Dikkat dikkat
34 Antoloji 2004
Hemen aracınızı park ettiğiniz yerden kaldırın!
Ben buraya şiirde ve edebiyatta kendimi geliştirmeye geldim, fakat antolojiye her girişimde parmaklarım geri geri gidiyor. Okuyarak belirli bir şiir birikiminden sonra üretime geçtim ve üretimim birikimimin önüne geçince eleştirilmek (Eleştirinin ne olmadığını ve ne olduğunu bilmeyenler lütfen sözlük başına!) için antolojiye başvurdum. (Aman ne güzel eleştiridir 'Güzel şiir.' cümlesi.) Fakat benim gördüklerim gözlerimi -bırakın kapatmayı- yerinden oynatıyor. Eleştiriye nerden başlasam, bilemiyorum. Neyse Tophane'den girelim; Şişli mi, Şişhane mi çıkarız artık bir yerden.
Bir kere şiir diye yazılanların ne kadarı şiir? Şairlerin ne kadarı şair? Şiir birikimleri ne? Şiirin ne olduğunu kaçınız biliyor? 'Antolojide yetkli şairim oglim! ' diye çevresine hava atması için kaç kişiye izin verildi ve kaç düzyazı -kalemin ucuna geldiği gibi dökülüp- şiir diye okuyucunun önüne atıldı? Şiirleri (Şiirleri diyorum, çünkü aralarında şiir de var!) kaç kişi okudu? (Okuma eyleminin ne olduğunu ve ne olamadığını bilmeyenler sözlük başına dedik ya!) Şair diye geçinenlerin Türkçe'ye hakimiyetleri ve hakimiyet çabaları -yani kendilerini geliştirme uğraşları- ne alemde? Bir şiiri 'Okuduğum her şiire yorum yazmalıyım. Bu sayede hem şiiri anlamak -yani okumuş, gerçekten okumuş olmak- hem de yorumumla şairin şairliğini, şiirin şiirliğini şairin kendisine ve yorumları okuyanlara ulaştırmak yolunda ileriye bir adım atmış olurum.' zihniyetiyle okuyan kaç okuyucu var? Şiir nedir abi? At arabası mı? Beygir mi? Nesini yarıştırıyorsun? Seçmenin birikimi ne ki belirleyici rolünde? 'Şiir Yarışması' ancak ortak bir konu üzerine tertip edilirse tasvip edilebilir.(O da yalnızca tasvip!) Konuyu şairin nasıl işlediğine bakılır. Sonsuz altmış derece dönebilen akıl gözü herkeste bulunduğundan, herkes -aynı şeyi de görse- farklı görür, farklı farklı görür. İşte belirleyici etken bu farklı, farklı farklı görüştür. Lakin seçmende ortaya çıkan şey yalnızca farklı görüş değil, farklı gösterilmişliktir. Bu da şairin becerisindedir, farklı gösterir. Aynı temalar üzerine birçok farklı şairin farklı şiirleri bu savıma örnek teşkil etmekle beraber, (of,sıktı bu cümlenin uzunluğu...) birkaç halta daha yarar herhalde.
Ha bir de Sayın Hakman mevzuu var. Umarım Hakman Bey dediğimi yapıyordur ve sayıyordur. Ben şiirlerimi saymıyorum da. Diğer 'Ha bir de' mevzuu, İlhan Yakar intiharı. Tam bir 'Hırsızın hiç mi şuçu yok? ' durumu. Yakar'ın gittiği onuncu köyden -yakmak yerine- yakarmasını bekledim, ancak ses seda yok. Yakışmadı ona; ne antolojide uğruna s-adeta- savaştığı değerlerden vazgeçmesi ne de kendini okuyucudan mahrum bırakması.O bana şiirde yeni bir bakış açısı kattı. Belki bu konuda pasiftir -yani bunu bilinçli yapmamıştır- ama kimbilir daha -bana ve başkalarına- neler katacaktı! ? Ey bin bilen ya da öyle zanneden ve sayıp saymadığını bilmediğim şair! İlhan Yakar okudunuz mu? Sizden bir öğrenelim istedik ağarmış saçınıza bakıp. Yoksa zaman yalnızca bedeninizde mi etkili? Kabalık ile laubalilik sınırındayız. Hayat tecrübenize zorla aşina olmaya kadar gidebilir kabalık diye niteleyebileceğiniz merak ve arzumuz. Kusur ettiysek affola. Tamam anladık, sizinkiler Süslü Naciye; bizimkiler Kara Çarşaflı Fatma, kendini saklıyor.Anlaşılması zor. Sizinkiler de başı kapalı kıçı açık Naciye, Hakman'ım.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...