28 Numara Şiiri - Mehmet Mert Çetin

Mehmet Mert Çetin
17

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

28 Numara

Burası aşağı mahalle

Tren yolunun orası

Numara 28 bahçesinde ağaçlar olan

Yıllara meydan okuyan

Oluklu kiremitli evlerin hası

Arada bir akar ya, olur o kadar

Bilemediniz mi?

Trenci Yusuf efendinin evi var ya

Bitişiği işte.

Bildiniz değil mi?

On beşe yirmi

Arsada arsa ha

Yol yanı hem de tren yolu

Çepeçevre duvarlar kerpiç

Neler çekmiş neler yapanlar

Onlara saygı yıllara meydan okuyor

Neler gördü neler duydu yıllarca

Ne al duvaklı gelinler

Ne yaşlı gözler

Ne bağrı yanıklar

Ne çakır keyifler

Akşam gölgelerinde çocuklar

Kah misket, kah çelik çomak

Bazen de kavgalar

Ama sonunda dostluklar

Gençler, hayatın özleri!

Hep bu duvar şahittir

İşmarlarınıza al yanaklılara

Ya bazen beklemekten sabah olmadı mı?

Birlikte ağlamadınız mı?

Birlikte söylemediniz mi?

Ziyanın türküsünü

“Çamlığın başında tüter bir tütün,

Acı çekmeyenin yüreği bütün”

Kadeh tokuşturmadı mı?

Sesiz naralarınıza eşlik etmedi mi?

Ayşe analar, Fatma bacılar,

Asker anaları yol gözleyenler

Telli duvaklı gelinler

Boş beşikler

Hasan Emmi, Kazım Dayı,

Ekmek kavgası geçim dünyası

Gitti gelmez geri ömrün yarısı

Dünya, Dünya işte bitmiyor tasası

Kerpiç duvar dinle, dinle

İşte dünyanın yasası.

Sadık, Süleyman dedeler,

Sıdıka, Saadet nineler,

Artık son demler.

Anlatın, anlatın bütün dertler

Kerpiç duvar sizi dinler

Yürüyün dostlar

Buyurun 28 numaraya

Girin, girin çekinmeyin

Basın koca kapını koluna

Aman, aman bu ne gıcırtı

Yine yağlamamışlar menteşeleri

Hemen de isyan bayrağını çeker

Niye çekmesin ki

Yıllardır tahta kurtları,

Tekmelerle açan canı tezleri,

Ya pat diye çarpan yaramazları,

Artık canına tak etti

Ama yinede her zaman böyle değildir

Hiç üzdü mü?

Yıllarca misafirleri,

Hasretle kavuşulan göz ağrılarını,

Ya minnoş kediyi,

Hele karabaşı,

Ya yağmurdan sırılsıklam sevgilileri,

Ananın kuzusunu kucakladığı gibi

Kucak açmadı mı?

Hep gurur duydu güven vermekten

Her gece sıkı, sıkı kapatılırken, kilitlenirken

“Korkmayın hırsız giremez” dedi ama,

O’ nu duyan olmadı.

Varsın duymasınlar

O mutluydu

Her gece biri gelip O’nu kontrol ediyordu.

Bir sonbaharda gelmişti incir,

Sıska mı sıska,

Boyu elli santim var, yok.

Yıllarca sitem etmişti kapıya,

Güneşi göremiyorum diye.

Yıllar geçmişti,

On, bilemedin on beş.

Etme bulma Dünyası idi bu,

Şimdi güneş kapıya gülümsemiyordu

Ama yine de olsundu

Zaman, zaman da olsa aradan gülerdi güneş

Hele sıcak havalarda kapı müteşekkirdi incire

Doyum olmazdı serin gölgesine

Hele birde rüzgarı bulup getirmez miydi püfür, püfür.

Gelmeye görsün ağustos

Ziyaretçisi çoktur koca incirin

Aman nasıl sevinir

Yumurcaklar ballı yemişleri toplarken

Sevinçten uçarcasına sallanır yaprakları

Bazen kırılır dalları yumurcakların ağırlığından

Hiç, ama hiç belli etmez ağrılarını

Bir sevgilinin elinde hediyedir sevgiliye

Bir ananın elinde yemektir yavruya

Hoyratça yemiş toplayan ellere

Yemiş vermek istemez

Çırpınırcasına sallanır dalları

Ama nafiledir hoyrat kazanmıştır zaferi

Kırmak ister kelepçeyi zinciri

Bundandır sevmemesi hapishane önündeki üç inciri

Yürüyün dostlar yürüyün,

Sırada kim mi var?

Ne ekşi ne tatlı onun adı nar

Her zaman var, herkese yar

Hele birde çiçekleri var

Görmek isterseniz mayısta geleceksiniz

Parlak yaprakları ışıl, ışıl

Nasılda tamamlar birbirini nar, çiçeği ile

O ne güzel renktir

Benzemez hiçbir renge

O yüzden adı nar çiçeği

Bir yanda çiçekler

Bir yanda yavaş, yavaş büyüyen narlar

Mini, mini yumurcaklar

Beklerler hep ne zaman olacaklar

Yok öyle hemen

Emeksiz yemek olur mu?

Bulacağız takvimlerde eylülü ekimi,

Başlar o zaman diş çekimi

Çok kızar bizim nar bu lafa

Neymiş deve dişi diye

Mercan gibi benim dişlerim der ama nafile

Doyum olmaz o dişlere

Dedim ya ne tatlı ne ekşi

Bazen gencecik filizleri

Sopa olur eti senin kemiği benim

Devrinde öğretmenlerin elinde

Havada asılı kalmak ister

İstemez gencecik bedenlerin

Elleriyle buluşmak

Ama nafile hiç gücü yetmez

Yetmez ama lanet okur

Gencecik bedenleri harap edenlere

Baharda çok meşguldür bizim nar

Cıvıl, cıvıl serçeler her dalına yuva yaparlar

Önce her yuvaya iki yumurta düşer

Sonra başlar nöbet

Çatlar yumurtalar, açar gözlerini

İki yaramaz

Durmadan yiyecek arar minicik ağızlar

Nöbete devam edilir

Yalnız bırakılmaz bir süre yavrular

Bir taraftan yiyecek taşınır

Hepsi çok ama çok mutlular

Hem incir hem nar

Geçiyor gölgelerinde yıllar

Kim bilir kaç yıl geçti

Bir bahar günü gelmişti

Tulumbacı Bahtiyar

Ne çok uğraşılmıştı ama

Günlerce sallanan kazmalar bile yorulmuştu

Her yorgunluğun güzelleri de olmasaydı

Bir bardak çay

Bir tas ayran

Hele sigara, zehrin zıkkımı

Sen olmasan olur mu?

Ve bir gün tulumba bitti

İncir ile nar çok sevinmişti

Suydu gelen çünkü

Çocuklar,

Her yerin neşesi çocuklar

Sabahtan akşama kadar bir aşağı, bir yukarı

Minnacık kolları hiç yorulmadı

Ama asıl yorulmayan tulumbaydı

Hiç bıkmadı su taşımaktan

Yer altından bahçeye

Nasıl yorulsun ki,

Yorgunluk mu kalır,

Suyu görünce gülde,

Fesleğende, şebboyda,

Mor patlıcanda,

Yeşil biberde.

Yürüyün dostlar, yürüyün.

Selam vermeden geçmeyin

Bizim fırına,

Ekmez pişmez ha,

Kalır yarına.

O yılları emektarı.

Bahtiyar Usta’dan sonra gelmişti

İbrahim Usta

Ateş tuğlaları istemişti

En az on ekmek almalı demişti

Çok kısa zamanda inşa edip

İlk ateşi o yakmıştı.

Hiç eksik olmazdı kapısında

İki minet.

Beş, beş on somunluk hamur.

Bir kova su

Bir süpürge

Bir kucak meşe çalısı

Bir kucak meşe odunu

On kadar patates yada patlıcan.

Ekmek yapan diğerine haber vermeliydi.

Fırın sıcak olmalıydı.

Yoksa odun, çalı fazla giderdi.

Peş peşe sohbetlerle

Tadına doyulmaz somunlar pişer

Ve sonra

Ya patates közlenir

Ya patlıcan

Müşteriler hep hazırdır

Mahallemizin tatlıları

Göz bebeklerimiz, çocuklarımız.

Beş basamak taş merdiven bekler bizi

Buyurun 28 numaraya

Basın çekinmeyin

Kaç ayak bastı bu taş merdivene

Sadece biraz yıprandı

Ama yıllara meydan okumakta hala

Kargı tavan

Oluklu kiremit

Gökyüzüyle aramızdaki

Üç oda

Biri benim,

Biri salon

Biri yatak odası

Kargı tavanın altında

Boydan boya raf

Raflarda bakır tabak, tencere ve tas

Ve ceylanlar su içmekte yeşil bir vadide

Duvardaki halıda

Pencerede bir saksı

İçinde bir kekik

Kabe kekiği

Bu kadar güzel kokmasından olmalı ismi

Bir duvar kenarında maketlik

Şerif Usta çakmıştı yıllar önce

Otururken dikkat

Artık dayanacak gücü kalmamıştır

Sağda solda yün döşekler

Ve duvara yaslanmıştır

Karçın yastıklar

Kök boya

El emeği

Göz nuru

İp ağacında

En az üç ay misafirdir

Yerdeki öğretmen kilimi

Ve tavanda bir ampul

Altmış mumluk

Sanki bekçisi bu evin

Her şeye yukardan bakan

Ve yalnızlığımın tek tanığı.

Mehmet ÇETİN

Mehmet Mert Çetin
Kayıt Tarihi : 6.2.2012 18:09:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Gülden Taş
    Gülden Taş

    harıka bir anlatım ama çok uzun tutmuşsunuz hocam yürek diliniz hep çağlasın

    Cevap Yaz
  • Nafi Çelik
    Nafi Çelik

    Yaşamın destanı olmuş şair arkadaşım, bu şiir...
    Yalın, etkili, akıcı, sımsıcak ve...
    ... Hüzünle finalli.
    Severek ve keyif alarak ama büsbütün hüzünlenerek okudum bu güzel eseri ve kendimi şiirin öznesinde buldum. Tebrikler. (Tam Puan + Ant.)
    Sevgilerimle....
    Nafi ÇELİK

    Cevap Yaz
  • Selma Şengül
    Selma Şengül

    şiirin içinde yaşadım şair arkadaşım...Oldukça güzel bir şiir anlatımlardaki detaylar rahatsızlık vermiyor..Akıcı ve sade geçişler çok güzel.. emeğinize sağlık..

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (3)

Mehmet Mert Çetin