3. Yeter Ki Umutlar Yitirilmesin Roman

İbrahim Şahin 2
532

ŞİİR


24

TAKİPÇİ

3. Yeter Ki Umutlar Yitirilmesin Roman

YETER Kİ UMUTLAR SÖNMESİN
SUNUŞ

UMUTLAR SÖNMESİN
SUNUŞ
Hiçbirimiz böyle büyük doğmadık. Biz de çocuktuk bir zamanlar... Anımsıyorum da, çocukluğumuzda en büyük gereksinmemiz bir tutam ilgi, bir yudum sevgiydi sadece. Gerisi boş...
Bir damla gözyaşı ve umutla yoğrulmuş sevgi, hırçın yaralı bir çocuk kalbini iyileştirip yarınları değiştirmeye yeterli miydi? İşte bu kitapta sevgi ve umudun el ele verince neler başarabileceğinin şifrelerini bulacaksınız.
Umut' un umudu hiç tükenmedi. Öğretmeninin de... Asla pes etmediler. Umuda giden ışıklı yolda, birlikte yürüyüp başardılar.
Onlar, ‘’her yüreğin kendi şarkısı’’nı söylediğini biliyorlardı... Kendi şarkılarını söylemeye devam ettiler, kimse dinlemese de…Ve bir gün baktılar ki herkes onları dinliyor ve ayakta alkışlıyor...

İbrahim ŞAHİN sadece şair-yazar ve öğretmen değil, aynı zamanda iyi bir psikolog ve sosyologdur da. Kalemini gerek şiirlerinden gerekse diğer kitaplarından ve çocuk öykülerinden tanırım. Kıvraktır. Çocuk ruhunun labirentlerinde gezinip çıkış yolunu bulmada zorlanmayan bir eğitimci ve bir yazardır. Bir tek kitapta, hoş bir grup çalışması ile diğer beş kitabı tanıtmak fikri hem eğitimci yanının hem de ince zekâsının ürünüdür.
Eminim, bu romanı okumak büyük keyif verecek her birinize...
Kiminiz özdeş kılacak Umut’la kendini. Kiminiz Umut’u rehber edinecek kendine.
Umut kuşlarınızın kanadı kırılmasın. Umut ışığınız hiç sönmesin. O, sizin yol gösteren kutup yıldızınız olsun...
Eğitimci Şair-yazar Naime ÖZEREN

ARKA KAPAK YAZISI
Belki bu roman senin ihtiyacın değil. Peki, arkadaşın için? . Belki hayat denen maratonun başında bir adım öndesindir fakat bir adım sonrasını bilemezsin ki… Bu romanı okuduktan sonra bir adım sonrasını da göreceksin, on adım sonrasını da…
Sonrasında umudun formülünü kuracaksın.
‘’ Umut eşittir hayat.’’ diyeceksin. Umudun formülünü kurmakla kalmayacak hayatın boyunca umudun eşitlik dengesi endazesine terazinin kefelerinde bazen tamlayan, bazen eksilen olacaksın.
‘’ Önemli olan beni ben yapan umudumsa ben umudum.’’ diyebileceksin..
Ve unutma! ’’Gözlerinde büyüttüğün en büyük hedef, ufalanıyorsa ufuk çemberinde, dönüşüyorsa incir çekirdeğine, avuçlarına alıp dizebiliyorsan ipe ve çekebiliyorsan tespih niyetine işte, bu senin zaferindir.’’
Unutma! Umut dokuz doğurur, çektiklerin umudun sancılarıdır.


ROMAN
Okulda fotokopi makineleri bir matbaa gibi kesintisiz çalışıyor, bütün öğretmenler birbirleri ile yarışırcasına test soruları çoğaltıyor; sınıflarda test üstüne test çözülüyordu. Öğretmen odasında tek konuşulan TEOG... Öğrencilerin aldığı TEOG puanları… Karşılaştırmalar, ‘’En yüksek not benim sınıftan, en fazla kazanan benim sınıftan.’’ diye övünmeler…
Otuzar kişilik sınıflarda günlük altı ders saati konuşulan, odaklanılan konu TEOG. Öğrenciler, sekiz yıl at gözlüğü takmışçasına TEOG dışında bir şey göremiyor, TEOG dışında hayat düşünemiyor, duygularının bile farkına varmıyordu.
Dostluk, paylaşım neydi? Dostluk paylaşım, testlerdi, testlerin çözümüydü. Kıskançlık arkadaşının senden bir puan fazla almasıydı. Güvende ölçü nottu. Korku, düşük not almaktı.
Mevsimler kitaptaki yazıldığı satırlardan ibaretti. Soyuttu. Yaşadıkları evrenin, okul dershane yolu haricini bilmezlerdi. Parkları, parklara çıkan yolları… Kuşları, kuşların cıvıltılarını...
Gece- gündüz yoktu somutlarında. Göklerin mavisi, mavilerin süsü yıldızlar yoktu. Kar fırtına yoktu. Çağlayan ırmaklar yoktu. Baharda açan papatyanın rengi yoktu gözlerinde, kokusu yoktu burunlarında, Fen Bilgisi kitaplarında bitkiler alt başlığında sadece çiçekler içerisinde adı yazılıydı papatyanın.
Sekiz tam yılda, güneşin doğuşuna, batışına ebemkuşağının rengine bir kez olsun bakan bakma gereği duyan öğrenci yoktu. Beyinlerine TEOG harici tohum serpilmemişti. Dünya ile olan tek bağları soludukları hava… Nerdeyse hiçbiri annesinin kucağına oturup saçını okşatmamıştı. Anneleri ile ilk göz göze geldiklerinde, annenin ilk sözü ‘’ Dersinin başına! ’’
Sokaklar yasaktı her birine, ne zaman sokakta iki yaşıt yan yana gelse pencereden gözükür annelerin başı… ‘’ Çabuk eve! ’’ Ev, ev… Pencereden bakmak yasak. Ayağa kalmak yasak. Boş duvara bakmak yasak.
Anne proğlanmış günlere… Başına dikilir, başlar saymaya ‘’TEOG’a elli dokuz gün kaldı. Elli sekiz, elli yedi...’’ Sonra başlar savunma almaya ‘’ Kaç test çözdün? ’’ verilen cevap tatmin etmez bir türlü. ‘’ Yetmez, çözdüğünün iki katı daha çözeceksin! ’’ Anlayıp anlamadığına bakmaz, yorulup yorulmadığına bakmaz, sıkıntın, derdin hiç bakmaz. Ona göre ne sıkıntın olur, yediğin önünde yemediğin ardında. Tekrarlanan söz’’ Saçımı süpürge ettim.’’ Diyemezsin ‘’ Fidan ömrümü, koklayamadığım tomurcuğumu, hayallerinize paspas ettim.’’
Ne zaman notun bir puan düştü. Annende bir telaş, bir telaş… Kırk derece ateşin çıkmışçasına, doktora götürürcesine, tutar elinden götürür okula, diker öğretmenlerin karşısına.
Başlar konuşmaya, ne olur bir reçete yaz dercesine ‘’ Öğretmen Hanım, oğlumun notu düştü, ne olur bir çare.’’’ ‘’ Öğretmen Efendi, kızımın notu niçin düştü? ’’ Sorduğu öğretmenin gözüne bir yaramazlığın takılmışsa yandın ‘’ Daha dur, bu notu aldığına şükret, bu notu da bulamayacak.’’ Kıyamet koptu kopacak. Annen bakışları ile başlar hesap sormaya ‘’ Evde bunların hesabını ben sana sormaz mıyım? ’
‘’ Öğretmen Hanım...’’ ’’ Öğretmen Efendi… ‘’ Kimi, güler geçer, her gün duyduğu anlamsız sorulara. Kimi, başlar seni övmeye ‘’ Bir puan telafi edilir, bu kadar baskı yapmayın çocuğunuza.’’der. Kimi dakikalarca çalışma planı anlatır, anne anlamaz anlatılanları ‘’Öğretmenin dediklerini iyi dinle, yaz.’’ der. Anlamaz bir türlü, anlamanın, not yükselmenin demekle olamayacağını. ‘’ Ben anlamam, not yükselecek! ’’ diyemezsin ‘’ Anlamadığında not düşer.’’ Aklından geçer ‘’ Benim yerime sen sınava gir, yükselt.’’ ama diyemezsin.
TEOG’un iyi yönü yok mu? Var var olmasına. İş buyrulmaz sana. İş buyurularsa ‘’ Aman, çocuğun notu düşer. ‘’ Annenin babanın yaşı ne olursa olsun atılır ‘’ Aman oğlum, aman kızım, sen dersinin başından kalkma, beynin bölünmesin, ben senin yerine yaparım.’’
O nedenle bir kez olsun hissetmemişizdir fırından alınan ekmeğin sıcaklığını. Bilmeyiz bakkalda ekmeğin fiyatını.
Kendi bahçemizdeki yeşilin, ağacın yabanıyız. Ağaç bize sevgiyle açsa da kollarını biz görmez, anlamayız. Dallar düşman gözükür bize. Kırarız bir bir.
Hemen laf yapıştırılır suratına ‘’ Okumuş çocuksun, sana yakışır mı? ’’ İyi de okuduklarımızda ağacın dalı budağı yoktu ki.
Evde kapıya bacaya çarparsın, merdivenlerden yuvarlanırsın, hemen yapıştırılır suratına ‘’ Kazık kadar oldun, önüne baksana! ’’
Senede bir defa bakkala gönderilirsin. Aklın testte. Paranın üstünü almazsın, alır düşürürsün, laf çarpılır suratına ‘’ Okumuş çocuksun, alacağın…. Bir onu mu hesaplayamadın? ’’
Sekiz yıl böyle gelir geçer. Sekiz test sorusu çözmede geçen süreye eşit süreymişçesine.
Sekiz yılın sonunda, sınıflarda birer ikişer, bilemedin bir sınıftan en yoğun beş kişi TEOG puanı ile istediği bir okula yerleşiyordu. Diğer öğrenciler düş kırıklığı ile daha hayata adım atmadan yenilgiyi tadıyor, hayata karşı direnme, mücadele duygusu ‘’çimlenmeden ‘’sökülüp atılıyordu ruhlarımızdan…
Türkçe öğretmenimiz Leyla, bu yarışın dışında kalanlardandı. Bir de bu yıla özgü Matematik öğretmenimiz Hasan.
Hasan, bu yarışın dışındaydı, dışındaydı çünkü Hasan’ın dünyasında Umut vardı. Tek bir Umut… Dersinin çarpanı böleni… Kesirlerin payı, paydası Umut.
Hasan, nerdeyse dersin konusuna Umut, problemin bilinenine Umut, Bilinmeyenine Umut yazacaktı.
Hasan Umut’u etkisiz kılmadan problem çözemeyeceğini anladı. Umut’u karşısına alıp konuşmak istedi. Hasan tahta başında, yüzü sınıfa dönük, Umut karşısında, sırtı sınıfa dönük. Hasan daha ‘’Umut,’’ demeden daha doğrusu demeye fırsat bulamadan sınıfın en arkalarından kalkan parmaklar. Biri gözünü tutuyor’’ Umut gözüme kalem attı.’’ diyor. Biri alnını tutuyor ‘’ Bana silgi attı.’’ diyor.
Biri elinde kâğıdı gösteriyor ‘’ Bana kâğıt attı.’’ diyor. Hasan soruyor’’ Ne zaman attı? ’’ hep bir ağızdan cevap ‘’Şimdi.’’diyordu.
Hasan şaşkın, nasıl olurdu, Umut karşısında idi. Bir an kendinden emin olmak istedi, elline baktı, kendi eliydi, yerindeydi. Yüzünü yokladı, yerindeydi. Kalbini yokladı, atıyordu. Karşısındaki Umut’tu.
Umut, renk vermiyor, sır vermiyor, gayet sakin, öğretmeninin gözünün içine bakıyor. Sınıfın şikâyetçi olduğu sanki Umut değil Umut’un gölgesiydi.
Umut’un arkada olan elinin biri, sınıfın bir köşesine, öbürü; öbür köşesine aynı anda atış yapabiliyordu. Hasan Umut’la konuşamadan zil çaldı. Umut sınıfta. Hasan sınıftan çıktı. Umut’un sınıfta olan bedeni. Yaptıkları, yapacakları Hasan’ın beyninde. Umut Hasan’ın gözünün önünde. Umut Hasan’ın dilinde…
Hasan, öğretmen odasında…
Hasan çayını aldı. Hasan çayına bir şeker attı’’Bir Umut.’’ bir şeker daha attı ‘’ İki Umut.’’ dedi. Çayına attığı şekerin adı bile Umut olmuştu. Hasan’ın eli çayda, gözü cama çarpan topta. Topta değil Umut’ta. Camda Umut’tun gülen yüzü… Açılan kapıda her beliren Umut… Duyduğu her nara Umut’un sesi. Üslü sayılar vardı var olmasına da Umut’un da üslü hali var mıydı?
Hasan üslü sayıları bıraktı. Düşündü, düşündü… Doluya koydu dolmadı, boşa koydu boşalmadı.
Denklemler alt üst. Problem çözümsüz… Çözümsüz problem var mıydı? Her problemin çözümü problemde gizli değil miydi? Hasan beynine yazdı, silinmez harflerle ‘’ Umut’un 2 katının 20 fazlası eşittir 3/1’ne. Üçte bir eşittir hayatın kendisi. Her zaman kurar eşitlik dengesini umut… Umut problemin payı, paydası, Eşitliğin dengesi. Umut hayatın öznesi.
Umut’un matematiksel çözümü yoktu ama bir çözümü olmalıydı nasıl ki her problemin değişik bir çözüm yolu varsa Umut’un da olmalıydı.
Hasan Umut’un çözüm formülünü buldu. Umut’u gıpta ile baktığı Leyla öğretmenin sınıfına nakledecek. Umut o sınıfta etkili öğrencilerle iyonlaşacak, pozitif etken olacak.
Leyla öğretmenin sınıfı son günlerce kendinden sıkça söz ettiriyordu. Leyla öğretmen farklı, sınıf farklı…
Sınıf sınıflar arasında farklı, kendi içinde farklı..
Sınıf kimine göre sekiz asrın mekânı… Kimine göre sekiz ayın, sekiz günün.. Sınıftaki her öğrenci farklı bir kimlik. Her biri, bir roman kahramanı.
Dilara, sınıfın yarışı bir adım önde götüreni. Dilara, ön adım güdüsünün emrinde. Emir açık, emir tekrar ‘’ Bir adım ön! ’’ Dilara, sınıfın en yüksek notu alanı olmada bir adım önde. Ola ki eşdeğer notu aldı en yakın arkadaşı Öykü, başlar Dilara’da yürek sancısı, sinir harbi.
Derste Dilara, ilk parmak kaldıran, en fazla parmak kaldıran. Ola ki zilin çalması bozdu eşitliği, bir parmak boyu geçti, kendini en sevdiği arkadaşı, başlar Dilara’da yürek sancısı, sinirsel savaş…
Sınıfta eşitlik boş derslerde, teneffüslerde sağlanırdı. Her öğrencinin elinde kitap oluşu, okuyuşu eşitliği sağlıyordu.
Arada bir eşitliği Dilara’nın tebessümlü gülüşleri bozardı. Dilara, arada bir arkadaşlarının okuduğu kitaplara bakar, kendi okuduğu kitaplara bakar, arkadaşının okuduğu kitap çocuk kitabıysa, edebî değilse; bakar arkadaşına, yüzünde bir tebessüm ‘’ Okuduğu kitaba bak! ’’ dercesine
Sabiha, Kazım, Sude, Sedan her biri ayrı dünya. Dünyaları kendince, defterlerinde gezinir, kitaplarında kaybolur... En büyük oyuncakları kalemleri, silgileri… Onlarla konuşur, onlarla dertleşir. Sıra arkadaşlarına bile ‘’ Günaydın.’’ deyişleri nadir. En bildikleri sorulara bile cevap verirken yanaklarındaki kızıllık ayrı bir sevimlilik yansıtır yüzlerine…
Öykü, adıyla özdeş. Özlü sözler, olgun davranış sergisi. Bakışlar yarışın ön adımı ile son adımına bakışta aynı. Kendi adımının bilicinde. Adımları doğru hedefte.
Sınıfa yeni bir kimlik geliyordu, kimseye benzemeyen. Sınıfın çoğunluğunun bilmediği. Sınıftaki dengeler, eşitlikler… Ön adımlar, son adımlar nasıl olacaktı?
Sınıfın öznesi, sınıfın bilinmeyeni Umut… Romanın belkemiği Umut.
Sınıfın bilmediği kendi içinde bilmece Umut. Umut’u en yakın arkadaşına sorsanız ‘’ En sevdiğim arkadaşım, harbidir, asla arkadaşını satmaz, istese gözümü kırpmadan canımı veririm. Umut, okula geliş nedenim, Umut okulda bekleme nedenim.’’der.
Sınıfın başarılı öğrencilerine sorsanız Umut’u, ‘’ Umut, kendini rüzgâra kaptıran, Umut kendini sele kaptıran, Umut yatağını bulamayan taşkın nehir, o nedenle kafasını sınıfın duvarlarına, penceresine, kapısına çarpan…
Taşkın suların merdiven şelalesinden yuvarladığı, kolunu bacağını kırdığı.
Başarılı öğrencilerin tespitleri doğru muydu? Umut’un sargısız okula gelmeme nedeni anlattıkları mıydı?
Annesine sorsanız yaka silker. Babasına sorsan ‘’ Ömrümde çekmediğim çileyi yaşattı bana.’’der.
Baba, haftanın iki günü iş yerinde, üç günü okulda. Her defası iş yerinden izin isterken yer yarılıyor, yerin dibine giriyor.
Çalan her telefonda eşinin ‘’ Umut, yine suç işlemiş, okuldan aradılar.’’ diyeceği korkusu ile açar telefonu. Çoğu kez eşi telefonda ‘’ Gelirken bir kilo tuz al, ekmek al…’’ diyor. Baba ‘’ Bir kilo tuz için beni arama, bir kilo tuz için ben bir kilo ter döküyorum.’’ der.
Baba yılın sekiz ayı bir maaşlı dört kişilik evin bütçesini tutturamaz. Bütçe hep açık verir. Umut’un hangi gün, okulun hangi eşyasına zarar verdiğini, kaç para ödeyeceğini bir türlü tutturamaz. Yılın kalan dört ayı, açılan bütçe açığını kapatma mücadelesi verir.
Kardeşi Aslı Umut’u aldığı belgelerle – Ceza Belgeleri- ile tanıyordu.
Kendisinin aldığı, ‘’Onur Belgesi, Takdir Belgesi’’ne abisinin kaç ceza belgesinin karşılık geldiğini sayardı hep. Kendi belgeleri ile abisinin belgelerini aynı dosyada saklardı. Ne zaman sayısını annesine, babasına söylemek istese ‘’ Aman kızım, hatırlatma, aman kızım sen abine benzeme.’’ derlerdi.
Öğretmeni ile farklı, öğrencisi ile farklı dillere destan 8D sınıfı…
Leyla öğretmenin farkı kendine özgüydü. Sınıf farklı, kendi farklı... Öğretmen odasında çok konuşmayan kendi düşüncesi ile yoğunlaşan biriydi. Diğer öğretmenlerin gözünde içine kapanık, sorunları olan, gülmesini, eğlenmesini bilmeyen, sohbetlere katılmayan biriydi. Kısacası diğerlerine benzeme yarışının dışındaydı…
Leyla öğretmen, kendisini sohbete davet etmek isteyen sorulara ilgisini çektiği ölçüde katılırdı, ilgi alanına girmeyen konuşmalara karşısındakini kırmadan gülüp geçerdi. Biliyordu anlattıkları farklı olacaktı diğerlerinden, anlaşılmayacaktı…
Leyla öğretmen, toplumsal huzurun, toplumsal kalkınmanın, toplumsal barışın ancak ve ancak toplumun kültür seviyesinin artması ile sağlanacağı inancındaydı. Gerçi bu görüşe bütün öğretmenler, toplumun bütün kesimleri katılıyordu. Aksi iddia edilmiyordu. Kültürünün nasıl kazandırılacağı konusuna gelince çoğunluk oralı olmuyordu.
Kültür, kökü yüzyıllara dayanan, değişimi yüzyıllara varan bir değerler toplamı. Kısa vade hesaplar peşinde koşanların göremeyeceği, anlayamayacağı bir oluşum.
Leyla öğretmen, bu durumu, nadir konuşmalarında ve eksik etmediği iç dünyasında değerlendirird: Ona göre toplum yüzde yüzden oluşur. TEOG koşusunda ipi göğüsleyen yüzde birdir. Yüzde doksan dokuzu bu koşuya odaklamak ve sürekli kamçılamak, yeteneklerinin göz ardı edilmesine, törpülenmesine ve güvenini kaybetmesine neden olurdu. Yine ona göre yüzde doksan dokuzlarla toplumsal huzuru baltalayan, toplumsal dayanışmadan uzak, toplumsal barışa engel bir nesli sürekli topluma katmak, yaşanacak sorunları yüzyıllarca çözümsüz kılardı. Leyla öğretmen’e göre yüzde doksan dokuzu kazanmak yüzde biri kazanmaktan daha öncelikli olmalı idi.
Leyla öğretmen, yüzde doksan dokuzu mesleğinin ilk yılında kazanmayı keşfetmiş ve mesleğinin sonuna kadar ilke edinmişti. Mesleğinin ilk yılında Güneydoğu’da görev yaptığı okulda lise son sınıf öğrencilerinin yaş ortalaması, o zaman yirmi yaşında olan Leyla öğretmenin yaşına denkti. Öğrencilerinden bir kısmı evli, çocuk sahibi idi.
Öğrencilerde ders çalışma alışkanlığı, defter tutma alışkanlığı yok. Öğretmen o öğrencilerle Yazar Fehmi Başkut’un ‘’Harput’ta Bir Amerikalı’’ eserini sahneye koymak ister.
Kitap 240 sayfa, ezberletmek bir sorun. Yöneticilerin esere izin vermemesi ayrı bir sorun. Lisede bir tek kız öğrenci, babası imam, abisi mutaassıp. Bu durum kızlarının tiyatroda rol almasına engeldir.
Leyla öğretmen, bütün engellere göğüs gerer, dönem sonu eseri sahneler. Sergi sırası, kuliste kız öğrenci S...’ye sorar: ‘’S..., Nasıl gidiyor? ’’ aldığı yanıt: ‘’Hocam, hiç sormayın babam bir taraftan, ağabeyim bir taraftan fotoğrafçı arıyor, sahnede benim kızın bir fotoğrafını çekin, diyor.’’ Öğretmen öğrencisinin gözündeki sevinci görebiliyordu. Kendi gözlerindeki sevinci göremiyordu ama kalbinin sesini duyuyordu. Sevinci öğrencisinin sevincinin yüzlerce katı... Sergi sonu kaymakam Ç… K…: ‘’ Baştan sona önyargılıydım, Böyle başarılı bir çalışma beklemiyordum. Size bir aylık izin, öğrencilerinizle Türkiye gezisine çıkabilirsiniz.’’ demişti
Kaymakam ayrıca ‘’Masraflarınız Sosyal Dayanışma Fonu tarafından karşılanacak, ayrıca ilçeye bir tiyatro salonu kazandırma sözünü veriyorum.’’ demişti. (Kaymakamın iki ay sonra askere gitmesi ve askerlik dönüşü kısa bir süre çalıştıktan sonra başka bir ilçeye atanması sonucu tiyatro salonu sözünü yerine getirilmemiştir.)
Leyla öğretmen eserin sergiye hazırlıma döneminde, öğrencilere eseri sergilemeleri durumunda tüm derslerinden geçebileceklerini ve mezun olabilecekleri sözünü vermişti. Sergi sonu öğrenciler ‘’Ne olur bizi mezun etmeyin, biz bir yıl daha okuyup tiyatro oynamak isteriz.’’ diye yalvarmıştı.
Oyunu engellemeye çalışan okul müdürü bile ‘’Yıllardır okulun adını anan olmamıştı, madem böyle, senden derslere girmeni istemiyorum, ayda bir oyun sergilemeni isterim.’’ demişti. Bu olayın ardından ileriki yıllarda okulun kız öğrenci mevcudu artmış; kimi veliler rol verilmeyen kız öğrencisi için ‘’Bizim kıza niçin görev vermediniz? Bizim kız bilmem kimin sümüklüsü kadar rol yapamaz mı? ’’ Şeklinde baskılarda bulunmaya başlamıştı.
Küçük bir ilçe olan …’de yöneticisi, öğrencisi, velisi ile tüm halkın konuştuğu bir tek konu okul tiyatrosu idi. Okul tiyatrosu çevre köy ve kasabalarda da konuşulmaya başlanmıştı. Tiyatro faaliyetleri ile yüzyıllarca yıkılamamış ‘’Kızlar okula gitmemeli, kızlar sahneye çıkmamalı! ’’ gibi geleneksel düşünceler bir çırpıda yok olmuştu.
Öğrencilerin klasik eğitim öğretim yolu ile kazanamadığı yüzlerce olumlu davranışın tiyatro yolu ile edinmeleri ayrı bir kazanım. Yüzdelik hesabı böylece yüzde doksan dokuzun üstüne taşındığı gibi yüzde yüzün üzerine kısa sürede çıkılmıştı. Öğretmenin duymuş olduğu mutluluk ise işin bonusuydu, ömür boyu yetecek kadar bereketli.
Leyla öğretmen, kısa sürede gerçekleştirmiş olduğu bu değişikleri gördükçe bir kez daha anlıyordu Atatürk’ün: ‘’ Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.’’ Sözünü niçin söylediğini, bu sözde ne anlatmak istediğini. Bir tek ideali vardı; ‘’Atasına layık bir öğretmen olmak.’’
Leyla öğretmen, görev yaptığı son okulunda da ilkelerinden taviz vermeden çalışıyordu. Derse ilgi duymayan öğrencilerine ders için baskı yapmaz, onların ilgisini çekecek öyküleri bulur, öğrenciye derste ‘’Sen bunu oku, eminim ilgini çekecek, beğeneceksin’’ der. Okuduğunu gördükçe her gün bir başka yazı bulur, getirir verirdi. O tür öğrenciler teneffüslerde peşine takılırdı.
Öğretmen teneffüslerde öğretmen odasına uğramaz, koridorun kıyısında köşesinde üç beş öğrenci ile konuşur olurdu. Sabah dersine girer, öğleden sonra bir kısmı ile tiyatro çalışır, bir kısmı ile şiir okuma çalışması, bir kısmı ile de yazınsal çalışmalar yapardı.
Yetenekli öğrencilerin yazılarını dergilerde, Internet sitelerinde yayınlardı. Bir öğrencinin yazısının yayınlandığında duyduğu mutluluk, başka bir öğretmenin bir öğrencinin TEOG’de aldığı puandan kat kat fazla idi. Hele tiyatro sergilerinde aldığı alkış... Okulun en yaramazlarını bir araya getirerek bir eser ortaya koyması, idare ile işbirliği yaparak onlara onur belgesi vermesi… Onlara bir kişilik kazandırması…
Olumsuzluk gösteren bir öğrencinin olumlu bir davranış kazanması durumunda sınıfta “Arkadaşınızın kazanmış olduğu bu davranış, benim için beş alandan beş kat daha değerlidir.’’ derdi. Hayrullah, bunlardan biri idi.
Hayrullah, yedinci sınıfa geldiği halde okuma yazmayı kazanamamış biri idi. Yaşça sınıftan bir yaş ileri. İlgi alanı oluşturamadığı için sürekli sınıfta arkadaşlarına güç kullanan, okulun kapı, penceresini kıran, her teneffüs idarece sorgulanan biri. Hayrullah’ın kitaba bakarak yazdığını keşfeden Leyla Öğretmen ona ‘’ SENİ SEVİYORUM’’ cümlesini yazarak verir. Bu cümleyi ‘’Her gün birer sayfa yazıp bana getireceksin.’’ der. Hayrullah yazar getirir. Hayrullah, zaman içerisinde harfleri, heceyi, heceleyerek okumayı gerçekleştirir. Dönemin sonunda Hayrullah, okuryazar olmuştur artık.
Leyla öğretmen, Hayrullah’ın sekizinci sınıfta kitapçılardan 500 sayfalık kitaplar aldığını görür. Kitaplar seviyesine uygun değil.
Bir de Hayrullah’ın ekonomik durumu… Hayrullah’ın Halk Kütüphanesine üye olmasını sağlar. Hayrullah’a haftalık alacağı kitabın ismini verir, kendisi evinden getirir verir. Hayrullah’ın artık sınıf içinde arkadaşını dövmesi, okul araç gereçlerine zarar vermesi sona ermiştir. Öğretmen sürekli sınıf içinde Hayrullah’ı örnek gösterir, sözleriyle onu ödüllendirir. Sınıfta Hayrullah’a, kitaba, bir ilgidir alır başını gider. Sınıf için ‘’Kitap Kurdu’’ denilmeye başlanmıştır.

Umut yeni sınıfında.
Yeni sınıf; ‘’Kitap Kurdu’’
Umut kime baksa elinde kitap… Umut espri yapmaya çalışır. Karşılık verip gülen yok.
Umut kime yaklaşsa yaklaştığı kendinden uzaklaşıyor. Umut inadına yaklaşıyor, inadına espri üstüne espri yapıyor. Aldığı tepkiler alışık olmadığı tepkiler ‘’ Kitap okusaydın espri anlayışın değişirdi.’’ Umut savunmasız…
Küfür etseler küfürle karşılık verecek, yumruk atsalar yumrukla. Yok, yok böyle olmayacak, Umut ilk önüne gelene ilk çelmeyi takar. Aldığı tepki ‘’Sana bu davranış yakışabilir, aynı şekilde sana karşılık vermek bana yakışmaz, özür dilerim.’’
Umut şaşkın ‘’ Bana küfür edeceği yerde özür diliyor, bu nasıl iştir anlamadım.’’ Cevap gecikmeden gelir ‘’ Okusaydın anlardın.’’ Umut şaşkın… ‘’ Bunlar benim aklımdan geçeni de okuyabiliyor.’’ Umut çaresiz… Umut geçer arka sıraya, tek başına oturur. Umut sıkılır, çıkar dışarı. Umut bir ders içerde bir ders dışarıda. Umut bir gün okulda üç gün dışarıda…
Umut ne zaman bir yaramazlık yapmaya kaksa bir tokat gibi çarpar ‘’ Sana bu yakışırdı.’’ sözü. Bir söz bu kadar mı ağır olur, adamı tekmeden, tokattan beter çarpar.
Umut düşüncede, Umut arayışta… Sınıf kitapların sayfalarında…
Umut, uykuda...
Umut, uykuda. Umut, rüyada… Umut, öğretmenlerinden azar işitmiyor. Umut tahtada tek ayak üzerinde beklemiyor… Umut, sınıftan dışarı atılmıyor.
Umut, disiplinde beş öğretmenin karşısında boyun bükmüyor, buram buram ter dökmüyor… Umut, arkadaşlarının ‘’ Çantam karıştırılmış, defterlerim kitaplarım karalanmış, sayfaları yırtılmış.’’ çığlıklarını duymuyor.
Umut’ anne babası ‘’ Yine ne yaptın? Bu kaçıncı? Sen akıllanmayacak mısın? ’’ demiyor.
Umut, arkadaşlarını tokatlamıyor, Umut’u arkadaşları tokatlamıyor... Umut’u kitabın sayaları sorguluyor ‘’ Okuyacak mısın? ’’ Arkadaşlarının ‘’ Okusaydın.’’ sözleri tokatlıyor. Sorgulamayı gündüzler bırakmış, geceler devralmıştı.
Umut iyonlaşıyor… Umut mutasyonda... Bölünüyor, bölünüyor, mikro parçalara bölünüyor… Her parçada ‘’Okusaydın.’’ yazılı.
Atmosfer soğuk mu soğuk, tir tir titriyor Umut… Ekvator sıcak mı sıcak, dökülen terler kırk ikinci yağmuru desen değil. Kırk ikinci yağmurunu Umut nereden bilecek. Dökülen ter olsa olsa Umut ikinci yağmuru idi. Umut’a sorsan ne Umut ikinci yağmuru, binli milyonlu ikinci yağmurlarıydı.
İklim kar fırtına, savruluyor Umut, bir beden ölçüsü yatakta. Yatak bir beden ölçüsü, savrulmanın sonu yok. Umut, ufuksuz çölde. Umut esir kampında…
Umut’ta çığlık peş peşe ‘’ Yeter artık! ’’ Yeter! ’’ Umudun son çığlığı ‘’ Okuyacağııımmm! ’’ Umut ‘’ Okuyacağım’’ çığlıkları ile uyandı. Annesi şaşkın. Oğlundan alışık olmadığı sözler duyuyordu. Oğlunun başına geldi duasını okudu, tükürdü Umut’un yüzüne, okşadı başını.
Umut, kahvaltısını yaptı. Umut vitrinde bulunan kitabı – Vitrinde bulunan tek kitap- aldı, tuttu okulun yolunu. Umut’un aldığı kitap annesinin kupon biriktirerek aldığı yemek kitabıydı. Umut farkında değildi elindeki kitabın.
Umut sınıfta.
Umut çevresine bakıyor… Her kime baksa elinde kitap… Umut, aldı eline kitabını. Baktı kitaba. Kitap ‘’ MUTFAKTAKİ YARDIMCINIZ’’ Umut, kitabı kimseye göstermeden sıranın altına koydu.
Zil çaldı, gelen; Leyla öğretmen derse bir göz attı. Herkesin elinde kitap, Umut’ta sessizlik, meraklı bakış… Leyla’nın gözü Umut’a odaklı. Leyla’nın gözü avcı gözü, gözlerine yansır, avını kapana düşüren avcının sevinci…
Leyla’ya fırsat… Leyla bu ders Umut’u yoğurmaya kararlı. Sınıfa bir şey belli etmez. Leyla farkı ile planını devreye sürer.
Her zaman ki gülümseyen tavrı okşayan sesi artı yeni avın sevinci ile,
- Günaydın çocuklar! ’
- Günaydın öğretmenim.
- Oturun çocuklar.
Öğrenciler yerlerine oturdu. Öğrenciler pür dikkat, gözler öretmende. Öğretmenin gözündeki sevinç gözlerinden kaçmaz, meraklar öğretmenin ağzından çıkacak sözde…
Sessizliği Hayrettin’in sorusu bozar ‘’ Öğretmenim vermiş olduğunuz kitabı bitirdim. Bana yeni kitap verecek misiniz?
- Elbette vereceğim Hayrettin.
(Leyla öğretmen, sınıfa döner.)
- Çocuklar, sizden Hayrettin’in bir yıl önceki davranışı ile bu yılki davranışlarınızı karşılaştırmanızı istiyorum.
Yasin,
- Öğretmenim, Hayrettin geçen yıl beni dövmüştü.
Öğretmen, her soruda bir sınıfa, bir Umut’a bakar. Her soru, her cevapta Umut can kulağı…
Şafak,
- Benim de çantamı pencereden dışarı atmıştı.
Her konuşmacının her konuşmasında Umut kendini bulur, baş eğilir, yüz hatları gerilir, beliren ter damlacıkları…
Her konuşmacıda, Umut’un yanağındaki her damlada, öğretmen, hedefe bir adım daha yaklaştığını görür, sevinci de bir kat, bir kat daha artar…
Duygu,
- Bana da küfür etmişti.
Kıvılcım,
- Hep okuldan kaçardı.
Alev,
- Okulun duvarlarına yazı yazardı.
Leyla öğretmen,
- Peki, çocuklar bu yıl Hayrettin aynı olumsuz davranışları sergiliyor mu?
Tüm öğrenciler hep bir ağızdan,
-Hayır, öğretmenim.
Leyla Öğretmen,
- Hayrettin’deki bu değişikliğin sebebi nedir sizce?
Damla,
- Öğretmenim, Hayrettin kitap okumaya başlayalı yaramazlıklarını bıraktı.
- Çocuklar, Hayrettin’in kazanmış olduğu bu olumlu davranışlar, beni Dilara’ın 5 almasından beş kat daha mutlu ediyor.
Dilara, her zaman 5 alıyordu. Dilara’nın kazandığı yeni bir davranış yok. Ben bu konu hakkında sizlerle biraz konuşmak istiyorum.
Günümüzde dershanelerin yaygınlaşması, TEOG uygulaması; sizleri okul dershane ev üçgeni kapanına sıkıştırdı. Akademik başarısı yüksek olanlarınızın velileri de olmayanların velileri de sizlerden TEOG başarısı dışı hiçbir şey beklemedi. Akademik başarı seviyesi düşük arkadaşlarınız bu kapanda sıkıştı.
(Öğretmen konuşmasını sürdürürken Umut’u gözden kaçırmıyordu. Son cümlede umut kafese girmişti.)
Umut, öğretmenin anlattıklarında kendini buldu, ilk defa içinde, bir öğretmene karşı sevgi çimlenmeye başladı.
Öğretmen, konuşmasını sürdürdü ‘’ Bu arkadaşlarınız feryat etti. Bu feryadını anne babaları duymadı, zaman zaman bizler duymadık. Bunların feryadı arttıkça arttı. Duyan yok, dinleyen yok. Bunlar hırçınlaştı. Zarar vermeye önce kendilerinden başladı. Defterlerini yırttı, kitaplarını yırttı. Sonra arkadaşının defterini kitabını…
Oysa arkadaşlık kavramının ne kadar önemli olduğunu öğrenmişti, öğrenmesi işe yaramadı, arkadaşına zarar vermeyi bir oyun haline getirdi, zarar verdikçe mutlu oldu.’’
Umut yerinde duramıyor, Umut duruyor kalbi durmuyor.. Kendine özgüveni olsa haykıracaktı ‘’Doğru söylüyorsunuz öğretmenim! ’’ Umut farkında değildi, öğretmeni gözlerinden okuyordu ne demek istediğini. Umut’a bakarak gülümsedi. Öğretmenin gülümsemesi okşadı Umut’u. Umut’un duyduğu rahatlama dolup taşıyor yüzünden… Öğretmen Umut kadar mutlu, mutluğu yansıyor konuşmasına. Devam ediyor konuşmaya’’ Bu arkadaşlarınız sonra okuduğu okula zarar verdi. Okulun da kutsal olduğunu biliyordu; bilmesi işe yaramadı. Sonra hayatında en çok sevdiği sevebileceği tek varlık anne babasını üzmekten hiç çekinmedi. Bunlar uzadı gitti… Bunların hepsini bir kısmınız uygulayarak bir kısmınız, izleyerek öğrendi.
Özellikle bu sınıfta akademik başarısı olmayan arkadaşlarınızın kitap okumaya yönelmesi kendilerini olumsuz davranışlardan korudu. Hayrettin kitap okumaya en sonradan katılan biri olmasına karşın en hızlı ilerleyen biri. Ben Hayrettin arkadaşınızı bir kez daha kutlar sizden alkışlamanızı istiyorum.
Alkış sesleri yükseliyor, Hayrettin’deki eda, gülümseyiş zafer kazanmış komutan edası, gülümsemesi…
Umut kendini Hayrullah olarak görüyor, Hayrettin’in sevincini yaşıyordu. Beynindeki ‘’ Okuyacaksın! ’’ şamarları yerini ‘’ Okuyacağım.’’ okşayışlarına bırakmıştı.
Leyla Öğretmen, son vurucu darbelere adım adım ilerledi, sınıfa döndü,
- Sınıfta kitap okuma alışkanlığı edinememiş çok az sayıda arkadaşınız kaldı.
Şafak,
- Onlardan biri Ozan arkadaşımız mı?
- İsim vermeyelim, hem Ozan arkadaşınız da okuyacaktır. Ben, okuyacağına inanıyorum.
Öğretmenin gözü Umut’ta. ‘’Kızım sözüm sana, gelinim sen anla.’’ dercesine…
Ozan,
- Öğretmenim, ben aslında yaramaz değilim. 5. sınıfa kadar derslerimde başarı, davranışlarımda olumluluk sergiledim. 6. sınıfta ben de arkadaşlarımıza benzemek istedim ya da benzemek zorunda kaldım. Yaptığımız her şey bize bir oyun geldi.
‘’Yaptığımız her şey bize bir oyun geldi.’’ sözü Umut’un okul hayatında bütün yaptıklarını bir çırpıda gözünün önüne getirdi. Doğru sözdü. Hepsi oyundu, hepsinde eğlencenin doruğuna ulaşmıştı.
Ozan konuşmasını sürdürdü ‘’ Hatta kolumu kıran arkadaşıma bile hiç kızmadım. Size söz veriyorum, ben de kitap okuyacağım, yaptığım olumsuz davranışların hiç birini sergilemeyeceğim.
‘’Size söz veriyorum, ben de kitap okuyacağım.’’ sözünü Umut da tekrarlıyordu içinden sessizce, öğrenmeni okuyordu o sözü gözlerinden.
Leyla Öğretmen,
- Çocuklar, sizden iki şey istiyorum; biri yapacağınız, biri yapmayacağınız şey. Asla yalan söylemeyin, sadece yapabileceğiniz şeylere söz verin.
Öğretmen ‘’ Biri yapacağınız, biri yapmayacağınız şey. Asla yalan söylemeyin, sadece yapabileceğiniz şeylere söz verin.’’ Sözünü Umut’un gözünün içine bakarak bir kez daha tekrarladı. Her sözcük süzülüyordu Umut’un beyninde…
Öğretmen’’ Şimdi Ozan arkadaşınızı da aramıza katıysak bu güzellikler sınıfta kalmamalı, öyle bir etkinlik yapmalıyız ki bütün sınıflar duymalı hatta velileriniz de duymalı. Ozan, sen geç yerine. Yapacağımız etkinliği tartışalım.’’ dedi.
‘’’ Beyin fırtınası yapıyoruz. Her birinizden bir değil beş öneri bekliyorum. En güzel öneriyi birlikte tespit edeceğiz, birlikte karar vereceğiz’’ dedikten sonra bir sınıfa bakıyor, bir Umut’a
Tuğba,
- Öğretmenim, biz nasıl duyuracağız; ancak siz dersine girmiş olduğunuz sınıflara derste söyleyerek, öğretmenlere söyleyerek duyurabilirsiniz.
Leyla Öğretmen,
- Benim söylemem de önemsiz kalır, farklı söylemeliyiz.
Hayrullah,
- Öğretmenim, yazı hazırlayıp panolara asalım.
Umut’un kabuğu bedenini hapsedemez oldu. Umut yırttı kabuğunu ‘’ Yazıyı ben yazarım.’’ diye haykırdı...
Leyla Öğretmen,
- Yazıyı yazma isteğine sevindim. Henüz ne yapacağımıza karar veremedik. Karar verelim, yazıları sen yaz.
Umut, öğretmeni tarafından ciddiye alınmıştı, ‘’ Otur yerine.’’ denilmemişti. Sınıf gülmemişti kendine.
Öğretmen,
- Arkadalar, panolardaki yazıya bir sizler bakarsınız, sizler de zaten biliyorsunuz. Daha etkili bir şey bulmalıyız, zorlayın düşünce ufuklarınızı.
Dilara,
- Öğretmenim, en çok kitap okuyan sınıf seçelim?
Leyla Öğretmen,
- Onu da yapabiliriz ama benim aklıma gelen ilginç bir fikir var?
Tüm sınıf,
- Söyleyin, öğretmenim.
- Şimdi arkadaşlar, beşer kişilik gruplar oluşturacağız. Her grup kendi içinde iş bölümü yapacak. 1. Kişi kitabı bulacak, 2. Kişi kitabı tanıtacak 3.-4. kişi kitabı özetleyecek 5. kişi kitabın en ilginç yerini dramatize edecek. Böylece beş grubun hazırlamış olduğu sunumları konferans salonunda, başta 8. sınıflara daha sonra ihtiyaç duyarsak tüm sınıflara sunacağız. Gruplardan en iyi sunumu I. seçeceğiz, ayrıca ders içi performans notu olarak en yüksek notu vereceğiz. Böyle bir çalışmaya evet diyenler parmak kaldırsın.
İlk parmak kaldıran Umut’tu. Umut, ilk defa bir ders boyu yaramazlık yapmadan durabilmiş, her konuşmayı can kulağı ile dinlemişti. Kavga eden Umut değil beynindeki iki cümleydi ‘’Sana bu yakışır, okusaydın anlardın.’’ İki sözün kavgası arasında gezinen iki söz‘’ Öğretmen okumak diyor, Hayrullah’ı, Emrullah’ı okumak diyor.’’
Sınıfta şaşkınlık… Sessiz kalkan parmaklar, öğretmende sevinç…
Öğretmen,’’ Yarışmalarda öğretmenin taraf olmasının etik olmadığına inanan bir öğretmen olarak meslek hayatımda ilk kez kendi ilkelerimi, kendi ayaklarımın altına alarak Umut’un ait oluğu gruba taraf olacağım.’’ dedi.
Leyla Öğretmen, ‘’ O zaman size bir hafta süre veriyorum, kendi aranızda grupları oluşturun. Grubunuza kendiniz bir ad bulun. Kitap seçimini size bırakıyorum.
Siz yarına grup listelerini bana verirseniz ben de müdürden izin alırım.’’ dedi. Zil çaldı. Öğretmen kolaylık ve başarı dileyerek sınıftan çıktı.
Öğretmen sınıftan çıktı sözü kaldı, ‘’ Umut’un ait oluğu gruba taraf olacağım.’’
Umut Paylaşılmayan… Umut ömründe tatmadığı farkında olmadığı duygularla karşı karşıya…
Sınıf teneffüse çıkmadı. Önce Umut pay edildi. İlk kura, Umut için çekilmişti. Umut Beşinci Grupta yer alacak.
Sonra Beşer kişilik gruplar...
Öykü, gelişmelerin izleyicisi. Kendisine sahneyi hazırlama görevi verilmişti. Cevabı ‘’ Farkketmez.’’
Her zaman ki uysallığını gösterdi bir kez daha.
Kazım, Sabiha, Sude, Seden, gelişmelerin izleyicisi. Dağıtımda izleme görevi düşmüştü kendilerine, memnundular hallerinden, memnundular kendilerine verilen görevden.
Beşer kişilik grupların grup adı belirlendi.
Gurup sıralaması:
. Guruplar kendi grup adını yazarak Hayrullah’a verdi. Hayrullah, ‘’Arkadaşlar kura çekimi ile grup sıralamasını belirleyeceğiz, böylece kimseye haksızlık yapılmamış olacak. Her grubun sözcüsü birer tane çekecek.
Kendi grubumuzun sözcüsü olarak kurayı ben çekiyorum.’’ dedi ve bir kura çekti. Çektiği kurada ‘’İntikam Grubu’’ yazıyordu. Böylece I. Grup Yazıldı:
1-İntikam Grubu,
Diğer gruplardan Semih, ‘’Kartallar Yüksekten Uçar’’ Grubunu çekti. II.’ye
yazıldı:
2-Kartallar Yüksekten Uçar
Mehmet, ‘’Beyin Gücü’’ grubunu çekti. III.’ye yazıldı
3-Beyin Gücü
Tuğba, ‘’Okumak Namustur’’ grubunu çekti. IV.’ye yazıldı
4-Okumak Namustur
V. Gruba ‘’ Umut Işığı’’ Grubu kalmıştı. V.’ye yazıldı.
5. Umut Işığı
Liste temize çekildi Yazım kurallarına, sayfa düzenine uygun yazıldı.
8/F SINIFI KİTAP TANITMA ETKİNLİĞİ SUNUM LİSTESİ
1- İntikam Grubu, Gurup Sözcüsü: Hayrullah YILMAZER
2-Kartallar Yüksekten Uçar, Gurup Sözcüsü: Tuğba Yıldırım
3-Beyin Gücü, Gurup Sözcüsü: Semih KAPLAN
4-Okumak Namustur, Gurup Sözcüsü: Mehmet YÜCEL
5- Umut Işığı: urup Sözcüsü: Kıvılcım TOKGÖZ
……../……/……
Barış ÇEVİK
8/D SINIF BAŞKANI
Sınıf Başkanı, listeyi Türkçe öğretmenlerine verdi.
Ders zili çalıp içeri girildiğinde çalışmayı ders öğretmenlerine anlattılar. Ders; seçmeli ders Medya Okur Yazarlığı’ydı. Öğretmenin dikkatini çekti. Öğretmen nasıl yapacaklarını sordu. Öğrenciler anlattı. Öğretmen her türlü desteğe hazır olduğunu belirterek çalışmalarını derste tamamlayabileceklerini belirtti. Öğrenciler çok sevindi.
Öğretmenlerine teşekkür ettiler. Anında yerler değişti. Beşer kişilik gruplar bir araya geldi.
Birinci Gurubun Adı: İntikam Grubu, okuyacakları ve tanıtacakları kitap: Yılkı Atı. Kitabın seçilmesini Ali istemişti. Kendisinin okuduğunu, çok beğendiğini söylemişti. Böylece Ali, Kitabı getirecek, Zeynep ile Ahmet okuyup özet çıkartacak, Hayrullah kitabı tanıtacak, Ferudun da dramatize edecekti. Birinci grup kendi arasındaki iş bölümünü yaptı. Dersten sonra eve gidildiğinde ilk iş alınan görevleri yerine getirmek için çalışacaklardı… Kitabı okuyanlar en ince ayrıntısına kadar okuyacak, olayları kavrayacak, dramatize edecek kişinin dramatize edeceği olayları belirleyecek, grup sözcüsüne kitabın tanıtımı için yardım edecekti.
II. Grup: Kartallar Yüksekten Uçar, Gurup Sözcüsü: Tuğba Yıldırım
Tanıtımı yapılacak kitap: Martı.
Yeliz kitabı bulacak, Tuçe ile Rıtvan okuyup özetleyecek, Tuğba Tanıtımını yapacak, Mehmet Ali dramatize edecek.
III. Grup: Beyin Gücü, Gurup Sözcüsü: Semih KAPLAN
Tanıtımı Yapılacak Kitap: Çelik Böyle Setleşti. Gürkan kitabı bulacak, Damla ile İrem özetleyecek, Semih tanıtacak, Aytaç dramatize edecek.
IV Grup: Okumak Namustur, Gurup Sözcüsü: Mehmet YÜCEL
Tanıtılacak Kitap: Sefiller. Aslı kitabı bulacak, Hüseyin, Ferda özetleyecek, Mehmet Tanıtacak, Kemal dramatize edecek.
V. Grup: Umut Işığı
Tanıtımı Yapılacak kitap: Umut Işığı
Kıvılcım kitabı bulacak, Dilara ile Ozan özetleyecek, Barış tanıtacak, Umut dramatize edecek.
Gruplardan sadece Umut Farklı özelliklere sahipti. Öğretmenin taraf olduğu Umut. Ekibin Umut’u tanımadığı, Umut’un ekibi tanımadığı Umut. Olsun, Umut kendini tanıyordu. Ders, beş alanlardan sorulursa, güldürme bir alanlardan sorulurdu: bunu ispatlayacaktı, bir fırsat geçmişti eline.
Diğer gruplar Umut nedeni ile 5. Gruba şans tanımıyordu. 5. Grupsa öğretmenin taraf olduğu grup farkını ortaya koyma mücadelesi arayışında…
Her grup sözcüsü hazırladığı iş bölümünü, ders öğretmenine okudu. Öğretmen yapılan çalışmaları takdirle karşıladı, hayranlığını ifade etti. Yarışmacılara,
-Arkadaşlar,
Öncelikle şunu belirtiyim, kitap sevgidir, dokunmak, açıp okumak, içinde kaybolmak. Düşünün bir kere; insan sevmediği bir şeye dokunmaz. Sevmediği bir yerde gezinmez. Hayran olmadığı bir şey karşısında kendinden geçip kaybolmaz. Burada görüyorum ki siz o sevgiyi çoktan kapmışsınız. Kitap iğne ile kuyu kazmaktır, iğne ile kazıp bir maden bulmaktır.
Her satırında, her sözcüğünde bir maden gizlidir. Kazdıkça kazılan, her kazışta yeni bir maden… Meyvesini bir dokunuşta, bir okuyuşta vermez, yalnızca cezbeder okuyucusunu, kendine âşık kılar. Okuyucusuna küçücük aralıklardan ışık sunar.
Düşünelim bir kere karanlık bir odadan toplu iğne deliği kadar bir delikten dışarı baksak; koca bir dünya görürüz. Tersini düşünsek o delikten içeri, karanlığı aydınlatacak bir ışık sızar. İşte okuyucu okuduğu kitaptan yakaladığı küçücük bir ışığı koca bir dünyaya sunar. Kitap tanıtmak, pazardaki bir ürünü tanıtmak gibi değildir. Her satırda, her satırın her sözcüğünde bir ışık gizlidir. Işığa duyarlı değilseniz sadece satırdan taşan ışığı görürsünüz, o da sayfayı çevirince söner. Önemli olan sakladığı ışığı bulabilmek onu bir başkasına sunabilmek aynı zamanda kendi dünyamızı aydınlatabilmektir. Tanıtımlarınızda sizi dinleyen, izleyen arkadaşlarınıza mutlaka ve mutlaka en az bir ışık ışıldatabilmelisiniz, birden çok ışık sunabilirseniz siz başarmışsınız demektir.’’
Sınıfın tümü, öğretmenlerinin anlattıklarını okudukları kitaplarda aradı. Daha önce hiç fark etmedikleri yeni yeni ışık keşfetti. Öğretmen, ‘’Işık’’ diyordu.’’ Işık’’… Her satırda, her sözcükte gizli…
Bu sınıf, 8/D sınıfı idi. Öğretmenin ne söylemek istediğini anlamıştı. Bir kez daha okumanın gücünü görüp okumaya olan tutkularını perçinlemişlerdi.
Sınıftan Dilara,
- Öğretmenim, kitap ışık kaynağıdır. ‘’Her satırda, her sözcükte bir ışık gizli. Önemli olan onu bulabilmek bir başkasına sunabilmektir.’’ dediniz.’’ Bugüne kadar öğretmenler kitap için bilgi kaynağıdır, denmişti. Sizin söylemiş olduğunuz her sözcükte bir ışık, gizli değil, her sözcükte bir ışık demeti saçılıyordu. Biz onları hem gördük hem derdik. Siz, bizlerin görmesini sağladınız. Bizlere bir yol haritası verdiniz. Emin olun, hepimiz o yolun yolcusu olacağız.
Bu sınıf 8/D, sınıfıydı. Öğretmenleri hayranlıkla öğrencisini dinliyor, öğrencisine hayran kalıyor; öğrencisi hayranlıkla öğretmenini dinliyor, öğretmenine hayran kalıyordu. Ee ne de olsa 8//D idi.
Medya öğretmeni,
- Mademki yol dediniz o zaman yola değinelim. Arkadaşlar, yollar yürümek için vardır. Ne diyor Atatürk: ‘’Yürümek için yola çakanlar asla yorulmaz.’’ Yürümeye kararlı insanlar yollardaki engelleri aşmasını bilir. Engel oturanlar için vardır. Hayatı da yola benzetirsek hedefini bilen, hedefine yürümeye kararlı insan hayatını kolaylaştırır. Ben hepinizde iyi bir gelecek görüyorum. Kararlılığınız bunun göstergesi. Atatürk demişken başarıdan söz etmeden geçemeyiz. Bakın Atatürk başarı için ne diyor, ‘’ Ben bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem. O işe neler mani olur diye düşünürüm. Engelleri ortadan kaldırdım mı iş kendi kendine yürür.’’
Bu sınıf 8/D Sınıfı idi. 5 grup yarışacaktı. Bunlar yarışmıyor dayanışıyordu. Ders bitti. Beş grubun sözcüleri ve özetleyecek kişileri bir araya geldi. İçlerinden Tuğba, ‘’ Arkadaşlar, öğretmenin söylediklerini duydunuz, Dilara’ın söylediklerini duydunuz. Her grup öyle bir ışık bulup sunmalı ki bütün okul çalkalansın, bütün okul aydınlansın! Her grup sözcüsü: ‘’Haklısın, mutlaka bulmalıyız.’’ diyordu. Tuğba, ‘’ O zaman el ele tutuşalım, sonra hep birlikte, bulacağız, bulacağız diye havaya kaldıracağız.’’ dedi ve el ele tutuşarak ‘’ Yeni bir ışık bulacağız, yeni bir ışık bulacağız, okulu biz aydınlatacağız! ’’ diye haykırdılar. Hiç birinin ağzında grup olarak ‘’ Biz kazanacağız’’ ya da ‘’ Kazanmalıyız! ’’ yoktu. Bütün gruplar sınıf adına ‘’Biz’’ diyordu ve ‘’Okulu biz aydınlatacağız! ’’ diyordu.
O gün ders bitti. Guruplar yeni bir hedef, yeni bir dayanışma duygusu, yeni bir heyecanla evlerine dağıldı.
Umut’un eve gidişi farklı idi. Ayağı yere değmiyordu ya da değiyordu da kendisi hissetmiyordu. Umut eve vardığında ilk defa annesi ile bir paylaşım gerçekleşmeyi denedi. Annesine ‘’ Ben yarışmaya seçildim, yarışmaya katılacağım.’’ dedi. Annesi güldü, oğlunun gözünün içine bakıp ‘’ Sen ve yarışma ha! ’’ dedi. Annesinin alayı, gülüşü Umut’u daha da kamçıladı. Kendi kendine ‘’ Başardığımı ispatlayacağım o kadar çok insan var ki… En başta annem.’’ dedi
Umut başarıya giden yolda en büyük engeli bertaraf etmişti. Kalanlar küçük hedef. Başaracağına kendisini inandırmıştı. Bir an düşündü ‘’ Çevremize inandıran kendimiz değil miyiz? ’’ Umut, kararlıydı, bugüne kadar kendisini çevresine kavgaları ile tanıtmıştı, bu defa başarıları ile tanıtacaktı. Yakalamıştı bir fırsat, arkadaşları için bir hiç, kendisi için ölüm kalım meselesi bir fırsat…
Umut, tek bir görev almıştı dramatize. Öğretmeni ‘’ Işık’’ diyordu. Umut arkadaşlarının bulamadığı ışığı bulacaktı. Arkadaşlarının bulamadığı ışığı bulup, arkadaşlarına, öğretmenlerine sunacak, arkadaşlarını, öğretmenlerini şaşkına çevirecekti.
Umut erken yatmalı idi. Erken kalkmalı, ilk iş kütüphaneye gidip kitabı ilk alan olmalıydı.
Umut, erken yattı. Umut, erken daldı uykuya, daldı rüyaya. Korkulu rüyalar gitmiş yerine yeni doğuşun müjdesi rüyalar gelmişti.
Umut kitapların arasında boğuluyor… Kitaplar ışık saçıyor… Her ışık altın sarısı… Umut ışıklarda yüzüyor, bulutlarda geziyor… Keşke, sabah olmasa. Keşke, ışıklar sönmese. Umut avucunda tuttuğu ışığı uçuşa hazır bir kuş gibi tutar. Işığın bir kuş gibi uçup kaybolmasından korkar. ‘’ Işıklar sönmesin! ’’ çığlığıyla uyanır.
Umut, kütüphane yolunda.
Yarım saatlik yol bir solukta bitti. Sanki ışınlanma gerçek olmuştu. Umut, bir evden çıkışını biliyor bir de kütüphanenin içinde oluşunu. Arada geçen zaman yok beyninde. Umut İbrahim Şahin’in Umut Işığı kitabını eli ile koymuş gibi buldu. Kitaba dokunduğunda kitap define… Umut’un hücrelerine kadar bir sıcaklık yayıyor. Kitaba bakışta kamaşıyor gözleri. Kitap ışık yumağı. Kitabı tutuşu kütüphane görevlisinin dikkatini çeker ‘’Yazarı tanıdığınız mı? ’’ diye sorar. Umut, yazarını tanımadığını, ödev için alacağını söyler. Kitabın kaydını yaptırır, çıkar kütüphaneden. Oturur kütüphanenin bahçesinde, bir ağacın dibine, sırtını yaslar ağaca, başlar okumaya…
. Sınıfta neler oluyor?
Grup liderleri yazdıkları listeleri Türkçe öğretmenine verdi. Öğretmen, ilgili dilekçeyi yazarak müdüre sundu. Okul müdürü, dilekçeyi inceledi. Yapılacak çalışmayı onayladığını belirtti. Kendisi bir hafta sonra Cuma Günü’ne salonu hazırlatacağını, gerekli duyuruları yapacağını bildirdi. Sunumun 5.ve 6. derslerde yapılıp öğrencilerin sunum sonu evlerine gönderileceğini söyledi.
Guruplar yarışma başlamışçasına çalışmada. Notlar alınıyor, veriliyor. Taktikler öneriler… Liste uzadıkça uzar. Hiç biri Umut’un yokluğunun farkında değil. 5 grup bir grup olmuş, Umut arada kaynamıştı.
Umut, geçen zamanın farkında değil. Umut’un beyninde ‘’Kitap ışık kaynağı’’‘’ sözü, dudağında ‘’ O ışığı bulacağım.’’ sözü. Umut’un okuduğu her sözcük ışık. Her sözcüğü defalarca okuyor Umut. Her sözcük şimşekler çakıyor beyninde. Her sözcük, her şimşekte Umut’un göz mercekleri bir kat, bir kat daha büyüyor.
…..
Haftanın son günü son ders Umut gelmişti derse. Umut beş gruptan önce okuyanlar hariç kitabı okuyan ilkti, hiçbiri farkında değildi.
Çıkışta, grup sözlüsü Umut’a pazartesi güne dramatize edeceği tespitleri, vereceğini söylüyordu. Umut’un cevabı ‘’ Bana güvenmenizi istiyorum, güveninize layık olacağımdan emin olabilirsiniz.’’ oldu.
Hafta sonu, Umut yemiyor, içmiyor. Umut, uyumuyor… Umut sokağa çıkmıyor. Annesi şaşkın… Anlamaya çalışıyor oğlunu.
Binlerce cevap bulmamış sorular geçer aklından, ‘’ Kaçtığı biri mi var? Acaba yine ne suç işledi? Kokusu çıkar elbet. Kurban olduğum Allah’ım, başına bir bela gelmesin? ’’
Babası arada bir uğrar odasına, para verir ‘’ Çık bir dolaş, bir hava al.’’ der. Umut istemez. Umut’un para almaması, sokağa çıkmaması kıyamet. Baba sorar’’ Oğlum, derdin bizim derdimiz, derdin ne ise söyle.’’ Babanın aldığı cevap, babayı yine sürükler endişeye, ‘’ Baba, kitap okuyorum.’’ Baba kitaba bakar, kitap günler haftalar okunası kitap değil. Babaya göre oğlu yalan söylüyordu, oğlu söyleyecek söz bulamıyordu, kitabın gölgesine sığınıyordu.
Umut, okuyor. Her okuyuşta yeni şimşekler çakıyordu beyninde ‘’Hedef, basamak, umut, ışık, azim, güven…’’
Her sözcükte, çakan her şimşekte yeniden doğuyor Umut. Yeniden doğuş sevinçleri… Yeniden doğuş sevinçleri, unutturuyor uykusuzluğu, açlığı… Sevinci yaşamak istiyor Umut doya doya, dönüp dönüp okuyor aynı satırları…
Hafta sonu Umut’un yandaşları rakipleri için sıradan günler. Her biri diğer günler nasıl hazırlamışsalar ev ödevlerini öyle yaptılar yarış hazırlıklarını. Kimisi basit notlar aldı, kimisi bir cümle… Kimisi bir cümle düşündü yazmadı, tuttu aklında… Kimisi hiçbir şey yapmadı. Çok azı da son şeklini verdi çalışmasını.
Umut’a gelince Umut yakalamıştı on dört bin sekiz yüz otuz iki ışık. ‘’Işığa boğacağım, okulun içini dışını.’’ diyordu. Anlaşılan son gün son dakikaya kadar ışık depolayacaktı on dört bin sekiz yüz otuz iki kez…
Pazartesi okula geldiğinde gruplar yapmış oldukları çalışmaları diğer gruplarla paylaşıyor, fikir alış verişinde bulunuyordu.
Her grup kendi grubunda gördüğü eksiklikleri not alıyor, bir ertesi güne hazırlık yapıyordu.
Umut, ortada yok. Umut ayakaltında dolaşmıyor… Umut göze batmıyor… Alışık gözler Umut’u arıyor… Umut Grubu, Umut’u arıyor, yarışmaya taraf Leyla öğrenmen Umut’u arıyor. Umut yok.
Leyla öğretmenin kafasına ‘’ Umut’un yer aldığı gruba tarafım.’’ cümlesi takılıyor. Hata mı yapmıştı farkında olmadan? Sınıfa, Umut’u gruba alan gruba ne diyecekti? Cevapsız sorular…
Umut, duygularını yaşamak istiyordu on dört bin sekiz yüz otuz iki kez… Duyguları bölünsün, duyguları duyulsun istemiyordu. Kaçıyordu köşe bucak…
Umut, teneffüste tuvalette saklanmış, dersin başlamasını, koridorların boşalmasını beklemişti. İçeri giriş zili çalmış üzerinden 10 dk. geçmişti. Umut tuvaletten çıktı, koridoru yürüdü, merdiven başına geldi. Merdivenlerden 2. Kata çıkacaktı. Merdivenin beşinci basamağında sırdaşı Mesut’la göz göze geldi. Mesut’taki sevinç oyuncağına kavuşan çocuğun sevinci ‘’ Okulun arkasındaki boşluğa kaçalım, orada bizi hiç kimse görmez.’’ diyordu. Her zaman sırdaşı ile buluşan her buluşmada sırdaşı ile aynı sevinci yaşayan Umut bu defa mutlu olamadı. Tedirgindi. Kaçarken idareciye yakalansa bu kadar tedirgin olmazdı. Olmazdı; idareciye verecek cevap hazırdı. Bu yakalanma hazırlıksız.
Bu yakalanmada Umut, ilk defa sırdaşına yalan söyleyecekti. Umut, arkadaşına yalan söyleyecek, söylenen yalan arkadaşını incitmeyecek cinsten olmalıydı. İnce hesap… Umut, buldu yalanı ‘’ Müdür yardımcısı beni çağırtmış, niye çağırdığını bilmiyorum. Sen git, beni bekle. Gecikirsem bil ki müdür yardımcısı beni tutsak kıldı.
Arkadaşı ikna oldu, arkadaşı, okulun arkası boşluk yolunda, Umut ikinci kat yolunda. Umut kazasız belasız ikinci kat koridorunu geçti, kütüphane kapısını açtı, kütüphanenin dip köşesine oturdu, açtı kitabını.
Daha Umut kitabını açmadan kütüphanenin aralık kapısından Hasan öğretmenle göz göze geldi. Daha teneffüsse 20dk vardı. Ne işi vardı Hasan öğretmenin orada? Doğru, Hasan öğretmenin orada işi yoktu, aynı katta bulunan Erkek Öğretmenler Tuvaletinde işi vardı. Aralık bulunan kütüphane kapısından içeri bakma gereği duymuştu sebepsizce, Umut’u kütüphanede elinde kitapla görünce birden ‘’Elinde kitap olan öğrenci öğretmenini dinler. ‘’ düşüncesi geçmişti, Umut’la konuşmayı bir fırsat bilmişti.
Öyle de oldu. Umut 20dk konuştu öğretmeni ile her şeyi en içten en yalın hali ile. Umut, konuşması ile öğretmenini esir almayı, şaşırtmayı başardı. Bir de öğretmeninden isteğini yerine getirmesini. İsteği bir sırdı 20 dk. konuştukları.
Umut evde odasında hapis, okulda köşe bucak kaçan…
İkinci gün gruplar bilgi alış verişinde. Bir gün öncesi eksikler tamamlanmış, bir gün sonrası hazırlık plânları…
Leyla öğretmen, Umut’un izinde. Kaldırmadığı taş, bakmadığı taş dibi yok… Umut, ne taş dibinde, ne taş üstünde.
Leyla öğretmen, okul çıkışı, çıkış kapısından çıkarken yakaladı Umut’u. Arkasından tuttu. Yakalamasa Umut kaçacaktı. Umut’a kırgındı. Umut’a kızgındı. Umut’a tek bir cümle söyledi ‘’Sana güvenmiştim.’’ Umut’tan şaşırtan cevap ‘’ Umudunuza layık olacağım.’’ Öğretmen’’ Niçin kaçıyorsun? ’’ Yine şaşırtan cevap ‘’ Güvenimi ispat için.’’ Öğretmen sorularla öğrenmek istedi Umut’un düşüncesini. Umut susturdu öğretmenini, öğretmeninin sözü ile ‘’ Öğretmenim, dememiş miydiniz ‘’ Altından kalkamadığınız sözü vermeyin.’’ Sözüm altında kalmayacağım kadar küçük, bir o kadar büyük.’’ Öğretmenin şaşkınlığına son cümlesi ile nokta koydu Umut, ‘’ Öğretmenim, yarışmanın son dakikasına kadar ne siz ne arkadaşlarım beni aramasın, yarışma öncesi güvenin sonrası size kalmış, yarışma öncesini bana çok görmeyin.’’
Hafta hazırlıklarla başlamış hazırlıklarla sona yaklaşmıştı. Son gün hazırlıklar tamam, son provalar yapılıyordu, tekrar üstüne tekrar. 5. Grup Umut’suz provada… Öğretmen 5. Gruba teselli peşinde.
Beklenen gün gelmişti. Salon hazırlanmış, bütün 8.Sınıflara ve derslere girecek öğretmenlere duyurulmuştu. 8’lerden sadece 8/D sınıfı ders ne olursa olsun sunum üzerinde çalışmalarını sürdürüyordu.
I. Grubun Sözcüsü, diğer grup sözcülerini topladı ‘’Arkadaşlar, Medya Okur Yazarlığı Dersi Öğretmenimizin konuşmalarını hatırlayın. Amacımız kazanmak değil, bizi izleyen bütün öğretmen ve öğrencilere ışık sunabilmektir, bunu yaparken de yarışmadan fazla uzaklaşmamak gerekir. Aksi takdirde yarışmaya gölge düşürürüz. Tanıtım yapan gruba diğer gruplar anlamlı soru sorabilmeli, yer yer de eleştiriler getirebilmelidir. Eleştiriler oluştururken karşı grubu incitecek eleştirilerden kaçınmalıyız.
5. ders zili çaldı. 8’ler salona sırayla alınmaya başladı. İlk koltuklar öğretmen ve idarecilere ayrılmıştı. Müdürün koltuğunun solu, konuk koltuğu. Koltukta yazar İbrahim Şahin.
Nöbetçi öğretmen her gelen öğrenciyi önden başlayarak sıra ile yerlerine yerleştirdi. Yerleşim tamamlandığında nöbetçi öğrenci ile müdüre haber verildi. Müdür geldi. Öğretmenler ve öğrenciler ayağa kalktı… Müdür selamladıktan sonra sessizce oturdular.
Türkçe Öğretmeni Leyla, mikrofonu aldı,
- Sayın Müdürüm, değerli meslektaşlarım ve sevgili öğrenciler,
Konuşmama başlamadan önce, tanıtımı yaptığımız kitaplardan ‘’Umut Işığı’’nın yazarı Sayın İbrahim Şahin, bizlerin davetini kırmayıp yarışmada onur konuğumuz oldu, kendisine okulumuz adına teşekkür eder sizlerden bir alkış rica ediyorum.
Alkış sesi okulun çatısından işitiliyordu. Çatıda Umut ‘’ Ben size alkışı göstereceğim. ‘’ diyordu.
Yazar İbrahim Şahin’in alkıştan mutlu olduğu yüzünden anlaşıyordu. Kibarca yerinden kalktı, salonu selamlayarak ‘’ Ben, buraya alkış almaya değil sevgili öğrencilerimi alkışlamaya geldim.’’ dedi. Sözü tekrar tekrar alkış aldı…
Çatıda Umut alkışlananın yerine kendini koydu. Her alkış on dört bin sekiz yüz otuz iki kez daha biledi. Çatının karanlığı korkutmuyordu Umut’u, Sağından solundan geçen, üstüne zıplayan fareler dağıtmıyordu dikkatini. Çatıya çıkışı ilk değildi. Bütün dikkati salondaki konuşmalarda…
Leyla öğretmen, konuşmasına kaldığı yerden başladı,
- Sayın Müdürüm, değerli meslektaşlarım ve sevgili öğrenciler,
8/D Sınıfı öğrencileri beşer kişiden oluşan beş ayrı grupla beş kitabın tanıtımını yapacaklar. Sunum sonu sizlerin alkışlarıyla I. Grup belirlenecek. Birinci gelen grup kitapla ödüllendirilecek ayrıca en yüksek ders içi performans notu verilecek.
Sunumu yapan 8. sınıf öğrencileri yani sizin kendi arkadaşlarınız. Arkadaşlık kavramı sizce önemli ise sunum sonuna kadar arkadaşlarınıza saygısızlıkta bulunmazsanız hem kendinize hem arkadaşlarınıza saygı duymuş olacaksınız, aynı zamanda öğretmenlerinizi de mutlu etmiş olacaksınız.
Şimdi sizlerin alkışları ile grupları sıra ile sahneye alıyorum. I. Gurup: İntikam Grubu.
Güçlü alkış sesleri eşliğinde intikam grubu sahneye geldi, salonu selamladı belirlenen yerlerine oturdu. Masaları I. Masa. Salondan okunacak şekilde önünde ve üstünde ‘’İntikam Grubu’’ yazıyordu.
Öğretmen Leyla, alkışlara teşekkür etti.
II. Grubu duyurdu ‘’ Kartallar Yüksekten Uçar’’ II. Grup yine alkışlar eşliğinde yerini aldı. II. Grubun masasında ‘’Kartallar Yüksekten Uçar’’ yazılı idi.
Aynı şekilde III.Grup, IV., V. Gurup yerini aldı.
III.Grup: Beyin Gücü
IV.Grup: Okumak Namustur
V. Grup: Umut Işığı
Yazar İbrahim Şahin’de ister istemez 5. Gurup yakınlığı oluşmuştu. Kendisi yarışmanın sonucunu değil kitabının nasıl tanıtacağını merak ediyordu, ediyordu çünkü kitabını test edecekti öğrenci üzerinde.
Gruplardan sadece V.Grupta bir eksik vardı. Umut yoktu. Gruptaki öğrencilerden bir kısmı ‘’Tahminlerimde yanılmamışım.’’ diyordu. Umut’un eksik olduğunu bilen öğretmenler, Leyla öğretmeni suçluyordu. ‘’ Umut’a görev vermek, Umut’u tanımamaktır. İpe un sermektir.’’ diyorlardı. Leyla Öğretmen, aldırış etmiyordu, sınıfta sadece bir öğrencinin aldığı sorumluluğu yerine getirmemesi yapılan çalışmayı engelleyemezdi. Yirmi dört kişinin sunumu bir kişinin eksikliğini kapatırdı.
Yarışma grupları sırası ile yerine oturduktan sonra I. Gurubun ilk konuşmacısı ile yarışma başladı.
I. Grup, İntikam Grubu Sözcüsü Hayrullah,
- Sayın Müdürüm, Sayın öğretmenlerim ve değerli arkadaşlarım ‘’İntikam Gurubu’’ olarak bizim sunumunu yapacağımız kitap ‘’Yılkı Atı’’ yazarı Abbas Sayar. 120 sayfalık, bir çırpıda okunabilecek bir roman. Abbas Sayar, ilk romanı olan bu romanı ile TRT 1970 Sanat Ödülleri yarışmasında başarı ödülü almıştır. Roman sinemaya uyarlanmıştır.
Arkadaşlarım sizlere özetini sunacak.
Kitabın en ilgi çekici yönlerinden biri sahibine birincilikler getiren yıllarca hizmet eden bir atın, ihtiyarladığı zaman dağlara terk edilmesine, kurtlara yem olmasına göz yumulması bizlere sanat dünyasında yüzlerce esere imza atan sanatçıların, bilim adamlarının, siz öğretmenlerin, gazilerin yaşlılıklarında sokağa huzurevlerine terk edilmelerini anımsatması olmuştur.
Son cümle öğretmenlerinin dikkatini çekmişti. Dikkatle dinlemeleri başlarını sallamaları ‘’Doğru.’’ dercesine onaylar nitelikteydi. Öğretmenlerden sadece bir tanesi Hayrullah’a önce ‘’Bir’’, sonra ‘’zafer’’ işareti gösteriyordu. (Medya Okur Yazarlığı Öğretmeni) Bu Hayrullah’la ve diğer yarışmacılarla aralarında bir şifre idi. ‘’1’’ Bir ışık sundun. Başardın demekti.
Öğretmeninin onayını alan Hayrullah mutlu olmuştu. Mutluğunu, teşekkürünü bakışları ile öğretmenine yansıtmıştı. Konuşmasını devam ettirdi ‘’ Arkadaşlar, kitabın her satırı ayrı bir değer burada biz baştan sona tanıtım yapmaya kalsak diğer gruplara sıra gelmez, ayrıca sizleri de sıkmama adına kitaplardan kısa kesitler vereceğiz. Diğer gruplar da aynı şekilde yapacak. Ben kitaptan ikinci bir tespite yer verip sözümü tamamlayacağım. Kitapta dağlara terk edilen Yılkı atı Dorukısrak ile Çılkır’ın doğa şartlarına, düşmanlarına karşı vermiş oldukları mücadelede dayanışmaları, bir birlerine duydukları saygı; bizlere grup içi ve diğer gruplarla dayanışmamıza, grup içi ve diğer gruplara saygı duymamıza en büyük ilham oldu.
Bu cümleden sonra da Hayrullah’la Medya Okur Yazarlığı Öğretmeni göz göze geldi. Öğretmen 2 işareti, ardından zafer işareti yapıyordu. Hayrullah, son derece mutlu ve rahat... Öğretmenine bakışları ile yine teşekkür etti.
‘’Arkadaşlar, şimdi ben sözü grubumuz adına kitabın özetini yapacak arkadaşlarımızdan ilki olan Ahmet’e veriyorum.’’
Ahmet, Hayrullah arkadaşına teşekkür etti. Konuşmasına başladı,
- Arkadaşlar; Yılkı Atı adlı romanın başkahramanı Dorukısraktır. Doru- kısrak Köyün en iyi tayı sekilmiş sonradan koşu yarışmalarına katılmış birincilikler almıştır. Atın sahibi İbrahim, köyün en güzel en değerli atına sahip olmakla övünmüştür. Burada ayrıcalıklı değere sahip olmanın vurgulaması yapılmıştır. (Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden 1. ışık işareti gelir.)
İbrahim, Anadolu’nun yoksul köylerinden birinde yaşamaktadır. Her yaklaşan kış yoksul köylüleri hayvanların yemini. Samanını, kendi yiyeceğini düşünmeye sevk eder.(Işık 2: Anadolu gerçeği)
Dorukısrak son döneminde sahibine bir tay vermiştir. Yaklaşan kış her köylü gibi İbrahim’i de zorlu düşünmeye sevk etmiştir.
İbrahim hayaller kurar: bir harman dolusu buğday, saman, atlar, konaklar... Çalışanın hakkını bol bol vermeler.(Işık 3: zor durumda kalan Anadolu köylüsünün hayallerinden başka sığınağı olmadığı)
İbrahim, yaklaşan kış; çözüm olarak ‘’Dorukısrak’’ı dağlara terk etmekte bulur. Oğluna atı dağa bırakmasını söyler.(Işık 4: Hayallerle gerçeklerin bağdaşmadığı) Dorukısrak, her gün gelir tayını görmek için ahırı tekmeler. İbrahimin Dorukısrak’ı taşlayarak kovalar. (Işık 5: Anne sevgisi)
Dorukısrak gündüzleri sürüye karışarak tayını gizlice sever, akşamları dağlara kaçar. (ışık 6: Değişik çözüm yolu üretme)
Dorukısrak, Aygır, Çılkır ile kaynaşır güneyde kendilerine otlak bulur. (ışık 8: yeni ortama uyma.) dedikten sonra.‘’ Arkadaşlar olayın buradan sonrasını sizlere Zeynep arkadaşımız sunacak.
Zeynep Ahmet’e teşekkür ederek konuşmasına başladı,
- Arkadaşlar Dorukısrak ile Çılkır arasında bir yakınlaşma olur, bunu çekemeyen Aygır ile Çılkır dövüşmeye tutuşur, aygır yenik düşer. (ışık 1: kıskançlık)
Çetin geçen kış şartlarında atlar kurtların saldırısına uğrar. Atların hepsini Aygır kurtarır.(Işık 2: Zorlu günlerde kırgınlıklar unutulur.’’ Kış uzun sürer atlar yiyecek bulmakta güçlük çeker.
Dorukısrak hastalanır, uzaklara gidemez. Köylünün biri ahırına alır ve besler. (Işık 3: acıma duygusu)
Diğer atlar, kurtların saldırısına uğrar. Çılbır ölür. Bahar yaklaşır, Dorukısrak, dağlara bırakılır. Çılkırın öldüğünü duyar çok üzülür. At tüccarları sağ kalan atları toplamaya başlar. İbrahim Dorukısrak’ı bulmak için dağlara çıkar, bulur yakalayamaz. Tayı ile yakalayabileceğini düşünür. Tayı annesine salar. Tayına kavuşan Dorukısrak uzaklarda izini kaybettirir.
Arkadaşlar, dikkatinizi çekmiştir burada yapılan kötülüğün asla unutulamayacağına dikkat çekilmiş, yine küçük hesaplar peşinde koşanların ellerindekini de kaybedebileceklerine dikkat çekilmiştir. Ayrıca çıkar ilişkisinin çarpıklığına da dikkat çekilmiştir. Atın getiri dönemi değerli oluşu, sonrası dağa terk edilişi.
Burada 2. Gruptan Semih söz aldı,
- Buna örnek olarak karne yaklaştığı dönem öğretmenlere yakınlaşmamızı, 5 vereni sevmemiz, kısa sürede unutup farklı davranmamızı örnek verebilir miyiz?
Zeynep,
- Tabi ki hayatımızın her alanından örnekleri çoğaltabiliriz. Siz de bilirsiniz ki zamanımız yetmez.
Ben burada bizleri dinleyen tüm arkadaşlarıma tüm öğretmenlerime teşekkür eder, dramatize için sözü Ferudun arkadaşımıza veriyorum.
Ferudun at kostümü ile sahneye çıkar, hızlı şekilde ellerini yere koyarak at kostümü ile sahneyi turalar. Sahneye karşı güçlü bir şekilde kişnemelerde bulunur. Hayrullah atın sahibi olmuştur. Ata biner. Sahnede bir iki tur atar. İner sahneye dönerek,
- Var mı köyde ‘’’’Dorukısrak’’ gibi bir at? Köyün en güzel atı benim. Ona verdiğim arpa, saman helaldir.
Sahnede bir iki tur atar,
- Zaman ne çabuk geçiyor değil mi? Benim saçlar ağardı, ‘’Dorukısrak’’ın kemikleri sırtardı. Artık ‘’Dorukısrak’’ın yediği saman haramdır. Kış da yaklaştı. Oğlum Osman!
- Buyur baba.(Ahmet Osman rolünde)
- Kardeşin Mehmet’i de al, ‘’Dorukısrak’’ı dağa bırakın gelin!
- Ama baba, atımızı kurtlar yer.
- Biz de kutlar yesin diye dağa bırakacağız herhalde anladın mı şimdi?
- Tamam baba.
Osman atı çekiyor, Mehmet arkadan dipçikle vurarak sahneden çıkar.
Ertesi gün akşam Osman babasına seslenir,
- Baba! Baba! Kurt Uluyor.
Babası İbrahim,
- Daha iyi kurt ‘’Dorukısrak’ı’’ yerse kurtulduk demektir.
Ertesi gün akşam Oğlu Osman,
-Baba ‘’Dorukısrak’’ ahır kapısını tekmeliyor.
Babası İbrahim,
- Taşlayın gitsin. Öyle taşlar vurun ki bir daha geri gelmesin.
Üç ay sonra Oğlu Osman,
- Bababa! Baba! ‘’Dolukısrak’’ Tayımızı peşine takmış kaçmış.
Osman şaşkın şaşkın bakarak bitkin bir halde ‘’ Şimdi ben öldüm.’’ diyerek sahneye yığılır kalır.
I. Grubun sözcüsü Hayrullah ‘’Arkadaşlar, bizim sunumumuz burada sona eriyor. Ben grubum adına diğer gruptaki arkadaşlara başarılar diliyor, bizleri dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.
Salonda bütün öğrenciler’’ İntikam! İntikam! İntikam! ’’ diyerek alkışlıyordu.
Alkış sesleri çatıda Umut ‘u on dört bin sekiz yüz otuz iki kez daha bilemişti. Bir de fareler tırmalamıştı kulağını üç beş kez.
Öğretmen Leyla,
Arkadaşlar, ‘’İntikam Grubu’’ nu dinlediniz. ’İntikam Grubu’’nu bir de benim adıma alkışlayın, ardından sözü ‘’Kartallar Yüksekten Uçar’’ grubuna verelim.
Salondan bu defa daha güçlü seslerle ’’ İntikam! İntikam! İntikam! ’’ diyerek alkışlar yükseldi.
Öğretmen Leyla, salona dönerek
‘’Ben sizlere ilgi ile dinlediğiniz ve bu güçlü alkışlarınız için teşekkür eder, ‘’ İntikam Grubu’’’nu başarılı sunumlarından dolayı kutladıktan sonra sözü ‘’ Kartallar Yüksekten Uçar’’ grubuna veriyorum.
Kartallar Yüksekten Uçar Gurubunun sözcüsü Tuğba,
- Arkadaşlar I. Grubu dinlediniz kendilerini kutlarım, güzel bir sunum yaptılar. Hayat sürecinde alabileceğimiz tespitler verdiler. Yalnız dikkat edin, biz daha yolun başındayız. O nedenle bizim tanıtımını yapacağımız kitap ‘’Martı’’ öğrenci olarak bizleri daha yakından ilgilendiriyor. Kitabın yazarı, RICHARD BACH, Başkahramanı Jonathan (martı)
Martı, Umut, direnç, özgürlük kavramlarının simgesi. Sorarım size hayatında bu kavramlara yer vermeyen var mıdır? Eğer ki varsa kitap onların yaşam felaketini de gözler önüne seriyor.
Özellikle ben ‘’Umut kavramı üzerinde duruyorum. Bütün öğrenciler gelecek için iyi bir umut besler. En yüksek mevkilerde iş yapmak, en yüksek kazanç elde etmek… Sonra hayal kırıklığı. Niye mi? Karrnesinde ‘’ Spor Toto’’ oynayanların erişeceği hedef bu… Kitap bize bunu öğretiyor.
Kitabın kahramanı Jonathan, en yüksek hayalleri kuruyor; kartalların en yüksek uçanı olmak, denizlerin en derinine dalıp, en leziz balıkları yiyeni olmak. Bize bu hedeflere nasıl erişileceğini gösteriyor. Jonathan, önce bir günde en yüksek uçağı yüksekliği belirliyor; sonra hedefine ulaşıyor. Diğer günler bir gün önceki yüksekliğin üstüne uçabilmek… Hedefe uçuyor. Her gün yeni bir hedef. Sonra erişilmesi hayal edilmeyecek kadar yükseklere uçmayı başarıyor. Ben sözümü burada kesiyor devamını sunacak Rıtvan Arkadaşıma veriyorum.
Medya Okur Yazarlığı Öğretmeni her cümlenin sonunda ışık ve başarı işaretlerini vermeyi sürdürdü.
Rıtvan,
- Arkadaşlar, Tuçe arkadaşımızı dinledik. En son sözünde ‘’Erişilemeyecek hedef yoktur.’’ dedi yalnız hedefe erişmenin bir yolu var; her oyunun bir kuralı olduğu gibi. Yani hedefe direnç, bilinç plan ile erişilir.
Bütün dersleri bir yana bırakıp karneleri birle dolduran arkadaşlarımızın başarı hedeflerine ulaşması hayalden öte gitmez. Jonathan gibi her yıl bir önceki başarı grafiğinin üzerine çıkartırsak her yılımız başarılı olur; ulaştığımız hedef yüksek olur. Bir alanın Takdir hedefi yerine önce 2, sonra 3, sonra 4, sonra 5; sonra Takdir almayı hedeflemesi ‘’Takdir’’i kaçınılmaz kılar.
Kitapta hedefi, direnci, özgürlük tutkusu olanların erişebileceği hedefleri; yaşayabilecekleri mutlulukları, hiçbir tutkusu olmayan başıboş amaçsız insanların nasıl bir yaşam sürdüreceği gözler önüne serilmiş.
Martı Kitabı’nda Jonathan, hedefi, direnci, özgürlük tutkusu olan insanları temsil ediyor. Biz ‘’ Kartallar Yüksekten Uçar Grubu’’ olarak martı olmaya; Jonathan olmaya kararlıyız. Yerinde sayanlara bu kitabı okumalarını; uçmaya karar vermelerini tavsiye ederiz. Son olarak da diyoruz ki ‘’ Kartallar Yüksekten Uçar! ’’
(Işık işareti ve başarı işaretleri burada da sıkça yer aldı.)
Sınıf Kartal! Kartal! sesleri ile salonu inletiyordu.
Rıtvan, ‘’ Şimdi Mehmet Ali arkadaşımız, sizlere kitaptan kısa bir canlandırma sunacak. Ben sizlere dinlediğiniz için teşekkür eder iyi seyirler dilerim.
Mehmet Ali, kartal kostümü ile sahnede yerini aldı,
- Ben bir kartalım, hayatta tek yapacağım iş uçmak, uçmak… Yine uçmak. En yükseklere uçmak. Denizlerin en derinine dalmak. Balıkların en lezizini yemek. Uçmak… Uçmak.
Önce sahnede boydan boya uçma gösterileri yaptı. Sonra,
- Daha yükseğe uçmalıyım.
Sandalyenin üstüne çıktı, uçtu. Uçtu… ‘’Daha yükseğe, daha yükseğe uçmalıyım.’’ dedi. Sandalyeyi masanın üstüne aldı. Uçtu… Uçtu… ‘’Daha yükseğe, daha yükseğe uçmalıyım! ’’ dedi. Sandalyenin üzerine bir tabure koydu, üstüne çıktı. Uçtu… Uçtu… ‘’ Yükseğe, daha yükseğe uçmalıyım! ’’ Uçtu… ’Yükseğe, daha yükseğe uçmalıyım! ’’’ dedi kendini havaya fırlattı.
Grubun sözcüsü Tuğba devreye girdi,
- Arkadaşlar, canlandırmayı izledik. Tek bir hedefe odaklanmak. Kuşların en iyisi olmak, en iyisi olarak yaşamak ve o uğurda ölüp en iyi olarak anılmak. Biz bundan böyle ‘’ Kartallar Yüksekten Uçar Grubu’’ olarak öğrencilerin en iyileri olmaya, en iyileri arsında yer almaya; yaşadığımız süre içerisinde yaptığımız işi en iyi yapanı olma yolunda ant içtik. Bir kişinin kendine verebileceği bundan büyük bir söz olamaz. Sizleri de hedefi olan hedefine odaklanan olarak ant içmeye; uçmaya davet ediyorum. Hazır mıyız?
Salondan salonu inleten ‘’Hazırız.’’ yankıları…
Tuğba, ‘’ O zaman ben söylüyorum sizler tekrarlıyorsunuz. Öğrencilik hayatım boyunca, en iyi öğrenciler arasında yer almaya, öğrencilik sonrası yaptığım işin en iyi yapanı olmaya, bu yolda bir saniye durmamaya, hiçbir engelde yılmamaya ant içerim.’’
Salonun coşkusunu gören Tuğba, ‘’Arkadaşlar, ne dersiniz bir daha tekrarlayalım mı’’ dediğinde; ’’Bir daha, bir daha’’ yankıları salondan taşıyor, koridorları inletiyordu.
Alkış sesleri çatıda Umut’u bir, on dört bin sekiz yüz otuz iki kez daha biliyordu.
Tuğba tekrarlattı, ‘’ Öğrencilik hayatım boyunca en iyi, öğrenciler arasında yer almaya öğrencilik sonrası yaptığım işin en iyi yapanı olmaya, bu yolda bir saniye durmamaya, hiçbir engelde yılmamaya ant içerim.’’
Koca salon bir tek noktaya odaklanmıştı. ‘’ Öğrencilik hayatım boyunca en iyi öğrenci olmaya, öğrencilik sonrası yaptığım işin en iyi yapanı olmaya, bu yolda bir saniye durmamaya, hiçbir engelde yılmamaya ant içerim.’’
Leyla öğretmen, mutluluktan uçacaktı. Medya okur Yazarlığı Öğretmeni, verdiği başarı işaretleri ile takım antrenörlerini çoktan sollamıştı. Müdür, şaşkınlık içerisinde… Öğrencileri hiçbir etkinlikte bu kadar katılımcı, bu kadar içten, bu kadar coşkulu görmemişti.
Yaşananlar, alkış sesleri unutturuyordu Umut’un yokluğunu..
Umut’sa bir, on dört bin sekiz yüz otuz iki daha biliyordu kendini...
Diğer öğretmenler, her öğrencide kendisini görüyordu. Duymak istedikleri sözü duyuyor, görmek istediklerini görüyordu. Kendilerinin söylediği sözü öğrencinin ağzından hiçbir tesir, hiçbir baskı altında kalmadan içtenlikle söylemeleri şaşırtmıştı hepsini. Hepsinin içinden her birini tek tek öpmek, her birine 5 vermek geçiyordu.
Bilişim Teknolojisi ve Medya Okur Yazarlığı Öğretmeni, adeta bir birleri ile yarışıyordu. Medya Okur Yazarlığı Öğretmeni, konuşmacıların her sözcüğünü ölçüyor, biçiyor, tartıyor; tartıyı tutturduğu an işaretleri peş peşe çakıyordu. Bilişim Teknolojisi Öğretmeni izlediği mutluluk tablosunun tek bir karesini kaçırmak istemiyordu; müdürün gülümsemesinden, Leyla Öğretmenin mutluluk gözyaşından, Medya Okur Yazarlığı Öğretmenin zafer işaretlerinden, konuşmacıların zafer çığlıklarına, izleyicilerin kalp atışlarından, düşünce dünyasına gelgitlerine kadar… Optik gözden daha duyarlı daha hızlı… Salonu tüm cepheden saniyede tarıyordu. Tekrar, tekrar… O da mesleğini en iyi yapma mücadelesi veriyordu. Mutluluk ışıklarının hepsini yerli yerinde yakalayacak, yerli yerinde yerleştirecek; okulun web sitesinde sergileyecekti. O güzelliğin, o erişilmez duyguların salondan uçup gitmesine gönlü razı gelmiyordu. Ölümsüzleştirecekti. Elden ele taşıyacaktı. Işık kervanında yerini alacak; altına kendi adını yazacaktı: ‘’ Görkem Şahin’’
Sınıfın alkış temposu sürdükçe sürüyor… Durmak bilmiyor. Öğretmen Leyla, devreye girip susturdu… Alkış için teşekkür etti, sözü III. Grubun sözcüsüne verdi. III. Grup: Fikir Gücü. Sözcü: Semih.
Semih, daha önceki konuşmacılara ve dinleyicilere teşekkür ederek konuşmasına başladı,
- Arkadaşlar, bizim sizlere tanıtımını yapacağımız kitap, Çelik Böyle Sertleşti. Yazarı, Nikolay Ostrovski. Bizler bu kitabı öncelikle seçtik. Sunum sonu seçmemize siz de hak vereceksiniz. Mareşal Vasili Çuikov, Nikolay Ostrovski’nin Çelik böyle sertleşti kitabı için;
‘’İnsanın en paha biçilmez varlığı hayatıdır. Hayat bir kez verilir insana ve bu hayatı öyle yaşamalı ki, hiçbir amacı, anlamı olmadan yaşanan yıllar için insan utanç duymasın, miskin, pis pis heveslerle geçen günler için insanın yüzü kızarmasın ve hiç değilse ölürken kendi kendine diyebilsin ki; 'Ben ömrümü, bütün gücümü dünyada en mükemmel şeye. İnsanlığın özgürlüğe kavuşması için mücadeleye adayarak yaşadım.’’ Bu sözlerden sonra kendi kendimize şu soruyu sormalıyız: ‘’ Hayatımızın önemine hiç dikkat ettik mi, hayatımızın bizim için; bir başkası için önemini kavrayıp bir hizmette bulunduk mu? ’’ Eminim bulunduk diyen biri altı ders saatini, ders kaynatmakla meşgul olmaz. Eminim ki öğrencilik hayatını boşa harcamaz. Öğrencilik dönemi yaşamını boşa geçirmez. Yine bu sözlerde boş geçen günler için yüz kızarma söyleminde bulunuyor. Zamanını boşa geçiren arkadaşlarımızın yüzü kızarmıyorsa en azından bu sözlerin önemine dikkat etmeleri kendi yararlarına olacaktır. (Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden başarı işaretleri gelmeye başlıyor.)
Salonda azınlıkta olsa da bazı başlar öne eğiliyor, diğerleri alkışlıyordu. Hele zamanı dolu dolu yaşayanlar, ‘’Bu söz benim için söylenmiş.’’ dercesine övünçle alkışlıyordu.
Semih, alkışlara teşekkür edip sözü İrem’e verdi.
İrem,
- Akadaşlar, Nikolay Ostrovski, daha yirmi yaşındayken ülkesinde yaşanan içsavaş cephelerinde aldığı ağır yaraların etkisiyle kötürüm ve kör olmuştur. Doktorların ümit vermediği Nikolay Ostrovski, hayata küsmemiş, sevgisini yitirmemiş, mücadele gücünü kaybetmemiştir. Güçlü iradesi sayesinde hayatta kalmayı başarmıştır.
Bu mücadelesi ile milyonların umut kaynağı olmuş; yaşamanın her şeye karşı güzel olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Biz de diyoruz ki ‘’Yaşamak her şeye rağmen güzeldir yaşamasını bilene’’… (Başarı işaretleri yine aralıksız geliyor.)
İrem, ‘’Nikolay Ostrovski, hayatta kalma mücadelesiyle azmin ve başarının kahramanı olarak bilinir.’’ dedikten sonra sözü Damla’ya verdi.
Damla,
- Arkadaşlar, Güçlü iradesi sayesinde hayatta kalmayı başaran Nikolay Ostrovski, omzuna yerleştirdiği aygıtlar yardımı ile kalem tutmayı başarmış ve bu kitabı yazmıştır. Kitapta; savaşta kendi ve arkadaşlarının yaşamış olduğu zorlukları anlatmıştır. Kitap Dünya Klasikleri arasında ilk sıralarda yerini alır.
Kitapta dikkat etmemiz gereken noktalardan biri de hangimiz var olan ayaklarımızın, ellerimizin farkına varabildik… Hangimiz kendi adımıza, insanlık adına yeterince kullanabildik. (Başarı işaretleri gelmeye devam etti.)
Damla, sözü Aytaç’a verdi.
Aytaç diz kırılarak ayaklar arkaya bağlanmış, kollar içerde bir gömlek giymiş; ayak ve kollar yok görünümünde…
- Ben Nikolay Ostrovski. Ey siz insanlık düşmanları, bütün maddi varlığımı aldınız, bedenimi aldınız, bir tek beynimi alamadınız. Beynimle sizlere savaş açmaya devam ediyorum!
Sahneden güçlü alkış sesleri…
Semih devreye girer,
- Arkadaşlar, biz Beyin Grubu olarak bundan böyle hayıtımızı şahsımız adına, insanlık adına adamaya ant içtik. Bizimle ant içmek isteyenler bir parmak kaldırsın.
Tüm salon eksiksiz parmak kaldırdı.
Semih, ‘’Arkadaşlar, o zaman hep birlikte ant içiyoruz. Ben söylüyorum siz tekrarlıyorsunuz. ‘’ dedikten sonra, ‘’ Bundan böyle hayıtımızı şahsımız adına, insanlık adına adamaya ant içtik! ’’
Semih, ‘’Bizleri dinlediğiniz, bizlere katıldığınız için grubum adına teşekkür ederim.
Semih’in konuşmasının ardından, ‘’ Beyin Gücü, Beyin Gücü’’ sesleri ile alkışlar salonu bir kez daha inletti.
Ve Umut on dört bin sekiz yüz otuz iki kez daha bilendi.
Sırada ‘’Okumak namustur Grubu, grubun sözcüsü Mehmet,
- Arkadaşlar, bizim Tanıtımını yapacağımız kitabın adı Sefiller. Sefiller’i niçin seçtik? Sefiller,‘’Birey mi toplumu suça iter, toplum mu bireyi suça iter? ’’ Sorusunun en güzel örneği. Jan Jak Russo’ya göre toplum bireyi suça iter. Toplum bireyi önce aç bırakır, bireye ekmek çaldırır; sonra bireyi cezalandırır. Sefiller’in kahraman Jan Valjean, sadece bir ekmek çaldığı için 19 yıl kürek cezasına mahkûm olmuştur. Bizler de yaşadığımız toplumda Jan Valjean’lar olmasın istedik; hiç birimiz de asla... (Burada Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden işaretler gelmeye başladı.) Kitabın detayını sırası ile size arkadaşlarımız tanıtacak. Şimdi sözü Hüseyin arkadaşımıza veriyorum.
Hüseyin,
- Arkadaşlar, Sefiller kitabını niçin seçtik? Sefillerin yazarı VİCTOR HUGO, bu romanı çocuk denecek yaşta yazmıştır. Burada bizlerin de kendimizi küçümsemeyerek biz yaşta insanların büyük işler başaracağına dikkat çekmek istedik (Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden ışı başarı işareti…) ‘’
- Arkadaşlar, ‘’Yaşarken ölüye en çok benzeyenler, ölürken en fazla acı çekenlerdir.’’
Özdeyişi yaşamı şekillendirmemizi, anlamlı kılmamızı, yaşam süremizi ölüme götüren bir süreç olarak görüp hiçbir şey yapmamak yerine yaşamdan zevk alarak yaşamak, öldükten sonra ölmemiş gibi anılmak adına, yaşam süremizin her anına bir çivi çakmamızı vurgulanıyor. İşte, yaşamı şekillendirmenin tek yolunun okumaktan geçtiğini tüm insanlık kabul ediyorsa ve de okumak denince ilk akla gelen; VİCTOR HUGO, ‘’ Sefiller’’ oluyorsa; işte biz de onun için Sefiller’i seçtik.
VİCTOR HUGO, çocuk yaşta bu romanı yazar. Bu günkü teknolojik ortam yok. Yazdıklarını çuvala doldurur; matbaa matbaa dolaşır. Çocuk diye hiçbir matbaa ciddiye almaz. Yalnız bir tek matbaa sahibi ‘’Okuyup karar vereyim.’’ der, okur; VİCTOR HUGO’ya ‘’Bu kitap ta aşk sahnesi yok, basılırsa okuyucu okumaz. İçine aşk sahneleri koyalım.’’ der. VİCTOR HUGO, meşhur sözünü söyleyerek ‘’ Kitap basılacaksa bu şekilde basılacak.’’ der. Bu da bize bir şık olmalı.
Doğrularımızdan taviz vermemeliyiz. (Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden ışık- başarı işareti…) Kitabı ana hatları ile Ferda arkadaşımız size özetleyecek. Ben sözü Ferda, arkadaşımıza veriyorum.
Ferda,
- Arkadaşlar, Kitabın kahramanı Jan Valjean ekmek çalar; ekmek çaldığı için 19 Yıl kürek mahkûmu olur.
Anlayacağımız çaresizlik insanı her türlü suça iter. Biz burada sizlere çaresiz duruma düşüp suç ortamına itilmemek için kendi çarelerimizi yaratmaya mecbur olduğumuzu vurguluyoruz ve bizler için okulların bir oyun alanı değil çare arama alanı olduğunu vurgulayarak, okulu sadece oyun alanı gören arkadaşlarımızın uyanmasına yardımcı olmayı hedefliyoruz. Bizler diyoruz ki okullar en büyük çare arama yeridir. Okullarda kaçıracağımız fırsatları hayatımızın hiçbir alanında bulamayız. Sözümüzün doğruluğuna inanan arkadaşlarımızın elini havada görmek istiyorum. Doğru diyenler?
Tüm salonda eller havada. Öğretmenler pür dikkat.(Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden ışık işareti. Başarı işareti…)
Jan Valjean, tutukluluk sürecinde defalarca kaçmıştır. Her kaçışında ceza katlanmıştır. Her kaçışında yerine isim benzerliliğinden başka biri tutuklanmıştır. Jan Valjean, bir başkasının işlemediği suçtan tutuklanmasına razı olamadığı için her defasında teslim olmuştur. Burada bizim işlediğimiz suçun cezasını bir başkasının çekmemesi gerçeğini; dürüstlük kavramının önemini vurguluyoruz ve diyoruz ki yaşadığımız sürece haksızlığa göz yummaya, yalan söylemeye yer vermeyeceğiz.(Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden ışık işareti. Başarı işareti…)
Jan Valjean, tutukluluk süresi bittikten sonra bir süre topluma küsmüş düşman olmuştur. Sefillik ve yalnızlık içerisinde kalır. Anlıyoruz ki topluma küsen kendine küser. (Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden ışık işareti. Başarı işareti…)
Jan Valjeanın, piskopos’dan gördüğü iyilikle ruhu aydınlanır. Hayata ahlak ve fazilet sahibi iyiliksever bir insan olarak yeniden başlar. Burada da yardımlaşma ve insanın değişebileceği gerçeğini anlıyoruz.
Jan Valjean, kendini iyiliğe adar. Yoksul bir kız olan Cosette’i evlat edinir; büyütür, evlendirir. Kasabanın sevgisini kazanır. Yaşadığı kasabanın belediye başkanı olur. Anlıyoruz ki iyilik eden, topluma hizmet eden toplum tarafından yüceltilir. Yücelmeye aday olduğumuzu ve inançlı olduğumuzu buradan ilan ediyoruz, sizler de bizlerle var mısınız?
Salondan coşkulu: ‘’ Varız! Varız! ‘’ çığlıkları…
(Medya Okur Yazarlığı Öğretmeninden ışık işareti. Başarı işareti…)
Ferda, ‘’ Şimdi Kemal arkadaşımızın dramatizesini izleyelim.’’
Mehmet Yücel, Matbaa sahibi rolüne geçmiştir. Masa üstünde birkaç kitap, kâğıt ruleleri. Kemal Tezel (V. Hugo) kulisten gelir masaya yaklaşır,
- Kitabımı incelediniz mi?
Mehmet Yücel,
- İnceledim. İçinde aşk yok; bu şekilde basarsak okunmaz. İçine biraz aşk sahnesi koysak.
- Basılacaksa yazıldığı gibi basılacak.
- Jan Valjean’nın yirmi yıl birlikte yaşadığı Cosette’nin elini bile tutmaması sence garip değil mi?
- Bence garip olsaydı, garip diye yazardım.
- En azından ikisini el ele tutuştur, baskısını yapalım.
- Kitap basılacaksa bu şekil basılacak ve de yeryüzünde parasızlık yüzünden erkeğin cahil, şerefsiz; kadının namussuz olduğu sürece bu kitap değerinden hiçbir şey kaybetmeyecektir.
Kemal seyircileri selamlar.
Alkış sesleri içerisinde Ferda açıklamada bulunur,
- Arkadaşlar, Kemal arkadaşımızın canlandırdığı ve söylediği sözler kitabın yazarı Victor Hugo’ya aittir.
Üzerinden yaklaşık iki yüzü aşkın bir süre geçmiş olasına rağmen sözünde de belirttiği gibi kitap Dünya Klasikleri arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Sanırım Grubumuzun adının niçin ‘’ Okumak Namustur’’ olduğu anlaşılmıştır.
Mehmet YÜCEL,
-Arkadaşlar, diğer grupların almış olduğu kararların doğruluğuna bizler de inanıyor destekliyoruz. Sadece diyoruz ki kararlardan bir kısmı soyut ya da uzun vadeli. Biz daha somut, daha kısa vadeli bir eylem ortaya koyuyoruz. Hemen bu salondan çıktıktan sonra uygulayabileceğimiz bir eylem.
Öğretmenler bir birine bakıyor, salondaki izleyici öğrenciler ve diğer gruplar merakla açıklanacak eylemi bekliyorlar.
Mehmet YÜCEL,
- Arkadaşlar içinizde kitap okuyanlar bir parmak kaldırsın.
Kaldırmayan tek kişi yok.
Mehmet YÜCEl,
- Evinde kitabı olanlar parmak kaldırsın.
Kaldırmayan tek kişi yok.
Mehmet YÜCEL,
- Bu salondan çıkınca en sevdiğiniz kitabı en sevdiğiniz kişiye verip okumasını isteyeceksiniz. Verdiğiniz kişiye de bir kitabı bir başkasına okutmasını. Bu eylemi bugün biz başlatırsak; bu eylem sürer gider.
Ben, Sefiller Romanı’nı kim okumadı ise ona vermek istiyorum.
Salondan ilk fırlayan öğrenciye kitabı verdi. Salona sordu,
- Eve gittiğinde bu eyleme katılacak arkadaşlar bir el kaldırsın.
Bütün eller havada.
Mehmet YÜCEL,
- Değerli arkadaşlar, şu ana kadar biz konuşmacıları alkışladınız. Şimdi kendi kendinizi alkışlayın.
İlk alkışı Mehmet Yücel kendisi, sonra konuşmacılar, öğretmenler, bütün salon… Alkış üstüne alkış… Mehmet Yücel konuşmasını sürdürmek için bir süre bekledi. Leyla Öğretmenin el işaretleri ile alkışlar kesildi. Mehmet Yücel,
- Arkadaşlar, okumanın namus, okumanın şeref, okumanın, iş, servet, şan -şöhret olduğu bilinci ile okumaya; önce kendimizi, sonra çevremizi aydınlatmaya ant içeriz. Bizimle ant içmeye var mısınız?
Bir yandan alkış bir yandan ‘’ Varız! Varız! ’’ sözünü duyan Mehmet Yücel, ‘’Hep birlikte söylüyoruz o zaman.’’ dedi.
Mehmet Yücel andı tekrarlattı, ‘’Okumanın namus, okumanın şeref, okumanın, iş -servet, şan -şöhret olduğu bilinci ile okumaya; önce kendimizi, sonra çevremizi aydınlatmaya ant içeriz.’’
Umut son kez kendini on dört bin sekiz yüz otuz iki kez daha biledi… Filmlerdeki izlediği dedektif sahnelerinden daha titiz, daha ince hesaplarla çatıdan indi. Yarışmanın yapıldığı salona yakın merdiven altı boşluğa kendini gizledi, bir kartonu siper edindi.
Yarışmanın son adımı son grubu 5. Grup sahnede yerini aldı.
Okul çıkış saati çoktan gelip geçmişti. O gün ilk defa rutin uygulamaların dışına çıkıldı. Müdür yerinden kalkmadan not yazdı, ‘’ Öğrencisinin evine gelmemesini endişe edip telefonla arayan velilere bilgi verilsin, okula gelen veliler salona yönlendirilsin.’’’ Notu en yakınındaki müdür yardımcısına verdi. Müdür yardımcısı dikkat çekmemek için elinden gelen gayreti göstererek salondan çıktı. Odasının önünde ilk karşılaştığı veli Umut’un annesi idi. Umut’un annesine göre Umut’un 10 dk’ eve geç gelmesi yeni bir vukuattı. Hele yarım sat geç gelmesi felaket demekti. Umut’un annesi gerçeği öğrendiğinde yüreğine bir su serpti. Demek ki oğlu doğru söylemişti. Gelmişken oğlunu bekleyip birlikte gitmeyi uygun buldu. Müdür yardımcısının yönlendirmesi ile salonun yolunu tuttu. Salonun kapısından içeri ilk adımını attı. Salon baştan sona dolu. Konuşulanlar, alkışlar ilgilendirmiyordu kendisini.
Gözleri köşe bucak oğlunu arıyordu. Bir türlü bulamadı. Çekinmese ‘’ Umut, oğlum nerdesin? ’’ diyecekti, olmadı. Fırsat bulabilse, öğretmene, müdüre; ‘’ Oğlum nerde? ’’ diye soracaktı. Çaresiz konuşmaların bitmesini bekleyecekti.
Sahnede masa çevresinde dört öğrenci önlerinde isimleri yazılı. Boş bir sandalye, karşısında ‘’UMUT’’ yazısı.
Anne, ‘’Umut’’ yazısını görünce endişesi yerini meraka bıraktı ‘’ Bunlar piyes oynuyor, oğlumun rolü ne ki? ’’
Grubun Sözcüsü Kıvılcım,
- Arkadaşlar; ‘’UMUT IŞIĞI ‘’ bizim grup adımız olduğu gibi aynı zamanda tanıtacağımız kitabın adı. Yazarı, İbrahim Şahin. İbrahim Şahin, bütün başarıların umuda bağlı olduğunu ortaya koyarken umudunu yitirenlerin, hiç umudu olmayanların, yaşam şartlarının zorluğu karşısında yenilgi üstüne yenilgi aldıklarını, yenilgiler sonucu hayata küstüklerini, gözler önüne seriyor. Bizler grup olarak belirleyeceğimiz her hedefin bize bir umut ışığı olacağına inanıyoruz. Hedefimiz, okullarda elde edeceğimiz başarılarla kendi geleceğimizi belirlemek; içinde bulunduğumuz topluma yararlı hizmetlerde bulunabilmektir. Ben sözü Dilara arkadaşıma veriyorum.
Yazar konuşanları tek tek not alıyor. Bir sözcüğü kaçırmak istemeyişi bakışlarından, yazışından anlaşılıyordu.
Dilara,
- Arkadaşlar, İbrahim Şahin kitabında, bizi sadece çanta taşıyan olarak görmüyor, tek bir birey olarak görmüyor; geleceği aydınlatacak ışığın kaynağı olarak görüyor. Tek bir kıvılcımın, tek bir ışığın bütün toplumu aydınlatabileceğini en ilginç örneklerle bize sunuyor. Biz bu kitabı okuduktan sonra kendi içimizdeki keşfedemediğimiz gücü keşfettik; gücümüzün bize yeteceği gibi, yüzlere binlere güç katacağı inancına vardık. İçinizdeki gücü keşfetmeye var mısınız?
Salondan varız alkışları…
Umut alkışları daha net duyuyor, alkışlar artık Umut’u bilemiyor. Heyecan üstüne heyecan katıyor. Umut, yerinde duramıyor, yumruklarını sıkıyor. Elinden gelse saati ileri alacak, fırlayacak sahneye…
Dilara, ‘’ Ozan arkadaşımız kitabı tanıtmaya devam edecek.’’
Ozan,
- Arkadaşlar, İbrahim şahin, bütün büyük başarıların küçük basit merdivenlerden ilerleyerek kolayca elde edildiğini vurguluyor. Ona göre öğrencilik hayatı da, hedefe, başarıya götüren merdivendir.
1. Sınıftan başarı ile başlayan bir öğrencinin, aynı başarılarla sınıf sınıf atlayarak öğrencilik hayatını tamamladığında en yüksek hedefe erişebileceğini belirtiyor. Hedef basamaklarında birini atlayarak diğerine geçiş yoktur örneğin 7. sınıfı okumadan 8.sınıfa geçmek gibi. Doruktaki başarı için merdivenin önemsiz basamağı yoktur. Lisedeki bir başarı için; içinde bulunduğumuz basamağın önemi olabileceği gibi. Kısacası birçoğumuz bugünkü basamağın önemini kavrayamadık. Daha önceki dönemlerde olduğu gibi. Önemli olan her basamakta yeni bir basamak oluşturabilmektir. Çıkacağımız merdiven basamaklarını yükseltebilmektir. Başarıya giden yolda bir merdiven ve bir ışık; başarının olmazsa olmazları.
Konuşulan her cümlede İbrahim Şahin’in yüzünde bir gül açar. Duyduğu mutluluğun kitabı yazmakta duyduğu duygudan fazla olduğunu söylemeye ihtiyaç bırakmıyor gülümsemeleri. Gülümsemeler, konuşmacıya ayrı bir rahatlık, ayrı bir mutluluk verir. Her cümle farklı bir tonda dökülür dudaklardan…
Ozan’ın,’’ İbrahim Şahin, ‘Kitapta umudu bir yıldıza benzetmiş. Umudu kaybetmek ışığın söndüğüne inanmak ve karanlığa bürünmektir. İfadesinden sonra III. Gurubun sözcüsü,
- Sizin Umut kayıp, o zaman siz karanlığa mı büründünüz?
Ozan,
- Merak etmeyin, kitapta o sorulara da cevap var. Kapanan her kapı, umuda açılmış yeni bir kapıdır.
II. Gurubun sözcüsü,
- Sizin Umut kapınız hepten kapalı.
Salondan sadece Umut’un yaramaz arkadaşları, gülmeye başladı. Leyla Öğretmen, devreye girip susturdu. Salon sakinleşince, Dilara, devreye girdi,
- 10 sayısının 3’e bölümünü ele alalım: Böldükçe bölünür. Umut onun gibidir. Böldükçe bölünebilen, çarptıkça çoğalabilen… Yeter ki bölebilelim, yeter ki çarpabilelim.
II. Grubun sözcüsü,
- Onun için mi sizin Umut her an her yerde, dersin her anında, bu ders hariç. Sınıfta bütün sıralarda, dışarıda bütün duvarlarda Umut yazılı. Nerede bir olay, orada Umut…
Öğretmen yine devreye girdi, ‘’Arkadaşlar, Umut arkadaşınız yanlış davranış sergileyen bir arkadaşınız olabilir. Sunumu bir tek kişiye indirgemeden sürdürürsek şu ana kadar sergilemiş olduğunuz olağanüstü güzellikteki sunuma gölge düşürmemiş olursunuz.’’
II.Grubun sözcüsü (Tuğba Yıldırım) ,
- Öğretmenim, arkadaşların anlattıklarına saygı duyarım. Amacım, Umut arkadaşımızı kötülemek, konuşmacı arkadaşın anlattıklarına karşı gelmek değil. Sunumlarımız uzadı. Bizi izleyen arkadaşlarımızdan sıkılanlar biraz gülsün diye Umut arkadaşımızın olmamasını ‘’Umut yitirmek olabilir mi? ’’ şeklinde sorarak sunumu tek düzelikten çıkarıp tartışma havası vermek istedim. Ben, eminim ki ‘’Umutlar Yitirilmesin’’ grubu Umut arkadaşımızın yokluğunu hissettirmeyeceklerdir.
Leyla Öğretmen, Tuğba’ya konuşması için teşekkür etti. Ozan’a döndü, ‘’Sözlerini tamamla.’’ dedi.
Ozan,
Bizler, ’Umutlar Yitirilmesin’’ grubu olarak önce kendimizi, sonra toplumu aydınlatmaya ant içtik. Kendini ışık kaynağı olarak gören, toplumu aydınlatabileceği olan arkadaşlarımız bizimle ant içmeye var mı?
Salondan alkış sesleri ile birlikte ‘’ Varız, Varız! ’’ Ozan söyledi, salondaki öğrenciler tekrarladı, ‘’ Önce kendimizi, sonra toplumu aydınlatmaya ant içeriz.’’
Sıra dramatize bölümüne geldi, Umut yok.
Umut Işığı Grubu,
- Ah ahh! Umut
Diğer Gruplar,
-Oh, ohh! umut
Umut Işığı Grubu,
- Ah ahh! Umut
Diğer Gruplar,
- Korkak umut
Umut Işığı Grubu,
- Ah ahh! Umut
Diğer Gruplar:
- Kaçak Umut
Umut Işığı Grubu,
- Ah ahh! Umut
Diğer Gruplar,
-Umut ışığı söndü
Umut ışığı söndü
Birincilik suya düştü
Oh, ohh! umut
Oh, ohh! umut
Umut Işığı Grubu,
- Ah ahh! Umut
Ah, ahh! Umut
Bizi tuzağa düşürdün
Bize arkadaş değilsin artık
Okuldan kaçtın, bizden de kaç artık!
Grubun dört kişisi Umut nedeni ile kendilerini yarışmayı kaybetmiş görse de öğretmenin açıklayacağı I. Grubu merak ediyordu. Umut’a kızgınlık, gözlerle Umut’u arayış…
Öğretmen Leyla, I.’lik için Gruplara alkış isteyecekti. Mikrofonu aldı. Salondaki öğrencilerin gözlerinin içine bir baktı; gözlerindeki ışığı, değişimi; tek tek görmek istedi. Bütün gözler ‘’ Durun! ’’ sesi ile açılan kapıda. Leyla öğretmen, Umut’la göz göze… Umut içeri girdi. Yine sadece Umut’un arkadaşlarından alaycı bir bakış, gülümsemeler… Öğretmen sordu,
- Sen niçin zamanında gelmezsin? Arkadaşlarına bunu nasıl yaparsın?
Umut’un annesi kendine hâkim olamadı, ‘’ Hay, ağzına sağlık öğretmen hanım. Bana Müdür yardımcısı yarışmada görevli olduğunu söyledi. Ben buraya onun için gelmiştim, buraya gelip gözlerimle görmesem; bana yarışmada olduğunu söyleyecekti.’’ Nöbetçi öğretmen susmasını söyledi. Herkes merakla Umut’un vereceği cevabı bekliyordu.
Umut,
- Öğretmenim, benim görevim ‘’ Umutlar yitirilirse ne olur? ’’ onu göstermekti. Umutların yitirilmesi bundan güzel anlatılamaz ki… Burada beş grup var, bir grup kazanacak dört grup kaybedecekti ama hiç biri umudunu kaybetmeyecekti. Böyle bir durumda sadece bizim grup umudunu da kaybedecekti ve ben ömür boyu arkadaşlarımın sevgisini… Ben onu sergilemek istedim. Burada yarışmayı kaybetme durumunda -ki kaybedersek- arkadaşlarımın sevgisini kaybetmeyeceğim. O duygu yeter bana. Karar sizin.
Öğretmenin şaşkınlığını gören Umut, konuşmasını sürdürdü.
‘’Siz, (Derslerde azar işittiği öğretmenlerin gözünün içine bakarak’’ beni bugüne kadar dersi dinlemeyen, hiçbir etkinliğini yapmayan, dersten kaçan olarak tanıdınız. Artık o ben, ben değilim. Ben, bugünden sonra yeni bir benim. Umuttan umuda koşan, Umut. Yılmayan, umuda doymayan Umut. Bu konuşmamı bizim grubu birinci yapmanız için yapmıyorum, artık küçük başarıların büyük hedeflere basamak olduğunu biliyorum. Ben o basamağı çoktan geçtim. Öğretmen şaşkınlık içerisinde, ‘’Bu büyük değişim kararının sebebi nedir? ’’ diye sorduğunda,
Umut,
- Öğretmenim,
İbrahim Şahin ‘’Umut Işığı’’nda, ‘’Hayatı yaşayarak öğreniriz. Hayatta öyle hataları yaparak hata olduğunu öğreniriz ki; hayat bize hatalarımızı telafi şansı vermez.
Hayat bize en büyük fırsatları öğrencilik aşamasında sunar. Öğrenciler de en büyük hataları öğrencilik döneminde yaptıkları için kaçırttıkları fırsatların bilincine varamaz. Yaptıkları hata bir yaşam sürecinde ceza olarak karşılarına çıkar.
Öğrencileri bu tuzağa düşürmemek için anne babaların, öğretmenlerin, yöneticilerin üzerine büyük bir görev düştüğünü’’ belirtiyor. Yine İbrahim Şahin, ‘’ Her çocuk bir ışığa ihtiyaç duyar. Önemli olan her çocuğa bir ışık sunabilmektir.’’ diyor. Ben kitabı okuduktan sonra kaçırttığım fırsatları gördüm, kaçırmadıklarımın peşinde koşmaya karar verdim. Kitap bana yeterince ışık oldu.’’ dedi.
Bütün gözler Umut’ta. Umut’tan pay çıkarma peşinde. Pay çıkaranlar sevinçte, başta Hasan öğretmen… Kendisi kendi eli ile teslim etmişti Umut’u Kitap Kurdu’na. Hasan Umut’la tek sırdaştı, Umut’un konuşmasında gözünün içine bakması gülümsemesi bunun ispatıydı. Hasan öğretmendeki sevinç on dört bin sekiz yüz otuz iki problemi çözmekten on dört bin sekiz yüz otuz iki fazla, on dört bin sekiz yüz otuz iki problemi çözmekten, on dört bin sekiz yüz otuz iki kez daha anlamlı…
Hasan’ın gözünün önünden ‘’ Her zaman kurar eşitlik dengesini umut… Umut problemin payı, paydası, Eşitliğin dengesi. Umut hayatın öznesi. ‘’ sözü bir şerit gibi geçmişti, on dört bin sekiz yüz otuz iki kere.
Umut’tan pay çıkaramayanlar. Vicdan azabını pençesinde…
Leyla öğretmen gelgitlerde... Bir yandan Umut’a söylediği ‘’ Sana güvenmiştim’’ ‘’ Arkadaşlarına bunu nasıl yaparsın? ’’ sözleri altında eziliyor, bir yandan doğru bir şey yapmanın sevincini hissetmeye çalışıyordu.
Medya öğretmeni verdiği taktiklerin işe yaradığını görüyor, kendisi ile övüncü yaşarken öğrencilerin verdiğinden fazlasını yansıttıklarının şaşkınlığını yaşıyordu.
Yazar kendi dünyasında.. Kim bilir yeni romanının iskeletini çatıyor, çatısına sığınıyordu…
İbrahim Şahin, kim bilir Umut’un hangi sözüne tutunuyor ya da Umut’a hangi duyguları besliyordu…
Dilara, yolun başında anladı, yalnız bir ön adımın boş koşudan başka bir şey olmadığını, yalnız bir ön adımın taşıyacağı hedefin anlamsız olduğunu.
Öykü’nün, Kazım’ın, Sabiha’nın, Seden’in, Sude’nin vücut kabuğunda çatırtılar, dillerinde ‘’ Kitap okumak yetmiyormuş, kitabın dilini haykırmak gerekiyormuş kitabın dilince, yer ve zamanında. Türkülerini söylemek gerekiyormuş gönülden gönüle. Kanatlarında süzülmek gerekiyormuş mavi bulutlarda. ‘’ sözleri.
İngilizce öğretmeni Feyza, yaşanılanları, yaşadıklarını İngilizceye tercüme etme kaygısı içerisindeydi. Acaba değişir miydi İngilizcede duygular? Diyordu kendi kendine ‘’ İnsanların, dili, rengi, ırkı ne olursa olsun duyguları değişmez.’’
Hüseyin, kafa yormuyordu olan bitene. Hüseyin’in nefes alıp vermesi yeterliydi gülmesine. Hüseyin’e göre düşünceler engeldi gülüşlere. O nedenle Hüseyin hiç mi hiç düşünmemişti, sınavlardan 1 alma ile 5 alma arasındaki farkı. Her zaman 1 alışlarındaki gülüş 5 alanlardan beş fazlaydı.
Umut’a gelince,
Umut’a açılmıştı, en umulmadık umutların çaldığı en umulmadık kapılar. Çözülmüştü, en umulmadık saatlerde kurulan en ummadık düşler…
Taşınmıştı Umut, en umulmadık umutların en umulmadık kanatlarında, en umulmadık semalara, en umulmadık doruklara.
Umut’a seyri kalmıştı doruklardan yaşanan şaşkınlıkların…
Salonu dolduran öğrencilerin hepsinin gözünden her birinin duyduğu sevincin TEOG başarısı sevincinden on dört bin sekiz yüz otuz iki kat fazla olduğu okunuyordu.
Yazar İbrahim Şahin,’’ Yaşananları ifade etmeye gücüm yetse on cilt kitap olur.’’ diyordu kendi kendine…
Tek bir gerçek; Umut’un herkesi şaşkınlığa uğrattığı, ikinci gerçek Umut’un ‘’Zafer’’i.
Salonun sessizliğini, öğretmenlerin şaşkınlığını gören Umut konuşmasını sürdürdü.
‘’Öğretmenim, kitapta depremde göçük altında kalan bir çocuğun bir ömür değil, bir gün değil, sadece bir dakika daha fazla yaşama umudu ile on yedi gün nasıl çığlık attığı ve on yedi gün sonra göçük altından çıkınca hayata nasıl dört elle sarıldığı yüreğimi parçaladı, rüyalarıma girdi. Eşini kaybeden birinin, eşinin öldüğünü bir daha geri gelmeyeceğini bile bile çocuklarına her gün, ‘’Akşama babanız gelecek.’’ demesi, her kapı çalışta gelecek umudu ile kapıyı açması… Çocuklarını babasızlık duygusundan uzak büyütmesi… Kendisini yalnızlık duygusundan uzak büyütmesi… ‘’
Son cümle aldı götürdü öğretmeni farklı dünyalara… Yanağında iki damla yaş belirdi.
Öğretmenin yanağındaki yaş, yazarın yüzüne… Umut’un annesinin yüzüne….En acısı az sayıda da olsa aynı duyguyu yaşayan öğrencilerin gözyaşına neden oldu. Sayı az, gözyaşları çok… Gözyaşları anlamlı…
Umut konuşmasını sürdürdü ‘’ Bugün hiç farkına varmadığımız bayrağın, okullara gelip gitmenin, yıllar önce yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığında bir tek umut ışığı ile nasıl dalga dalga büyüdüğü, bugünlere gelindiği anlatılmış. Annem babam, benden vatanı kurtarmamı istemiyor. Göçük altından çıkmamı istemiyor. Karnemde ‘’Bir Tek Beş’’ görmek istiyorlar ve ben onu gösteremedim. Düşündüğümde bir tek beş almayı başarabileceğime inandım, bir de öğretmenlerimden ‘’bir tek’’inin sevgisini kazanabileceğimi. Okuduğum kitap bana bunu gösterdi ayrıca ‘’bir tek’’lerden koskoca bir dünyanın oluşabileceğini…
Bu sözlerden sonra Umut’un annesi ne öğretmen engelini, ne müdür engelini düşündü. Fırladı oturduğu yerden sahneye, haykırdı, ‘’ İşte, benim Umut diyeceğim Umut, işte benim oğlum diyeceğim Umut! ’’ dedi, bastı Umut’u bağrına; öptü, kokladı… Salona döndü, ‘’ Bir annenin, çocuğundan duymak istediği en büyük sözleri duydum, bugün burada. Anneleri en mutlu eden an, çocuklarının başarılarını gördüğü andır. Diğer konuşan çocukların anneleri burada olsa onların da aynı duyguları duyacağından eminim. Yine eminim ki onlar da duyacaktır; duydukları an aynı duyguları tadacak ve doya doya öpecektir.
Annenin sözleri salonda bulunanlarının bütünün ağlamasına yetti ve arttı bir teki hariç o bir tek Umut’tu. Umut gözlerindeki ışıkla salonda bulunan yedi yüz yetmiş altı göze destan yazıyordu. Umut on dört bin sekiz yüz otuz iki ant içmişti on dört bin sekiz yüz otuz iki kez.
Umut’un annesi bütün yarışmaları tekrar tekrar öptü koynuna bastı tıpkı oğlunu öpüp bastığı gibi… Sonra öğretmenini…
Öğretmen Leyla, duygu bombardımanında, konuşmacı olmasa mutluluğunu yaşayacaktı doya doya, hiç çekinmeden yol verecekti sevinç gözyaşlarına… Kendisini topladı, mikrofonu aldı,
- Öğretmenlerin de en mutlu olduğu an öğrencilerin başarılarını gördüğü andır; öğrencilerinde gördüğü büyük değişimi gördüğü andır. Öğrencilere verdiklerini geri aldığı andır. Bütün konuşmacı arkadaşlarınız bugün burada bize o duyguları yaşattı.
Konuşmacılar içerisindeki Umut’taki olumlu değişiklikler asıl alkışlanması gereken bir başarı diyorum. Diğer gruplar alınganlık göstermez, sizler de uygun görürseniz ‘’ Umut Işığı Grubu’’nu I. seçelim.
Diğer grupların onayını alan Leyla Öğretmen, ‘’ Umut Işı Grubu’’nu I.ilan etti.
Uzun süren ‘’Umut, Umut! ’ tempoları ve alkışların ardından Umut’a dönerek ‘’ Sevgisini kazanmak istediğin tek öğretmenlerden ilki ben oldum ve ilk 5’i veren öğretmen. Sen çoğulların peşinde koş bugünden sonra. Senin çoğulları yakalayacağından, koskoca bir dünya kuracağından eminim.’’ dedikten sonra sözü müdüre verdi.
Müdür,
- Sevgili öğrenciler, sizlerden bir tek şeyi önemle bilmenizi isterim; burada görmüş olduğunuz öğretmenlerden bir kısmı emekliliği gelmiş öğretmenler, bir kısmı mesleğinde emekliliğini yarılamış. Hiçbirinin sınav kazanma, meslek edinme ya da değiştirme kaygısı yok. Onların tek kaygısı sizlerin edineceği meslekler.
Sizlerin kızdığı, dersini dinlemediği öğretmenlerinizin; sizin boşa geçirdiğiniz zamanlara ne kadar üzüldüğünü bilmenizi isterim.
Öğretmenlerin en büyük sevinci, sizlerin başarısı; sizlerden verdiklerinin karşılığını başarı olarak görebilmek. Burada verdiklerimizin karşılığını fazlası ile bize gösterdiniz, bizleri mutlu ettiniz. Bizleri mutlu ederken kendinizi de anne babalarınızı da fazlası ile mutlu ettiniz. Bu mutluluğun altını çizerken bir kez daha vurguluyorum; nasıl ki başarılarınız sadece size bağlı kalmıyor bir başkalarını da mutlu ediyorsa başarısızlıklarınız, olumsuz davranışlarınız da aynı oranda başkalarını da rahatsız ediyor.
Olumsuz davranışlarınızın siz farkına varmasanız da önemsemeseniz de anneniz babanız, biz öğretmenleriniz farkına varıyor, önemsiyor, üzülüyoruz. Olumsuz davranışlarınızı sizlerin de önemseyip üzülmenizi daha doğrusu üzülmemeniz, bir başkasını üzmemeniz için yapmamanız gerektiğini bilmenizi isterim.
Nasıl ki başarı ve başarısızlık bir başkasını etkiliyorsa, bir umut ışı bir ulusu; bir ulusu aşarak tüm insanlığı aydınlatır. Burada yarışmacı arkadaşlarınızın hepsinde bu ışığı gördüm. Bu ışığı ömür boyu taşıyacağınızdan hiç kuşkum yok.
Okuduğunuz Sosyal Bilgiler Derslerini hatırlayın; bir çağdan bir çağa geçişi sağlayan tek bir kişi olabiliyor. Fatih Sultan Mehmet’i hatırlayın. Bir toplumdaki değişim rüzgârını bir tek kişi estirebiliyor. Bir Mustafa Kemal Atatürk’ü hatırlayın… Bugün her birinizin büyük değişiklilerin öncüsü olacağını gördüm.
Bir çiçeği düşünün, bir tek çiçeğin tohumları… Koskoca bir bahçeyi güle donatır. Bir bahçe çiçeğin tohumları, binler bahçeyi güle donatır. Her birinizin toplumun geleceğini güle donatacak güçte olduğunu gördüm. Sizin adınıza, toplumun geleceği adına mutlu olduğumu, bütün öğretmenlerinizin aynı duygular içerisinde olduğunu bilmenizi isterim. Bir tek şeyi daha bilmenizi isterim, ‘’Bu vatanın sizin gibi gençlere ihtiyacı olduğunu.’’
Onur konuğu sahneye alındı. Onur konuğu kısa bir konuşma yaptı ‘’ Burada kendimi, kitabımı tanıtmaya fırsat bırakmadınız. Her birinizi kutlar, gözlerinizden öperim. Sizdeki geleceği görmek, bizlerin tadacağımız en büyük mutluluk. Bizlere, kendinize bu mutluluğu fazlası ile tattırdınız. Eminim sizlerin bu başarısı sizleri nice başarılara taşıyacak.’’ dedi ve sadece yarışmacı öğrencilere kitabını imzaladı. İlk kitabını Umut’a.. Yazarın gönlünden geçen bütün salonda bulunanlara kitap imzalayabilmekti.
Böylece o gün hiç sönmeyecek bir ‘’ Umut Işığı’’ yakılmış oldu.
Aynı gün Bilişim Teknolojisi öğretmeni Görkem Şahin, çekmiş olduğu videoyu düzenledi. Video Başlığı ‘’ Umut Işıkları’’. Video sonuna Gruplar, gruplardaki kişiler, altına okul adı, en altına kendi adını yazdı. Videoyu önce okul web sitesine koydu, ilk izleyen kendisi idi. Videoyu sonra Facebook’ta, Youtube’de, İnstagram’da paylaştı.
UMUT IŞIĞI basında yer almada gecikmedi. Ertesi gün gazetelerin ilk sayfasında büyük puntolarla yerini almıştı.
‘’ GÖRÜLMEMİŞ BİR YARIŞMA, DUYULMAMIŞ BİR BAŞARI’’
Altında Umut’un resmi… Haberin detayında ‘’ Yarışanın, izleyenin, öğretmenin, öğrencisinin, müdürünün yazarının kendisini birinci hissettiği tek yarışma.’’
Gelişmelerden okulun müdürü son derece memnundu, bir taraftan, kutlama telefonlarına bir taraftan randevulara cevap veriyordu. Bir taraftan da öğrenciler öğretmenlerle birlik olup bir şeref köşesi düzenledi.
Okulun ‘’Şeref Köşesi’’ yarışmacı öğrencilerin fotoğrafları ile süslendi. Fotoğrafların yan köşesine İbrahim Şahin’in ‘’Umut Işığı’’ kitabı konuldu. Konuşmacı öğrencilerin konuşmalarından derlenen bir de Okul Andı.
‘’ UMUT ŞIĞI OKUL ANDIMIZ
Öğrenci olarak, öğrencilik hayatım boyunca zamanımın hiçbir anını boş geçirmemeye, en iyi öğrenciler arasında yer almaya, umutları bölüp paylaşmaya, çarpıp çoğaltmaya; arkadaşlarımı, öğretmenlerimi sevmeye, öğrencilik sonrası yaptığım işin en iyi yapanı olmaya, bu yolda bir saniye durmamaya, hiçbir engelde yılmamaya, okulları başarıya- hedefe taşıyan bir merdiven olduğu bilinci ile her basamağına önem vermeye, her basamağını atlamadan tek tek çıkmaya, en küçük hedeften en büyük hedefe koşmaya, okullarda kaçırılan fırsatları hayatımın hiçbir evresinde bulamayacağımı bilerek hiçbir fırsatı kaçırmamaya; okulun, kitapların verdiği ışıklarla kendimi aydınlatmaya daha sonra içinde bulunduğum toplumu aydınlatmaya, bu uğurda hayatımı adamaya ant içerim. ‘’
‘’ Umut Işığı’’ videosu bir hafta geçmeden tıklama rekorları kırdı. Okula TV’ler gazeteciler akın akın gelmeye, Umut TV’lere, gazetelere çıkmaya başladı. Yayınevleri okul kütüphanesine kitap bağışlarında bulundu. Dershaneler başta Umut olmak üzere bütün yarışmacılara teklif getirmeye başladı.
TV’ler, gazeteler okulu, okul adı ile söylemiyor, ‘’ Umut Işığı Okulu’’ olarak söylüyor, yazıyor.
Öğrenciler, öğretmenler, veliler; ‘’ Umut Işığı Okulu’’ olarak ifade ediyordu.
Artık okulun isminin değiştirilmesi kaçınılmaz hale gelmişti… Gerekli yazışmalar yapıldı; okulun adı değiştirildi: ‘’ Umut Işığı Ortaokulu’’.
Gerekçe ve tarihçe de ne mi yazılıydı?
Umut’un ‘’Destan’’ı…
Umut’un on dört bin sekiz yüz otuz iki düğüm destanı…

İbrahim Şahin 2
Kayıt Tarihi : 13.1.2016 19:34:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Naime Özeren
    Naime Özeren

    Başarılarınız daim olsun öğretmenim. Bu kitap okunmalı...Çünkü UMUT hepimize gerek bir tutam da olsa...

    Yolunuz açık olsun. Kitabın okuru ve kazancı bol olsun... Selam, sevgi ve saygılarımla...

    Cevap Yaz
  • Filiz Kalkışım Çolak
    Filiz Kalkışım Çolak

    hocam yüreğinize emeğinize sağlık..topluma yerinde mesajlar veren eğitici bilgilendirici akıcı bir esere imza attınız belli..gerçek bir Sosyolog edasıyla yazıldı..Karanlığa ışık tutan aydın kaleminizin önünde saygıyla eğiliyorum..

    Cevap Yaz
  • Safet Kuramaz
    Safet Kuramaz

    romanınızı kutlarım... nicelerine :)

    Cevap Yaz
  • İsmail Sağır
    İsmail Sağır

    istediğiniz hedeflere varmanız dileğimle birlikte başarılarınızın devamını diliyorum... tebrikler

    Cevap Yaz
  • Cevat Çeştepe
    Cevat Çeştepe

    Sayın İbrahim Şahin...
    Emeğinize., kaleminize sağlık...
    Çalışmalarınızın devamı ve ilk romanınızın yüzünüzü güldürmesi dileklerimle...

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (5)

İbrahim Şahin 2