırakmıyor. Eğitim üzerine düşünen biri olarak bunu bir dava olarak kabul ediyorum.
Yıllar önce öğretmenliğimin ilk zamanları bir ilköğretimde çalışıyorum. Eğitim üzerine kitap okuyor ve fikirlerimi arkadaşlarımla paylaşmak istediğim halde bunu tam anlamıyla başaramıyordum. Çünkü bu ko0nuarı kendine dert edinen yoktu. Herkes kendi keyfine bakıyordu ve daha fazla nasıl gelir elde etmenin peşindeydi.
Ben de düşüncelerimi bir deftere kayıt ediyordum. İlk olarak o defterde ilköğretimin birliği fikrine karşı çıkmış 5 yıl olan ilkokulun 4 yıl olması gerektiğini düşünmüştüm. Çok iyi biliyordum ki 4. sınıfta öğretilen dersler 5. sınıfta tekrar ediliyor bu da ileri zekalı öğrencilere bir işkence oluyordu. Şimdi bu düşüncelerimin gerçekleştiğini görerek seviniyorum.
Ayrıca yıllar sonra vardığım bir düşüncenin de gerçekleşir gibi olması, yöneticilerin bu konudaki kararlılığı beni ziyadesiyle memnun ediyor.
O zamanlar şöyle söylemiştim etrafımdakilere ve bunu da bir yazımda deklare etmiştim. Dershaneler birkaç ders ilavesi yapsın liseler birkaç ders azatsın her iki kurumda diploma versin ve birbirinin eşdeğeri olsun bu diplomalar devlet okullarındaki öğrenci sayısı normale insin. Böylece okullardaki eğitim rantabl bir seviyeye gelir. İşte nihayet o noktaya geldik. Zaten yeni açılmakta olan etüt merkezleri dershanelerin anlamsızlığı ortaya koyuyordu. Çünkü dersler okulda yapılıyordu. Okulda dersi anlayamayan öğrenciye dershane de bir şey veremiyordu. O öğrenciye gereken aynı konuların tekrarı değil eksik kaldığı yerlerden destek verilmesiydi ve bunu etüt merkezleri yapmaya başladı bile.
Şimdi yapılması gereken üniversite giriş sisteminin değiştirilmesi. Bu da şimdi işlere girişte denene ortak sınavların sonucu öğrenci başarı puanıyla pek ala yapılabilir, yapılacak da. Olayları yarı yüzeysel takip edenler gidişi göremiyor ve az akıllarıyla isyan ediyorlar. Ya da sırf çıkarları zedeleniyor diye feryat ediyorlar.
Sıra ikinci safhaya gelecek ve sınavlar açık uçlu olarak merkezi olarak yapılabilecek. Bu da eğitimde dönüşümün önemli bir adımı olacaktır. Dershanelerin özel okula dönüştürülmesiyle, okullarda öğrenci sayılarının azalacak, okullarda öğrenci sayılarının azalmasıyla birlikte eğitimin kalitesi artacak, sınav sisteminin değişmesiyle düşünebilen, araştırabilen okuyan öğrenci tipine ulaşılabilecektir. Hatta eleştirebilen, tartışabilen, doğruyu eğriden ayırabilen, tahrikler kapılmayan, düşünmeden konuşmayan, açık sözü, açık düşünceli kuşaklar yetişebilecek. Bu da 10 yıldır eğitimde yapılmayanları telafi edecek devrim çapında bir değişim ve dönüşümün başlangıcı olacaktır.
Bu Başbakanın gizli ajandasıdır, işte deşifre ediyorum. O bu çağda uyuşturucu müptelası hedonist gençlik yerine milli ve manevi değerlere bağlı gençlik yetiştirmek istemektedir. Bunun için zor kullanmayacak batı uşağı müstağrip yönetici ve elitlerin el birliği yetiştirdiği insana saygısı olmayan her şeyi zevkten ibret gören bu uğurda ne baba katili olmayı göze alan, kısa yoldan zenginleşmeci, gece ve gündüzünü zevk ve eğlence peşinde geçirmek isteyen x, y, ve z kuşakları yerine yepyeni bir kuşak yepyeni bir nesil getirme peşindedir. Bu nesil inançlı, vatansever, milliyetperver ve Mukaddes değerler bağlı idealist bir nesil olacak, 'Asımın nesli nesilmiş gerçek işte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek' mısralarında ifadesini bulan nesil olacaktır. Evet işte biz de diyoruz ki Necip Fazıl’ılın deyimiyle: "Mehmed'im sevinin başlar yüksekte
Ölsek de sevinin eve dönsek de
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte
Yarın elbet elbet bizimdir
Gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir.
KIZLI ERKEKLİ EĞİTİM
1
İşte yeni bir söylem ve yeni bir kargaşa. Herkes bir şey söylüyor. Kimse düşünmüyor, araştırmıyor, okumuyor, istatistiklere başvurmuyor, sorunları ele almıyor, olaya sorunlar ve çözümleri açısından bakmıyor. Kimse sorun çözmeye çalışmıyor, sorunları ele almıyor, çözümleri konuşmuyor.
Bu nereden çıktı. Sorun neydi? Neden böyle bir noktaya vardı. Aya da neden böyle bir çözüm düşünülüyor? Buraya nasıl varıldı? Bütün bunlar bilinmiyor, ortaya konulmuyor, araştırılmıyor, tartışılmıyor? Hemen saldırılar başlıyor, toplumsal linç başlatılıyor. Urun söyletmen zihniyeti devreye giriyor.
Bu gün gelinen noktada sorunları bir ele alalım. Bugün nereye geldik? Haberlere bir bakalım: Üniversite öğrencisi bir genç kız doğurduğu gayri meşru çocuğu öldürmüş, kafasını dolabında saklamış. Düşünün hele bir. Başımızı kollarımızın arasın alarak bu genç kızı bu noktaya kadar getiren trendi görelim. Acaba bu olayda o genç kızın kızlı erkekli eğitimin ortam oluşturduğunu inkar edebilir miyiz? Bu gün okullarda kızlı erkekli hayatın boyutlarının nereye vardığını, kız öğrencilerin kıyafetlerinin erkek öğrenciler üzerindeki etkisini araştıran ön yargısız araştırma var mı? Bu araştırmalar ne kadar öne çıkarılıyor, inceleniyor, tartışılıyor, sonuçlara varılıyor?
Ayrıca bu kızlı erkekli eğitimin öğrenci eğitim ve öğretimi, öğrenci başarısı üzerine araştırmalar ne durumda? Üniversiteler ne yapıyor? Araştırma üniversitenin işi değil mi? Araştırma görevlilerinin işi ne? Araştırma yapılıyorsa bunlar toplumla paylaşılıyor mu? Paylaşılıyorsa etkisi ne oluyor, paylaşılmıyorsa neden?
Bütün bunlar yapılmadan bir siyasinin ortaya attığı herhangi bir cümlenin karşısında kıyametler kopararak, yeni bir bunalım üretmenin masum bir tarafı olabilir mi? Şimdi biz meseleyi kamuoyuna kotarılan haberlerden yola çıkarak irdelemeye çalışalım: özellikle erkek öğrencilerin ders motivasyonlarının karşı cins ilgisi yüzünden bozulduğunu söylemek çok yanlış olmaz. Bir eğitimci kimliğimle söylüyorum eğitimde en büyük handikap budur, bu halledilmedikçe eğitimden verim almak zor olacaktır. Hele kız öğrencilerin ilgi çekmek için etek boylarını yok denecek kadar kısaltmaları karşısında erkek öğrencilerin çaresizliğini söylemek pek yanlış olmaz sanırım.
Şimdi biz bu ortamda eğitimin bu yönü üzerine durmak lazım: kız öğrencilerin niye daha başarılı olduğu, erkek öğrencilerin başarısız olduğu düşünülürse olayın vahameti daha iyi anlaşılır.
Ayrıca medya organlarına kadar yansıyan üniversitede erkek arkadaşlarının cinsel istismarına uğrayan kız öğrencilerin telekız olarak çalıştıklarını öğrenmek yeterince fikir verir. Lise ve üniversitede kız erkek ilişkisi yüzünden bir birini öldüren, intihar eden binlerce öğrenciyi unutmamak gerek. Genç yaşta hayatına kıyan ya da cinayete kurban giden bunca insanı düşünürsek olayın hangi boyutlarda olduğunu kolayca anlayabiliriz.
Lise yıllarında erkek arkadaşları tarafından iğfal edilen bunca kız öğrencinin karşılaştığı sorunları, hayatlarındaki olumsuz değişimleri ve yaşadıkları psikolojik sorunları bir düşünelim. Ayrıca bu ikili öğretimin eğitim öğretime olumsuz yansımalarını bir düşünelim. Bir de daha düne kadar ayrı eğitim yapan kız ve erkek liselerini ve onların eğitimdeki mümtaz yerini bir hatırlayalım. Kararın ne kadar
EĞİTİM ÜZERİNE DENEMELER 1
Eğitim büyük bir sorun. Yıllardır bu sorun tartışılır durur. Ama bir yol bulunamaz. Çıkış yok. Sanki bir ormandayız çıkış yolunu bulamıyoruz. Çünkü kılavuzumuz yok. Eğitim üzerine kafa yoran uzmanlarımız yok. Yahut var da kimse Kaale almıyor. Veya bürokrasi her şeyi ben biliyorum diyor burnundan kıl aldırmıyor. Hükümet edenlerin bu konuda bir projesi yok.
Neden bir çıkış yolu arayan yok. Neden aramıyoruz. Bunun nedenleri üzerinde duracağız. Bir eğitimci olarak yıllardır düşündüğüm bu mevzuda birçok yazı yazdım. Hepsi eski evraklarda kaldı. Şimdi gün yüzüne çıkmayı bekliyor. Ama ben 25 yılın tecrübesini şimdi ortaya dökecek, kamuoyunun dikkatine sunmak istiyorum.
Öncelikle neden bu sorunu kavrayamadığımız, neden hal çaresi bulamadığımız anlatmak isterim. Eğitim meselemiz aslında oryantalizmin bize armağanı. Doğuyu geri bırakmak isteyen bu sistematik çalışma önce doğuda saat gibi işleyen eğitim sistemini çökertti.
Doğu eğitim sistemi dine dayalı ve uygulamaya yönelikti. Örneğini Ashabı-ı Suffa’dan alan bir eğitim modeliydi bu. İbadethaneyi içine alan bir eğitim kurumu. Mabedin içinde veya ona bitişik. Yatılı ve gündüzlü biçimini de içinde barındırıyordu. Hocaları peygamberdi. Baş hoca ve ileri gelen ashabın önderleri öğrenci-hocalardı. Hatta okuma yazma öğretmenleri gayr-i Müslim esirler bile olmuştu.
Günaşırı öğrenciler, part- time öğrenciler, serbest öğrenciler hepsi hepsi oradaydı. İslam yayıldıkça yeni medreselere ihtiyaç oldu. Cami ve mescitler yanında müstakil medreseler cami ve mescitlerim etrafını sardı. Nizam'ül Mülk medreseleri, Herat, Buhara, Taşkent medreseleri bir bir sökün etti. En son Osmanlı medreseleri en büyük halkayı teşkil etti.
Dini ve dünyevi ilimlerin bir arada okutulduğu bu medreseler Dar’ul kurralar, Dar’ul hadisler, Dar ul Elhanlar branşlaşmış medreseleri oluşturdu. Medreselerde mantık ilimleri yanında, matematik, fen bilimleri de okutuluyor, yazılan eserler büyük ihsanlarla karşılanıyor, edebiyat baş tacı ediliyor, dünyanın neresinde bir alim olsa getiriliyor, islam ülkelerinde tüm bilim adamları el üstünde tutuluyordu.
Bu hale nasıl geldik. Önce medreseler tefessüh etti, dahası cami ve mescitler ilim meclislerinden münazara meclislerinden soyutlandı. Sonra medreselerden akli fenni ilimler kaldırıldı. Sonra medreselerde beşik ulemalığı icat edilerek bilim yok sayıldı.
Doğunun geri kalışı batının yükseliş bu meselede saklı. Haçlı seferleri ile doğuyu tanıyan batı kütüphaneleri yaktı bazılarını da ülkesine götürdü. Önce onları çevirdiler sonra sahip çıktılar projeleri kopya ettiler, Rönesans ve reformları o bilgiler ışığında yaptılar, ama biz ne yaptık hep geri gittik, hep hazır reçetelere kandık. hep maksatlı dezenformasyonlarla oyalandık. Hiçbir ciddi araştırma yapmadık, sorunun temeline inmedik sürekli, sistem değişikliğine gittik. Acele aldık çabuk bıraktık. Ve bu günlere geldik.
Yok, kredili sistem yok ders geçme yok ortalama tutturma, yok bakalorya sistemi. Bir de sbs ygs sınav sistemi test sınavlarına yarlı öğrenciyi dershane okul ikileminde çarmıha gerdi o yetmedi etüt merkezleri o yetmedi matematik okulları yetmedi yaz kursları kamplar öğrenciler tam bir yarış atına döndü. Gençler hayatlarını yaşayamadılar. Düşünmek yerine kendilerini şıklarla ifade etme, kolay tahriklere kapılma, kitap okuma yerine face, tweetle hayatını sürdürme kolaycılığına kapıldı. Şimdi de avm. lerde ömür tüketen sinema ve cafe köşelerinde pinekleyen marka tutkunu, az çalışan çok kazanma peşinde koşan kültürsüz dahası popüler kültürlü zavallılar sürüsü yetiştirdik.
Şimdi ne yapacağız. Bu kuyudan nasıl çıkacağız. İşte büyük sorun da burada. Alfabe değişikliğiyle büyük kültürden koparılan nesiller kitaplardan uzaklaştırıldı kahve köşelerinde oyunlara mahkûm edildi. Şimdi okullarda bilgi küpü haline getirilmek istenen nesiller kopyadan başka çıkış yolu bulamamakta üniversiteye girmeyi ve üniversiteyi bitirince işe girmeyi dershanenin test öğretimiyle
Başarmaya çalışmakta bu uğurda dev iştahlı dershane canavarını doyurmaya güç yetirememektedir.
Şimdi ne yapmalı. Elimizde hazır reçete yok. Hasta ortada hastalık biliniyor ama tedavi için hazır bir ilaç bulamıyoruz. Ne ileri bir ülkenin sistemini kopyalamak akılcı olur, birçok örneği senteze kavuşturmak. O halde ne yapılmalı. Bence bu konuda uzun ve derin araştırmalara ve bu araştırmaları yapacak uzman akademisyenlere ihtiyacımız var. Eğitim fakültelerinin ileri ülkelerinin eğitim sistemlerini ve ayrıca kendi eğitim tarihimizi incelemeleri ne bu alanda doktora tezleri yapmaları, ayrıca eğitim fakülteleri yapacakları araştırmalarla yeni eğitim sistemleri ortaya koymaları bu teorilerini pratiğe dökecekleri deneme liselerine, deneme ortaokulların deneme ilköğretimlerin hatta deneme anaokulu ve meslek liselerine ihtiyaçları olacak. Bu deneme okullarında denenerek ortaya konacak sistemin gönüllü aileler ve öğrencilerle fakültenin teorik ve pratik desteğiyle değişik sistemler somut olarak ortaya konulmalı isteyen liseler bu deneme okullarından örneklemeyle yine aynı akademik kurumdan destek alarak uygulaması sağlanmalıdır. Böylece ortaya çıkacak değişik eğitim sistemlerinin birbirini destekleyerek mükemmele en yakın eğitim sistemine ulaşılması sağlanacaktır.
EĞİTİMİN AMACI
Eğitim sistemimiz hala, bu projeyi yıllarca uygulamış, tek parti iktidarının tek tip insan yetiştirme projesini sürdürmektedir. Tek partili faşist dikta emrinde kurşun askerler yetiştirme projesi yapmış ülke çok partili düzene geçeli yıllar geçmesine rağmen bu durum bir türlü değişmemiş, değiştirilememiş, değiştirilmek istenmemiş, değişme isteklerine rağmen ısrarla korunmuştur.
Bu koruma kollama savaşında tek parti uzantısı kanlı bürokrasinin yılmaz mücadelesini anmakta yarar var. Ayrıca bu mücadelede ona destek veren medya, iç ve dış mihrakları da unutmamalıyız. Ayrıca rejimin bekçiliğine koşullandırılmış askeri yapının da zinde kuvvetler olarak her olaya müdahale, her değişime karşı.
Eğitimde yıllardır bitmeyen sorun amaç sorunudur aslında. Eğitimde amaç konusunda fikir birliğine varmak gerek. Her ne kadar kanunlarla belirlenmiş bir amaç varsa bile toplum olarak bu amacı ne kadar kabullenmişiz bunu sorgulayalım.
Bu amaç kime nasıl sorularak hazırlandı bu pek belli değil. Bu amacı kim belirledi ve neye göre belirledi. Aslında bu amacın belirlenmesinden çok eğitimin insan yapısına ne kadar uygun, toplumsal değerlerimize ne kadar yakın bunun öncelikle soruşturulması, sorgulanması gerek.
Küçük bir azınlığın tek parti diktasından beri sürdürdüğü bürokratik yapının halka hemen hiç sormadan onun değerlerini kaale almadan dayattığı bir amaçtır ve toplum yapısı ile doku uyuşmazlığı barındırmaktadır.
Aslında bu amacın belirlenmesinden başka bu amaca uygun bir sistem arayışına girmek gereklidir. Öncelikle biz toplum değerlerine uygun bir eğitimde amaç sorgulamasına girişelim:
Biz öncelikle eğitimle neyi amaçlıyoruz. Anane babasına saygısız, içki kumar parası için anne babayı darp eden hatta ölümlere varan yaralamaya yol açan davranışta bulunan gençlik mi? üç kuruş için yaşlı bir insanı döven hatta öldüren, çantasını almak için yolda yürüyen bir kadını yaralayan insan tipi miydi aradığımız?
Esrar eroin bağımlısı bir zavallı gençlik mi amaçlıyoruz? Bankaları hortumlayan insan tipini mi amaçlıyoruz? İki yüzlü hatta bin bir yüzlü, çıkarcı, yalancı sahtekar dolandırıcı bir insan tipini mi hedefliyoruz? Amacı için bütün araçları mubah sayan bir karakter yapısı mı hedefliyoruz? Kendini dindar addettiği halde büyük amaçları(!) uğruna her yolu deneyen ve bunu dini referans göstererek yapan bir kişilik yapısı mı gayemiz?
İşte tüm bunlara hayır diyorsak bunca negatif varsayıma karşın pozitif teoremlerimiz ne olacak? Milletin değerlerine uygun bir nesil nasıl yetiştirilebilir? Bunu nasıl yapabiliriz? Biz şimdi bunu irdeleyeceğiz:
Evet öncelikle bu amaç iyi belirlenmeli ve ona uygun eğitim sistemleri ele alınmalı. Biz burada tarihimize bakacak, oradan İslam Medeniyetine bir bakış atalım oradan İslam medeniyetinin ilk nüvesi Medinet’ün Nebi’ye oradan da Ashab-ı Suffe’ye gelelim.
İşte prototiplerimiz, asil örneklerimiz hala dünkü gibi canlı. Osmanlı Medrese sisteminin bozulmadan önceki yıllarına bakalım oradan Nizamiye Medreselerine geçelim Oradan en son varış noktamızın Peygamber mescidi olduğunu hatırlayalım.
Buradan bu günkü eğitim sistemimizin en büyük yanılgısının not sistemi olduğunu ve bu notlandırma sisteminin eğitimi engelleyici bir yapısı olduğunu hatırlayalım. Uzmanların çıkarımlarına göre sınav için öğrenilen her şey sınav sonu geriye ket vurularak unutmaya terk edildiğini, gerek kültür gerekse eylem bakımından hiç bir şekilde yararlanılmadığını öğrenmiş bulunmaktayız.
İşte biz şimdi bu notlandıran eğitime odaklanacağız, sınavsız bir eğitime nasıl geçileceğini araştıracağız.
Eğitim Üzerine Yazılar
EĞİTMDE ŞEKİLCİLİK VE ÖZ
koyma edimlerini hatırlatalım.
İşte ülkeyi ve insanını dört bir yandan kuşatan bu devrimci(!) güçler özellikle eğitimi büyük bir kıskaca almış, onu sıktıkça sıkmış, özden yoksun şekilci bir yapıya mahkum etmekle beraber, ahlaken tefessüh etmiş, inanç olarak ateizme ve anarşizme uzanan bir çerçeveye sokmuştur.
İşte bu şekilci eğitimin ilk göze çarpan tarafı kılık kıyafette olmuş, devrimlerin en baskın yanı olan bu alan eğitimde de hiç mi hiç ihmal edilmeden, asla en ufak bir taviz verilmeden sürdürülmüştür.
Öyle ki bu şekilcilik özü belirlemiş, hatta boşaltarak, büsbütün kaybedilmesine yol açmıştır. İşte bu günkü eğitimin hali pür melali budur. Her sabah soğuk sıcak de4meden andımızla içeri gir o yetmez her hafta başı hiçbir şey anlamadan, mana ve ruhuna nüfuz etmeden İstiklal marşı okuyarak derse başla ve bir hafta koyu bir ezberci eğitimle düşünceden araştırmadan yoksun, sentez yeteneğinden yoksun bırakılmış slogancı bir gençlik yetiştir, akşam eve gidip dizi uydusu olsun sabah okula geç yatmışlığın mahmurluğuyla uykusuz ve aç gelsin, kantine giderek ünlü fast foodlarla saldırgan hale gelsin. Sonra varsa yoksa dövüşmek.
Dersleri dinlemek, öğretmene ders yaptırmamak, dersi kaynatmak, öğretmenle dalga geçmek ve sınavlarda kopya çekmek en büyük marifeti olan bir gençlik. Şimdilerde internet aptalı olmakta yarışan ya da kendini çeşitli zevklere, kız erkek arkadaşlığına adamış zavallılar kitlesi. Elde edilen sonuç budur. Aslında amaçlanan da buydu ve iç ve dış şer güçler uşaklarıyla birlikte bunu başardılar.
Bu gençlik ülkedeki muhtemel bir milli uyanışa karşı yetiştirilmiş, işgal ordusudur. Gerek 10 yılda bir kalkışılan askeri darbelerde, gerekse milli oluşumlara karşı yapılan kalkışmalarda hep bu gençlik kullanılmıştır. 60 ihtilalinde, 12 mart ve 12 eylül hareketlerinde kullanılan kitle maalesef bu kitledir ve dış güçlerin içteki işbirlikçileri tarafından eğitim sistemi yoluyla yetiştirilmişlerdir.
Formalarla tek tipleştirilen bu kurşun asker ordusu istediği zaman harekete geçirilmekte, milli uyanışlara karşı eyleme geçirilmektedir. Öncelikle gitgide minimini hale getirilerek çıplaklığa ulaştırılan kız öğrenci kitlesi erkek öğrencilerin tüm motivasyonunu bozarak eğitimin dışına itmiştir.
O halde ne yapılmalıdır? Öncelikle bir çırpıda bu kılık kıyafet tekliği kaldırılmalı, her türlü hayali korkuları aşarak serbestliğe gidilmelidir. Öncelikle eğiticilerde başlamalı bu değişiklik. Sonra bu özgürlük öğrenciye sağlanmalıdır. Böylece eğitimde şekilden öze doğru ilk hareket başlamalıdır.
Sonra eğitimde ezbercilik kaldırılmalı, öğrenciler tek tip eğitime maruz kalmaktan kurtarılmalıdır. Her öğrenci kendi yeteneğine göre yetiştirilmelidir. Sınavsız, salt üretime yönelik, yetenekleri ortaya çıkarıcı, geliştirici eğitime yol açılmalıdır. Kitap okumayı özendirici, öğrenmeyi, araştırmayı, bilgilenmeyi, bilgiyi yaymayı adet edinen, tartışmacı, doğruyu arayan, düşünen ve düşündüren bir eğitme doğru yol alınmalıdır. Öncelikle bu eğitimi uygulayacak kitle ele alınmalı hizmet içi eğitimlerle onların sisteme uyarlanması sağlanmalıdır.
Okullarda branş sınıfları oluşturulmalı, öğrenciler öğretmen materyalinin bolca bulunduğu bu sınıflarda eğitim almalıdır. Teneffüslerde zil sesiyle komutlanmayan, saati gelince derse şevkle koşan, vakti gelince teneffüse çıkma bilincinde bir öğrenci oluşumuyla işe başlanmalıdır.
Bütün bunlar için eğitim üzerine düşünen kişiler bulup bakanlıkta etkin mevkie getirilmeli, eğitim fakülteleri, yeni eğitim yöntemleri araştırmalarıyla ülkenin ufkunu açmalıdır. Ayrıca bu eğitim fakülteleri birer deneme lisesi açmalı, tüm akademisyen uzman desteğiyle eğitim sistemi projelerini burada uygulayarak aksayan yanlarını bulup düzelterek, diğer istekli okullara yaymalıdır. Batıda yapılan budur ve dünyanın diğer ülkelerindeki eğitim sistemleri de araştırılarak yeni projeler geliştirilmelidir.
İşte yapılacak olanlara ait ilk düşünceler, varsayımlar bunlar. Sınavların yalnızca test olanlarının değil,yazılı olanlarının da olmadığı bir medrese sisteminin çağdaş bir uyarlaması düşünülmeli, öğrencinin bilgiyi daha sonra ket vararak unutacağı yazılı sınav sistemi yerine. Öğretmenle birebir eğitim ve sözlü geri dönütleri proje çalışmaları yeteneksel üretimlerle bir sonuca ulaşmaya çalışılmalıdır.
Böylece hayatla daha fazla içi içe bir eğitim için gerekli araştırmalar yapılmalıdır. Hülasa bu alanda yapılacak binlerce alışmaya ihtiyaç var, ayrıca bakanlıkta bu iş için oluşturulması gereken uzmanlar kuruluna. Bu kurul yapılan araştırmaları özetlemeyerek şuralar düzenlemeli bu şuralarda eğitim kitlesinin konu üzerinde fikir alış verişi sağlanmalıdır.
Eğitimde Yabancılaşma
ygusuna sahip zavallılar guruhu haline getirmek için kurguladılar bu düzeni. Bu düzen baştan planlanmıştı. Düşmanlarımızın gizlice planladığı bu sistem bize dayatıldı. Önce harf devrimi yapılarak bir gecede bir millet cahilleştirildi. Sonra ona yabancı bir alfabe öğretilerek kendine yabancılaştırıldı.
Bu hareket aslında o milleti inanç, düşünce ve duygu dünyasından kopartılmak için yapılmıştı. Yani mankurtlaştırmak için. Ve başardılar da. Şimdi biz beyni yıkanmış mahluklar olarak efendilerimizin söylediklerini tekrarlamaya, onların bizim hakkımızda ve kendileri hakkındaki yalanlara inanmaya mecbur bırakıldık.
Pavlov’un köpekleri misali her isteneni yapıyorduk. Böyle giyin dediler giyindik, böyle yaşa dediler yaşadık. BÖYLE İNAN DEDİLER İNANDIK. Kim olduğumuzun farkına varmadık. Bizi kendimize başka biri diye tanıttılar bize, kabul ettik. Aksi olan her şeyi unuttuk. Kendimizi bile.
EĞİTİM KURUMLARI BU YABANCILAŞTIRMANIN ARACI HALİNE GETİRDİLER. Milyarlarca lira harcayarak bizi kendi uşakları olmak üzere eğittiler. Bizden olan üstün zekalıları milyarlarca masraflarla eğittikten sonra alıp ülkelerine götürdüler.
Bu böyle gitti. Hatta gitmedi aksadı. Zaman zaman gidişin yanlışlığını fark ettik, ama onlar gelip bizi yeniden kandırdılar. Büyük paralar karşılığı uzman adı altında her beş yılda bir ülkemizi ziyaret ettiler zaten bozuk olan eğitim sistemimizi daha berbat hale getirdiler, sorunları içinden çıkılmaz duruma soktular.
Biz yine uyanamadık. Çünkü biz biz olmaktan çıkmıştık, başka biri olmuştuk. Bir kısır döngü oluşmuştu bir kördüğüm. Bu düğümü çözemiyor, girdaplardan girdaplara düşüyorduk. Çünkü efendilerimi< öyle istiyordu, bu böyle olacaktı, başka çıkış yolu yoktu.
Yok ders geçme sistemi, yok sınıf geçme, yok ortalamayla geçme hepsi fasa fisoydu. Hepsi oyunlardan bir oyundu. Her bir sistem için milyonlar harcadık. Yıllarımız geçti, kuşaklar harcandı, ülke harcandı, bir millet kaoslardan kaoslara sürüklendi. Bütün bunların sorumlusu ve suçlusu da kendisine ihanet edilen millet oldu.
Bakanlık eğitimden habersiz, eğitimi sürekli karıştırdı durdu. Sistem üzerine kafa yorulmadı, düşünce üretilmedi, hiç bir şey tartışılmadı. Bir yarım yüzyıl böyle geçti, iktidarlar bürokratların bürokratlar perde arkasındakilerin oyununda figüran oldu.
Büyük masraflarla başlatılan her yenilik akamete uğradı, özde bir değişim yaşanmadı hep şekilde oldu bitti her şey. Her yeni sistemin yanlış olduğu, yeni bir şey getirmediği anlaşıldı, uygulamada her birinin bir yanılgı olduğu ortaya çıktı.
(Devam edecek)
ÇOCUK EĞİTİMİ VE AHLAKİ YOZLAŞMA
Toplumun ahlaki değerlerinin gir gide aşındığını artık sağır sultan bile duydu. Ama bunun sebepleri üzerinde düşünen yok. Vaizlerimiz bas bas bağırıyor ama sosyologlarımız boş boş oturuyor. Bu sorun ayyuka çıkmadan toplumumuzun her kesimini tehdit eder hale gelmeden buna bir çare bulunması gerek.
Bir yandan sigara, içki alışkanlığı diğer yandan esrar eroin ve diğer uyuşturucu kullanma alışkanlıklarının toplumun her tabakasına yayılma eğilim giderek artıyor, geleceğimizi tehdit eder hale geliyor, hatta gençliğimizin bir bölümünü tamamen etkisi altına alıyor, tehlikenin boyutları artıyor, geri dönülemez noktaya geliyor. Bunun yanında kumar alışkanlıkları devlet eliyle teşvik ediliyor, Milli Piyango, Spor Toto, Spor Loto ve İddia gibi oyunların yaygınlaşması, Altılı Ganyan gibi oyunların bir yaşama biçimi haline gelmesi toplumun ne noktaya geldiğinin açık göstergesidir.
Ayrıca toplumda yaşanan boşanma olaylarının artması, evlenme sayısının azalması, nikâhsız birlikteliklerinin çoğalması, zinanın yaygınlaşması gelinen noktanın vahametini göstermektedir.
İşte tüm bu veriler bize tehlike çanlarının bizim için çaldığını göstermektedir. Ancak hala bu sorunların üzerinde yeterince durulmadığı, nedenleri üzerinde ciddi araştırmalar yapılmadığı görülmektedir.
Bu ve bunun gibi bir çok ciddi meselelerde gösterilen umarsızlığımız sürdürülmekte ve bu konuda cahilce bir ısrar edilmektedir. Geleceği ve gençliğiyle bu kadar ilgisiz başka bir millet tasavvur edilebilir mi?
Evet, biz şimdi karanlığa küfretmek yerine bir ışık yakalım ve sorunun nedenlerine inerek çareler arayalım. Öncelikle bu sorunların nedenini sorgulayalım. İlk eğitimi ailede alan gençlik sonra çevrede sonra okulda yetişiyor. O halde sorunun nedenlerini buralarda aramalıyız.
Öncelikle aileyi sorgulayacağız burada. Dini değerleri zayıf bir ailenin çocuğu da aynı zihniyette, hatta daha ileri bir durumda olacağı aşikârdır. Evde bütün gün para pul konuşulur, zevk ve eğlenceden dem vurulur, bu gün nereye gideceğiz, yemeği hangi restoranda yiyeceğiz, hangi sinemada fil seyredeceğiz. Biralarımızı soğuk mu sıcak mı alacağız, hangi içkili lokantada balık yiyeceğiz. Hangi bara gideceğiz, hangi kulüpte vakit geçireceğiz, hangi kafede oturacağız derken çocuk hayatın bu gibi tamamen zevk ve eğlenceye dayalı olduğunu anlayan çocuk onu bir az daha ileri götürecektir. Ne demişler ‘Rüzgâr eken, fırtına biçer.’
Dahası da var. Çocuk büyütülerek onu seven büyükler ona öyle kötü telkinlerde de büyütür ki şaka da olsa söylenen bu sözler çocuğun zihin dünyasında gerçek olarak algılanır ve çocuk böyle bir hayata kurgulanır.
‘EŞKİYA OĞLUM, ASLAN OĞLUM. BENİM OĞLUM HER KESİ DÖVECEK. BENİM OĞLUM ALİ KIRAN BAŞ KESEN OLACAK ‘gibi sözler çocuğun gelecekte nasıl bir insan olacağını belirliyor. Benim oğlum bütün kızları peşine takacak, benim oğlum içkiyi küple içecek gibi laflar da cabası.
Dahası şimdi aklıma gelmeyen binlerce söz hep negatif telkinler çocuğun düşünce dünyasının şekillendirilmesinde büyük rol oynayacaktır. Ailede yapılan sohbetler, dedikodular, olumsuz örnek olacak olaylar yine çocukların geleceğini belirleyecek en önemli etken olacaktır.
Ayrıca çocuğa alınan oyuncaklar, çocukların arkadaşlarıyla oynadığı oyunlar yahut tüm günü TV başında geçen çocuklar orada aldıkları telkinle hayatlarını kurgulayacaklardır. Gerek izlenen film ve dizilerde, gerekse reklamlarda ortaya konulan hayat tarzları çocuk dünyasını kurmakta en önemli etkenlerden biri ve belki de başlıdasın olacaktır.
Şimdilik bu kadar. Devamı başka bir yazıda ele alınacaktır.
DERSHANE VE OKUL ARASINDA EĞİTİM
Bu dershane nereden çıktı. Okullaşma oranının arttığı 70’li yıllar dershanelerin de yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladığı yıllardır. Kemiyette artış keyfiyette azalmaya sebep olmuş, tam bu dönemde derneklerin kurs adı altında takviye eğitime başladığı yıllardır.
O kurslar bu gün okullardaki eğitimi sabote eder hale gelen dershanelerdir. Dershane sistemi eğitimimize nasıl sokuldu. Eğitim nasıl büyük bir maharetle dejenere edildi. Bu yozlaşma büyük bir planın parçasıdır. Bu plan ülkenin dönüştürülmesi planıydı ve onlara göre büyük bir maharetle başarılmıştı. 12 Eylül’e böyle gelindi, 12 Mart ve 28 Şubat’a böyle gelindi. Ülke kaosa sürüklendi. Ekonomik krizler yaşandı. İç ve dış sömürü odakları planlarını uyguladı. Sömürü düzeni çarklarını sıkılaştırdı.
Düşünmeyen, okumayan, araştırmayan, ezberci, kolayca tahrik edilebilen, kitleler halinde istenilen istikamete sürüklenebilen bir gençlik yetişti. Sözcük sayısı sınırlı bir dile sahip olan, kolayca kullanılabilen, slogancı, eylemci bir kuşak amaçlanmıştı ve bu gençlik ince bir plan içerisinde yetiştirildi, sokaklara salındı. Şimdi bu gençlik kafelerde sinemalarda, AVM’lerde ve sokaklarda, caddelerde.
Önce üniversitelere mahallî sınavlarla yapılıyordu. Sonra toplu sınav sistemine geçildi. Sınavlar test sistemindeydi. Öğretim teste dönüştürüldü. İşte ortam hazırdı. Artık kimse okumuyor, araştırmıyor, düşünemiyor, sorgulayamıyorduk.
Böyle gelindi iki binli yıllara. Büyük bir dershane sektörü doğdu. Öğretmenlik sınavını kazanamayan binlerce eğitimci düşük ücretlerle, bazen boğaz tokluğuna, bazen de tamamen ücretsiz çalışmaya başladılar.
Diploma verme zorunluluğu olmayan bu eğitim kurumları, zaten başarılı olan öğrencileri özel sınıflara toplayıp reklam amaçlı kullandılar. Zeki öğrencileri resmi eğitim kurumlarından ücretsiz ve özel promosyonlarla ithal ederek başarılarını taçlandırdılar. Başarısız öğrencilerin paralarını aldılar. Fakir aileler daha fakirleşti. Başarılılar yine başarılıydı başarısızlar dershaneli yıllara yenilerini eklediler.
Okul başarısızlığın merkezi sayıldı, dershane başarının kapısı sayıldı. Bu yolla üniversite hayalleriyle avundu insanlar. Üniversiteyi bitirdi yığınlar. İş kapısında geçidi yine dershaneler tuttu. Memuriyete basamak yükseltme sınavları başladı, yine yol ortasında o tanıdık kurum vardı. Deli Dumrul gibi her yere masasını/tezgahını kurmuştu. Kazanan sermayedardı eğitimci değildi. Eğitimci karın tokluğuna çalışıyordu yine.
Okullar out olmuştu dershaneler in. Eğitimin ağır yükünü okullar çekiyordu kaymağını dershaneci sermayedar yiyordu. Külfet devletin nimet özelindi. Özel sermaye tatlı karlar ediniyordu devletin sırtından. Sektör büyüdükçe büyüyordu. Teşkilatlandı, güçlendi kuvvetlendi. Ta ki milletin dertlerini dert edinen bir iktidar gelinceye kadar. O bile uzun süre el atamadı bu koca deve. El süremedi, korktu.
Medyada büyük gücü vardı bu sektörün, bürokraside büyük gücü vardı. Bu güçle savaşılması imkansızdı, bu güçle baş edilemezdi. Ama zulüm büyüktü ve hiçbir zulüm gibi o da ilelebet payidar olamazdı.
Bakalım bu savaşın galibi kim olacak Deli Dumrul mu yoksa?
Ahmet Kemal
________________________________________
A Denemeleri Eğitim Üzerine 6 Fen Liseleri Kaldırılmalı
Eğitim Üzerine Yazılar
FEN LİSELERİ KALDIRILMALI
Neden mi diyeceksiniz? Hemen söyleyeyim: Ülkenin en iyi beyinleri bu okullarda toplanıyor. Toplanıyor da ne oluyor? Onu da söyleyeyim: ülkenin en iyi beyinleri yalnızca bir alanda toplanıyor. Birikiyor diğer tüm alanlardan çekiliyor. Sonra ne oluyor? En iyi beyinler ya mühendis oluyor ya doktor oluyor. Ülke yönetimi kimlere kalıyor diyeceksiniz. İkincil beyinlere…
Yıllar önce İsrail yöneticilerinin İşgal topraklarındaki Filistinlilerin sosyal branşlarda yetişmelerini önlemek için Fen branşlarını seçmelerini zorunlu kıldığını duyunca acı gerçek kafama dank etmişti. Biz de de sömürge zihniyetli idareciler bize aynı şeyi dayatmıyor muydu? En zeki öğrencileri fen Liselerine özendiriyorlar sonra da tıp ve mühendislik alalarına yoğunlaşmalarını sağlıyorlardı. Aynı oyun burada başka bir şekilde tekrarlanıyordu. Ve biz de bu oyunu fark edemiyorduk. Ne yazık ki hala fark edemiyoruz. Ve hala bu oyun sürdürülüyor hem de 10 yıllık halk iktidarına rağmen. Kimse olan bitenin farkında değil.
Ülkeleri sömürmenin yollarını uluslararası sömürü odakları öyle derin bir yöntemle tezgâhlamış ki milli bir iktidar bile yıllarca o sömürü düzeninin farkına varamıyor ki nerede kaldı onu değiştirebilmek.
Belli ki dünyanın her tarafında değişik şekillerde kurulmuş bu düzen ve hala onlar için tıkır tıkır işliyor kimse de bu gidişe dur demiyor diyemiyor demeyi bile düşünmüyor.
Uluslararası sömürü ve zulüm düzeni bir yandan bürokrasiyi ele geçirir diğer yandan askeriyeyi kendi hazır ordusu yapar ve içteki milli güçlere karşı teyakkuz halde bulundurur istediği zaman darbe yaptırarak kendi menfaatlerini güvence altına alır. Aynı yöntemi ülkenin eğitimini ele geçirerek onu istediği gibi yönetir ülkenin ehil ellere geçmemesi için tüm tedbirleri alır, aydın ve sanatçı denilen güdümlü bir köleler ordusu yetiştirerek kaymak tabağı haline getirir. Ülkede sanatçı, sporcu vb. gruplar oluşturarak popüler kültür yaratır, halkı eğlence, içki kumar ve uyuşturucuya alıştırarak uyutur böylece sömürü düzenini iyice kökleştirir.
İşte eğitimde sömürü ayağı da böyle bir şey. Eğitimde ana mesele de yazının başında anlattığım fen lisesi meselesidir ve bu yüzden kaldırılmalıdır. Böylece zeki beyinler yönetilen değil yönetici olmaya başlayacaktır. İdari yapıdaki bu değişim ülkenin sömürü düzeninden kurtulması için ilk adım olacaktır.
İşte bu yüzden diyorum ki bu oyun bitmeli Fen Liseleri kaldırılmalıdır. Tüm liseler aynı ayara getirilmeli öğrenciler eşit yarıştırılmalı. Ancak bu güne dek yapılan negatif çalışmaların önlenmesi için pozitif ayrımcılık yapılmalı sosyal liselere ağırlık verilmeli, bu liselerden mezun olanların siyasal bilgilere kamu yönetim bölümlerine girmeleri sağlanmalıdır. Böylece uluslararası sömürü düzeninin en önemli prangalarından biri kırılmalıdır.
Aslında yapılacak çok şey var. Ancak ne yapacağımız, neler yapabileceklerimizi bilemiyoruz. Karanlıklar içerisindeyiz. Ortalık henüz aydınlanmadı. Yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Düşünürlerimiz düşünemiyor. Milletçe düşünemiyoruz. Düşünmeyi unutmuşuz. Beyinlerimiz uyuşturulmuş. Sömürü düzeni her alanda faaliyet gösteriyor olanca gücüyle.
Prangalara mahkûmuz. Beyin hücrelerimiz kilitli. Man kurtlaşmışız. Efendilerimizin izin verdiği kadar ve izin verdiği gibi yaşıyoruz. Artık bu gidişe bir dur demeli. Yıkanmış beyinleri kurtarmalıyız. Büyük bir operasyon yapmak zorundayız. Emin adımlarla gitmeli planlı hareket etmeliyiz. Ne yapacağımızı bilmeli önceden planlamalıyız.
DERSHANE VE OKUL ARASINDA EĞİTİM
Bu dershane nereden çıktı. Okullaşma oranının arttığı 70’li yıllar dershanelerin de yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladığı yıllardır. Kemiyette artış keyfiyette azalmaya sebep olmuş, tam bu dönemde derneklerin kurs adı altında takviye eğitime başladığı yıllardır.
O kurslar bu gün okullardaki eğitimi sabote eder hale gelen dershanelerdir. Dershane sistemi eğitimimize nasıl sokuldu. Eğitim nasıl büyük bir maharetle dejenere edildi. Bu yozlaşma büyük bir planın parçasıdır. Bu plan ülkenin dönüştürülmesi planıydı ve onlara göre büyük bir maharetle başarılmıştı. 12 Eylül’e böyle gelindi, 12 Mart ve 28 Şubat’a böyle gelindi. Ülke kaosa sürüklendi. Ekonomik krizler yaşandı. İç ve dış sömürü odakları planlarını uyguladı. Sömürü düzeni çarklarını sıkılaştırdı.
Düşünmeyen, okumayan, araştırmayan, ezberci, kolayca tahrik edilebilen, kitleler halinde istenilen istikamete sürüklenebilen bir gençlik yetişti. Sözcük sayısı sınırlı bir dile sahip olan, kolayca kullanılabilen, slogancı, eylemci bir kuşak amaçlanmıştı ve bu gençlik ince bir plan içerisinde yetiştirildi, sokaklara salındı. Şimdi bu gençlik kafelerde sinemalarda, AVM’lerde ve sokaklarda, caddelerde.
Önce üniversitelere mahallî sınavlarla yapılıyordu. Sonra toplu sınav sistemine geçildi. Sınavlar test sistemindeydi. Öğretim teste dönüştürüldü. İşte ortam hazırdı. Artık kimse okumuyor, araştırmıyor, düşünemiyor, sorgulayamıyorduk.
Böyle gelindi iki binli yıllara. Büyük bir dershane sektörü doğdu. Öğretmenlik sınavını kazanamayan binlerce eğitimci düşük ücretlerle, bazen boğaz tokluğuna, bazen de tamamen ücretsiz çalışmaya başladılar.
Diploma verme zorunluluğu olmayan bu eğitim kurumları, zaten başarılı olan öğrencileri özel sınıflara toplayıp reklam amaçlı kullandılar. Zeki öğrencileri resmi eğitim kurumlarından ücretsiz ve özel promosyonlarla ithal ederek başarılarını taçlandırdılar. Başarısız öğrencilerin paralarını aldılar. Fakir aileler daha fakirleşti. Başarılılar yine başarılıydı başarısızlar dershaneli yıllara yenilerini eklediler.
Okul başarısızlığın merkezi sayıldı, dershane başarının kapısı sayıldı. Bu yolla üniversite hayalleriyle avundu insanlar. Üniversiteyi bitirdi yığınlar. İş kapısında geçidi yine dershaneler tuttu. Memuriyete basamak yükseltme sınavları başladı, yine yol ortasında o tanıdık kurum vardı. Deli Dumrul gibi her yere masasını/tezgahını kurmuştu. Kazanan sermayedardı eğitimci değildi. Eğitimci karın tokluğuna çalışıyordu yine.
Okullar out olmuştu dershaneler in. Eğitimin ağır yükünü okullar çekiyordu kaymağını dershaneci sermayedar yiyordu. Külfet devletin nimet özelindi. Özel sermaye tatlı karlar ediniyordu devletin sırtından. Sektör büyüdükçe büyüyordu. Teşkilatlandı, güçlendi kuvvetlendi. Ta ki milletin dertlerini dert edinen bir iktidar gelinceye kadar. O bile uzun süre el atamadı bu koca deve. El süremedi, korktu.
Medyada büyük gücü vardı bu sektörün, bürokraside büyük gücü vardı. Bu güçle savaşılması imkansızdı, bu güçle baş edilemezdi. Ama zulüm büyüktü ve hiçbir zulüm gibi o da ilelebet payidar olamazdı.
Bakalım bu savaşın galibi kim olacak Deli Dumrul mu yoksa?
Ahmet Kemal
________________________________________
A Denemeleri Eğitim Üzerine 6 Fen Liseleri Kaldırılmalı
Eğitim Üzerine Yazılar
FEN LİSELERİ KALDIRILMALI
Neden mi diyeceksiniz? Hemen söyleyeyim: Ülkenin en iyi beyinleri bu okullarda toplanıyor. Toplanıyor da ne oluyor? Onu da söyleyeyim: ülkenin en iyi beyinleri yalnızca bir alanda toplanıyor. Birikiyor diğer tüm alanlardan çekiliyor. Sonra ne oluyor? En iyi beyinler ya mühendis oluyor ya doktor oluyor. Ülke yönetimi kimlere kalıyor diyeceksiniz. İkincil beyinlere…
Yıllar önce İsrail yöneticilerinin İşgal topraklarındaki Filistinlilerin sosyal branşlarda yetişmelerini önlemek için Fen branşlarını seçmelerini zorunlu kıldığını duyunca acı gerçek kafama dank etmişti. Biz de de sömürge zihniyetli idareciler bize aynı şeyi dayatmıyor muydu? En zeki öğrencileri fen Liselerine özendiriyorlar sonra da tıp ve mühendislik alalarına yoğunlaşmalarını sağlıyorlardı. Aynı oyun burada başka bir şekilde tekrarlanıyordu. Ve biz de bu oyunu fark edemiyorduk. Ne yazık ki hala fark edemiyoruz. Ve hala bu oyun sürdürülüyor hem de 10 yıllık halk iktidarına rağmen. Kimse olan bitenin farkında değil.
Ülkeleri sömürmenin yollarını uluslararası sömürü odakları öyle derin bir yöntemle tezgâhlamış ki milli bir iktidar bile yıllarca o sömürü düzeninin farkına varamıyor ki nerede kaldı onu değiştirebilmek.
Belli ki dünyanın her tarafında değişik şekillerde kurulmuş bu düzen ve hala onlar için tıkır tıkır işliyor kimse de bu gidişe dur demiyor diyemiyor demeyi bile düşünmüyor.
Uluslararası sömürü ve zulüm düzeni bir yandan bürokrasiyi ele geçirir diğer yandan askeriyeyi kendi hazır ordusu yapar ve içteki milli güçlere karşı teyakkuz halde bulundurur istediği zaman darbe yaptırarak kendi menfaatlerini güvence altına alır. Aynı yöntemi ülkenin eğitimini ele geçirerek onu istediği gibi yönetir ülkenin ehil ellere geçmemesi için tüm tedbirleri alır, aydın ve sanatçı denilen güdümlü bir köleler ordusu yetiştirerek kaymak tabağı haline getirir. Ülkede sanatçı, sporcu vb. gruplar oluşturarak popüler kültür yaratır, halkı eğlence, içki kumar ve uyuşturucuya alıştırarak uyutur böylece sömürü düzenini iyice kökleştirir.
İşte eğitimde sömürü ayağı da böyle bir şey. Eğitimde ana mesele de yazının başında anlattığım fen lisesi meselesidir ve bu yüzden kaldırılmalıdır. Böylece zeki beyinler yönetilen değil yönetici olmaya başlayacaktır. İdari yapıdaki bu değişim ülkenin sömürü düzeninden kurtulması için ilk adım olacaktır.
İşte bu yüzden diyorum ki bu oyun bitmeli Fen Liseleri kaldırılmalıdır. Tüm liseler aynı ayara getirilmeli öğrenciler eşit yarıştırılmalı. Ancak bu güne dek yapılan negatif çalışmaların önlenmesi için pozitif ayrımcılık yapılmalı sosyal liselere ağırlık verilmeli, bu liselerden mezun olanların siyasal bilgilere kamu yönetim bölümlerine girmeleri sağlanmalıdır. Böylece uluslararası sömürü düzeninin en önemli prangalarından biri kırılmalıdır.
Aslında yapılacak çok şey var. Ancak ne yapacağımız, neler yapabileceklerimizi bilemiyoruz. Karanlıklar içerisindeyiz. Ortalık henüz aydınlanmadı. Yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Düşünürlerimiz düşünemiyor. Milletçe düşünemiyoruz. Düşünmeyi unutmuşuz. Beyinlerimiz uyuşturulmuş. Sömürü düzeni her alanda faaliyet gösteriyor olanca gücüyle.
Prangalara mahkûmuz. Beyin hücrelerimiz kilitli. Man kurtlaşmışız. Efendilerimizin izin verdiği kadar ve izin verdiği gibi yaşıyoruz. Artık bu gidişe bir dur demeli. Yıkanmış beyinleri kurtarmalıyız. Büyük bir operasyon yapmak zorundayız. Emin adımlarla gitmeli planlı hareket etmeliyiz. Ne yapacağımızı bilmeli önceden planlamalıyız.
Kayıt Tarihi : 14.6.2016 23:47:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Ahmet Kemal](https://www.antoloji.com/i/siir/2016/06/14/a-a-yazilari-egitim-uzerine-yazilar-tekmil-i-birden.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!