25*05*15 PAZARTESİ
Bu gün kente hiç gidesim yoktu. Ama gidecektim. Çünkü oruçluydum vakit geçirmem gerekti. Hem de sahursuzdum. Bu oruç neredeyse 2 saat sürecekti. Akşam on sularında tatlı ile dondurma ve sütlaç yemiştim. Demek bayağı şey yemişim. Hayret ben de hiçbir şey yemedim diye hayıflanıyor, kendi kendime acıyordum.
Hayat ne kadar kısaymış. Bir gün gibi belki de ondan daha az. Düşündüm geri dönmek ister miyim diye. Hayır istemiyordum. Mutlu bir geçmişim olmadı ki benim. Mutsuz bir çocukluk, mutsuz bir gençlik ve mutsuz bir erişkinlik dönemi. Son 20 yılımızı zaten Annem karartmıştı. Onun bitmez tükenmez huyları ağzımızın tadını kaçırmıştı. Çocukluk ve gençlikte babamın bitmez tükenmez eleştirileri, evde sürekli söylenmeleri benim geriye bakıp geçen günlere hayıflanmamı önlüyordu.
Oysa hayat güzel, ölümse hemen hiç kimse tarafından arzulanacak bir şey değildi. Üstelik ortalıkta bu kadar güzel varken. Aşık olmak, o güzeller şiir yazmak, onlarla maceralar yaşamak varken bu isteksizlik niye? Öğrenilmiş çaresizlik mi diyeceğiz buna?
Ölüme hemen hiç hazırlıksız olduğumuzu düşünmek onu bize sevimsiz kılıyor. Ölümden sonrasını içselleştiremedik bir türlü. Etrafımızı saran dünyevilikler bizi ahiretle barışık olmaya hiçbir zaman bırakmadı bırakmayacak. Artık emekli olup kendimizi ahirete mi adamalı yoksa diyorum.
Çevremde uzun yıllar emekli yaşayıp ömründe hiçbir işte çalışmamış gibi duran insanları görüp kendilerine ölümü hiç yakıştıramayanları görüyor da şaşıyorum. Ben de onların küçük mutlu dünyasına adım atmak istiyorum ama bir türlü karar veremiyorum. Öğrencilerimden ayrılma düşüncesi bana oldukça ters geliyor.
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta