25-) Yarınları Tüketmek Dünden / Alça ...

Gürkal Gençay
29

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

25-) Yarınları Tüketmek Dünden / Alçakların En Son Sığındıkları Kale; Vatanseverliktir*

(demokratikleşmede açılım ve barış sürecini inatla çıkmaza sürükleyenler; / çıkmaz sokakları yalnızca çocuklar severler! ..)

Yaklaşık iki sene önce bir ayağı Trabzon, diğer ayağı Sochi limanları olan bir yolcu gemisi içinde yolcu ve mürettebatıyla birlikte kaçırılmıştı.
Gemiyi kaçıran eylemciler, Rusya'nın Çeçenlere uyguladığı politikalara, baskı ve zulümlere binaen bu eylemi gerçekleştirdiklerini söylüyorlardı. Bellerinde bomba, ellerinde kalaşnikof tüfeklerle, her fırsatta 'allah-û ekber' nidaları atan bu kişiler aşırı milliyetçilerdi.
Bugüne kadar geçen süreçte buna benzer vakalar çeşitli versiyonları ile defalarca yaşandı.
Son iki yıl içinde kaçırılan uçakların failleri de aynı cenahtan ve aynı dünya görüşündeki kişilerdi.
Ya 'allah-û ekber' diyerek, ya da sağ ellerinin parmaklarını kurt başı şekline getirerek, plastik tabancalar ile içinde bomba olduğunu söyledikleri oyuncaklar ile bu eylemleri gerçekleştirmişlerdi.
Devletin, polisin, medyanın ve medya kuruluşlarının kendi bakış açılarından yorumladıkları ve ona uygun prizmadan verdikleri, bunun dışında kalan bilgileri kaçırdıkları, manüple haberler ile tek kanaldan bilgilendirdikleri kamunun tavrı eylemcilere karşı törpülenmiş, eylemcilerin dindarlıkları ya da milliyetçilikleri ön plana çıkarılarak adeta sempati merkezi haline getirilmiş ve failler ile fiiller, 'o kadar doğal ki, o kadar sıradan ki, o kadar bildik ki...' anlayışı ile vak'a-i adiyeden bir şeymiş gibi geçiştirilmişti.

Tabii, en son THY’nin Adana uçağını kaçıran Erdal Aksu'ya kadar.

Erdal Aksu'nun eylemine kadar olan tüm kaçırma ameliyelerindeki failler milliyetçi ve din referanslı kişiler olduklarından, son derece 'soft' yöntemlerle etkisiz hale getirildiler ve kaçırdıkları gemiden, uçaklardan sırtları sıvazlanarak, polis ve diğer yetkililerle el ele, kol kola indirilerek teslim alındılar.
Ve hatta Sochi/ Trabzon arası yolcu gemisini kaçıran Çeçen direnişçiler kısa bir süre kapatıldıkları (konuk edildikleri) hapishaneden kaçırıldılar.
Bütün bunları yazarak bir noktaya varmak istiyorum, ki o da şudur:
— Devlet intikam almaz, almamalıdır,
— Devletin idosu olmaz, olmamalıdır,
— Devlet hukuk sistemi ve bu çerçevede yapılanan yasalarla çalıştırılır. Bu anlamda devletin duygusal davranma diye bir şansı olamaz, olmamalıdır.
Hukuk kuralları bunu emrediyor zira.

Peki; o zaman, demokratik teamüllerin işlediği söylenen ve her fırsatta bir hukuk devleti olduğu yinelenen TC'nin yürütmesi, polisi Erdal Aksu'nun uçak kaçırma eylemi karşısında tercihini yazının başında belirttiğim örneklemelerdeki tutumun aksine, neden yargısız infazdan yana koymuştur?
Bu sorunun cevabını vermek hiç zor değildir.
Daha önce uçak ve gemi kaçıranların 'allah-û ekber' nidaları ve kurt başı şekline getirdikleri elleriyle kimliklerinin ipucunu verdikleri ya da kimliklerini deşifre ettikleri ve gereken yerlere mesajlarını ilettikleri gibi, Erdal Aksu'nun da kendisini 'devrimci' olarak tanımlaması ona uygulanması gereken metodun belirleyici figürü olmuştur. İşte sorunun cevabı budur...
Sistem ve sistemi çalıştıranlar, kendilerine benzemeyenlere ve kendileri gibi düşünmeyenlere karşı yaşama hakkı tanımama, var olma hakkı tanımamadaki genleşmiş ilkelerinin müeyyidesini Erdal Aksu'yu katlederek uygulamışlardır. İşte cevap budur...
Bu olay, ortaya açık-seçik koyuyor ki sistem, her alanda olduğu gibi ideolojik anlamda da muhaliflerini belirleyip bu çerçevede çifte standarda dayalı uygulamalarını pratiğe geçirmektedir.
Bu manada katliamlara meşru zemin hazırlamak ve Erdal Aksu'nun katledilmesini 'kaçırdığı uçakta 46 masum yolcunun hayatı tehlikedeydi' sığınmacılığı ile açıklamaya çalışmak ne kadar ikna edeci olabilir? O zaman sorarlar adama; Çeçenlerin kaçırdığı geminin içindeki onlarca masum yolcu ve mürettebatı ne yapacaksınız?
Kurusıkı tabancayla ve oyuncak ayının içinde bomba var tehdidi ile kaçırılan uçakların içindeki masum yolcu ve mürettebatı ne yapacaksınız?
' E... onların tabancası, bombası oyuncaktı' diyebilir misiniz?
Bunu diyebilmeniz için, daha önceden silah ve bombanın niceliğini, niteliğini bilmeniz gerekiyor. Aksi halde, böylesi fiktif yaklaşımlar ile söz konusu yolcuların yaşamlarını aslında tehlikeye atan sizsiniz demektir.
Ayrıca, gemiyi kaçıran çeçen eylemcilerin bellerindeki bombalar ve ellerindeki kalaşnikof tüfekler gerçek değil miydi?

Bütün bu soruların da cevabı çok basit.
Devlet gerçekte tavrını 46 yolcudan yana değil, ideolojisinden yana koymuştur. Olay budur.

Devlet böylesine standartları elinde bulunduramaz. Sinek öldürür gibi adam öldüremez. Devlet bu hastalıktan kurtulmalıdır.
Eğer bunu yapmıyorsa aynı yasalara ve kurallara göre devlet suç işliyor demektir.

Böylesi çifte standartların yoğunluk kazandığı ve 'devrimci' olarak tanımlanan insanların işkencelerden geçtiği, infaz edildiği, katledildiği fotoğrafları da değerlendirerek hiç bir yere kaçamayacağı açıkça görülen, yorgunluktan gerginlikten bitap düşmüş Erdal Aksu'nun adeta kapana kısılmış olduğu uçağın içinde sekiz saat sonra planlanarak, tasarlanarak, bilerek, isteyerek katledilmesi, devletin taammüden adam öldürmesi değil midir?
Geçmişte başbakanlık yapmış birisinin 'Devlet adına cinayet işleyenler kahramandır' söylemi, kendi içinde; devletin cinayet işlediğinin itirafı değil midir?
Cumhurbaşkanı S. Demirel'in bir zamanlar 'bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz' söylemi ve 'tespih çeken eller, silah tutup tetik çekemez' gibi apriori, önyargılı yaklaşımları devletin vatandaşının statüsünü belirlemede oluşturulan mihenk taşı değil midir?
İdeolojik statüler Abdullah'lara endekslidir adeta. İki Abdullah'tan birini seçmeniz durumunda, Abdullah'lardan biri sizi kahraman yapacak, diğeri ise işkence görmenizi, gözaltında kaybolmanızı ya da yargısız infazlara kadar giden bir yolun tevekkel yolcusu yapacaktır.
Burada karşı çıkılması gereken olgu şudur; devletin dini, dili, idosu olmaz, olmamalıdır da.
Bir ülkede hukuk devletinde asla yaşanmayacak olaylar yaşanırsa 'demokrasi ve insan hakları' gibi kavramlar alabildiğine kullanılır. Aslında bu kavramlar önemli kirlerin, pasların üzerine örtülen kalın bir örtüdür. İşte bu noktada 'hukuk devleti' gibi kavramlarda bir örtü gibi kullanılmaktadır. 'Genel ahlak' kavramı ahlaksızlıkları örtmede 'adalet' kavramı adaletsizlikleri, yargısız infazları örtmede kullanılmaktadır.
Ve bu ülkede de devlet işte böyle idare edilmektedir.
Bu, alaturkalığın dikâlâsıdır bu... Bu, şark beyninin dikâlâsıdır bu... 'E... burası Türkiye, normaldir' diyebilirsiniz. Benim isyanım da, itirazım da buna zaten.
Demokrasisi saydamlaşmış, gelişmiş herhangi bir dünya ülkesinde böylesine sefil manzaraları göremezsiniz. Böyle bir ülkede yaşıyor olmak içimi acıtıyor, içimi burkuyor.
'Ama filanca demokratik ülkede de bu tür uygulamalar var' gibi bahanelerin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Hangi ülkede uygulanıyor olursa olsun; yapılan bu tür eylemler, adına ne kadar demokratik ülke denilirse denilsin benim ülkeme model olamaz.

Ne yazık ki; hak-hukuk isteyen, demokrasi ve insan hakları isteyen insanlar, ölümlere karşı çıkan insanlar kendilerini yapayalnız hissediyorlar bu ülkede/..maalesef...

Not: Başlıkta kullanılan aforizma *G.B.Shaw'ya aittir.
---
'Vatanseverlik, siz orada doğdunuz diye, ülkenizin diğer bütün ülkelerden üstün olduğu inancıdır'
G.B. Show


Gürkal Gençay
Eylül. 1998 / İstanbul

* Alınteri Gazetesi - 30. Kasım. 1998 / Sayı: 37

(''Yarınları Tüketmek Dünden'' isimli kitaptan / Örtülü Yayınları–1999)
*********************************************************************************
http://www.ozgurkocaeli.com.tr/article.php? id=10266&archive_list=1&t=Yar%C4%B1nlar%C4%B1_t%C3%BCketmek...

http://taflandergisi.blogspot.com/2008_06_01_archive.html


(Sayfa: 133 / 138)

Gürkal Gençay
Kayıt Tarihi : 25.3.2010 10:59:00
Hikayesi:


* ''Kendin alabileceğin bir hakkı, bırakmayacaksın sana vermelerine! .. '' —Nietzsche— ____________________________________________________________________________________________________________________ YİNE ''İNTİHAR'' HABERİ, YİNE KÜRT ASKER —Oğlunun intihar iddiasını Newroz alanında öğrendi— Ankara'nın Çankaya İlçesi'nde intihar ettiği ileri sürülen Urfa nüfusuna kayıtlı piyade onbaşı İbrahim Demir'in ailesi, çocuklarının intihar ettiğine inanmıyor. Baba Hüseyin Demir, asker intiharları iddialarının çoğunun Kürt sorunundan kaynaklı olduğunu belirtirken, oğlunun ölüm haberini Newroz alanında alan acılı anne Halide Demir ise, 'Bize yanlış bilgi verdiler. Yaralıyken 4 saat müdahale ettiklerini söylüyorlar. Ama tabuta koyup gönderdikten sonra bize haber verdiler. Newroz alanında duydum. Hep bu savaştan dolayı oluyor. Yeter artık bu kan dursun' dedi. Urfa'nın Suruç İlçesi'ne bağlı Büyük Sergen (Midêb) Köyü nüfusuna kayıtlı İbrahim Demir (21) piyade onbaşı olarak askerlik yaptığı Ankara'nın Çankaya İlçesi'nde intihar ettiği iddia edildi. Cenazenin 20 Mart'ta teslim edildiği Demir ailesi ise çocuklarının intihar edebileceğine ihtimal vermiyor. Midêb Köyü'nde toprağa verilen 5 aylık asker olan oğlunun kendisini son olarak aradığında terhis olacağı günü söylediğini ifade eden baba Hüseyin Demir, askeri savcılık tarafından otopsi raporunun kendisine verildiğini ifade etti. Demir, otopsi raporunda ölüm nedeninin, 'Ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kafatası, çene, yüz kemikleri ve hyoid kemik kırıkları ile müterafik beyin doku harabiyeti ve beyin kanaması sonucu ölüm meydana gelmiştir' şeklinde gösterildiğini kaydetti. 'Askeri yetkililer istememiz durumunda yeni otopsi yapabileceğimizi söylediler' diyen Demir, yeniden otopsi yapmaya gerek duymadığını kaydetti. Demir, 'En son abisi ve arkadaşları ile görüşmüş. Herhangi bir sorundan bahsetmemiş. Sorunu yokmuş ki söylememiş. Eğer olsaydı, bize söylemese de arkadaşlarına söylerdi. Onlara da herhangi bir sorunundan ya da sıkıntısı olduğundan bahsetmemiş. Artık bunalıma mı girmiş, nasıl olmuş bilmiyoruz' dedi. 'Terhis tarih ve saatini söyleyen asker intihar etmez' Her ölünün ardında acılı ailelerin kaldığını belirten Demir, bu ölümlerin çoğunluğunun Kürt sorunundan kaynaklı girift hale gelen ruh halinden kaynaklandığını söyledi. 'Yeter artık bu kan dursun istiyoruz' diyen Demir, oğlunun intihar edecek bir insan olmadığını kaydetti. Demir'in kız kardeşi Kibariye Demir de, ağabeyinin intihar ettiğine inanmıyor. Abisinin her şeyini kendisiyle paylaştığını ifade eden Demir, şunları ifade etti: 'Ağabey tanıyorum. Sessiz, sakin, kendi halinde bir insandı. Benim ağabeyim intihar etmez ya kaza olmuştur ya da kasten yapılmıştır. Bana önce gelen haber intihar etti dediler, sonra iki Urfalı iki de Diyarbakırlı toplam 4 kişi Ankara Çankaya'da çatışmada ölmüş dediler. Sonra tekrardan intihar ettiği söylendi. En sonunda da nöbette uyumuş ve silahın emniyetini kapatmadan çenesine dayamış, uyanıp kendisine gelince de silah patlamış ve kardeşim ölmüş.' 'Yaralıyken bize haber vermediler' Abisinin en son kendilerini aradığında terhisinden bahsettiğini belirten Demir, 'Annemi arayıp, 'anne ben izne gelmeyeceğim, izin günlerimden kesilmesin, bitirip öyle geleceğim' dedi. Babam kendisini ziyarete gittiğinde de, babama tezkereyi alacağı günü hatta saati söylemiş. Bunları söyleyen birisi intihar etmez. Birçok asker intihar etti diye öldürülüyor. Yeter artık, Kürt, Türk, Arap bu kan dursun. Bugün benim kardeşim yarın bir başkasının kardeşi yeter artık. Biz insanız, bu dünyaya birbirimizi öldürmek için gelmedik, barış istiyoruz' diye konuştu. 'Oğlum öyle bir şey yapmaz' diyen anne Halide Demir ise, oğlunun daha yaralıyken kendilerine haber verilmemesinden şikâyetçi. Askeri yetkililerin 'Oğlunuz intihar ettikten sonra kurtarmak için 4 saat müdahale ettik' dediklerini belirten anne Demir, '4 saat boyunca neden bize haber vermediler. Belki çocuğumuza yetişir ağzından olayın nasıl olduğunu öğrenirdik. Ölmüş, yıkamışlar, kefenlemişler, tabuta koyup uçağa bindirmişler ondan sonra bize haber verdiler. Ben Newroz kutlamalarında iken haber verdiler. Gittik cenazeyi teslim ettiler. Hep bu savaştan dolayı oluyor. Yeter artık bu kan dursun' dedi.

Gürkal Gençay