BİR KILIÇ USTASININ SEPPUKU TÖRENİ
Benim eğdiğim ateşi
Sen özgür bırak diyerek
Çekti çekicini kızarmış çelikten demirci
Soktu buhar öksüren kazana
Kötülüğün olduğu dokunuşa diretircesine
Korkmuş günahları olan meleğin
Gecedeki ışığıyla yazdı geciken kaderi su
Daha derinden avlarken çeliği
Çeligin vücudu ki çelimsiz bir figüre işaret eder
Tutkuyla çınlayan kardeşinin sertliğini
Kemiğine akan öfkenin şiddetini
Yadsırken kökünü kavrayan bileğin cesaretinde
Fakat ruhu yaratan aleve
Derin bir şükranla biat eden çeliği
Bir kez daha suya saplamak
Kılıca kapattı ateşin sözlerini
Ve sadakati sınanmak için bu soylu emeğin
Nefesiyle sildi defalarca usta demirci isi
Ta ki kılıç ayışığına göz kırpana dek
Ta ki gecenin dokusuna itaat edene dek
Ta ki demircinin yanağındaki yaşları kabartana dek
Ve kılıç erteledi erteledi erteledi töreni
Tanrının şavkını çalmak isteyen bir ejderha gibi sinsi
Yükseldi yaşlı karanlığın gazabına
Genç bir yıldırım gibi gürleyerek
Saplandı ustasının gergin karnına
Böylece kırılan kardeşinin onurunu
İade etti kılıç ustasına
22.10.2008
Seraceddin ÇelebiKayıt Tarihi : 6.2.2009 11:32:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Ümraniye Belediyesinin Düzenlediği 5nci Geleneksel Şiir Yarışmasında Derece Alamayan Şiirim 1nci Kuklacı ı her aşk bir mecnun büyütmez ve her insan kendini sever sadece zamanı yontan mevsimler yıllanmış hüzünler bırakırken kalbime aynalarda arama annemdeki yüzümü sığınıp tanrıya adını andıktan sonra bir azize sattım onu taşrada ve sürgün ayaklarım hallaç başımla kırdım aşka dair öğrendiğim ne varsa kalender bir eda ile kırdım kuklacı kanımla suladığım gülün dalını yorgun şehrayinlerden artakalan hüzün mühürlü gözlerden süzülen damla inatla söylüyorum işte tüm insanlara bir kez olsun açmadı şakağımda gül ant içtim yalan yere tevili yoktur yalan tüm kahinler yalancı remil ansızın çıkagelen sevgili yoktur kayboldu bir bir bindiğim tahta atlar ihtiyar çocuklar yaşardı bu şehirde kuklacı onlar da binip gitti kaybolan atlarıma yıkık kaşlı esmer alınlarının kırışığını hangi duvara serip açarlar şimdi kim bilir ve bu şehirde gözleri bulutsu düşleri yeşil uğrunda ölünesi sevgililer yaşardı eskiden onlar da sırroldular ömrüme ziyan yaralı bir hançerdir şimdi kalbimde hicran ölüler şehrindeyim kuklacı kollarım örümcek gözlerim yosun gül yağmuru bekliyorum mezarlık kuytusu apartmanlarda yoldan uzun düşten kısa bir gecenin ardından ince bir bulut akıyor şehre ateşten sudan kaçıyor bir bulut aşktan yağmurdan bir bulut bir çıngı sis ve hamaylı o ve gül yağmuru yok anlıyor musun içim insan mezarlığı en çok da ben ölmüşüm kuklacı adım başı mezar taşım var katillerim en sevdiğim insanlar ıı kuklacı oynatma parmaklarını bahtiyar günlerimiz uzakta kaldı herkes kendinden kaçıyor şimdi nasılsa hatırlatma bize unutamadıklarımızı ve gamlı gözlerinle ağlatıp çağırma kalbinde yabancı ölüler taşıyan insanları mevsimsiz hayatların sayrı yalnızlığına yola vurma beyhude parmaksız çocukları ki masal değil yaşadığımız kuklacı kim inanır küllerinden doğduğuna anka’nın ve kim gökyüzünde kaldığına kanatlarının çölün kapısındayım ne serap ne heyula ebabil çığlıkları duydum taş duvarlarda kurtuluşum yok ve ziyanken ömrüm isminin baş harfinde ölüme yattığım gün gördüm kuklacı apansız gördüm her şeyi bir sabun köpüğü gibi yağarken yağmur kaybolup gider sandım içimde bir yerlerde ama yok asılı kaldı hep en acıtan hâliyle kuklacı uğrunda ölmeye ahdetse de mehlika kesik bir şarap hüznü ve uzayan gölgelerle kanına yürürken ıslak ve deli taylar yıkılası kentlerde yenik düşer şeytana kelebeklerden masum eflatun kirpikli kızlar her şey gün batarken oldu biçti kalbimi bir kırık mısra ben gün batarken düştüm aşka ay gün batarken anladı yalnızlığını dağlar kimsesizliğini kadınlar… gün batarken sus dedi bilge. sus unutursun o zaman siyahtı saçlarım doğrudur sandım sustum kuklacı öğrendim ki yıllar sonra kendimden yarım kalan hiçbir şeyi unutamam ben ııı kuklacı son itirafımdır geç kayıtlara şark çıbanı görmüş yüzümde en kadim konuk olsa da hüzün ben kimseye ağlamadım ömrümce bana da ağlamasın canlar esefa ne var ki dünyada insan ve eşya yalnızca yalancıyız kuklacı mektuplar şarkılar kadar ay düşer gölgemize günahtır akşamlarımız en sevdiklerimizden alırız en çok acıyı kederle sınanırken en coşkun çağımızda utangaç katiller gibi yer ömrümüzü sevdalısı olduğumuz kızıl şafaklar kaç kez yola çıktım sevmek fikriyle sakıt ve meczup bir keşiş gibi kendimi unuttuğum o yerde yadigar bırakıp tüm urbalarımı mavinin mavisi sanıp ardınca yürüdüğüm şu ölü kadın var ya kuklacı gözleri karanfil tanırım onu çok eskilerden yüreği mühürlü bir annedir o şimdilerde ona bir kez olsun söyleyemedim gençliğinde gözlerinde öldüğümü kaç kere mahzenimde şarap ruhumda ızdıraptı ben uzun bir lal idim o kısa bir hayal çaldılar kuklacı düşlerimde büyüttüğüm o hüzzam sevgiliyi ki bir sır bilirdim onu kimselerin bilmediği ince uzun esmer bir sır kim çaldı kuklacı garip ve selis sırrımı kim kuklacı son kez vursun boynumu acemi cellat söz. yeniden doğmayacağım yoruldum artık yükü kaygı olan pervaneye ne denir topla hatıraları askıda kalsın melal kahır yok. sitem yok. pişmanlık hiç. suya yenik düşen bir gül olacağım. söz. Kalender Yıldız 2nci Ebrulî Düşler Albümü I ey umudu emziren takvim bir gece dokunursa melâl saçlarına hazan değmiş yapraklara aynalarda gözlerimi üşütme II kadîm sırrı aralayınca kalem bir ebrû yakamozlanır sahranın gözlerinde yankısını yitirmiş ırmaklar coğrafyasından sevda ıtırları taşınır yüreğin şimaline ıslanır uykusuz gözleri âsumanın leylâlar uyanır çorak topraklar ülkesinde sılasına hasret yıldızlar şavkır bağdat’ta, şam’da, diyâr-ı rûm’da… döner mânâ gurbetinden hüzün bakışlı perî [â(h/û) ]lar düşer şiirin gümüş deryasına âsûde cihanlar kurulur bâdeden, sâkiden ve hazdan… söz: füsunlu kanaviçe.. raks eder bu âhengin atlasında “mestâne, nukuş-i suver-i” ab/rûya bakar münâdi sıyrılır meçhulün yüzünden o an perde temaşa şöleninde yalnız hâl konuşur, dil dert eker; bin dert eklenir her derde III -horasan’dan ağıtlar gelir / kerbelâ’dan feryat bin bir zelzelenin merkez üssüdür payitaht- şölen dağılır, bakî’de öksüz kalır seda ıtrî garip, sülüs târumâr, erguvan renk körü hüsn ve aşk; edeb ve sühan; dergâh ve munlâ hüzün sağanağı eylül… her sükût, bir ölü evi lakin henüz âhenk bozulmamıştır firak zelzeleleriyle gökyüzü berraktır, deniz mavi.. karanlığın meçhul köşelerinden ayak sesleri gelir yakındır kasım çün mest denizinden yorgun döner şilepler IV -bir gam akşamı sözlerini guruba banıp lav misali bir katre bıraktı hatıralar diyarına gülendam- sırlarını döktü âyine, çehreler başkalaştı bilindi kim huşrüba, hüsn kim minyatür sustu, hat ağladı sükûtu şehriyâr kılan âyin şems’e yanık ney tennure rüzigârları aynı çerağı tutuşturdu bilindi leylâ’ya mı mevlâ’ya mı hangi zülfte esir asırlardır kays V -sen mi daha mağlupsun galip ben mi dehrin kapılarını tuttu ankebut kulaklarımda hep o yankı: “dön geri bak” “mumdan kayıklarla” ne a/sırr/lar geçmem gerek- ebrû dağıldı, yakamoz söndü, sırça köşk talan bir ebr-i hazan hâlelendi venüsün gözlerinde sükût, libas giydi nevanın ikliminde: vatandır sühan; başkası gurbet, başkası yaban… bilir misin ‘felâtun’ bast zamanı kaç elif miktarıdır saniye karanlığa sarılsın artık mevsimler y/âr diye derken kadîm divanlardan sesime sesini kattı şair melâli akıttı kalbime ‘yok bu cihan içre vasfettiğin’ çözülmüştü asırlarca esrarını yudumladığım tılsım VI -füsûn diyarı bu: nice hazanda boyverir nice yaprak bir elinde sönerken güneş / öbüründe güler, gümüş gözlü bir şafak- eylüller vardı; dehrin zembereğinde muştular eşiği/ bağbozumu değil, yürek cemresi değişti resim değişti mevsim değişti… âhenk; hak ile yeksan kargaşa; bulunmaz hint kumaşı asrın gönderinde bu ‘gölgeliği’ artık y/aşamıyorum metal seviler anaforu bu “çok çiğ çağ” zihnim karışık, dizlerim kaos yorgunu meltemini yitirmiş denizler gölgeliyor â(hû) nun gözlerini kasrın âyinelerinde metruk âyinler semazenler toprakta.. sağır sultan raks yorgunu soy dîller göçtü, varaka ‘kalp’ hâl döküldü başı sonu belli değil.. yükselen s/imge inkılâbı kalem yasta, s/öz libasını yitirdi, mânâ gâib postların içi doldu; çakal kral, orman harap kargaşa tufanı: hangi yağmur incidir balığa, yılana hangisi zehir kurt ulutan karanlıkta toprak hangi talana gebe uykuları kuşatan kâbuslardan sonra hangi tabire gülümseyip hangi pîre tutunayım kenan: güneşini kuyuda yitiren sıla mısır: mahkûma taç giydiren gurbet sıla mı daha sıcak gülendam gurbet mi züleyhaların yüzünü epritiyor vadisine yaban ırmaklar… bakışlar şaşı, ‘hayret’ yitik hazine aşklar yabanî, bıçaklar kalp doğruyor şimdi şahmeran diyarında hangi gara sığınayım kalbim serapa çağ yanığı VII -toprağa düşer nedim, galip… / lakin “bâki” kalır kubbede ölmez “meşaledir, devredilir elden ele”, raks eder asırların dilinde filize durur kudemâ her şafak şiirin “kemal”inde- sürgünü hüküm giydim ‘belâ’ meclisinin ‘divan’ında mehlika; “çıkrığı yok kuyu” “yedinci oğul, yarı beline kadar gömülü” gümüş yüzük parmaktan sıyrıldı; lakin devran aynı: taş duvarlar ardında raks, hüzün evinde buğu ellerim soğuk, ellerim kirli, kalbim çağ vurgunu kalbim ah! bir dokunsa yüreğine o esrarın toprağımı donatır vuslatın ebemkuşağı ışıltısı hânemde firak, kalbim gurbet yanığı köz yağmuru çeşminaz hayat bahçelerinde hüküm giydim bir meçhul zemherinin gözlerinde ellerim soğuk, ellerim kirli, kalbim çağ vurgunu saçlarım ah! hüzün kırığı VIII asırlardan, figanlardan, tufanlardan sonra tam yedi devran yundum arındım tam kırk hızır çeşmesinin kurnalarında yüzüm şafakta donanmış hisler anıtı hangi ip, kalbi otağına götürür? ............... bilirim, vicdan paralar âmâ bir dilencinin elleri IX ey kenti gafletinden uyaran rüzgâr! sütunları titreten sûr! bakir haneler kur dirilişime bedensiz cesetler diyarından dergâhına yorgun adımlar, talan bir kalp ile geldim bağışla acizim/ arzuhâlim dilimin döndüğü kadar cürmüm çağlara pranga ey rahmeti ‘kün’günden çıkaran söz! çöz düğümünü esaretimin boşansın dîdemin kurumuş pınarları X tılsımınla g/özle çağları müneccim hangi muştulu gecede hâlelenmiştir o sitare hangi ustaya ab/rû hangi kalfaya âyinedir terkisindeki bir gün yıkanır karanlığı çağların veda tepelerinden aydınlanır yesrib XI ey umudu emziren takvim bir gece dokunursa muştu saçlarına şebnem düşmüş yapraklara aynalarda gözlerimi ‘şaşı’rtma Ali Osman Dönmez Devam eder gider...
![Seraceddin Çelebi](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/02/06/5nci-geleneksel-siir-yarismasinda-derece-alamayan-siirim.jpg)
Ne malum almaktan iyicedir.:)
TÜM YORUMLAR (2)