Balkondan Kartpostal
Sevgili Eylül,
bugün kokunu aldım.
Mermer soğuk,
ama içim ılık;
güneş, pencerenin pervazında
ince bir pul gibi parlıyor.
Pul demişken
bu kartın pulları serçe ayak izleri,
damgası kettle’ın buhar halkası,
zarfı fesleğenin kokusu.
Postacısı rüzgâr:
girer, çıkar,
masanın üstündeki kâğıtları
biraz kımıldatır,
içimdeki kâğıtları da.
Sana bir insanı anlatmayacağım;
gidenin adını çoktan bıraktım kapının dışında.
Bu kart, hayata yazıldı:
sokağın sabahına,
otobüsün frenine,
komşu çocukların tebeşir izlerine,
ve balkona konan serçelerin kısa cümlelerine.
Kedim Nokta,
cümle sonlarına değil,
başlarına konuyor bugünlerde.
Camın gerisinden
bir mırıltı gönderiyor postaya;
her mırıldanış bir mühür:
“Buradayım.”
Ben de altına imza atıyorum:
“Ben de.”
Sevgili Eylül,
sen gelince,
gölge kıvrımlarından yeni haritalar çıkıyor duvarlara.
Ben bu haritalarda
“yas” yazan yeri bulup
yanına küçük bir not düştüm:
“Yol verildi.”
Matemi, ince bir mendil gibi
katlayıp iç cebime koydum;
taşımıyorum
yeri var sadece.
Bu sabah balkonu topladım:
mermeri sildim,
fesleğenin saksısını çevirdim,
su verdim;
toprak, suyu içtikten sonra
hafifçe iç çekti duydum.
İçimdeki toprak da
aynı anda iç çekti;
ikimizin de susuzluğu,
bir sürahinin ağzından
aynı yola döküldü.
Kettle yine ıslık çaldı;
aynı ıslık değil artık,
içinde acele yok.
Fincanın dudak payına
çok değil, az değil,
tam gerektiği kadar çay.
Bir zamanlar hevesle taşan ne varsa,
şimdi taşmadan ısınıyor avuçlarımda.
Sevgili Eylül,
bana “beklemek”le “gecikmek” arasındaki farkı öğrettin.
Saatçinin tezgâhında öğrendiğim o cümleyi
çerçeve yaptım:
“Zaman bozulmaz;
yalnızca içindeki düzen şaşar.”
İç düzenimi toplarken
hiçbir şeyi aceleye getirmedim;
acele, kırılgan yerlere
bile bile çarpmaktır çünkü.
Balkon korkuluğuna birkaç kırıntı bıraktım.
Serçeler geldi
hafif, telaşlı, kararlı.
Her iniş-kalkış bir hece,
birlikte bir cümle kuruyorlar:
“Devam.”
Kelimeleri dışarıdan duymak
içeridekileri sakinleştiriyor.
Evin dili ile hayatın dili
aynı fiilde buluştu bugün.
Sevgili Eylül,
mektup geldi geçti;
ne sevinç bıraktı ne sızı.
Gözümün önünden
bir haber şeridi gibi akıp gitti.
Okundu, bitti.
Bazen bitiş,
yükü indirmek değil;
yükün artık yük olmamasıymış
bunu geç fark ettim,
ama iyi fark ettim.
Şemsiyeyi askıda bıraktım.
Yağmur yoksa,
şemsiye yük olurmuş
öğrendim.
Bazı korumalar,
koruduklarının gölgesiymiş meğer.
Gölge çekildi,
ben de çekilmeyi bıraktım.
Trene iki durak bindim geçen gün,
camdan geri aktı şehir.
Göründü:
duran şey ben değilmişim,
sadece içimdeki yön şaşmış.
Yönü düzelten hız değil,
bakışmış.
Şimdi bakışım balkona dönük
küçük, gerçek, yeterli.
Sevgili Eylül,
bu kartın adresi açık:
“Hayat / Şimdi Sokağı / Balkon No: 3 / İçerisi.”
Gönderen kısmına
adımı değil, hâlimi yazdım:
“İyiyim.”
Kısa bir kelime,
ama bu kez,
sonuna hiç zorlanmadan konan bir nokta var.
Nokta, fesleğenin yanında kıvrıldı;
mırıldanırken
perdeyi dalga dalga yürüttü.
Dalga dediğin,
denizsiz de olurmuş:
bir kedinin boğazında,
bir odanın havasında,
bir kalbin iniş-çıkışında.
Ben de kalbimin kıyısına indim;
taş sekertir gibi
küçük cümleler attım suya:
“Buradayım.”
“Yeter.”
“Devam.”
Halkalar büyüdü,
sonra iç içe duruldu.
Sevgili Eylül,
bu kartın arkasına küçük talimatlar da ekledim
kendi kendime bakım gibi:
Uykunu katlama,
susuz kalma,
kimseye ağır gelmeye çalışırken
kendine hafif davranma.
Bir de:
Sevincin geldiğinde
kapıyı kilitleme;
üzüntün geldiğinde
bütün pencereleri aç.
Son satır:
Bugün balkondan hayatı gördüm;
hayat da balkondan beni.
Birbirimize selam verdik
abartmadan, eksiltmeden.
Pul yerine serçe izi,
damga yerine buhar halkası,
imza yerine sessizliğim.
Sevgili Eylül,
kartı atıyorum şimdi:
Rüzgâr götürsün,
gökyüzü okusun,
şehir dağıtsın.
Kimseye değil
hayatın kendisine varsın.
Gönderen:
Bir adam,
bir kedi,
bir fesleğen,
bir balkon.
Tarih:
İyileşmenin sıradan bir günü.
Kayıt Tarihi : 4.9.2025 21:40:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!