Ahmet Ağdere - 6. Öykü - Şaka Şiiri - An ...

Ahmet Ağdere
338

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Sıcak bir yaz akşamı, henüz yeni işten eve dönmüştüm. Evet, yanlış duymadınız… Sıradan, evli barklı insanlar gibi ben de hayatımı evden işe, işten eve geçirir olmuştum. Halbuki üniversite ve önceki hayatımı bilenler bilir, gezmeyi, tozmayı ve ortamlara akmayı ne çok severdim. Ama yaşadığım şehrin bu başıboş, can sıkıcı ve bunaltıcı özellikleri beni bir çeşit ev hapsine mahkum etmişti.

Dış kapıyı açtığımda, yoğun ve bir o kadar tiksindirici bir sigara kokusu merdiven boşluğunu sardı. Evim giriş katında bulunduğundan, havalandırmak için pencereleri açık bırakma gibi lüksüm bulunmamaktaydı. Adımımı içeri attığımda da evin karmaşık hali beni karşıladı. Çoraplar, gömlekler, pantolonlar, tükenmiş cips, kola ve çikolata paketleri ve yerlerde dolaşan yastıklar müstehzi müstehzi gözlerimin içine bakıp, “hoş geldin reis” diyorlardı. Galiba artık bir kadın elinin evime gerek olduğunu düşünürken, birden titredim ve kendime geldim. Hemen pencereleri açtım, odaya güzel kokması için lavanta kokulu spreyi sıktım ve sonra da kendimi ön tarafa bakan balkona attım. Hayatının baharında, ve henüz kendini mutlu edecek bir aşkla tanıştıracak o muhteşem varlıkla karşılaşmamış biri olarak evlilik düşüncesini kafamın içinden gökyüzüne doğru salıverdim…

Balkona çıktığımda, hava yeni yeni kararıyordu ve insanlar koltuk altında ekmekler ve ellerinde evinin eksikleri ile evlerine dönüyordu. Ve aynı zamanda o gün şehrin Pazar günüydü ve pazarcılar da çadırlarını söküp, arta kalan eşyalarını kutulara ve bavullara geri koyuyordu. Onlardan bavullarını toplamış ve omuzlamış iki İngiliz (AB’ye girdiğimizden beri bizimkiler için ora, onlar için bura bir geçim kaynağı olmuştu) , evimin karşısında bulunan parka doğru yaklaştıklarında günün yorgunluğunu atmak için bir bankın üstüne tünediler.

Biri altmış yaşlarında 1,60 boylarında, beyaz saçlı, sıska bir adam, diğeri orta boylu,sarışın, kıvırcık saçlı güzel ve çekici bir bayandı. Bir ihtimal baba-kız çalışıyorlardı. Oturdukları banktan çevreyi gözetlerlerken yaşlı adamla göz göze geldik. Yanındaki güzel kızın (bu bunaltıcı şehirde bir gecelik çok işime yarayabilirdi) hatırına “Hey! ! ! ! ” diye seslendim. Vücudu sıska ama gönlü genç kalan adam yerinden kalkarak sağ elini salladı ve sıcak bir gülümsemeyle “Hey friend! ! ! How s it going? ? ” -merhaba arkadaş, nasıl gidiyor- diyerekten yanıma yaklaştı. Teşekkür ederek, muhteşem süregittiğinden söz ettim. Şehrin can sıkıcı havasını sezmiş olacak ki gençliğimin verdiği yüzüme bakıp “How can u be wonderful in this boring city? ”-bu can sıkıcı şehirde nasıl muhteşem olabilirsin? - diyerek ellerini iki yana açarak iyice sokulmaya başladı. Bir an milliyetçi damarlarım kabardı ve içinde bulunduğum durumu unutup “Boring? Not so much… This s a great city, believe me. Moreover, each person creates his own fun himself. You cant blame city for that.” –Can sıkıcı? Fazla değil… Bu, harika bir şehir, inan bana. Ayrıca, her insan kendi eğlencesini kendisi yaratır. Bunun için şehri suçlayamazsın.” dedim. Bu sözlerimden sonra adamın kanı bana daha çok ısındı ve balkonun demirlerine iyice yaklaşarak elimi sıktı. Ben de ona balkonda masamın üstünde bulunan meyve suyundan bir bardak ikram ettim.

Tamamını Oku