Aslında her şey çocukça başlangıçtı tarihin süzgecinde Kovboyculuk hikâyesinden devşirilen. Daha o dar sokak aralarında, yalın yapıldak yürümeye başladıkları, tozunu yuttukları köşe kapmaca oynarlarken, apış aralarında bir sopa at işlevi görür, ellerinde tahta tabanca-kılıçlarıyla, saçları sıfır numara güneşte yandıkları zamanlardı.
Ne kadar mutluydular hiç sorgulamaz anı yaşarlardı. Onca hareket, onca patırtı, bağırış çığırış arasında, birbirini alt edişlerinde anlar gözlerinde gül gülerdi. Gün önünü iliklerken akşama yol alışlarda, güneş hafiften kaybolur dünyanın öbür yakasına çekilir. O esnada her pencereden bir anne görünür. Bağırarak çocukların isimlerini hadi oğlum akşam oldu eve gel.. Mahir, Deniz İbrahim, Özgür, hadi kızım Ezgi, Sevgi, Gönül, Özlem… Annelerin sesleri adeta birer çığlık olur
akşam alaca kızıllığının karanlığına. Bağrına saplanırcasına havada yankılanır mahalle inler. Çocuklar birbirlerine sarılır evlerine isteksizce yarı kırgın ama gülüşerek çekilirlerdi. Bu durum gün koynunda geleneksel bir işleyişin anatomisiydi.
Onlar;
Bir su zerreciği
Gökten yere düşen
Saatin sustuğu an
Ateş çocukları
Yağmur çığlıklar
Kar taneleri
Buzuldan kopan
Zapt raptında
Güneşe akan
…
Mevsimler birbirini takip eder. Yaz gelir yanar ormanlar kış gelir kopar elektrik telleri kapanır yollar, mevsiminde sürülür tarlalar ekilir tohumlar başlar hasat zamanlar... Tüm bu oluşumlar içinde devinen yaşamlarda, çocuklar her gün okula gidiş gelişlerinde gün ışımasında gözlerinin mahmurluğunda yarı aç mideyle yola düşerler yaşam sancılı geçerdi. Zaman sarkacı kendi menzilinde akar dururdu. Ağaçlar Ağıtında eski bir şarkıya dolardı saçlarını, savruluşu yaprak düşümü hazan sarısı, saman yangını bir kıvılcım, akardı nehirlerin boz bulanık sularında. Bilmiyorlardı nasıl yaşamak istediklerini henüz amaçları bile o denli net değildi. Dünyayı keşfetmek isteyip henüz kendini keşfedememişlerdi. Zaman o denli hızlı akarken büyük amaçların küçük dev çocuklarıydılar. Köyler bu denli şehre akar olmamıştı bu denli ağ gibi birbirini sarıp bağlanan, yollar henüz bu denli yoktu. Yollar çamur yollar bozuk hiç fark etmezdi, gözleri ateş alımı odak noktasında menzilin özünden taviz vermeden yürürlerdi.
Köy yollarının izini sürer
Patikadan aşağı akar
O küçük kendi gibi olan
Damlalar
Süzülür boşlukta
İtme ve çekme güçleri
Daimi hareketinde
Dere oluverir
…
Onlar; gözü kara yürürlerdi karanlıklara, akıllarında öncesinde
ateş topu kılavuzu amaçları, duvara kafa çakan birer kahraman…
Hayat özünü yaşamaksa hem yaşadılar yarımca, hem hiç yaşamadılar
var oluşları hep yaşatmakta.. Şakası yoktu kafalar iğne ucunda düşünceler içinden geçercesineydi. Ateş hattı yaşamın köprüleri yıkılırken dikişleri atmıştı. İçi dışına dışı içine sığmıyor demir erirken çeliğe dönüşlerde maden ocağının potasında bir çağ yanıyordu medeniyet sentezlerde serzeniş. Sanki ıskartası çıkmışçasına dizilmişler, dalga vurgunu yaralı gemiler kadırgada, doklara çekilmeyi bekliyor hey hat. Kör karanlığın sesi kuşatırken her yanı,düşünceler geçerken karabasan sarnıçlarda bir çağ yangınında,her kuşak en başta da ateşin su çocukları yanandı..
Sıralarım
Sıra dağlarım
Savsaklamadan
Sıram var
Beni benimle sına
Tarih yazacağım
Sınavım var
Zorluklarla büyüyen çocuklar zaman tünelinde ailelerinin özverileriyle okul yaşamlarını daha bir dingin daha bir ufukla her yıl ekleyerek yüksekokula taşırlar. Yaşama karışmanın üst boyutu yükselerek aile özlemiyle eğitimlerini geldikleri şehirlerde sürdürme mücadelesi içinde olurlar. Bilim yuvalarında bilimsel bilgiyle donandıkça yaşama dünyaya bakışları daha bir gelişir. Çağdaşlaşma sancılarını bu genç insanlar, aydın eğitimciler sayesinde daha iyi görmeye, neden niçinler sorgulamaya başlarlar.
Ağlayışlarımızı
Görmeden gördük
Gözyaşlarımızda
Savrulduğumuz
Aynı rüzgârın
Aynı zamanlarında
Altmış sekiz sıcağında gülünün kanadığı akşamlar onları bir araya getirmişti. Yaşanan zaman ülkenin bağrında kara saplı bir hançerdi, düşüncelerin birliği akar akademik alandan toplumu daha ileriye götürmek adına. Dünya ahtapotun saldırısıyla ateş alanıydı, yanıyor –kanıyordu insanlık… İlkin Fransa gençliği gösterdi kendini alanlarda. Alanlar ateş sesiyle inliyor gençliğin haykırışlarında hemen şimdi daha daha da ileri…
Acısını acımıza kattığımız
Aynı acının kırılan dallarında
Güneşe yürüyen
Ateşin su çocuklarıydık
Oysa onlar ne güzel insanlardı ki pek bağlaşıklıkları yok görünse de birbirleri için ateşe atıldılar ölümüne..Halkın bağrında sönmeyen bir ateş daima ışık oldular. Ya sonra ardılları olanlar, En ağır sözleri eleştiri diye o bilinen eleştiri-özeleştiri mekanizmasını sağlıklı kılamayarak duvar kavgası eden, birbirine kurşun sıkan cana kıyan, kendi alanını daraltan, gücü eline geçirdiği yerde kendinden başkasına söz hakkı dahi tanımayan, dar alanda niceliği bir güç gören niteliği göz ardı eden, uzun vadeli olmak yerine çıkarcı, anlık ve eldekini yitirme kaygısı taşıyan, bir ben dediği olsun isteyen,
hem yaşamdan hem toplumdan koptukça kopan uzağa menzil dışına çıkan. Önce en sert kendini eleştirmeyi ve böylesi eleştirinin olduğu yerde gelişmeyi öğrendik mi? , biz bunu ne kadar uyguladık acaba.?
Bir seni sevdim bir seni duydum yürek atımımda diyebildik mi?
Oysa bu kör karanlıklara güneşi çekenlerdi dost güçleriyle idealleri benzer olup o düşüncede olanların, birbirini incitmesi- kırılması, birbirinden uzak düşmesi ne kadar acı ki, hep bir beni yaralar durur. Gerçi hiç kimse böyle olsun istemediği halde pratikte bunu bir türlü sağlıklı uygulayamadığından bu çelişki aşılamadı gitti.
Biliyor musun bizde biraz yaşadık erkenciler de ne şeklimiz kaldı ne şimalimiz, sanki un çuvalına düştük saçımız aklaştı yaşam değirmeninde. Ne eski değirmendi o,nede yel değirmenlerine karşı savaşan bir masal kahramanı, bu unun yerine insanı öğüten yaşam değirmeninde bir banttı, duramayanları balyozuyla ezip yok eden.
Zamanında hep birer çocuktuk şimdi olduğunca, tutardık en tutucu yanımızla takım tutarcasına. Bu durum, döner bizi vuran birer bağnazlık olurdu bumerang dönüşlerde. Yıllar bizi bizden nicelerimizi aldı nasılda farkına varamadık bu ateş çemberinde hep bir yanan biz olduk kanayan bu eski yaramızdır üzeri kabuk bağlasa da. Sağanaklarda yitirdik ışığımızı kaldık karartma zamanlarına, yinede her şeyin kendi ekseninde özelden genele sarmal gelişiminde, daha sağlıklı gelişip büyüyeceğinin o daima büyüttüğümüz umutla yaşama sarındığımız inançla önce can olmalı canda can bilerek cananla diyoruz şimdiki zamanda.
Bak doğanın şarkısını dinle; nasıl akıyor nehirler, bak rüzgâr ne söyler, güneş açınca tüm renkleri ateş topu sıcaklığıyla ya o mavi gökte puslu kül rengi bulutlarla yarışan bembeyaz bulutlar, ak kanatlı kuşların uçuşunda yaralı yorgun hatta kırgın ve hep göçte.. Bak dinle dağların ağıtını mor renginden kan kırmızı şafaklara doğuşunu kentlerin sızısında iniltili haykırışını. Bu deniz niye böyle durgun niye böyle ani gider gelir dalgaları Bir yeraltı gemisi/ midir geçen, onu böyle hırçın eden vur/ma kıyılarıma Bir sevgiliyi okşarcasına kayaları dolanıp ak köpüklerinde mavilerin çağlasın.
Bir can gelir gece avuçlarında yıldızlarla
Bir can cana can katar değerli varlığıyla
Birden soğuklar dağılır ısınır an dostlukla
Hoş gelir sefa gelir al yalım Anadolu’mla
Bitmedi..
Vedat Koparan 01.06.2006(Deneme)
Vedat KoparanKayıt Tarihi : 26.6.2006 13:16:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
abdullah oral
abdullah oral
yoksa yorum yapmaya aşk mı gelir bilmiyorum..
ben sususup sessizlikte bir daha okuyorum..
can yeğen..
Bu deniz niye böyle durgun niye böyle ani gider gelir dalgaları
Bir yeraltı gemisi/ midir geçen, onu böyle hırçın eden vur/ma kıyılarıma
Bir sevgiliyi okşarcasına kayaları dolanıp ak köpüklerinde mavilerin çağlasın.
Bir can gelir gece avuçlarında yıldızlarla
Bir can cana can katar değerli varlığıyla
Birden soğuklar dağılır ısınır an dostlukla
Hoş gelir sefa gelir al yalım Anadolu’mla
//
Çok güzel bir anatımdı kutlarım sevgiler......
TÜM YORUMLAR (10)