28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü (Bi ...

Mehmet Kıyak
192

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü (Bireysel Silahlanma Üzerine)

BİREYSEL SİLAHLANMA ÜZERİNE

Bir çaba, bir yarış ve bir tutku. Bütün bunların hepsi bireysel silahsızlanma mı yoksa bireysel silahlanma için mi acaba?
Şüphesiz ki bireysel silahsızlanma için pek çok çaba sarfedilmekte ancak bireysel silahlanma tutkusu öyle yüksek boyutlara ulaşmış durumda ki bütün silahsızlanma çabalarını etkisiz kılmakta...
Bilindiği gibi 28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü. Günün anlam ve üzerine elbette söylenecek çok şey var. Ben burada yeni şeyler yazmayacağım. Yaklaşık beş yıl önce yazdığım bir yazıyı günün anlam ve önemine binaen yeniden yayımlayacağim. Bu yazımdaki seslenişi, serzenişi her platformda, her gün adeta avazım çıktığınca bağırmak istiyorum.Bu nedenle yeni şeyler söylemek yerine bu yazımdaki duygu ve düşüncelerimi yeniden paylaşmayı adeta ihtiyaç hissetim.
Bu yazımın üzerinden beş yıl geçmiş olmasına rağmen, her türlü bireysel silahsızlanma çabalarına rağmen, bireysel silahlanma ve bunun ortaya çıkardığı üzücü olaylar azalmamış ne yazık ki daha da artmıştır hem de çılgınlık boyutunda...
'Mantar Tabancasıyla Gelen Tutku' başlıklı yazımı konuya hassasiyeti olan herkesin takdirlerine sunuyorum.

MANTAR TABANCASIYLA GELEN TUTKU

Bir zamanlar silah konusunda ciddi aramalar yapılıyor, baskınlar yapılıyor ve silah yakalatanlara ağır cezalar veriliyordu. Bir zamanlar da silahlanmayı ve silah kaçakçılığını önlemek amacıyla, caydırıcı mahiyette af çıkarılıyor ve belirli bir süreye kadar ruhsatsız silahlarını teslim edenlerin cezalandırılmayacakları bildiriliyordu.

Gerek aramalarla, gerekse bu caydırıcı yöntemlerle pek çok silah toplanmıştır. Hatta verilen bu söze güvenemeyenler, polisten ve jandarmadan korkan insanlar, kimliklerinin ortaya çıkması korkusuyla silahlarını boş arazilere bırakıyorlar ya da daha güvenli sandıkları bir yere saklıyorlardı.

Oysa bugün, 18 yaşını bile doldurmamış gençlerin silah kullanmasıyla, vitrinlerde çeşit çeşit marka ve modelde silahların teşhir edilmesiyle, ruhsatlı - ruhsatsız silah sayısının ve imalatının kat kat artmasıyla, adeta teşvik edici bir durum ve devlette de daha müsamahakar bir görünüm ortaya çıkmaktadır. Zaten son günlerde meydana gelen ve her geçen gün de artmakta olan cinayet ve silahlı olaylar da silahlanmanın her geçen gün biraz daha arttığını ve çok ciddi boyutlara ulaştığını göstermektedir.

Ben burada herhangi bir kişi veya herhangi bir kesim üzerinde durmayacağım. Benim üzerinde duracağım konu bireysel ve toplumsal silahlanma tutkusu olacaktır. Çünkü bu tutku öyle büyük bir tutku haline gelmiş durumda ki, küçük – büyük pek çok insanı maalesef ki sarmış durumda. Bu tutkunun, acil önlemler alınmadığı takdirde çok daha büyük boyutlara ulaşacağını ve çok büyük toplumsal problemler yaratacağını düşünüyorum.

Artık gün geçmiyor ki televizyon kanallarında, gazetelerde cinayet olaylarıyla karşılaşmayalım gün geçmiyor ki gerek toplumumuzda, gerekse diğer toplumlarda silahlı çatışmalar duymayalım. Televizyonu açtığınız anda mutlaka bir çatışma, bir cinayet haberiyle karşılaşıyorsunuz. Kasıtlı ya da kaza ile minicik çocuktan tutun da yetkin insanlarla ilgili bir çok cinayet olaylarına tanık oluyorsunuz. “ Babasının silahıyla oynayan çocuk kardeşini vurdu”, “Ava gittiler canlarından oldular”, “Öfkesini yenemeyen genç en samimi arkadaşını vurdu”… gibi pek çok olayları her gün duymaktayız. Düğünlerde atılan silahların, maçlardan sonraki akıl almaz çılgın kutlamaların pek çok masum insanın ölümüne neden olduğu hepimizin bildiği acı bir gerçektir.

Çareyi, zevki silahta bulan bu insanlar niçin buna sığınıyorlar? Yoksa silahı en son çare veya kurtuluş mu sanıyorlar? Oysa silah insanı kurtuluşa değil esarete ve ölüme götürür. Hiçbir silah yoktur ki sadece sıkılanı öldürmüş olsun. O silah aynı zamanda sıkanı da öldürmüştür. Çünkü bunun hem hukuki cezası, hem de vicdani cezası vardır. İşte hem hukiki cezadan, hem de vicdani bedelden paramparça olan dünyasıyla, silahı kullanan insanı da öldürmüştür o silah.

Gerekçe ve sebep ne olursa olsun, hiçbir insanın, bir başka insanın yaşam hakkını elinden almaya hakkı yoktur. Zaten hiçbir kanunda bu hakkı insana vermemiştir. Ama ne yazık ki devletin bu konulardaki tavizkâr tutumu insanların silaha bel bağlamalarına neden olmaktadır.

Kasıt olmayan silahlı bir ölüm olayında da silah, buna neden olan bir araçtır. Silah aynı zamanda kasıtlı ve gerekçeye dayalı, öfkeyle kalkışılmış bir olayın tetikleyicisidir.

Öyleyse bu olayları ortadan kaldırmak için önce bu olaylara neden olan aracı ortadan kaldırmak gerekmez mi? İster kaza ile olsun, ister kasıtlı bir nedenle olsun hiçbir kimsenin, bir başkasını öldürmeye hakkı yoktur. Bir anlık öfkenin ölme, öldürme nedeni silahtır. Silah öfkeyi kışkırtan, onu daha da alevlendiren gerçek bir nedendir.

Birilerini öldürmek, olaya neden olan sebebi ortadan kaldırmak değildir. Birilerini öldürmek zafer kazanmak değildir. Öfkeyi yenmekle elde edilmiş bir zaferden daha büyük bir zafer var mıdır? Öfkeyi yenmek, meydana gelebilecek olan kötü sonuçları ortadan kaldırmak demektir.

İnsanlar niçin silahlanma gereği duyarlar ve neye karşı silahlanmış olurlar. Öyle sanıyorum ki bu, daha mantar tabancasıyla gelen bir tutkudur. Toplumumuzda silah erkek çocuğunun, bebek de kız çocuğunun en büyük oyun aracı olmuştur. Biz büyükler de bir çocuğa oyuncak alacağımız zaman, bu çocuk erkek ise ona oyuncak tabanca veya oyuncak tüfek alırız; böylece ona daha bu küçük yaşta silah sevgisini aşılamış oluruz. Sonra bu sevgi havalı tabanca ve tüfeklerle gelişir, daha sonra av silahlarıyla perçinleşir ve daha sonra da daha gelişmiş modelli silahlarla tutku halini alır.

İyi ama bu ne biçim bir zevk, bu ne biçim bir tutkudur ki başlangıçta silah sevgisi olarak değerlendirilen bu tutku, bir gün karşımıza şiddet, kavga ve cinayet aracı olarak çıkmaktadır. Bundan başka sevgilerimiz, tutkularımız olamaz mı? Silah yerine kitap okumayı, sinemaya, tiyatroya gitmeyi, koleksiyonlar yapmayı, seyahatler yapmayı, spor yapmayı tutku haline getiremez miyiz? Şiir okumayı, yazmayı, resim yapmayı, bir tutku haline getiremez miyiz?

Böyle daha asil zevkler, daha onurlu tutkular varken insanlar niçin silahlanma gereği duyarlar, kime ve neye karşı silahlanmış olurlar? Görüştüğüm insanlara bu soruları yönelttiğimde verdikleri cevaplar hiç de geçerli ve tutarlı olmamaktadır. Kimileri, kan davası güden bir zihniyetle,“Benim dostum varsa düşmanım da var”, kimileri sanki o güzelim hayvanları katletmek hakkıymış gibi, “Benim av merakım var, ben bir avcıyım”, kimileri artık hiç de geçerliliği olmayan ve hukuk kurallarını hiçe sayarcasına, “Silah erkeğin namusudur”, kimileri,“Benim canım çıkacağına onun canı çıksın”, kimileri, “Kavgada kim erken davranırsa o kazanır, kimileri,”Herhangi bir savaş durumunda hemen silahımı kaptığımla giderim”, kimileri de “kendimi savunmak için” gibi ve daha bir çok haklı olmayan gerekçeler göstermektedirler.

Yine bu insanlara,“Şiddet ve kavgadan yana mısınız, yoksa uzlaşmadan yana mı? ” diye sorduğunuzda, hepsi uzlaşmadan yana olduklarını, şiddet, kavga ve savaşa karşı olduklarını söylüyorlar. Öyleyse bu bir çelişki değil midir? Bence bu, çelişkiden, canilikten, cahillikten başka bir şey değildir.

Oysa bütün bunlar, “Ben aslında sevgi dolu bir insanım, insanları sever, saygı duyarım; her zaman uzlaşmadan yanayım; şiddete, kavgaya karşıyım; ama herhangi bir durumda da gözümü kırpmadan öldürürüm” anlamına gelmiyor mu? Böyle bir insanın uzlaşmacı olduğuna, insanları sevip saygı duyduğuna nasıl inanacağız. Öyleyse şiddet ve kavgaya karşı isek, öfkenin, şiddet ve kavganın aracı olan silaha da karşı olmalıyız.

Devletin silahlanmasına karşı değilim. Devletimizin de diğer devletler gibi caydırma ve savunma amacıyla silahlanması gerekir. Tabi ki bunun da hiçbir şekil de kullanılmaması arzusuyla. Çünkü kişinin olmayan öldürme hakkı, aynı zamanda hiçbir devletin, hiçbir milletin de hakkı değildir.

Devlet, milletini korumak amacıyla hava, kara ve deniz silahlarıyla kendini donatır, kendini ve insanını güvence altına alır. Ayrıca kişiler, hak ve özgürlükleri, can ve mal güvenlikleri açısından kanunlarla güvence altına alınmıştır. Bunun için toplum içinde kişilerin ayrıca silahlanmasına gerek yoktur.

İnsanlar silahlandıkları zaman, mevcut hukuk kurallarını ve kanunlarını çiğneyecekler ve kendi kanunlarıyla hükmetmeye kalkacaklardır. Zaten pek çok cinayetin ve kavganın temelinde yatan zihniyette budur. Bu ise mevcut hukuk kurallarını ve kanunlarını hiçe saymaktadır. Bu da toplumsal bir kargaşa demektir.

Kişiler toplum içerisinde gerek ahlak kurallarına, gerek din kurallarına, gerek hukuk kurallarına saygılı olmalıdır. Devletini sevmeli ve bunları bir vatandaşlık görevi saymalıdır. Yoksa toplum içinde kendi kanunlarıyla hükmeden insanlar da türer, çeteler de türer ve bunlar her geçen gün artar.

Etki tepki yaratır; siz birisine sıkılmış yumruklarla giderseniz, o size iki kat sıkılmış yumruklarla gelir. Siz ona silah çekerseniz, o da size silah çeker. Taşkın bir öfkeyle size silah çeken bir insana herhalde çiçek uzatamazsınız. Kan, kanla yıkanmaz; ama silahlanma devam ettiği sürece, kanı kanla temizlemeye kalkışan çok insan olacaktır. Böyle olunca da ne cinayetler bitecek, ne de kan davları sona erecektir. Sonuçta da sevgiden, saygıdan hoşgörüden uzak vahşi bir toplum ortaya çıkacak, eyalet şerifine itaat etmeyen bir teksas olacaktır.

Hal böyleyken insanlar niçin silahlanma gereği duyarlar, kime ve neye karşı silahlanırlar?
İnsanlarımız bu tutku içerisinde olduğu sürece ve bu silahlanma devam ettiği sürece, toplumca pek çok sorunu yaşayacağız demektir. Bunun için devlet ve millet olarak acil önlemlerin alınması gerektiğine inanıyorum.

Toplum içerisinde belinde tabanca, omzunda silahla pervasızca dolaşan insanlar varken, her gün her kanalda şiddet içeren filimler gösterilirken herhalde asıl pervasızlığı gösteren devlet ve görevlileri olsa gerek. Bütün bunlar olurken, kaba kuvvetin hor görüldüğü, dayağın kınandığı ve yasaklandığı şu zamanda insanın aklına,“Yoksa dayak yerine silah mı teşvik ediliyor? ” gibi bir soru geliyor.

Devlet olarak, millet olarak bu konuda çok duyarlı olmalıyız, aynı zamanda çok da uyanık olmalıyız. Çünkü artık dünyadaki silahlanma ve savaş anlayışları çok değişmiştir. Toplumlar artık zeka, bilim, teknoloji, eğitim ve kültür savaşına girmişlerdir. Gerçek medeniyetin, gerçek medeni toplumların en büyük silahları da bunlar olacaktır. Ben bu silahları, bu gün dünyanın sahip olduğu nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlarından daha etkin görüyorum ki, artık kalem kılıçtan üstün olacaktır.

Bu gün nasıl ki başlık parasını, kan davasını ortadan kaldıran veya büyük ölçüde azaltan, evrensel insanlık kültürü, evrensel insanlık değerleri ise, şiddeti, kavgayı, çeteyi, mafyayı, terörü, savaşı ortadan kaldıran da bu evrensel insanlık değerleri olacaktır. Çünkü evrensel insanlık kültürüne ulaşan insanın silahı ne tabanca, ne pompalı tüfek, ne kaleşnikof, ne atom, ne de hidrojen bombası olacaktır. Onun en büyük silahı kalem olacak olacaktır.

Evrensel insanlık boyutunda her geçen gün biraz daha yol alan insanoğlu, eminim ki insanlık sevgisiyle donanacak; ilmin ışığında, bilimin aydınlığında silahlara veda edecektir! Sevgi ve saygılarımla… Mehmet Kıyak 20.11.2005

Beş yıl sonra yeniden tüm silahların ve şiddetin susması dileklerimle...

Mehmet KIYAK
28.09.2010

Mehmet Kıyak
Kayıt Tarihi : 29.9.2010 01:41:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Mehmet Kıyak
    Mehmet Kıyak

    Türkiye’nin Üç Aylık Şiddet Bilançosu (02.11.2010)

    Geçtiğimiz yaz aylarında, Temmuz-Eylül arası, gerçekleşen ölüm ve yaralamayla sonuçlanan olayların incelemesini yaptık. Çalışmada ulusal basına yansımış vakaları temel aldık. Amacımız şiddet olaylarında öne çıkan belirgin temalar hakkında bir fikir edinmek ve belki de ardından gelecek daha uzun dönemli, kapsamlı bir çalışmaya ilham kaynağı olmaktı.

    Üç aylık dönemde meydana gelen olaylarda mağdur olan kişilerin, olayın meydana geldiği ile göre dağılımına bakıldığında, sırasıyla %20.85 oranıyla İstanbul, %7.11 oranıyla Bursa ve %6.16 oranıyla Gaziantep illerinin geldiği görülmektedir. Kişilerin mağduriyetinde %69,2 oranında ateşli silah (tabanca, av tüfeği, pompalı tüfek, kalaşnikof, kuru sıkı): %30,8 oranında bıçak kullanıldığı görülmektedir. Meydana gelen olaylarda mağdurların %64,5’i ölmüş, %35,5’i ise yaralanmıştır.

    Olayların aniden ortaya çıkıp çıkmadığı, olayın planlı olup olmadığı, kaza kurşunu olup olmadığı (düğün-kutlama, silahlı çatışma), başka bir suçun işlenmesi sırasında öldürme ya da yaralama suçunun meydana gelip gelmediği üzerine odaklanılmıştır. Gazetede yer alan olayların %10’unun sebebi belirtilmemiştir. Mağdurun yaralanması ya da öldürülmesi en çok %67,8 oranıyla tartışma sonucu meydana gelmiştir. İkinci sırada %14,2 ile kaza kurşunu gelmektedir. Herhangi bir silah kullanılarak işlenen bir cinayet ya da yaralama suçunun sadece %7,1’inin planlı olduğu görülmektedir. Tartışma sonucu meydana gelen olayların %64,38’inde ateşli silah kullanıldığı görülmektedir.

    İstanbul’un açık ara farkla şiddet olaylarında ilk sıradaki il olarak ortaya çıkması hem nüfusu hem de ulusal basının yoğun olduğu, dolayısıyla haber önceliği verildiği tezinden yola çıkarsak bu istatistiğin daha detaylı ve dikkatli bir incelemeye tabii olması gerektiğini söyleyebiliriz. Ancak yine de metropollerin küçük illerden daha ön sıralarda yer alması, dünya geneli ile karşılaştırıldığında normal olarak değerlendirilebilir.

    Bizim için can alıcı konu olayların neredeyse %70’inin ateşli silahlarla gerçekleşmesidir. Aynı derecede öneme sahip bir konu da gerçekleşen şiddet olaylarının yine benzer bir yüzde ile plansız olarak, bir tartışma sonucu yaşanmasıdır. Yıllardır sürdürdüğümüz bireysel silahlanmaya karşı mücadelemizin önemine vurgu yapmaktadır. Çünkü silah şiddet olaylarında tırmandırıcı, kolaylaştırıcı bir alet olarak yerini almakta. Aynı zamanda vakıf olarak hassasiyetle üzerinde durduğumuz başka bir konunun da önemine vurgu yapmaktadır: barış ve uzlaşma. Anlaşmazlıkların barışçıl ve uzlaşmacı yöntemler ile çözülmesi için gereken bilinçlenmeye ne kadar ihtiyacımız olduğunu da göstermektedir.

    Şiddetin önlenmesi için bireysel silahlanmanın önüne geçilmesi, çocukluktan itibaren kendimiz dışındakine, ötekine saygı duymayı, birlikte, farklılıklarımızdan tedirgin olmadan birlikte yaşamayı yani insan haklarına saygıyı ve elbette anlaşmazlıklarımızda da hukukun üstünlüğünü kabul etmeyi ve uzlaşmacı çözümleri üretebilmeyi öğrenebilmemiz lazım. Çocuklarımıza neredeyse dört yaşından başlayarak barışın ve uzlaşmanın ne olduğunu gösterebilir, anlaşmazlıkları kendi aralarında bir otorite denetiminde olmaksızın karşılıklı çözebilme becerisini geliştirmeleri için yardımcı olabiliriz. Bunun için dünya örnekleri incelenebilir ve Türkiye’ye uygulanabilir hale getirilebilir. Dış işlerinin komşularımızla sıfır problem stratejisini tüm ülke geneline yayabilmek için temelden bir eğitim, edinim şart. Kim bilir belki Milli Eğitim Şurasının toplandığı şu günlerde birilerinin kulağına kar suyu kaçırabiliriz?

    İyi Haftalar
    Umut Vakfı

    Cevap Yaz
  • Mehmet Kıyak
    Mehmet Kıyak

    Bireysel Silahsızlanma Günü (12.10.2010)

    Sabiha Serin

    1993 Yılında kurulan UMUT VAKFI’NIN girişimleri ile 28 Eylül tarihi BİREYSEL SİLAH-SIZLANMA GÜNÜ olarak kabul edilmiş olup her yıl bu tarihte Türkiye’de bireysel silahlanmanın zararları anlatılmaktadır.
    Bireysel silahlanma, şiddet, karşı tarafın yaşama hakkının elinden alınması konusunda en büyük tehlike unsuru olduğu bilinen gerçektir.
    Ülkemizde her yıl 3000 den fazla , günlük 9-10 hatta daha fazla kişiyi ateşli silahla kaybediyoruz. Bu durumda hem bir can kaybediliyor hem de bu suçu işleyen kişi hayatını karartıyor. Bir evde silah bulunması o evde en ufak şiddet ve öfke halinde her an tehlike çanlarının çalacağını gösterir. Öfke ve şiddet olmasa bile en ufak bunalım halinde intihar, en ufak ihmalde kaza ile de ateşli silah can almaya devam etmektedir. Ateşli silah bulunduranlar Psikolojik bunalımda, aracı ile trafikte ve işyerinde sorun yaşadığında, alkol aldığında, hiç beklemediği bir anda öfkesini kontrol edemediği için sonunda pişmanlık olsa da silahını kullanma riski taşımaktadırlar.
    Yazılı ve görsel basında her gün binlerce ateşli silah kullanma ile işlenen cinayetler, intiharlar ve ev ortamında sorumsuzca bırakıldığı için çocuklar tarafından silah kullanılması sonucu kaza haberleri ile sarsılıyoruz, üzülüyoruz. Eğlence mekanlarında alkolün etkisi ile öfke nöbeti geçirenler ise hem ateşli silah kullanıyorlar hem de alkollü halde trafiğe çıkarak ateşli silah ve trafik canavarı oluyorlar. ( Ne yazık ki Türkiye’de tüm eğlence mekanlarının, düğün salonlarının kapanış saatlerinde, geç vakitlerde bu mekanların çevresinde trafiğe alkollü çıkan sürücülerin alkol muayenesi yetkililer tarafından gereği gibi yapılmıyor. )
    Ne yazık ki Türkiye’de halen insan sağlığı ile ilgili birçok acı deneyimler yaşandığı halde; yaşanılanlardan ders alınmaması, insan yaşamı ile ilgili her türlü önlemlerin alınmaması, insan sağlığının hiçe sayılıp insan hayatının ucuz ve önemsiz olması, insanın yaşamına değer verilmemesi üzücüdür.
    Bir çoğu ruhsatsız olan ateşli silahların halkımızın büyük çoğunluğunda taşınmaya devam ettiği sürece cinayetler sayısı azalmaz. Evde silah bulundurmak ise bu konuda daha risk taşır diye düşünüyorum.
    Türkiye Büyük Millet Meclisi SİLAH KULLANMA TASARISI’nı hazırlarken silah taşıma ve kullanımı konusunda kolaylıklar değil ciddi ve mantıklı sınırlamalar, kurallar getirmelidir. Oysa zaman zaman yazılı ve görsel basından öğrendiğimize göre bir kişiye birkaç silah kullanma ruhsatı verilmesi için bazı milletvekillerimiz ne yazık ki önerge sunmaktadırlar.
    Türk Vatandaşı olarak silah tüccarlarının kalkındırılmasını istemiyoruz.
    Resmi kamu kurum ve kuruluşlarımızın dışında, silah ruhsatı verilmesini kapsayan yasaların tekrar gözden geçirilmesi ve silah kullanmayı kolaylaştırmayıp zorlaştırılması en büyük temennimdir. Çünkü Silah kullanmak kolaylaştıkça insan yaşamına son vermekte kolaylaşacaktır. Böyle olunca da hem karşı tarafın, hem de kendi hayatını karartanların sayısı çoğalacaktır.
    Bütün yazılı ve görsel basında bu konuda sorumluluk duymalıdır. Ne yazık ki basınımızın bir çoğu haberlerde, dizilerde, filmlerde sürekli silah kullanmayı özendirici yayınlar yapılmakta ve genç kuşakları şiddete, silah kullanmaya teşvik etmektedirler. Televizyonun birçok kanalında mutlaka şiddet ve silah sesleri karşımıza çıkmaktadır. Zaten sosyal ve ekonomik zorluklar ile mücadele eden, gülmeyi unutan vatandaşın sinirleri iyice zayıflayıp mutlu olmak, gülümsemek yerine mutsuzluğu yaşamaktadır.
    BİREYSEL SİLAHSIZLANMA GÜNÜNDE ve her zaman İnsan sağlığı, sevgi,saygı, dostluk, barış, huzur, kardeşlik ve en önemlisi yaşamak için her türlü silaha, BİREYSEL SİLAHLANMAYA HAYIR diyelim.
    Allah’ın verdiği canı sadece Allah alır. Aksini düşünen zaten insan olamaz.

    (sivaspostası.com.tr, 29 Eylül 2010)
    http://www.sivaspostasi.com.tr/yazar.asp?yaziID=4180

    Cevap Yaz
  • Mehmet Kıyak
    Mehmet Kıyak

    Ulusal Psikiyatri Kongresi Bireysel Silahlanmada Demografi Paneli

    Kadın ve Silah Konulu Tebliğ
    Nazire Dedeman
    Swissotel / Neuchatel Salonu
    27 Ekim 2007
    9:45-11:15

    Değerli katılımcılar,

    Öncelikle aranızda bulunmaktan son derece mutlu olduğumu belirtmeliyim. Davet ettiğiniz ve bireysel silahsızlanma konusundaki katkılarınız için çok teşekkür ederim.

    Umut Vakfı’nı; gençlerimizi şiddetten uzak, hukukun üstünlüğüne inanan ve bu sorumlulukları taşırken de uyuşmazlıkları barışçıl yollarla çözebilen bireyler yetiştirmek üzere kurduk. Böyle bir çerçeve içerisinde de “Bireysel Silahlanmaya Hayır.” çalışmalarımızı başlattık.

    Bireysel silahlanma ile mücadele, en az silahlanma ile mücadele kadar önemlidir. Bu iki farklı kavramın insanlığa verdikleri zararlar aslında eştir. 2001 yılı içerisinde savaşta hayatını kaybedenlerin sayısı 300.000 kişi olarak raporlanırken, aynı yıl içerisinde barışın hüküm sürdüğüne inanılan toplumlarda, ateşli silahlarla işlenen cinayetler, gerçekleşen kazalar ve intiharlar neticesinde 200.000 kişi hayatını kaybetmiştir.

    Türkiye’de ateşli silahlarla meydana gelen olayların yaygınlığını, cana, mala, toplumsal güven ortamına verdiği zararı göz önünde bulundurduğumuzda, bu konuda yapılacak her türlü çalışmanın son derece gerekli ve önemli olduğunu hiç kuşkusuz kabul ederiz.

    Psikoloji Sözlüğü’ne göre “Şiddet”, “düşmanlık ve öfke dugularının, kişilere veya nesnelere yönelik fiili, yıkıcı fiziksel zor yoluyla dile getirilmesi”dir ve bu haliyle her türlü çatışma ilişkisinde (ailede, okulda, gruplar, ırklar, vb. arasında) rastlanan şiddet, saldırganlığın özgürlüğü, insan iradesini hiçe sayan en ileri, en aşırı boyutudur”. Hiç kuşkusuz, insan bir diğer insana fiziksel ve psikolojik olmak üzere farklı şekillerde şiddet uygular. Bu anlamda son derece geniş bir literatür mevcuttur.

    Şiddetin en uç noktası bireysel silahlanmadır. Silahın tek işlevi “öldürmek” veya “yaralamak”tır. Ateşli silahın yalnızca bulundurulması dahi potansiyel öldürme ve yaralama olaylarına geniş bir zemin yaratır. Bu gerçekten hareketle; aynı toplum içinde yaşayan bireylerin herhangi bir ideolojiye ait olmaksızın, ateşli silahlar ve bıçaklar ile diğer aletlerle donanmasını “Bireysel Silahlanma” olarak tanımlıyoruz.

    İnsanlar neden silahlanırlar? Bu soruya verilen cevaplar, Bakırköy Psikiyatri ve Tedavi Araştırma Merkezi’nin (BAPAM), 10.000 silah ruhsatı başvurusu üzerinde yaptığı bir araştırmada şöyle sıralanıyor:
    İş riski nedeniyle % 35,
    Evde bulunsun diye % 23.6,
    Merak ve hobi olarak %16.7,
    Avcılık veya atıcılık gerekçesiyle %12.7,
    Meslek gereği % 6.8,
    Hatıra yani intikal nedeniyle % 5.2.

    Bu soruya verilen en yaygın cevaplardan diğeri ise ‘güvenlik nedeniyle’dir. Can güvenliği mazeretine sığınarak silah edinenlerin asıl gerekçeleri, aslında kendilerinin de farkında olmadıkları topluma ve kendine güvensizliktir. Topluma ve kendisine güvenmeyen insanlar silahın gölgesine sığınırlar.

    Silah, güç göstermenin, kahramanlığın, yenmenin, yiğitliğin, zafer kazanmanın simgesidir. Freud’a göre gayet açık ve net olarak silah bir erkeklik simgesidir ve silahla ilgili olarak yapılan eylemlerde erkeklik organının yaptığı eylemlere paraleldir.

    Erkek adamın silahı olur. Toplumumuzda erkek çocuğu silahlandırma yaşı sünnet yaşıdır. Erkek çocuğun artık erişkinler grubuna geçebilmesi için mutlaka silahla temas etmesi, silah kullanmayı öğrenmesi ve silahın getirdiği erkeklik değerlerini öğrenmesi gereklidir. Kan davaları ve namus cinayetleri... Bu iki sebeple adam öldürmenin toplumda kendilerine saygın yer edinecekleri, şana ve şöhrete kavuşacakları, kahraman olacakları öğretisiyle yetiştiriliyor çocuklarımız.

    Peki kadının bireysel silahlanma ile oluşan şiddet ortamındaki yeri nedir?

    Silahın kadın ve erkek üzerindeki etkileri, cinsiyet temelli eşitliksizlik nedeniyle birbirinden farklıdır. Uluslararası Hafif Silahlar Eylem Birliği’nden aldığımız bilgilere göre; eğer bir evde ateşli silah mevcutsa, ölüm riski diğer şiddet türlerine kıyaslandığında 12 kez artar. Dünya’da, her yıl 30.000’den fazla kadın ve kız ateşli silahlarla öldürülüyor. Milyonlarcası ise silah zoruyla tehdit ediliyor, kaçırılıyor, tecavüze uğruyor, korkutuluyor ve travmalar yaşıyor.

    Ülkemizde ise Adli Tıp Enstitüsü’nün geriye dönük 12 yılı içine alan bir araştırmasında tüm eş öldürme vakalarında silahın %35 oranında kullanılmış olduğunu görüyoruz.

    2000 yılında İstanbul’da tek Kadın Tutuklu Evi olan Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi’nde BAPAM tarafından yapılan bir çalışmada görülüyor ki, kadın mahkumların %40’ı adam öldürme suçundan dolayı ceza evinde ve bu kadınların öldürdüğü şahısların neredeyse %80’i eşleridir. Kadın, suçu, kocasının silahıyla işlemektedir.

    Çok açıkça ortadadır ki; evde silah bulunması potansiyel olarak aile içi şiddete ve suça zemin oluşturur. Aynı zamanda, evde silah bulunması kadın ve çocuk üzerinde sembolik bir baskı aracı, sembolik şiddet kaynağıdır. Erkeklerin silahlanması neticesinde, savaşlarda da olduğu gibi mağdur olanlar hep kadınlar ve çocuklardır. Unutulmamalıdır ki; bireysel silahlanmada mağduriyet çift taraflıdır. Öldüren hapise, ölen ise mezara gider. Her iki mağduriyetin tek kaynağı ise silahın (evdeki) mevcudiyetir.

    Bizim gibi ataerkil toplumlarda, özellikle gündelik hayattaki toplumsal ilişkiler içinde, iktidar, erkek tarafından temsil edilir. İktidarın bu temsiliyeti, hiyerarşinin güçlü olduğu ve otoritenin merkezi öneme sahip olduğu geleneksel kültürler içinde, toplumsal kabullerin onayladığı hatta takdir ettiği bir durumdur. Şiddetin, en azından iki taraf arasındaki bu gayrı-insani ve tahakkümcü mevcudiyeti, o toplumu oluşturan tüm insanların katkısıyla kültürel bir kabul haline dönüşür. Kadın ve erkek ortak olarak bu kabule katılırlar. Ve tahakküm kadının mağduriyeti olsa bile, kadın; “ana”, “karı” ya da “kaynana” olarak bu tahakkümü kabullenir ve hatta kültürel bir durum olarak onaylar; üstelik bu eşitsiz durumu bir sonraki kuşağa aktarır.

    Bu perspektifle bakıldığında, kadına yönelik şiddeti, kadın ve silah konusunu tartışırken; sözkonusu şiddet ortamında kadının rolünü gözden kaçırmamamız gerekir.

    Anne olarak kadın; erkek ve kız çocuğunu yetiştirirken, onların cinsiyet rollerini edinmelerinde başrole sahiptir.

    Geleneksel kültür içinde ataerkil kültürü baştacı eden kadın, bu ortamda hayatı pahasına, insan olarak varlığının farkında olmaz. İşte o kadın, bir erkeğin insan olarak kıymeti olmayan ‘bacısı’, ‘karısı’, ‘kız çocuğu’ olmayı baştan kabul eder. Ayrıca, kız çocuğuna iyi bir ‘bacı’, iyi bir ‘karı’, iyi bir ‘gelin’ olmayı öğretir. Burada “iyi” olmaktan kasıt; insan haklarına saygılı, demokratik kültürün “yanlış” olarak nitelediği önyargılar ile kültürel değerleri “doğru” kabul eden erkek egemen zihniyetin ve tahakkümcü geleneğin kadınlar tarafından sorgulanmadan benimsenmesidir. Bu şu demektir: “Töre”, “namus” gibi kavramlar kadınların yaşam hakkını gaspetmektedir. Fakat, ataerkil zihniyet içinde yetişen kadın kendisinin ve diğer kadınların yaşam hakkını “töre”ye ve “namus”a kurban edebilir... Çünkü erkek egemen zihniyet içinde “iyi” yetiştirilmiş bir kadından beklenen budur.

    Erkek çocuğu ise sünnet düğününde, altın kakmalı, kıymetli maden ve taşlarla süslendirilmiş ateşli bir silahla yiğitliğini taçlandırır. Bu ateşli silahın namlusu, sıklıkla, kadın olmaktan kaynaklanan rollerini yerine getirmeyene çevrilir... Ya da bu rolü uygulamamaktan kaynaklanan suçluluk ve kirlenmişlik duygusuyla kadın kendi kendini yok eder.

    İşte bu nedenle anne’ler, ‘büyük anneler’ bu makus talihin karşısında durmalı ve geleneğe karşı çıkmalıdırlar.

    İşte bu noktada soruyoruz:

    Kadınlar geleneğin karşısında durarak, köle olmaktan, şiddete maruz kalmaktan nasıl kurtulabilirler?

    Kadın, kızını dövmeden, onu mahkum olduğu hayattan layık olduğu hayata taşıyacak hale nasıl gelir?

    Kocasını ve oğlunu, yiğitliğin silahla değil ‘barış’, ‘uzlaşma’, ‘insan-birey-yurttaş’ olmayla taçlandırılabileceğine nasıl ikna eder?

    Bireysel silahlı şiddetin durmasında nasıl roller üstlenebilir?

    Umut Vakfı olarak, bu soruların gerçek cevaplarını bilimsel bir zeminde bulmak üzere; kadının bireysel silahlanma ile oluşan şiddet ortamındaki yeri hakkında bir komisyon çalışması ve arama toplantısı gerçekleştireceğiz...

    Çalışmamızın amacı; ülkemizdeki kadınların, gelecek kuşakların yetişmesindeki ve toplumsal zihniyetin biçimlenmesindeki etkin aktörler olarak; bireysel silahlanmayla oluşan şiddet ortamındaki yerini ve rolünü tanımlamak ve çözüm sürecindeki rolünü tayin etmektir.

    Ele alınacak konular ise şunlar olacaktır:
    • Türkiye’de farklı sosyal, siyasal ve ekonomik statülerde bulunan kadınların ateşli silah bulundurmaları, taşımaları, ateşli silahla şiddete uğramaları, ateşli silahla şiddet uygulamaları,
    • Çocukların oyuncak silahla ilişkisinde kadının ‘anne’ olarak rolü,
    • Erkeklerin silahla ilişkisinde kadının ‘eş’ olarak rolü

    Burada bulunan siz değerli bilim insanlarına duyurmaktan mutluluk duyuyorum ve katkılarınızı bekliyorum...

    Fakat; bu çalışma öncesinde en azından şu tespitleri rahatlıkla yapabiliriz:
    • Ateşli silahlı şiddetten en fazla zarar görenler kadın ve çocuklardır.

    • Bir evde silah var ise; o silah bir gün mutlaka patlar... O silah kadın ve çocuk üzerinde bir baskı ve şiddet aracıdır... Her zaman yaşam haklarını ellerinden alacak bir tehdittir. Ve bu tehdidin sahibi “erkek”tir...

    • Çocuklar, silahlı şiddetin tehlikeleri ile ilk önce evde karşılaşırlar. Anne olarak erkek çocuklarına silah, kız çocuklarına bebek vermek onları yanlış yetiştirmektir. Silahın tehlikeleri, varlık sebebi, işlevi, sevdiklerimizi kaybetmemize neden olduğunu çocuklarımıza anlayabilecekleri bir dille anneler ve babalar tarafından anlatılmalıdır.

    • Kadınlar olarak eşlerimizin ve etrafımızdaki erkeklerin silahlarını önce biz ayıplamalı ve kınamalıyız... Bizim yaşam hakkımızı tehdit eden her türlü yanlış geleneği önce biz kadınlar kınamalı ve karşısında durmalıyız. Sonra da bu yanlış gelenekleri çocuklarımıza bir değer olarak öğretmemeliyiz.

    Sözlerimi burada noktalarken, bireysel silahsızlanma konusunda kadınlara düşen görev şu olmalıdır: Erkeğin silahlanmasına muhalefet edelim. Silah kullanmanın Türk erkeğinin geleneği olduğunu kafamızdan önce biz silelim ve bundan erkeğin ilkelliği olarak söz etmeye başlayalım. Bu şiddet kültürsüzlüğünü gelenek olarak kabul etmeyelim. Bu geri kalmış kültürün altında kadına ve çocuğa baskı yatmaktadır. Erkek namus koruyan, namus temizleyen konumuna getirilmiştir. Bu temizlik silahla kadınları katletmek suretiyle yapılmaktadır.

    Dinleme sabrını gösterdiğiniz için teşekkür ederim.
    Umut dolu yarınlara...

    Cevap Yaz
  • Mehmet Kıyak
    Mehmet Kıyak

    Bireysel Silahlanma ile Oluşan Şiddet Ortamında Kadının Yeri ve Rolü Üzerine…
    Giriş
    Türkiye’de ateşli silahlarla meydana gelen olayların yaygınlığını, cana, mala, toplumsal güven ortamına verdiği zararı göz önünde bulundurduğumuzda, bu konuda yapılacak her türlü çalışmanın son derece gerekli ve önemli olduğunu hiç kuşkusuz kabul ederiz.


    Bu kısa çalışmada, şiddet üstbaşlığından hareketle bireysel silahlanmanın genel tanımına, iktidar ilişkileri içinde efendi-köle ilişkisi üzerinden şiddetin kadın ve erkek, güçlü ve zayıf kaşıtlıkları içindeki ifadesine bakılacak; kadının bireysel silahlanmayla oluşan şiddet ortamındaki mağduriyeti karşısında, bu mağduriyetin sürmesinde ve şiddet kültürünün içselleştirilerek benimsenmesindeki, ataerkil düzen ya da cinsiyet rejimi[1] içindeki konumundan kaynaklanan pekiştirici fonksiyonu tartışılacaktır.


    Şiddet ve Bireysel Silahlanma
    Psikoloji sözlüğündeki şiddet maddesi ilk olarak “düşmanlık ve öfke dugularının, kişilere veya nesnelere yönelik fiili, yıkıcı fiziksel zor yoluyla dile getirilmesi. Bu haliyle her türlü çatışma ilişkisinde (ailede, okulda, gruplar, ırklar, vb. arasında) rastlanan şiddet, saldırganlığın özgürlüğü, insan iradesini hiçe sayan en ileri, en aşırı boyutudur” tanımını verir[2]. Hiç kuşkusuz, insanın insana uyguladığı zor kullanma halleri sadece fiziksel zarar vermenin çok ötesindedir ve şiddet kavramı ile ilgili oluşan geniş literatür bu tanımdan ibaret değildir. Fakat, bu makaledeki çerçeve içinde şiddet en kaba ve uç haliyle, insanın insana uyguladığı fiziksel güç ve yok etme manasıyla ele alınmaktadır.


    Her türlü şiddet eylemini göz önünde bulundurduğumuzda; şiddetin en uç noktasının bireysel silahlanma olduğunu rahatlıkla söyleriz. Silah yalnızca öldürmek ve yaralamak işine yarayan ve başkaca işlevi bulunmayan bir şiddet objesidir. Ateşli silahın yalnızca bulundurulması dahi potansiyel öldürme ve yaralama olaylarına geniş bir zemin yaratır. Bu gerçekten hareketle; aynı toplum içinde yaşayan bireylerin herhangi bir ideolojiye ait olmaksızın, ateşli silahlar ve bıçaklar ile diğer aletlerle donanmasını “Bireysel Silahlanma” olarak tanımlayalım.


    İnsanlar neden silahlanırlar? Bu soruya verilen cevaplar, Bakırköy Psikiyatri ve Tedavi Araştırma Merkezi’nin (BAPAM), 10.000 silah ruhsatı başvurusu üzerinde yaptığı bir araştırmada şöyle sıralanıyor: İş riski nedeniyle % 35, evde bulunsun diye % 23.6, Merak ve hobi olarak %16.7, Avcılık veya atıcılık gerekçesiyle %12.7, Meslek gereği % 6.8, Hatıra yani intikal nedeniyle % 5.2. Bu soruya verilen en yaygın cevaplardan diğeri ise ‘güvenlik nedeniyle’dir.[3]


    Tüm bu mazeretlerin ötesinde, bireysel silahlanma ile oluşan şiddet ortamında, toplumumuzdaki farklı cinsiyetler arasındaki, şiddeti uygulayan ile mağdurunun ilişkisini düşünürsek; temel nedenlerden en azından bir tanesinin hiyerarşi zincirinin ‘güç’lüsüyle, ‘güç’e tabi olanı arasındaki iktidar ilişkisi olduğunu görürüz.


    İktidar ilişkisi içinde Kadın – Erkek: ‘Celladına aşık olmak’ ve Pekiştirilen Şiddet
    Şiddet kavramını ele aldığımızda en az iki taraftan söz ederiz. İktidar ilişkisi içinde iktidar, kısmen de olsa, şiddetin elde tutulduğunun gösterilmesiyle temsil edilir.[4] Hangi tarafın güçlü olduğu bu temsiliyetten anlaşılır. İktidarın bu temsiliyeti hiyerarşinin güçlü olduğu ve otoritenin merkezi öneme sahip olduğu geleneksel kültürler içinde, toplumsal kabullerin onayladığı hatta takdir ettiği bir durumdur. Şiddetin, en azından iki taraf arasındaki bu gayrı-insani ve tahakkümcü mevcudiyeti, o toplumu oluşturan tüm insanların (kadın ve erkek ayırd edilmeksizin) katkısıyla kültürel bir kabul haline dönüşür.


    Ünsal Oskay, ‘Efendi / Köle’ İlişkisi Açısından Şiddet ve Görünümleri Üzerine adlı makalesinde, şiddetin, iktidar farklılığının sonucunda birinin iradesinin diğerininkine bağlanmasıyla oluştuğunu söyler. Böylelikle, ‘hayatının öznesi olma’ hakkı ve şansı elinden alınmış bireyin hayat karşısındaki konumu değişir. Bu zayıflıktan kaynaklanan ‘köleleşme’ hali, insan onuruna yönelen en önemli tehdittir. ‘Köle’ haline indirgenen birey, her defasında bu durumdan kurtulmak için çabalar ve bunun için birçok yöntem geliştirir. Bu yöntemlerden gelişkin olan bir tanesi; ‘efendi/köle ilişkisinin kölenin gözünde meşrulaştırılması’dır. Özgürlüğü elinden alınan ‘kişi’ canını, varlığını bağışlayan ‘güç’lü olana bağımlılaşır. Onurunu elinden alanın, salt ‘varlığını’ bağışlaması, temelinde korkunun olduğu bir itaat hali oluşturur. Baskı ve itaat arttıkça; ‘köle, efendisinin azameti ve görkemi karşısında ona hayranlık duyabilmekte’, ‘celladına aşık olabilmektedir’.[5]


    Bu perspektifle bakıldığında, kadına yönelik şiddeti tartışırken, sözkonusu şiddet ortamında kadının rolünü gözden kaçırmamak gerekir. Anne olarak kadın; erkek ve kız çocuğunu yetiştiriken, benimseyecekleri cinsiyet rolleri içindeki tutumlarını şekillendirir. Toplumsal kabuller ve geleneksel kültür içinde, ataerkil kültürü baştacı eden kadın, bu ortamda hayatı pahasına, insan olarak varlığının farkında olmaz. İşte o kadın, bir erkeğin insan olarak kıymeti olmayan ‘bacısı’, ‘karısı’, ‘kız çocuğu’ olmayı baştan kabul eder ve kız çocuğuna iyi bir ‘bacı’, iyi bir ‘karı’, iyi bir ‘gelin’ olmayı öğretir. Erkek oğlu ise yiğitliğini sünnetinde, diğer toplumsal ortamlarda altın kakmalı, kıymetli madenlerle ve taşlarla süslendirilmiş ateşli bir silahla taçlandırır. Bu ateşli silahın namlusu, sıklıkla, kadın olmaktan kaynaklanan rollerini yerine getirmeyene çevrilir ya da bu rolü uygulamamaktan kaynaklanan suçluluk ve kirlenmişlik duygusuyla kendi kendini yok eder. Ama yine de ‘anne’ler, ‘büyük Anneler’ bu makus talihin karşısında durmak yerine, geleneğin sürmesini yeğlerler…


    İşte bu noktada sormak gerekir: ‘Celladına aşık kadınlar’ geleneğin karşısında durarak, köle olmaktan nasıl kurtulabilirler? Kadın, kızını dövmeden, onu mahkum olduğu hayattan layık olduğu hayata taşıyacak hale nasıl gelir? Kocasını ve oğlunu yiğitliğin silahla değil ‘barış’, ‘uzlaşma’, ‘insan-birey-yurttaş’ olmayla taçlandırılabileceğine nasıl ikna eder?


    Umut Vakfı bu soruların cevaplarını bulmak üzere; Türkiye’de farklı sosyal, siyasal ve ekonomik statülerde bulunan kadınların ateşli silah bulundurma, taşıma, ateşli silahla şiddete uğrama, ateşli silahla şiddet uygulama, çocukların oyuncak silahla ilişkisinde kadının ‘anne’ olarak rolü, erkeklerin silahla ilişkisinde kadının ‘eş’ olarak rolü gibi konuların tartışılacağı bir arama toplantısı düzenleyecek. Amaç; ülkemizdeki kadınların, gelecek kuşakların yetişmesinde ve toplumsal zihniyetin biçimlenmesindeki etkin aktörler olarak, bireysel silahlanmayla oluşan şiddet ortamındaki yerini ve rolünü tanımlamak ve çözüm sürecindeki rolünü tayin etmektir.


    Umut Vakfı Kurucu Başkanı Nazire Dedeman’ın şu çağrısıyla bitirelim:


    ‘Bireysel silahsızlanma konusunda kadınlara düşen görev şu olmalıdır: Erkeğin silahlanmasına muhalefet edelim. Silah kullanmanın Türk erkeğinin geleneği olduğunu kafamızdan önce biz silelim ve bundan erkeğin ilkelliği olarak sözetmeye başlayalım. Bu şiddet kültürsüzlüğünü gelenek olarak kabul etmeyelim. Bu geri kalmış kültürün altında kadına ve çocuğa baskı yatmaktadır. Erkek namus koruyan, namus temizleyen konumuna getirilmiştir. Bu temizlik silahla kadınları katletmek suretiyle yapılmaktadır.


    Bugünün tablosunda bireysel silahsızlanma çok acil olarak üzerinde durulması gereken toplumsal bir sorundur. Sorun yasa yapıcıların önlem almasıyla ve eğitimle yok edilebilir. Kadın olarak önce kendimizi sonra gelecek nesillerin aydınlığı için çocuklarımızı eğitmek görevimizdir.’


    Esengül Ayyıldız
    Umut Vakfı Koordinatörü
    Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
    İletişim Bilimleri Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi
    Kaynak: Esengül AYYILDIZ, “Bireysel Silahlanma ile Oluşan Şiddet Ortamında Kadının Yeri ve Rolü Üzerine”, Kadın çalışmaları Dergisi, Aile İçi Şiddet Özel Sayısı, Cilt:2, sayı:4, Ocak-Nisan 2007, syf. 118-120

    Cevap Yaz
  • Mehmet Kıyak
    Mehmet Kıyak

    21 Ekim 2008


    MKEK’ye sesleniş: Bir silah, bir insanın “ölüm”ü demektir...



    Bir insanın geleceği, umutları, mutlulukları demektir...

    MKEK, önce bir devlet kurumu olarak sivillere silah satışını durdurmalıdır...
    Bir ateşli silahtan elde ettikleri karın karşısında; bir ateşli silahın yaşama hakkını elinden aldığı insanın hayalleri, umutları durmaktadır!

    2006 yılından bu yana her yıl, MKEK (Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu)’nin “kredi kartına, 10 ay taksitle silah satışı” faaliyetlerine ilişkin çabalarını kaygıyla izliyoruz. Daha önce yayınladığımız tepkiler sonrasında, ilgili kurum tarafından Umut Vakfı’na ulaştırılan bilgiye göre ise böyle bir uygulama söz konusu değildi ve uygulamalarının hepsi yasaya “uygun”du. Silah satışı faaliyeti ise MKEK web sayfasından “durmaksızın” devam ettirildi.

    19 ve 20 Ekim tarihli basın yayın organlarında yayınlanan bu konuyla ilgili haberlerden de anlıyoruz ki; bir devlet kurumunun, bireysel silahlanmayı yaygınlanlaştıran bu “ısrarlı” çabasıyla, yurttaşın yaşama hakkını önemsemediğini açıkça göstermektedirler.

    Ayrıca, sözkonusu kurum, “sorumsuz” ve “güvenliği sarsan” bu çabalarına karşı oluşan yurttaş tepkisini de görmezden gelmekte ve önemsememektedir. Oysa; Vakfımıza, yurttaşlarımızdan, MKEK’nin taksitle silah satma kampanyasını kınayarak, durdurulmasını talep eden çok sayıda mesaj gelmektedir.

    Yalnızca daha fazla kâr elde etmek için silahlanmayı arttıran her türlü faaliyetin, ateşli silahların neden olduğu her ölüm ve yaralamada sorumluluğu büyüktür. Öncelikle yurttaşın yaşam hakkını gözetmek durumunda olan (MKEK gibi) devlet kurumlarının sorumlulukları ise taşınamayacak kadar büyüktür...

    Bu sorumluluğa ortak olmayacak ve uyarmaya devam edeceğiz:
    MKEK’nin Sayın sorumlularının dikkatine!

    •Türkiye’de her yıl 3000 kişi ateşli silahlarla hayatlarını kaybetmektedirler.
    •Bugün Türkiye’de ruhsatsız silahlar dahil olmak üzere 9 milyonun üzerinde ateşli silah mevcuttur.
    •Türkiye’de Polis sorumluluk bölgesinde meydana gelen asayiş olaylarında, yalnızca 2008 yılının ilk üç ayında (2007’ye kıyasla) silah kullanımında %57 artış vardır ve ruhsatlı silah kullanımı artmıştır.
    •Yalnızca trafikte hareket halindeki 8 milyon aracın %6’sında ateşli silah bulunmaktadır. Bu silahların %80’i her an patlamaya hazır durumdadır.
    Öyle ise; Makina Kimya Endüstrisi Kurumu, bir devlet kurumu olarak sivil yurttaşların yaygın silahlanmasını kolaylaştırmakla ne elde edebilir?

    Yalnızca stoklarındaki ölüm araçlarını paraya dönüştürmüş olur. Bunun karşılığında, yaygınlaşan silahlanmayla daha fazla suç işlenecektir.

    Ülkemizdeki suçu önlemek konusunda yoğun çabalara ihtiyaç varken; bir devlet kurumunun yurttaşlarına silah satması, öldürmekten başkaca işlevi olmayan bir aracı “gündelik bir tüketim nesnesi” gibi yaygınlaştırması akıl alacak gibi değildir.

    Sözkonusu silah stoklarının eritilmesi ile elde edilecek kârlılığın, meydana gelecek suçların topluma maliyeti karşısında hiç bir anlamı yoktur, olamaz!

    Ateşli silahlarla suçların topluma maliyetine bakalım:

    Yurttaşları silahlandırmak daha fazla suçu davet eder...

    Bir yurttaşın yitirilmesi demek; yetişmesi süresince verilen maddi ve manevi büyük emeğin yok olması demektir....

    Öldürülen her kişinin yok olan üretim potansiyelinin; ailesine, çevresine ve topluma faydasının engellenmesi demektir...

    Bir insanın yaşamına mal olan her silah, aynı zamanda büyük bir ekonomik kayba da sebep olmaktadır.

    Ailesinin ve yakınlarının ömür boyu sürecek tarifsiz acılara mahkum edilmesi demektir...

    Ateşli silahların yaygınlaştırılması sonucunda suçun artmasının yanı sıra, toplumda “suç korkusunun” yaygınlaşması ve devamında daha fazla silah talep edilmesi demektir.

    Bu kısırdöngü içinde parasal “kârlılığını” arttıracak olanların karşısında; yaşama hakkını kaybedenlerin, ailelerinin, sevdiklerinin büyük mağduriyeti durmaktadır.

    Bu vicdan meselesidir...

    MKEK, önce bir devlet kurumu olarak sivillere silah satışını durdurmalıdır... Bir ateşli silahtan elde ettikleri kârın karşısında; bir ateşli silahın yaşama hakkını elinden aldığı insanın hayalleri, umutları durmaktadır!

    Bir silah; yalnızca bir “ölüm” demektir; bir insanın geleceği, umutları, mutlulukları demektir...

    Nazire DEDEMAN
    KURUCU BAŞKAN

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (8)

Mehmet Kıyak