henüz geceydi
gün ağarmamıştı daha
hoş bir ergenlik düşü
uyutmuyordu beni
gözüm şafak sökmesindeydi
mayhoş bir dalgınlık sarmıştı içimi
dinliyordum dalgaların o uzak sesini
sağ elim sol avucumda
gömülmüştüm gecenin siyahında
dedemden kalan tek mirasa
onun cevizden şezlonguna
tek başına
balkondaydım
hava serinceydi
farklı bir ağustos gecesi
keyifsizdi ay
belli mi belirsiz mi
belli değildi yıldızlar
tedirgin esen hafif bir rüzgar
telaş içindeydi bulutlar
saatler geçmek üzereydi ki
sıfır üçü tam iki dakika
birden inlemeye başladı duvarlar
gözümde patladı sanki yıldızlar
duruverdi yelkovan
aman Allahım bu neydi
deniz kükredi
gökyüzü korkunç
feci bir şeydi
inanması zor yaşanmasa
bu felaket sahneleri
koşturmalar kaçışlar
umutsuz haykırışlar
can çekişler
karanlığın kana dönüşü
herşey
gecenin serin havasına çarpar gibiydi...
inleten
yıkan
çökerten
öldüren deprem
uykunun en derin anında vurmuştu
bu korkunç çığlıkların nedeni buydu
kurtulanlar
soluk soluğa çıktılar
ölüm kıskacından
hangi yöne gittikleri belli değildi
bakamıyorlardı ardlarına
şaşkındılar
onlar mı yoksa
ölenler mi şanslıydılar
yaşayanlar da yarı ölü müydü neydi
kahverengiydi yüzleri
titriyordu elleri
gözlerin feri silinmiş
bir tuhaftı halleri
çökmüştü gördüğüm her yer
en acı iniltiler
yarı göçük binalardan geliyordu
kimilerin son veda sözleriydi bunlar
kimilerin imdat
çığlıklar dualara karışıyordu
bu arada
saçını başını yolanlar
yalvaranlar yakaranlar
yardım edememenin çaresizliğinde
kapana kıstırılmış gibi sinenler vardı
gün ağardı
yıkıntılar üstüne
açıldı giz perdesi
çıktı felaketin dehşeti
serildi gözler önüne
kollar ve bacaklar biçare
gövdeler kanlar içinde
bir ölünün ayağı diğerinin elinde
koyun koyuna yatıyordu canlar
ağır ağır rengini açarken aydınlık
gittikçe artmaktaydı karamsarlık
sinir krizi geçirenler
ne yaptığını bilmeden tepinenler
buz dağı gibi gözler
umutsuz uçuk dudaklar
lanet yağdırıyordu
köpürüyordu obur deniz
havlıyordu bulutlar
kulağıma yumuşak bir söz fısıldayan
tek Allahın kulu yoktu
herkes kendi telaşında
kendi cehenneminde yaşıyordu
titriyordum
karnım da acıkmıştı
kendi kendime söyleniyordum
nerdesin anne
nerede bizimkiler
çıt yoktu
her geçen an
umudu kemiren çarkın dişlisi
çok hızlı dönen akrep
yavaşlasın istiyordum
yaklaştırmıyorlardı beni
evimizin yakınlarına
yıkıntılarına
umutlarıma
uzaktım
tutulmuş dilim
sersem gibiydim
soramıyordum kimselere
ben hangi cehennemdeyim
hiçbir şey söylemiyorlardı bana
ben anlıyordum
artık kurtarma çalışmaları yapılmıyordu bizim evde
yaşadığıma şaşıyordum
kedim ve ben
sağlam çıkmıştık depremden
mucize diyorlardı duyuyordum
asla inanmıyordum kaybettiklerime
insanın nasıl inanası gelir
ayakları çıplak
üstü başı virane
karnı aç
ve yarını nasıl olacağı bilinmeyen bir çadırın içinde
sevdiklerinin ölümüne
arada bir de olsa
umutsuz yıkıntıların altından
canlar kurtarılıyor
ölü sanılanlar diriliyordu
bir alkış kopuyordu
sanki tüm ölenler canlanmışçasına
dalga dalga sanal bir sevinç yayılıyor
gamzelere acımtırak bir gülücük çöküyordu
dudaklardan çıkacak bir tatlı söze
inanmanın çok kolay olduğu saatlerde
umutlar bir çoğalıyor bir tükeniyordu
anam babam
ve
kundakları tabut olan
üç aylık ikiz kardeşlerim
cesetleri yıkıntılarla denize sürülen
gömütlerim
dört sevdiğim
bir daha doğmayacak
depremde yıkılan güneşim
ifadesiz felaketlerdeyim
günler bir an gibi geçiyordu
içi boş kafamın içinde
korkunç ürperti
dehşet rüzgarları dolaşıyordu
kedim de bırakıp gitti beni
yalnızlık çok zordu
çocuktum
korkuyordum
karnım da ağrıyordu
sahipsizlık çekiyordum
gündüzlerim gecelerinden de beter geçiyordu
öte yanda tatlı yüzlü mini mini bebeler
çamurdan evler yapıp evler yıkarak
çadırın önünde depremcilik oynuyor
minnacık elleriyle felaketçilik yapıyorlardı
onlar neler yitirdiklerini ve
yarınların daha neler götüreceğini nereden bileceklerdi
çok büyükler de televizyonlarda
o tok sesleri ve
dev gibi sözcüklerle
nedenleri değil sonuçları tartışıyorlardı
yarı ölü çaresiz kimsesizler
depremin uğultusuyla ürperen o yorgun gözler
çınlayan çığlıkları hala yaşayanlar
ne gecenin siyahında
ne gündüzün beyazında umut görenler
nasıl dinleyeceklerdi onları
televizyonlarda gümbür gümbür bağıranları
tedaviyi bırakıp cenazenin nasıl kaldırılacağinı tartışanları
ateş düştüğü yerde yanıyordu
alevler yükseliyordu ufuktan
son umutların üstüne
korkuyla dehşeti gördüm yalnızlıkla yanyana
birlikte yürüyorlardı karanlıkta
en önden ölüm gidiyordu
saklanıyordu utanç en arkada
BÖLÜM ll
tam dört yıl geçti depremden
tek sığınacağım yer teyzemdeyim
anadolu'nun şirin bir kenti
tarihi bir rum evi kaldığımız
küçük bahçesi zakkum süslü
farklı düşüncelerle birlikte yaşadığımız
çelişkili ve çarpık saatler
zorunlu tek tercihim
iyi davranıyor bana teyzem
ben de onu üzmek istemiyorum
korkmamayı korkudan
öğrenmeliyim diyorum
çabalıyorum
olmuyor
beceremiyorum
ama peşini de bırakmıyorum
öyle duyumsuyorum ki
olmamalı korkuyla işim
kurmalıyım tatlı düşler
ayakta kalabilmek için
mutlu olmuyor o yaşlarda kızlar
bir felaket görmese bile
ben de mutsuzum hem de binlerce kere
ama gizliyorum aynalardan öfkemi
görmesin gözlerim diye
lisede okuyorum
teyzem hafif meşrep dul
güzelliğini satan çocuksuz kadın
yaşamın ilk adımında ayağı kaymış
olmamış kendinden başka tutacağı
düşmüş
parası çok
benden başka kimsesi yok
ona ihtiyacım olduğunu biliyorum
yarı açık gözlerle geçiyor gecelerim
depremin ürküsü eteğimden düşmüyor
felaketin dehşeti yastığımın altında
bir giyotin gibi duruyor
çınlatıyor kulaklarımı çalar bir saat gibi
o gecenin o hain hali
korkunç korkuyorum
depremin alevi
çaresizliğin alevi
teyzemin alevi
bir de yaşımın gereği
bakışlarımın alevi
kavuruyor beni
yıllardır bir damla su görmemiş
kızgın bir çöldeyim sanki
BÖLÜM lll
onyedi yaşındayım
uzun saçları sarı
iri gözleri ela
selvi boylu dedikleri
gamzeleri kurnaz gülen
aynaların dediğine göre güzel bir kızım
liseyi bitirdim
zeki sayılırım
hedefim tek değil
değışık planlardayım
henüz bir aşkım da olmadı nedense
oysa hep erkeklerin yanındayım
öpülmemiş dudaklarla dolaşıyorum
güzel bir ayrıcalık bu duyumsuyorum
oysa çok ateşliyim
odamın duvarlarıyla sevişiyor
seher yeline öpücükler ısmarlıyorum
dobra dobra söylemek gerekirse eğer
ilişmedi gözüme
sinmedi içime
çıkmadı karşıma nedense
sorgusuz sualsiz kollarına atılacağım bir erkek
halbuki süzmek için alemi
küçük adımlarla yürürdüm işveli işveli
kırıtırdım kaldırımlarda
hoş bir gençlik zevkiydi benimkisi
üniversitedeyim
istanbul'da
devlet yurdunda geçiyor gecelerim
pranga yok ayaklarımda
elimde özgürlüğüm
bağırıyorum şarkılar söyleyip sağda solda
yaşamak harika
ve ne muhteşem bir şey bu dünya
evrenselleşme sürecindeyim
tüm saplantılarımı cayır cayır yakacağım
kötü haber
cenazedeyim
ilk kez örttüm sarı saçlarımı
işveli yürümeyi istanbul'da bıraktım
teyzem ölmüştü
son kez baktım ona
solgun yanaklarından öpmedim
rahat bir yatışı vardı
sanki uzanmış çimenlerin üstüne
tatlı düşler aramaktaydı
tasasız gözleri yarı açık
af ihtimali olmayan mahküm yatışındaydı
ilk kez ağlamadım bir ölüme
son okuduğum kitapta yazıyordu
''ölüm denen şey bilimsel bir olgudur'', diye
aslında sevinmiştim
teyzemin ölümüne
sevinmiştim nedense
bilemiyorum
ne arayanım
ne soranım var şimdi
özgür kimliğim
yakın uzak hiçbir zincire
hiçbir halkayla ilişik değilim
kendi asaletimi kendim belirleyeceğim
cenazeden
dönüyorum istanbul'a
ruhum sıkıntılar içinde
bunalıyorum
boğuluyorum
boşluklarımı doldurmalıyım
önümde dikenli yollar görüyorum
karar kıldım yolda
bundan sonra
ne olursa olsun
aptal gibi ağlamanın
matem tutmanın
yalvarıp yakarmanın
acımanın veya acımamanın
ne anlamı var, diye
hatırı sayılır bir miras kaldı teyzemden
sevemediğim
içime sindiremediğim teyzemi
yavaş yavaş anımsamaya
özlemeye başlamıştım
bu değişikliğin sebebi neydi
bilemiyorum ama
onun gibi yaşama isteği oluştu ruhumda
okulu bırakacaktım
tam zamanıydı yoldan çıkmanın
güzel bir semtte şirin bir ev tuttum
bir yuvam oldu böylece
dayalı döşeli
sıra dalkavuklar bulmaya gelmişti
haince planlar yaptım kendimce
bu özenti kemiriyordu içimi
sorumsuz ve hoyrat yaşayacaktım
yaşamın her anı yüzüme gülmüş gibi neşeli
fütursuzca
ve sinsi gözlerle
vur patlasın çal oynasın
tek başımayım barlarda
oynamanın tadına doyum olmaz
sazlar çalarken buralarda
günlerce gözlendim
meraklı dalkavuklarca
şaşkındılar
paralı, güzel, hoyrat
ve tek başına dolaşan bir kız
hem de bu yaşlarda
amacı ne acaba
diye düşündüklerini duyar gibiydim
benimle oynayan yazgım mı
yoksa ben miyim onunla oynaşan
bilemiyorum
tek bildiğim şey
depremde ölmemiş olmam
7.4 ile yaşıyorum
kendim yaratmadım düşmanı
dört aşkımı denize ben dökmedim
dua okuyacağım bir mezar taşım bile yok
hayır, bir oyun değil bu
bana sunulanlarla
karşıma çıkanlarla yaşıyorum
kahrolası yazgımın
körolası yollarında dolaşıyorum
BÖLÜM lV
herşey o gün bir daha değişti
bir pazar günüydü
akşamüstü civarı
usul ve tasasız adımlarla girdi bara
oturdu karşımdaki masaya
elinde birkaç kitap
ve cep telefonu vardı
yoktu boynunda kravat
birazcık sakallıydı
göz ucuyla baktı bana
gözlüklerini taktı
süzüldü sayfalar arasına
garson bira getırdi
bir süre sonra
tekrar baktı gözlüğünün üstünden
göz göze olduk usulca
gülümsedi bir an
titredim birden
afalladım
kim bu
nasıl bir adam
sordum kendi kendime
sonra öğrendim
bir şair bu adam
şaşkıncaydım
o barın havası
bu kadar güzel
bu kadar canlı
ve bu kadar anlamlı değildi
o akşamüstüne kadar
şimdi beynimde dolaşan
deli bir heyacan
ve bir şair adam
sanki
bir alev topu gözlerim
nasıl bir duygu bu Allahım
tutsak sıkıntılarım
yok olacak mı acaba
tüm planlarım tekrar değişti
yoldan çıkmayı
teyzem gibi yaşamayı
sildim attım kafamdan
şairdi tek düşündüğüm
ve onunla kuracağım yeni yaşam
herkes mutluluğa dönüştürebilir
tutsak düşüncelerini
belki bir bakış
güzel bir söz
bir öpücük
belki de sade bir merhaba
duyumsatmaz boğaza düğümlenen hıçkırıkları
tüm duygularım birden değişti
anımsatmıyor artık bana
korku
öfke
ve nefreti gökyüzü
yıldızlar kimsesiz
bulutlar mutsuz değil
ve ben uçmak üzereyim şimdi
eğer buysa sevda
aşık oldum galiba
bir bardak büyük birayı
bir küçük kitapla birlikte bitiren
o şair adama
esen bu aşk rüzgarı
alevlendirdi birden eski bir hoyrat heyacanı
sönmeye yüz tutmuş volkanı
kızgın bir lava dönüştürdü
henüz öpülmemiş dudaklarım
yangınlarda şimdi
birlikteyiz şairle
onsuz geçen her gün
bin yıl
onunla
bir an
onun kadar tutkulu
hiç kimse bakmamıştı bana bir an
müthiş bir şeydi bu sevda
iliklerime kadar duyumsuyordum aşkı
alışılmamış bir çekicilik
aklımı başımdan alan gülümseme
zeka dolu gözler
bedeninin ılıklığı
hızlı hızlı soluması
herşeye hakim hali
çıldırtıyordu beni
yazgımın ilk öpücüğüydü bu şair
ilk şansımdı benim
onca acılardan sonra
uçurum kıyısında rastladığım
beni saran bir güldü o
beni ben yapan bir mucizeydi sanki
kaybetmemek için onu
unuttuğum duaları anımsıyorum şimdi
okuluma geri döndüm
akşamları şiirler yazarken şairim
ben de ders çalışıyorum
aynı meyhanenin sarhoşları gibiyız
hoş geçiyor gecelerimiz
bazen düşündürüyordu
bazen de güldürüyor
şiirleriyle avutuyordu beni
kopuyordum geceleri
hiç unutmam
birgün bana şöyle seslenmişti
''hiç iyi birşey olmadı bugün
yarın da olmayacak değil ya
hele yarından sonra var ya
öbür gün de
iyi ki yedi gün bir hafta
takma kafaya
gel koynuma
yat gitsin''
bu mutluluk ürkütmüyor da değildi beni
dalıp gidiyordum bazen deprem anlarına
kötü bir şeyler olacakmış gibi tedirgin
donup kalıyordu gözlerim bir noktada
yaşamak istemiyordum yeni bir facia
BÖLÜM V
alışık olmadığım öğle uykusundan
beni uyandıran
kapının tokmak sesiydi
bir mecnunun teneke çalışı gibi
gıcık bir şeydi
neden zile basmamıştı gelen
bu sıkıntıyla açtım kapıyı
gelen emniyetten
Allahım, tam mutlu oldum derken
bu felaket de neydi
yıkılmışım kapıya
trafik kazası
bir kabus
bir ölü
şairim neden bırakıp gittin beni
korktuğum başıma gelmiş
kara yazgımın tokatı bir kez daha patlamıştı
hem de tüm şiddetiyle
yıllar sonra içten gülmeyi öğrenen yüzümde
bu kaçıncı felaket
bu kaçıncı ölüm benimkisi
ağlayamıyorum
üzülemiyorum bile
ne ölenlere
ne kendime
dua da edemiyorum sevdiklerime
daha önceleri karar kıldım diye değil
anlayamıyorum
nasıl bir duygu bu Allahım
affet beni
herhalde
kutsal duygularımı yitirmek üzereyim
''bulutlar taşımaz bazen tozu dumanı
an gelir kararıverir
çoğu kez damla damla dökülürken yaşları
an gelir yüzünde sel oluverir
dünyasal sevdalar da böyledir gülüm
an gelir aşk seni terkediverir
hiç ummadığın an süreç tamamdır
azrail dediğin ansızın gelir.''
evet
adaletsiz bu dünya
bu yaşta üst üstte
bu kadar da vurulmaz ya..
BÖLÜM Vl
geçmişte
yani depremden sonra
korkularım oldu
şairim öldükten sonra da
çok gözyaşı döktüm
titreyen bir duman gibi
kabuslu gecelerden
hain sabahlara sırılsıklam doğdum
''bir kere düşmeye gör
yerin dibi bulunmaz
çırpındıkça kırılan kanatlarda
sarmal bir bataklıktır yaşam
bir şelalenin doruğunda gizli
heyacanlı bakışlarda hayranlık
suların düştükçe gözden düşen değeri
etek ucuna tutunmaya çalışan bir damla gözyaşı ''
kendimi toparladım nihayet
yeni bir yaşama başlıyorum şimdi
güçsüz olup dövülmek
aptal olup sövülmek istemiyorum
aynalar bana hala çok güzel
şuh bir kadın gözüyle bakıyor
ister maymun deyin
ister maymun iştahlı
her felaketle değişiyor
bir başka kişiliğe bürünüyordum
şimdi
dalıp gitmiyor artık
gökyüzüne gözlerim
yere eğmiyorum acılarla başımı
dua bile etmez oldu dudaklarım
her tarafımdan isyanlardayım
bir gaddarlık aldı başını gidiyor
çeksen durmuyor hınç
iğrenç bir bataklıkta
görkemli bir şato yaratmak için
istanbul gecelerine attım kendimi
eski planlarımı çıkardım günyüzüne
yaşam yeni şekliyle sürmeliydi
yoldan çıkan zihnime
yol bulsunlar diye
danışmanlar''dalkavuklar'' tuttum
dergilere kapak
paparazzilere haberdim
zengin hovardalara kitlendim kaldım
hoşa gitmeyen sahnelerdeyim
piyasada yeni bir ateşli kadın
dalkavukların resmi geçiti
hain bir tuzak gibiydi
kendi gözlerime perde çektim
onları ben yönlendirmeliydim
''birgün ölürsem
sakın kahırlanma
gül bahçelerini dolaş
gülleri kokla
tek başına bir gül
ve tek dolaşan bir bülbül
yok ortada''
dıyordu
beni aşktan titreten sevgilim
ölü şair
şimdi titremek değil titretmek için yaşıyordum
çok kişiyi besliyor güzelliğim
dalkavuklarım var onlarca
piyasanın tanınmış uyanıkları
işlerini çok iyi yapıyorlar
ben de haksızlık etmiyorum onlara
karın doyurmanın insanca
zor olduğu bu garip dünyada
çılgın ve savurgan yaşıyorum
çok param var
ne iş yaptığımdan belli
şerefsiz gecelerde şerefe kaldırıyorum kadehimi
pazarlıyorum kendimi
sanki kendini satmanın şereflicesi olur gibi
zaman zaman
iyi şeyler de yapmıyor değilim
öğrencilere karşılıksız burs veriyor
sosyal yardımlaşma ve dayanışma kurumlarına
bağışta bulunuyorum
kimseyi yanıltmak için değil
günahlarımdan kurtulmak hiç değil
çünkü
affa sığmaz benim yaşadıklarım
''tüm kadınlar değerlidir
altından da değerli
erkekler de tabii geri kalmaz onlardan
onlar içi çaput dolu bir oyuncak bebektir
aynı elden çıksalar da giysileri farklı
göze hoş geleni sevilir
hoş gelmez herkese herşey her zaman
birinci mevkidir herkesin zevki
sevmediklerimiz çirkin midir yoksa
olmaz öyle şey
kuzguna bile yavrusu ceylan görülür''
''sakın aldanma gölgene
hiç kimse kendisinden küçük de değildir büyük de''
bunlar
ölü şair sevgilimin sözleri
yol gösteriyor bana
günün kırmızı ışığında
pek dikkate alınmayan
çarpışmalardan sonra baktığımız ışıklarda
ölü şairim diyor ki
başka türlüsü olmaz bunun
her insan aynı değerdedir
kurşunu daha alçak sanma silahtan
ilk kez gördüm annemi rüyada
yüzüyordu Yalova kıyılarında babamla
iki kardeşım kumsalda
mimar sinancık oynuyordu
hiç gitmedim depremden sonra oraya
hiç te gitmek gelmedi aklıma
tatlı düşlerimin bir anda yıkıldığı
o çocukluk yıllarına
tam yedi yıl geçti sanki bir an gibi
çocukluğumu yitirdiğim deprem
damarlarımda dolaşan acı kan
arınırken bir taraftan kirlenen nehir
çok kötü ve çirkin şeyler yaşadıklarım
yirmi yaşın yedisi felaketler zinciri
yalova'dayım
onüç yaşımı arıyorum bunca yıl sonra
dönüp duran bir seyyar alıcı adımlarım
kırmızı kurdelem tuzlu suda dolaşan kayık
hiçbir şey eskisi gibi değil buralarda
kana batmış deniz
kimse söyleyemezdi bana
bu kadar büyük tutkuyla bağlanacağımı
insanların deniz dedikleri
kana bulanmış bu su parçasına
anam, babam ve iki kardeşimin
tuzlu mezarına
volta atıyorum bulutlar peşimde
zaman gidip gelen bir gemi
bir onüç yaşındayım bir yirmi
yalova kıyılarında şimdi
ne garip şey düşünmek bile
yıkıntılarla yapılanan bu denizin
altında yatan kefensiz ölülerin
üzerindeki diskolarda olmak
çirkin bir gece bu gece
denize yıkılan şarap
salınan sevdiklerimin mezar taşı
o diskoların birindeyim
oturdum usul bir rüzgar gibi
bedenimi saran ürperti
buzul çağ kaçkını
ikinci kadehten sonra eriyen soğukluk
ikinci el yaşam gibi
cehennem sıcağı bedenimi saran hasret
sarsıntı öncesi çocukluğum
şarap ve kan tarihin kardeşleri
alt alta üst üste geçen baykuş sürüsü
masaya hakim olan muhabbet eski bir zaman
yaşantımın son hali oynuyor bu sahnede
rezil bir gece
hiç kimse çıkmıyor
yanlış genlerle
ana rahminden
çıkmıyor hiç kimse
hırsız
üç kağıtçı
katil
ve benim gibi aşk kadını
büyük bir sarsıntıyla çöken düşler
kurulabilir mi bir daha bina kurar gibi
yüzme bilmeyen bir çocuk kurtulabilir mi
o korkunç canavarın tuzlu ellerinden
yuvası yıkılan kuşlar
dönebilir mi geri
sıyrılabilir mi yavru kırlangıç korkularından
yaşayabilir mi eskisi gibi
gelecekten umutlu olabilir mi bir çocuk
okşanmasa başı sevecen
ve sevgiyle tutulmasa
adam gibi
bir el tarafından eli
zehir ağacı ömür
çılgın yanlışlara gebe
hoyratça kırılan umutlar
onmaz yaralar açan bıçak
bataklıkta solan gül leşten
yaşamın kalleş zinciri
pusulasız ayaklarım
herşeyin bir hikayesi var
aydınlık da karanlığa gebe
deprem sonrası zorunlu doğum
yalnızlığın kahrolosı dehşeti
yıkıntılar altında kalan umutlar
karanlık bir tünelin görünmez ucu
ve ard arda gelen sarsıntılar
bana biçilen kılıf
tek dostum yok yaşayan
yok tek sevdiğim bir isim
aklım karmakarışık
soyunacak bir deniz
boşalacak bir kuyu yok
ölü şair sevgilimin sözleri
tek dayanak bana
ama onlarda yetmez oldu
istanbul'un arka sokaklarına
yazgının yargısı olur mu
ya yasaların
hayır
yalnızca benim
işlediğim suç
altında ölülerin yattığı
diskolarda tepinmek
hem de bilerek
yargılanacak tek şey
galiba benim yaşamım
hiçbir şey iyi olmayacakmış gibi
umarsız yaşıyor
yazgımı suçluyorum
sıyrılamıyorum
beni kemiren korkularımdan
kapıda nöbet tutuyor
sanki
yirmibire az kaldı yaşım
bir deprem kızıyım
en kızgın yıllarımda
öptürmediğim dudaklarımı
şair sevgilimin ölümünden sonra
parayla sattım
şimdi
karanlıkta pis bir hela
utanç
yüzkarası
felaket ötesi rezil
yaşamım
yazgı sandığım lanet bir çukur
kendi ellerimle kazdığım
bir deprem
bir hafif meşrep teyzem
bir de ilk ve tek aşkım
ölen şairim
işte benim üç felaketim
silkinip altından öteye geçemediğim
ağırlığım
Bölüm Vll
kimi çocuk
kimi genç
kimileri her yaşta
herkes harcayabilir toplumda kendini
kimi bir felaket sonucu
kimi bir bakış
kimileri pek bilmezse bile nedenini
hepsinin vardır bir hikayesi
ama kimse harcamaz kendini
bir başkası harcadı diye
herkes
bir felaketten geçebilir
hatta birkaç dehşet anlarından
ama herkes
iğrenç bir hayat yaşamaz
olmaz benim gibi bir aşk kadını
herkes
yüz kızartıcı gecelere esir kalmaz
olmaz başkaların kadını
aynalar göstermez onu rezilce
çılgın bir gecenin sabahı
herkes
tek başına kaldığında
yere eğmez başını utançla
dalıp gitmez esrik gözleri
kırmızı pabuçlarına
depremde eskittiği
çocukluk yıllarına
duyumsamaz boğazına takılan hıçkırığı
ŞİMDİLİK SONUÇ
istanbul'un en lüks semtlerinin birinde
bir utanç evi var
bir deprem çocuğu
şuh bir aşk kadını yaşıyor orda
az kaldı yirmibire yaşı
alnında yazmıyor adı
yüzünde kara yazgı
7.4 şiddetinde
onüçünde tutmuş onu
korku ve çaresizlik gözeten tuzak
yaşamın alevine yakalanmış
şimdi onunla sarmaş dolaş
az da olsa kendi tercihi
dalmak derin uykulara
kim bilir kimin yatağında
iğrenç geçen gecelerin sabahı
ağlamak çırılçıplak
''bu deprem kızı
henüz yirmi yaşında
bundan sonraki yaşamı
ne getirir bilinmez ama
götüreceği
pek birşey yok galiba
belki de bir mezar taşı bile olmayacak ''
''bu kendi isteği
'mirası deprem çocuklarına kalacak''
yazgı yargılanır mı
Ahmet Nural ÖztürkKayıt Tarihi : 11.8.2006 15:14:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
''17 Ağustos 1999, saat 03:02. Merkezi Kocaeli-Gölcük olan, 7.4 richter ölçeğinde bir deprem yaşandı. Büyük çapta can ve mal kaybına neden olan deprem; tüm Marmara Bölgesinde, Ankara'dan İzmir'e kadar geniş bir alanda hissedildi. Resmi raporlara göre, 17480 ölüm, 43953 yaralı var. Ayrıca 133.683 çöken bina ile yaklaşık 600.000 kişi evsiz kaldı.Yaklaşık 16.000.000 insan depremden değişik düzeylerde etkilendi. Deprem gerek büyüklük, gerek etkilediği alanın genişliği, gerekse sebep olduğu maddi kayıplar açısından son yüzyılın en büyük felaketlerinden biridir.'' Manevi ve sosyal yaraları kapanası gibi değil. Hele o dehşet anlarının korkusu... Hiç unutulur mu... '' Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Türkiye topraklarının yüzde 66’sı, nüfusun ise yüzde 70’inin yüksek deprem riski altında yaşadığını açıkladı. Sanayi kuruluşlarının yarısından fazlası birinci derece, yüzde 25’i de ikinci derece deprem bölgesinde bulunuyor.'' Bu şiir, Depremde tüm ailesini yitiren bir kızın hikayesi.Yedi yıla sığan felaketler zinciri.Şu an yirmi yaşında.Gerekenden çok fazlasını yaşamış ve hala yaşamakta...Kendisini satıyor yazgısını da..Dünyanın her köşesinde rastlanabilecek acı bir gerçek...

ateş düştüğü yerde yanıyor
dumanı ciğerlere usulca yayılıyordu
korkuyla dehşeti gördüm yalnızlıkla yanyana
birlikte yürüyorlardı karanlıkta
en önden ölüm gidiyordu
saklanıyordu utanç en arkada
…..
tasasız gözleri yarı açık
af ihtimali olmayan mahkum yatışındaydı
yaşamın her anı yüzüme gülmüş gibi neşeli
fütursuzca
ve sinsi gözlerle
vur patlasın çal oynasın
tek başımayım barlarda
oynamanın tadına doyum olmaz
sazlar çalarken buralarda
benimle oynayan yazgım mı
yoksa ben miyim onunla oynaşan
bilmiyorum
tek şey bildiğim
depremde ölmemiş olmam
7.2 ile savaşıyorum
kendim yaratmadım düşmanı
dört aşkımı denize ben gömmedim
dua okuyacağım bir mezar taşım bile yok
hayır, bir oyun değil bu
bana sunulanlarla
karşıma çıkanlarla yaşıyorum
kahrolası yazgımın
körolası yollarında dolaşıyorum
…..
şaşkıncaydım
o barın havası
bu kadar güzel
bu kadar can çekici
bu kadar anlamlı gelmemişti
hiç bana
bu heyacanı borçluydum o şair adama
herkes mutluluğa dönüştürebilir
tutsak düşüncelerini
belki bir bakış
güzel bir söz
bir öpücük
belki de sade bir merhaba
duyumsatmaz boğaza düğümlenen sıkıntıları
onun kadar tutkulu
hiç kimse bakmadı bana bir an
…..
tek dostum yok yaşayan
yok tek sevdiğim bir isim
aklım karmakarışık
soyunacak bir deniz
boşalacak bir kuyu yok
ölü şair sevgilimin sözleri
tek dayanak bana
ama onlarda yetmez oldu
istanbul'un arka sokaklarına
….
yazgı yargılanır mı
ya yasalar
suç kimde
ahmet nural öztürk...
bugün bu kadarı böyle kalsın....biraz hazmedeyim şu halimi.... yaşamın gerçekleri aşkına bari, biraz sus, hazmet önce... hazmet gerçeklere saygı varlığını... bu muhteşem öykünün bulabileceği en has yer ve yurt 'şiir' evet... ahmet nural öztürk....
kutluyorum sizi
TÜM YORUMLAR (23)