Aslında her şey çocukça başlangıçtı tarihin süzgecinde Kovboyculuk hikâyesinden devşirilen. Daha o dar sokak aralarında, yalın yapıldak yürümeye başladıkları, tozunu yuttukları köşe kapmaca oynarlarken, apış aralarında bir sopa at işlevi görür, ellerinde tahta tabanca-kılıçlarıyla, saçları sıfır numara güneşte yandıkları zamanlardı.
Ne kadar mutluydular hiç sorgulamaz anı yaşarlardı. Onca hareket, onca patırtı, bağırış çığırış arasında, birbirini alt edişlerinde anlar gözlerinde gül gülerdi. Gün önünü iliklerken akşama yol alışlarda, güneş hafiften kaybolur dünyanın öbür yakasına çekilir. O esnada her pencereden bir anne görünür. Bağırarak çocukların isimlerini hadi oğlum akşam oldu eve gel.. Mahir, Deniz İbrahim, Özgür, hadi kızım Ezgi, Sevgi, Gönül, Özlem… Annelerin sesleri adeta birer çığlık olur
akşam alaca kızıllığının karanlığına. Bağrına saplanırcasına havada yankılanır mahalle inler. Çocuklar birbirlerine sarılır evlerine isteksizce yarı kırgın ama gülüşerek çekilirlerdi. Bu durum gün koynunda geleneksel bir işleyişin anatomisiydi.
Onlar;
Bir su zerreciği
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman