Burası aşağı mahalle
Tren yolunun orası
Numara 28 bahçesinde ağaçlar olan
Yıllara meydan okuyan
Oluklu kiremitli evlerin hası
Arada bir akar ya, olur o kadar
Bilemediniz mi?
Trenci Yusuf efendinin evi var ya
Bitişiği işte.
Bildiniz değil mi?
On beşe yirmi
Arsada arsa ha
Yol yanı hem de tren yolu
Çepeçevre duvarlar kerpiç
Neler çekmiş neler yapanlar
Onlara saygı yıllara meydan okuyor
Neler gördü neler duydu yıllarca
Ne al duvaklı gelinler
Ne yaşlı gözler
Ne bağrı yanıklar
Ne çakır keyifler
Akşam gölgelerinde çocuklar
Kah misket, kah çelik çomak
Bazen de kavgalar
Ama sonunda dostluklar
Gençler, hayatın özleri!
Hep bu duvar şahittir
İşmarlarınıza al yanaklılara
Ya bazen beklemekten sabah olmadı mı?
Birlikte ağlamadınız mı?
Birlikte söylemediniz mi?
Ziyanın türküsünü
“Çamlığın başında tüter bir tütün,
Acı çekmeyenin yüreği bütün”
Kadeh tokuşturmadı mı?
Sesiz naralarınıza eşlik etmedi mi?
Ayşe analar, Fatma bacılar,
Asker anaları yol gözleyenler
Telli duvaklı gelinler
Boş beşikler
Hasan Emmi, Kazım Dayı,
Ekmek kavgası geçim dünyası
Gitti gelmez geri ömrün yarısı
Dünya, Dünya işte bitmiyor tasası
Kerpiç duvar dinle, dinle
İşte dünyanın yasası.
Sadık, Süleyman dedeler,
Sıdıka, Saadet nineler,
Artık son demler.
Anlatın, anlatın bütün dertler
Kerpiç duvar sizi dinler
Yürüyün dostlar
Buyurun 28 numaraya
Girin, girin çekinmeyin
Basın koca kapını koluna
Aman, aman bu ne gıcırtı
Yine yağlamamışlar menteşeleri
Hemen de isyan bayrağını çeker
Niye çekmesin ki
Yıllardır tahta kurtları,
Tekmelerle açan canı tezleri,
Ya pat diye çarpan yaramazları,
Artık canına tak etti
Ama yinede her zaman böyle değildir
Hiç üzdü mü?
Yıllarca misafirleri,
Hasretle kavuşulan göz ağrılarını,
Ya minnoş kediyi,
Hele karabaşı,
Ya yağmurdan sırılsıklam sevgilileri,
Ananın kuzusunu kucakladığı gibi
Kucak açmadı mı?
Hep gurur duydu güven vermekten
Her gece sıkı, sıkı kapatılırken, kilitlenirken
“Korkmayın hırsız giremez” dedi ama,
O’ nu duyan olmadı.
Varsın duymasınlar
O mutluydu
Her gece biri gelip O’nu kontrol ediyordu.
Bir sonbaharda gelmişti incir,
Sıska mı sıska,
Boyu elli santim var, yok.
Yıllarca sitem etmişti kapıya,
Güneşi göremiyorum diye.
Yıllar geçmişti,
On, bilemedin on beş.
Etme bulma Dünyası idi bu,
Şimdi güneş kapıya gülümsemiyordu
Ama yine de olsundu
Zaman, zaman da olsa aradan gülerdi güneş
Hele sıcak havalarda kapı müteşekkirdi incire
Doyum olmazdı serin gölgesine
Hele birde rüzgarı bulup getirmez miydi püfür, püfür.
Gelmeye görsün ağustos
Ziyaretçisi çoktur koca incirin
Aman nasıl sevinir
Yumurcaklar ballı yemişleri toplarken
Sevinçten uçarcasına sallanır yaprakları
Bazen kırılır dalları yumurcakların ağırlığından
Hiç, ama hiç belli etmez ağrılarını
Bir sevgilinin elinde hediyedir sevgiliye
Bir ananın elinde yemektir yavruya
Hoyratça yemiş toplayan ellere
Yemiş vermek istemez
Çırpınırcasına sallanır dalları
Ama nafiledir hoyrat kazanmıştır zaferi
Kırmak ister kelepçeyi zinciri
Bundandır sevmemesi hapishane önündeki üç inciri
Yürüyün dostlar yürüyün,
Sırada kim mi var?
Ne ekşi ne tatlı onun adı nar
Her zaman var, herkese yar
Hele birde çiçekleri var
Görmek isterseniz mayısta geleceksiniz
Parlak yaprakları ışıl, ışıl
Nasılda tamamlar birbirini nar, çiçeği ile
O ne güzel renktir
Benzemez hiçbir renge
O yüzden adı nar çiçeği
Bir yanda çiçekler
Bir yanda yavaş, yavaş büyüyen narlar
Mini, mini yumurcaklar
Beklerler hep ne zaman olacaklar
Yok öyle hemen
Emeksiz yemek olur mu?
Bulacağız takvimlerde eylülü ekimi,
Başlar o zaman diş çekimi
Çok kızar bizim nar bu lafa
Neymiş deve dişi diye
Mercan gibi benim dişlerim der ama nafile
Doyum olmaz o dişlere
Dedim ya ne tatlı ne ekşi
Bazen gencecik filizleri
Sopa olur eti senin kemiği benim
Devrinde öğretmenlerin elinde
Havada asılı kalmak ister
İstemez gencecik bedenlerin
Elleriyle buluşmak
Ama nafile hiç gücü yetmez
Yetmez ama lanet okur
Gencecik bedenleri harap edenlere
Baharda çok meşguldür bizim nar
Cıvıl, cıvıl serçeler her dalına yuva yaparlar
Önce her yuvaya iki yumurta düşer
Sonra başlar nöbet
Çatlar yumurtalar, açar gözlerini
İki yaramaz
Durmadan yiyecek arar minicik ağızlar
Nöbete devam edilir
Yalnız bırakılmaz bir süre yavrular
Bir taraftan yiyecek taşınır
Hepsi çok ama çok mutlular
Hem incir hem nar
Geçiyor gölgelerinde yıllar
Kim bilir kaç yıl geçti
Bir bahar günü gelmişti
Tulumbacı Bahtiyar
Ne çok uğraşılmıştı ama
Günlerce sallanan kazmalar bile yorulmuştu
Her yorgunluğun güzelleri de olmasaydı
Bir bardak çay
Bir tas ayran
Hele sigara, zehrin zıkkımı
Sen olmasan olur mu?
Ve bir gün tulumba bitti
İncir ile nar çok sevinmişti
Suydu gelen çünkü
Çocuklar,
Her yerin neşesi çocuklar
Sabahtan akşama kadar bir aşağı, bir yukarı
Minnacık kolları hiç yorulmadı
Ama asıl yorulmayan tulumbaydı
Hiç bıkmadı su taşımaktan
Yer altından bahçeye
Nasıl yorulsun ki,
Yorgunluk mu kalır,
Suyu görünce gülde,
Fesleğende, şebboyda,
Mor patlıcanda,
Yeşil biberde.
Yürüyün dostlar, yürüyün.
Selam vermeden geçmeyin
Bizim fırına,
Ekmez pişmez ha,
Kalır yarına.
O yılları emektarı.
Bahtiyar Usta’dan sonra gelmişti
İbrahim Usta
Ateş tuğlaları istemişti
En az on ekmek almalı demişti
Çok kısa zamanda inşa edip
İlk ateşi o yakmıştı.
Hiç eksik olmazdı kapısında
İki minet.
Beş, beş on somunluk hamur.
Bir kova su
Bir süpürge
Bir kucak meşe çalısı
Bir kucak meşe odunu
On kadar patates yada patlıcan.
Ekmek yapan diğerine haber vermeliydi.
Fırın sıcak olmalıydı.
Yoksa odun, çalı fazla giderdi.
Peş peşe sohbetlerle
Tadına doyulmaz somunlar pişer
Ve sonra
Ya patates közlenir
Ya patlıcan
Müşteriler hep hazırdır
Mahallemizin tatlıları
Göz bebeklerimiz, çocuklarımız.
Beş basamak taş merdiven bekler bizi
Buyurun 28 numaraya
Basın çekinmeyin
Kaç ayak bastı bu taş merdivene
Sadece biraz yıprandı
Ama yıllara meydan okumakta hala
Kargı tavan
Oluklu kiremit
Gökyüzüyle aramızdaki
Üç oda
Biri benim,
Biri salon
Biri yatak odası
Kargı tavanın altında
Boydan boya raf
Raflarda bakır tabak, tencere ve tas
Ve ceylanlar su içmekte yeşil bir vadide
Duvardaki halıda
Pencerede bir saksı
İçinde bir kekik
Kabe kekiği
Bu kadar güzel kokmasından olmalı ismi
Bir duvar kenarında maketlik
Şerif Usta çakmıştı yıllar önce
Otururken dikkat
Artık dayanacak gücü kalmamıştır
Sağda solda yün döşekler
Ve duvara yaslanmıştır
Karçın yastıklar
Kök boya
El emeği
Göz nuru
İp ağacında
En az üç ay misafirdir
Yerdeki öğretmen kilimi
Ve tavanda bir ampul
Altmış mumluk
Sanki bekçisi bu evin
Her şeye yukardan bakan
Ve yalnızlığımın tek tanığı.
Mehmet ÇETİN
Mehmet Mert ÇetinKayıt Tarihi : 6.2.2012 18:09:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mehmet Mert Çetin](https://www.antoloji.com/i/siir/2012/02/06/28-numara.jpg)
Yalın, etkili, akıcı, sımsıcak ve...
... Hüzünle finalli.
Severek ve keyif alarak ama büsbütün hüzünlenerek okudum bu güzel eseri ve kendimi şiirin öznesinde buldum. Tebrikler. (Tam Puan + Ant.)
Sevgilerimle....
Nafi ÇELİK
TÜM YORUMLAR (3)