İnkâr mı edeyim?
Eyvah yine geldi, ne diyeyim?
Bir çırpıda bitirmek isterken zulmü
Bilmem bu karmaşa, ödül mü?
Kahrolurken her an azar azar
..
Bugün en büyük bayaramımız,hepimize kutlu olsun!
Öfkeliyim,
Öfkeliyim,vatanı satanları,sahiplenenlere...
Öfkeliyim,
Seyrederken ağzı kulaklarına varanlara...
Öfkeliyim
Çağdaş kıyafet dururken,
..
Üçüncü kuşak
Cumhuriyet çocuğu
Diyordu o, hep kendine…
Ne milattan önce
Ne de milat…
Onun tarih başlangıcı cumhuriyet’ti
Hesabına göre oydu tarih
..
ATATÜRK Diyor ki: “Türküm diyen her şehir, her kasaba ve en küçük Türk köyü Gazianteplileri kahramanlık misali olarak alabilirler. En eski çağlardan beri tarihi Türk yurtlarında, Türklüğün yüksek varlığını kahramanlıkla tespit etmiş olanlarla şahsen beraber olduğumu beyan etmekten duyduğum zevk ve saadet yücedir.”
“Benim Güzel Gazianteplilerim”in başına almayı düşündüğüm bu yazımda Sevgili Atamızın özgeçmişini yazacak değilim elbette ki. Doğal olarak onun kentimizle, hemşeriliğimizle ilgili yaşadıklarına yer verilmesi önemlidir elbette.
Ancak Mareşal Gazi Kemal Atatürk’ün yaşamının satırbaşlarından söz etmeyi gerekli gördüğümün de bilinmesini istiyorum burada. Ata’mız 1881 yılında Selanik’te Türk oğlu Türk bir ailenin ikinci evlâdı olarak dünyaya geldi. Annesi Zübeyde Hanımdır. Babası Ali Rıza Bey Selanik Milli Askeriye Taburunda üsteğmen olarak görev yapmaktayken, sağlık nedeniyle ordudan ayrılmak durumunda kalmış asker kökenli bir Türk’tü. Ali Rıza Bey, ordudan ayrıldıktan bir süre sonra yaşama veda etmiştir. Atatürk’ün kendisinden önce dünyaya gelen ablası ise Makbule hanımdır.
Ön adı Mustafa olan Atatürk, babası gibi asker olmak istiyordu. Bunun için de Selanik Askeri Ortaokuluna girdi. Başarılı bir öğrenci olarak kendini gösteren Mustafa’ya Matematik öğretmeni Mustafa Bey, Vatan Şairi Namık Kemal’den esinle Kemal adını verdi. M. Kemal Askeri Ortaokulu bitirdikten sonra İstanbul’a giderek 1899’da Harp Okulu’na yazıldı. O düz bir örenci değildi. Başarılı öğrenciliğinin yanı sıra edebiyatla ve siyasetle de ilgileniyor, bol bol okuyarak kendini bilgilerle donatıyordu.
Harbiye’yi bitirince 1902 yılında Harp Akademisine girdi. Buradan Kurmay Yüzbaşısı olarak 1905’te mezun oldu.
M. Kemal Osmanlı’yı yönetenlerin yanlış görüş ve tutum içinde olduklarını görmekteydi. Karanlık bir geleceğe “dur” demek gerekiyordu. Bu amaçla bir kaç arkadaşı ile birlikte Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurdu. Artık kuşkulu kişi sayıldığından payitahttan uzak tutulmasına özen gösteriliyordu. Bu nedenle de ataması Şam’daki 5. Ordu’ya yapıldı. Burada davet yönetimindeki bozukluğa, ordunun eksikliklerine ve halkın ezilişine daha yakından tanık oldu.
Halkın kendini yönetme ilkesine dayanan yeni bir düzen yaratmak amacıyla 1906’da Vatan ve “Hürriyet Cemiyeti”ni kurdu. Öte yandan görevini başarıyla sürdürmesi sonucu Kıdemli Yüzbaşı olarak Şam 5. Ordu kurmay heyetine atandı.
..
Seni gördüğüm ilk gün
Yirmi dokuz ekim
Bin dokuz yüz doksan yedi
Akşamı eve girdiğimde
Eyvah hapı yuttun
Oğlum dedim içimden
Aynı akşam kahvaltı yaparken
..
O’DUR ATATÜRK ŞİİRLERİNE DESTEKLEYİCİ ARIYOR! ..
O’dur Atatürk Şiirlerine Destekleyici Arıyor! ..
O’DUR ATATÜRK ŞİİRLERİMİ OKUR MUSUNUZ?
..
Femen kızları
Yıkamazlar bu devleti
Geziciler de
Açık saçıklar da
Dekolte giyinenler de
Pantalon giyenler de
Döpiyes giyenler de
..
İlk Bayrak Çekiş
Alanın ortasında elips biçiminde büyük bir havuz vardı. Pürüzsüz kemerli taşlarla çevrilmişti, dupduru suyla doluydu ve oniki fıskiyesinden göklere doğru incecik sular fışkırmaktaydı. Beş-altı metre genişliğindeki beton turnike taş döşeli dönel kavşakla birleşmişti. Havuzun dört ayrı yönündeki dört geniş, ağaçlıklı cadde burayı kentin dört ayrı yönüne bağlamaktaydı.
Ilık ve solgun bir sonbaharın bir 29 Ekim gününde törenlerle kutlanacak olan Cumhuriyet Bayramı ‘nda ortalık ana-baba gününü andırmaktaydı.
Havuzun çevresi, tribünler, caddeler, sokaklar, yapıların önleri, kapıları, pencereleri, balkonları, damları-çatıları, kaldırımlar, bahçe duvarları, ağaçların dalları, direkler dizi dizi, avuç avuç, salkım salkım, bölük bölük, hevenk hevenk insanlarla doluydu. Yükseklere iplerle asılmış boy boy, renk renk, biçim biçim yazılı bezler, rengarenk kağıt fenerler, renkli kağıt zincirler, kordonlar, kurdelalar, balonlar alanı bir baştan bir başa süslemişlerdi. Lambalı-lambasız direkler ve ağaçların uzun gövdeleri süslü kuşaklar içindeydi. Havada rengarenk çiçek yaprakları, rengarenk balonlar, rengarenk pullar uçuşuyordu. Ötede-beride patlatılan oyuncak tabancaların ve sürtülen maytapların sesleri kalabalığın uğultusuna karışmakta, çocuk sesleri, haykırışlar, seslenmeler ve sevinç çığlıkları yeri-göğü inletmekteydi.
Tribünler kentin sivil ve asker büyükleriyle doldurulmuştu. Kadınlı-erkekli, gençli-yaşlılı kalabalık törenin bir an önce başlamasını bekliyordu.
Hikmet Genç, havuzun çevresine takımlar halinde dizilmiş olan lise öğrencilerinin en arkasındaydı ve bu insan mahşerinin içinde yine yapayalnızdı. Öğrencilere saç bırakma izni tanınmadığı için kafası beş numara makineye vurulmuştu. Yüzünde tüy-tüs yoktu ve yüzünde nedensiz bir hüznün gölgeleri dolaşıyordu. Sırtında beybasının solmuş, eskimiş, tükenmiş, ters-yüz edilmiş giysileri ve ayaklarında, burunları aç kurt ağzı gibi açılmış eski ayakkabıları vardı. Yepyeni giysili, boyalı ayakkabılı, çalımlı arkadaşlarına, bir yanı yukarı kalkık şapkalı, boyunları rengarenk fularlı, yeni üniformalı, siyah kısa pantolonlu, mongomerili, omuzları apoletli, sarı kordonlu, cep üstleri parlak düdüklü, göğüsleri armalı, siyah çoraplı izcilere, geleneksel giysiler içindeki folklörcülere, parlak üniformalı, şapkaları kokartlı, apoletleri demirli-yıldızlı subaylara, lacivert kostümlü, üst cepleri beyaz mendilli devlet adamlarına, saçları beyaz kurdelalı, siyah önlükleri beyaz yakalı kızçocuklara, uzun mantolu, şapkalı hanımlara, omuzları atkılı, saçları başörtülü haminnelere, alana gerçek bir bayram havası veren al zeminli, beyaz ay-yıldızlı bayraklara ve renk renk flamalara durgun gözlerle bakıp duruyordu.
..
SÖKE’DE TİYATRO Hüseyin AKKAYA
O5. 05. 2004
Tiyatro, bir ülkenin eğitimi için en yararlı ve en etkin araçlardan biridir. Hatta en önemlisidir diyebiliriz.Ülkenin yüceldiğini ya da çöktüğünü gösteren bir barometredir. Duyarlı olan, doğru olan, doğru yönetilmiş bir tiyatro bir halkın duyarlılığını birkaç yıl içinde geliştirebilir buna karşılık, uçmaya yarayan kanatları at tırnağına dönüşmüş, yani soysuzlaşmış bir tiyatro bütün ulusu hantallaştırır ve uyuşturur demiştir, çağımızın büyük ozanı ve tiyatro adamı FEDERİCO GARCIA LORCA.
Söke’de Amatörce tiyatro çalışmaları 1982 yılında başlamıştır. O zamanın İlköğretim Müdür Yardımcısı Nevzat SEÇEN, Devlet Hastanesi Müdür Yardımcısı Hüseyin AKKAYA ve esnaftan camcılık yapan ORHAN KALAYCIOĞULLARI’ nın bir araya gelmesiyle, Amatör Tiyatro Topluluğu kurulmuştur. İlk oyunları Ali YÖRÜK’ ün ÇATALLI KÖY adlı oyununu birkaç ertelemeyle birlikte 4 Haziran 1983 tarihinde Ticaret Lisesi Ömer KOCAÖ-NER Salonu’nda sergilemişlerdir.Tiyatro Topluluğu 1982 yılında kurulmasına rağmen oyunu ancak 1,5 sene gibi uzun bir zamanda sahneye koyabilmişlerdir. Bunun da sebebi bürokratik engellemelerdi. O tarikte text inceleniyor, oynayanlar tek tek araştırılıyor ve ondan sonra izin veriliyordu. Oyun iki kez, zamanı belirlenip sahneleneceği sırada izin verilmemişti. Buna rağmen amatör ruhlu tiyatrocular inatla ve büyük bir kararlılıkla oyunun sergilenmesi için çaba harcamışlardır.
O günkü kadrodan şu anda aramızda olmayan ve hakkın rahmetine kavuşan 2 köylü rolünde Ramazan BEDİZ’ i rahmetle anıyoruz. Oyunu Hüseyin AKKAYA yönetti. Işık ve dekor işlerini M. Ali KARAYAĞIZ yaptı.
Topluluk ÇATALLI KÖY’ den sonra Cevat Fehmi BAŞKUT’ un GÖÇ adlı eserini sahneye koydu. Ticaret Lisesi Salonu’nda seyirci karşısına çıkan tiyatrocular GÖÇ ‘ de başarılarını bir kez daha tekrarladılar. Oynandığı tarih 27 Kasım 1983.
..
hava serin kapalı
ekim geldi geçiyor
dağlar pamuk tepeli
ekim geldi geçiyor
'hadi gari'güzelim
çarşı pazar gezelim
..
Ağustos, Türk’ün zafer ay’ıdır baştanbaşa;
Bir dile gelsin de hele, dinle sen ün’ünü..
Anadolu’yu Yurt yapan ilk ve son Savaş’a,
Tarih, burada şahittir birer ağustos günü!
İlki, Malazgirt! . Yıl 1071, günlerden Cuma;
Selçuklu hükümdarı, Alparslan ve Ordusu!
..
Bugün güneş bir başka aydın ruhla doğmuş,
Sıcağının düğmesini sonuna kadar açmış
Sırtıma döşüyor,
Nereden biliyor acaba içimin üşüdüğünü
Dört yılda bir Şubat ayının kaderine
Bir gün uzamak düşüyor,
..
Sabahti
Bes buçuk
Her yerde bayraklar asılı
Ne 29 Ekim ne 23 Nisan
Bu hangi bayramdı
Hakimiyet Milletindir yazıyor
..
Sayın Başkan,
Sayın İl Genel Meclisimizin Saygın Üyeleri ve Değerli yöneticileri.
Bugün “5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü,” Bu gün Birleşmiş Milletlerin Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü olan (UNESCO) tarafından 1994 yılında kabul edilen ve o günden buyana, “Dünya Öğretmenler Günü” olarak, kutlanması nedeniyle bütün öğretmenlerimizin çok önemli olan bu gününü kutlamak maksadıyla, şahsım adına söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken hepinize saygılarımı sunarım
Sayın Başkan,
Sayın İl Genel Meclisimizin Saygın Üyeleri,
Bir ülkenin gelişip kalkınması “çok kaliteli öğretmen ve kaliteli eğitimle olur”. Öğretmenlerin görevleri, sadece okul içiyle sınırlı değildir. Onlar toplumun içindede varlıklarını sürdürürken, yerine getirmeleri gerekli olan görevleri vardır. Bu görevlerden her hangi birisinde eksiklik olduğunda, bu eksikliğin nedenlerini düşünmek zorundayız. Bugün ülkemizde 10 milyon, dünyada da 100 milyonun üstünde çocuk okula gitmektedir. Bu çocukların yarısından fazlası da kız çocuklarıdır.
Öğretmenlerimizin, çocuklarımıza daha iyi gelecek vaat etmesi açısından, SAĞLIKLI BİR YAPI İÇİNDE YETİŞTİRMELERİ GEREKMEKTEDİR. Bu durum her bakımdan çok önemlidir.
..
…29 Haziran 1981 Tarihli Eski Sabah Gazetesinde Yayınlanmıştır…
Ecdadı ile bağ kuramayan ve tarihinden kopuk olan bir millet ve cemiyet yaşayamaz. Çökmeye mahkumdur. Türk milletinin şanlı bir tarihi, şerefli bir mazisi vardır. Ama ne yazık ki biz hala kendimizi tanıtmakta güçlük çekiyoruz. Avrupa “Türk” kelimesini, baş tarafına koyduğu “Barbar” yakıştırma ve iftirası ile beraber kullanıyor.
Avrupa şöyle dursun, biz bile kendimizi layıkıyla tanımış değiliz. Hem kendi kendimizi tanımak hem de dışarıya tanıtmak gayesiyle “Türk’ü Tanıma ve Tanıtma Seferberliği” başlatılmalıdır. Dışarıda ülkemiz ve milletimiz aleyhindeki yanlış imajı silici çalışmalara girmek için çok geç kaldık…
29 Haziran 1981 Tarihli
..
Bugün yazımı biraz geciktirdiğim için herkesten özür diliyorum. Bugün, dersaneden çıkarken, eve gelmeye ayaklarım varmadı. Çünkü; dershanemizin sağında solunda uzanan geniş, uzun yolda yol boyunca kitap evleri uzanıyordu. Büyük bir tanesine girdim. Cebimdeki elli ytl para vardı. Kimilerinde (özellikle kadınlarda olur bu) alışveriş hastalığı vardır. Sürekli üstlerine, yada evlerine ihtiyacı olsun-olmasın birşeyler alma gereksinimi duyarlar. İşte benim de kitap hastalığım böyle. İhtiyacım olsun yada olmasın kendimi kitapların içinde bulduğum zaman bir nevi cennete gibi hissederim kendimi. Kitabevi'ne gidince de kendimi böyle hissettim işte. Kitaplar: Çeviri, Dünya Edebiyatı, Türk Edebiyatı, Yeni Çıkanlar, Çok Satanlar, Araştırmalar, Biyografi/Otobiyografiler, Anılar, Gezi Yazıları, Şiir kitapları, Denemeler, Düşünce Yazıları, Eleştiriler, Edebi dergiler... Her biri ayrı bir bölüme ayrılmıştı. Rafların göğsünden, derin bir kitap kokusu yayılıyordu. Ruhumun en derinlerinde her bir kitaptaki oayı yaşamış gibi oldum. Bir an kendimi 'sonsuz' hayal gibi hissettim.
Kitap raflarının ve bölümlerinin arasında gezerken; çok hafif bir müzik sesi geliyordu kulaklarıma. Çok hoş bir sesti. Kitabevinin sahibi, güzel bir klasik müziği kısık bir sesle açmıştı. Gerçekten de ortama çok uyuyordu. Bence harika bir fikir...
Hayat ve hayal kokulu rafların arasında dolaşırken ileride (çok büyüktü bulunduğum kitabevi) 'okuma odası' diye bir oda gördüm. Odanın içinde birkaç kişi sessizce ellerindeki kitaplarını okuyor ve başka dünyalara gidiyorlardı. Ne onları bir rahatsız eden oluyor; ne de onlar konsantrasyon sorunları çekiyorlardı. Gerçekten çok güzel bir uygulama. Bence her yerde olmalı tabii olabilmesi için kitabevlerinin de ülkemizin her yerinde olması gerek.
Öte yandan olumsuz olarak söyleyebileceğim bir şey ise; kitap fiyatlarının pahalılığı. Bence kitapların bu denli pahalı olması, kitap kurtlarını gerçekten de zora sokuyor. Kitap fiyatlarının biraz aşağıya çekilmesi, 'korsan' olayını da azaltır. Böylece hem kitabevleri daha fazla kazanır, hem kitap okuyanların sayısı çoğalır, hem de yazarla; yayınevleri kazanır.
..
artık biliyoruz var!
çağrılı her beden
kendine savrulmuş bir sustalı orada
şiir tersine gidilen yol
aşk manifesto, dirimsel
..
UZAK
Ekim,2002-10-29
Öylesine derin ki gözlerindeki zümrüt
Yanağını okşayarak uyandırmak geliyor içimden
..
ŞİİR: Muhip Erdener SOYDAN (Babam)
Doğum tarihi: 29 Ekim 1943
Ölüm tarihi : 15 Ekim 1986
Küçük kız eğildi
..
ŞİİR: Muhip Erdener SOYDAN (babam)
Doğum tarihi: 29 Ekim 1943
Ölüm tarihi: 15 Ekim 1986
..