(Adalet önce devletten gelir... “Aristo”)
Son yıldızı da söndürdüler...
Yaşam semalarımızın saten mavisi boşluğundan bizlere cilveyle göz kırpıyorlardı.
Bebeğin anasının memesine sarılışında, çiçeklerin tomurcuk tomurcuk patlayışında, binlerce yıllık ayrılığın sonunda âşıkların özlemle kavuşmasında, serçelerin ürkek/ telaşlı koşuşturmacalarında ve hayatı bezeyen her güzel şeyde bir tane çoğalıyor; gecemizi aydınlatıyorlardı.
Yaşamın bize yabancı olan/ bizleri bilinmezliğin korkusuyla kuşatan karanlık sokaklarını, rutubetli/ taş duvarlarını, soğuk ve ıssız yalnızlıkları şavklarıyla ışıtıyor; bizleri korkularımızdan arındırıyorlardı.
Ama, son yıldızı da söndürdüler...
İzlandalı anne Sophia Hansen, kendisine iki kız çocuğu kazandıran Türk genci Halim Al ile yaptığı evliliği sürdürememiş, ayrılmışlardı.
Halim Al’ın kızlarını annelerine göstermemesi üzerine Sophia Hansen de analık güdüleriyle bir hukuk mücadelesi başlatmış, Türk adaletine ve mahkemelerine müracaat etmişti.
Yaklaşık iki yıl süren bu hukuk mücadelesi sonucu, Sophia Hansen kızlarını haftada bir kez de olsa görebilme hakkına (şansına) sahip olmuştu.
Ama Halim Al, kızlarını çeşitli Bizans oyunlarıyla gizleyip, onların beyinlerini annelerinin aleyhine yıkayıp, anne Sophia Hansen’i hayatlarından dışlamaya çalışıyordu.
İstanbul’un bir ilçesi büyüklüğündeki 200–250 bin nüfuslu İzlanda’da insanlar; / acımasız kuralların işlediği vahşi doğada bile analık kavramlarının böylesine ayaklar altına alınmadığı gerçeğine karşın, / Türkiye’deki bu hukuk tanımazlığa karşı tepki koyuyorlardı.
Ve Başbakan Bülent Ecevit, resmi bir ziyaret için gittiği Çin’de bu konuda cevap vermekte zorlandığı sorularla karşılaşıyordu.
* * * *
(Gelişmiş, çağdaş ve insan haklarını ihlal etmeyen demokratik dünya ülkeleri “kadının en doğal hakkı olan annelik duygularının bu kadar hoyratça yaralanmasına/ tecavüzüne karşı” infial içinde tepki gösterirlerken, bu olayların sıcağı sıcağına yaşandığı bizim ülkemiz insanları neden bu kadar duyarsızlık/ suskunluk içindeler? ..)
Bu önemli bir sorudur...
Her açıdan...
Soruyorum...
— Bu yıl TKV’nın verdiği “En iyi kalpli insan” ödülünü alan, Başbakan eskisi Mesut Yılmaz’ın eşi “first lady” Berna Yılmaz nerede?
— Peki, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet bakanı Işılay Saygın nerede?
(O kadar da sorumlu değilmiş demek ki! ..)
— Mecliste ve siyasi yapının içindeki kadın sayısının çoğalmasından yana tavır koyan (her fırsatta bu konuda ahkâm kesen) ve siyasetin içindeki kadın sayısı çoğaldıkça bu ülkenin sorunlarının adeta “kadın eli değmişçesine” düzelebileceğini savunan/ iddia eden kadın milletvekilleri İmren Aykut, Ayseli Göksoy, Oya Araslı neredeler mesela?
(Öyle gert gert işkembe-i kübradan atmaya benzemiyor değil mi hanım teyzeler bu işler? .. Hayat son derece sahici... Gelip, “zınk” diye yakalıyor işte böyle adamı...)
— Türk Anneler Birliği başta olmak üzere, kadına ve yaşam hakkı bütünlüğüne yönelik faaliyetlerle iştigal eden o (muhteşem) sivil toplum örgütleri nerede?
— Bu hukuk tanımazlık gözler önünde tüm vahametiyle/ acımasızlığıyla sergilenirken bu ülkenin duyarlı insanları, entelektüelleri, hukukçuları, barosu nerede?
Bu olayla/ biz Türklere ait ve (hikâyeden de) çok sevdiğimiz “ Cennet Anaların ayakları altındadır” özlü sözü, Honore De Balzac’ın “Bir babanın çocuklarına yapabileceği en büyük yardım/ iyilik annelerini sevmektir” sözü karşısında ağır yenilgi alıyordu ve yaşam semalarımızda bir yıldız daha sönüyordu...
“ Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz ” sözümüzün ise; Victor Hugo’nun “ Bir kadını sevmek, ölümlülüğe karşı kazanılan en büyük zaferdir” sözü karşısında hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmıyordu...
Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğu ve bireylerinin/ yurttaşlarının haklarının- hukuklarının yasalarla korunduğunu iddia edenler; // TC mahkemeleri, iki yıl boyunca yalnızca yavrularını haftada bir kez olsun görebilmek amacıyla uğraşıp didinen bir annenin çaresizliğini neden sinema seyreder gibi yalnızca seyrediyorlar? Neden savcılarını, gerekli mercileri harekete geçirmiyorlar?
İzlanda’lı anne Sophia Hansen, haftada bir kez görme hakkını kazandığı davaya ve Türk hukukunun adilane çizgisine binaen çocuklarını görme girişimlerinde bulunduğunda; / Halim Al ve onun gibi düşünenlerin kadını engellemeleri ve hukuk tanımazlıklarıyla karşılaştığında,// bu ülkenin yaptırım mekanizmaları, bu hukuk cinayetine neden “dur” demiyorlar?
O zaman, bunun altında şoven bir yaklaşım var... (Ben böyle düşünürüm! ..)
Mağdur İzlanda’lı anne Sophia değil de, Türk anne Safiye olsaydı; Halim Al ve onun gibilerinin tepkileri/ davranışları yine böyle mi olurdu?
/..birileri bunu bana izah etsin, bu nasıl bir iştir? .. Yoksa birileri benim necip(!) halkımı belli bir düşünce sisteminin içine mi çekmeye çalışıyor? ../
(..peki, o zaman insan içine çıkabilecek mi bu insanlar? ..)
Bunun altında aslında çok daha farklı, çok daha vahim bir şey var.
Köktendinci bir anlayışı benimsediği sezilen ve (zaman zaman) sergilediği görülen Halim Al, kızlarının beyinlerini “tarikat öğretileri” ile yıkamış ve annelerinin memleketi; bir Kuzey Avrupa ülkesi olan İzlanda’nın yaşam kriterleriyle/ sosyolojik ölçütleriyle, kendi dar alanlarında tanımladıkları “namus konsepti” anlayışını aynı kaslar içinde değerlendirip, onu “fahişelik” ile suçlamalarını öğretmiştir/ öğütlemiştir...
Bu, TC hukukunu inkâr demektir; bu TC mahkemelerini tanımama demektir.
Bu, Halim Al’ın ve onun gibilerinin beyinlerinde ve yüreklerinde absorbe ettiği “şeriat” hukukunun, tarikat hukukunun zaferidir...
Ve Halim Al ve onun gibi düşünenler bu cephe savaşını maalesef kazanmışlardır.
Aralarına girmeye çalıştığımız (neredeyse cırmaladığımız/ can attığımız) Avrupa ülkelerinin kadına bakış açısı ile bu ülkenin kadına bakış açısı/ yaklaşımı, Halim Al gibiler yüzünden hiçbir zaman örtüşmemiştir ve bu ülkenin AB’nin yapısı ile kronik bir doku uyuşmazlığının olduğu yönünde önemli bir gösterge olarak ortaya çıkmıştır...
Bu olay önemli bir veri, önemli bir fotoğraftır...
Çok iyi irdelenmesi, çok iyi incelenmesi gerekir...
Bu sebeple Sophia Hansen’in yaşadığı bu hukuk katliamını/ skandalını salt kişilere endekslemek doğru bir yaklaşım olmaz; bu bir zihniyet sorunudur...
Devlet en küçük departmanlarına kadar kendini gözden geçirmelidir.
İşte, Avrupa ülkelerinin TC’ye karşı koyduğu tepkisel duvarın yapı taşlarından biri ve hatta sebebi budur...
/ Birileri saten mavisi gökyüzündeki yıldızları söndürdü birer birer.../
Yaşama hakkını kategorize ederek (hiçe sayarak) , insanları alt ve üst kimlikleri ile sınıflandırarak, doğayı ve içinde barınan canlıları katlederek, özürlüleri/ bedensel engellileri yok sayarak, sokak çocuklarını yalnızlıklarına terk ederek, üçüncü cins insanlara sapık muamelesi yaparak, yoksulu ezerek/ kadını ezerek yıldızlarımızı söndürdüler birer birer...
Karanlıktayız...
Sophia Hansen olayı ile erkek egemen zihniyetin “Kadın altın şamdan bile olsa, mumu dikecek olan erkektir...” yaklaşımının tanıklığını yapıp, kadınımızın yerinin “hala soframızda öküzümüzden sonra geldiğinin” değişmediği gerçeğini bir kez daha görmüş olduk...
/..işte bu zihniyetle son yıldızı da söndürdüler.../
Saten mavisi gökyüzünü katran karası ettiler; ama “ateşböceklerini” unuttular...
Onlar, yıldızları söndürülmüş gecenin içine bir davetsiz misafir gibi akın akın aktılar...
Simurg gibiydiler...
Umutsuzluğun ve karamsarlığın, dili çatal engerek gibi çöreklendiği karanlık geceleri bir ince keman taksimi ile ışıttılar...
Sayıları çoğaldıkça, geceyi ve ortaçağ zihniyetinin karanlığını alev alev yaktılar...
Son yıldızı da söndürenler “ateşböceklerini” hesaba katmadılar...
Bu ülkenin duyarlı insanları, yurttaşlık bilinci taşıyanları, tüzel kişilikleri, yaşadıkları bu trajik ülkeyi çağdaş ve uygar medeniyetler seviyesine çekmek için ellerinde kemanlar, dillerinde şarkılar ile karanlığın üzerine kanat çırptılar.
Bizler de, her duyarlı ve sorumlu birey gibi birer ateşböceği olmalıyız.
Ve Nazım’ın “Sen yanmazsan/ Ben yanmazsam/ Biz yanmazsak/ Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa...” dediği gibi ateş ateş yanmalıyız...
Bu coğrafyada hala demokrasiye inanan (bu anlamda umutvar olan) , hukuka inanan, yaşam hakkını kategorize etmeyen, ayırımcılığın her türüne inatla karşı çıkan ve halkların kardeşliğinden yana tavır koyan binlerce “ateşböceğinin” olduğuna inanmalıyız...
/ İnanmak, başarmanın yarısı demektir! ../
Gürkal Gençay
08.Haziran.1998
Deniz Köşkleri / İstanbul
(“Yarınları Tüketmek Dünden” isimli kitaptan / Örtülü Yayınları–1999)
******************************************************************************
http://www.ozgurkocaeli.com.tr/article.php? id=10266&archive_list=1&t=Yar%C4%B1nlar%C4%B1_t%C3%BCketmek...
http://taflandergisi.blogspot.com/2008_06_01_archive.html
(Sayfa: 114 / 118)
Gürkal GençayKayıt Tarihi : 25.3.2010 10:53:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
* Herkes kendi ışığınca, aydınlığınca kendini var etmelidir... “Kaos teorisi”ni bilmeyenimiz yoktur sanıyorum... Hani şu, Güney Afrika’da inatla kanatlarını çırparak (ve bundan asla vazgeçmeyerek) Amerika’da fırtınalar yaratan küçük kelebeği... “Ben küçük bir kelebeğim, ne gücüm olabilir ki” demeyen ve kanatlarını her çırpışında bir tozunu yitirse bile asla karamsarlığa düşmeyen o narin kelebeği... Kanatlarımızı çırpmalıyız... Fırtınalar yaratmalıyız... Ve “fırtına”nın şiirini yazmalıyız... / y e t m e z! ../ Fırtınanın içinde de olmalıyız... Benim en büyük düşlerimden biri de, fırtınalardan sonra dostlarla görüşebilmek olmuştur... Kendilerini “ateşböceği ve kelebek” gibi hisseden dostlar; / g ö r ü ş e b i l m e k _ d i l e ğ i y l e! ../ ***************************************************************** Sayın Üyeler, Bu haberin hem insan haklarını, hem de çocuk haklarını ilgilendirdiğini düşünüyorum: Bir anayı-babayı çocuğundan ayırmak ya da bir çocuğu anasından-babasından ayırmak haksızlıktır. Bu haksızlığı çocuğun yanında yaşadığı eski eş yapar. Ama bu haksızlığı önlemeyen devletin de sorumluluğu olduğu unutulmamalı. Aşağıdaki karar bu sorumluluğu hatırlatmaktadır. Umarız gelecekte hatırlatmalara gerek kalmadan hakların korunması gerçekleşir: İZLANDALI ANNE TÜRKİYE’Yİ AİHM’DE MAHKUM ETTİRDİ! .. İZLANDALI ANNE SOPHİA HANSEN ÇOCUKLARI İLE GÖRÜŞEMEDİĞİNİ İDDİA EDEREK AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ'NE(AİHM) BAŞVURUSU SONUCU TÜRKİYE'Yİ 75 BİN EURO TAZMİNAT ÖDEMEYE MAHKÛM ETTİ. Dava ile ilgili olarak bir açıklama yapan eski eşi ve çocukların babası Halim Al, 'Türkiye Cumhuriyeti Devleti bana ne ne kadar hak tanıdıysa, aynı hakkı Sophia Hansen'e de eşit bir şekilde tanıdı. Kızlarım anneleri ile sayısız defa görüştü. En son görüşme Bakırköy'de benim kendi evimde gerçekleşti. Yapılan görüşmeler tutanaklarla belirlendi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Türkiye hakkında aldığı karar haksız ve yersizdir.' şeklinde konuştu. Sophia Hansen'in AİHM'e Türkiye Cumhuriyeti'nden tazminat talebinde bulunmasını rant bekletisinden ileri geldiğini söyledi. Av.Armağan Konyalı (haber türk) - Türkiye Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Lahey Sözleşmesine Taraftır. (3 Kasım l999 tarih ve 446l sayılı Kanunla uygun bulunmuş ve 29 Aralık l999 tarih ve 99/l3909 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanarak l5 Şubat 2000 tarih ve 23965 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır.) Sözleşmenin uygulanmasında merkezi makam olarak T.C Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Müdürlüğü tayin edilmiştir. (T.C. ADALET BAKANLIĞI/Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü/Sayı: B.03.0.UİG.0.00.00.06/010.06.02/3 -/01/01/2006 Konu: Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî / Veçhelerine Dair Lahey SözleşmesininUygulanması.GENELGE No:65 Sözleşmenin uygulanması için yayınlanan genelgeye göre (1) Sözleşme, çocuğun, velâyet hakkı ihlâl edilerek bir ülkeden diğer bir ülkeye götürülmesi veya alıkonulmasının zararlı etkilerinden uluslararası alanda korunması amacına yönelik olduğundan, çocuğun derhal mutat meskeninin bulunduğu ülkeye geri dönmesini ve şahsî ilişki kurma hakkına riayet edilmesini sağlamak üzere hazırlanmıştır. (2) Sözleşmenin uygulanmasında, bir çocuğun yerinin değiştirilmesinin veya alıkonulmasının haksız olarak nitelendirilebilmesi için: a) Çocuğun yerinin değiştirilmesi veya alıkonulması, bu fiillerin gerçekleşmesinden hemen önce mutat meskeninin bulunduğu devletin hukuku uyarınca, bir kişiye veya bir kuruma tek başına veya birlikte kullanılmak üzere tevdi edilmiş bulunan velâyet hakkının ihlâl edilmesi suretiyle meydana gelmiş olması, b) İhlâl edilmiş bulunan velâyet hakkının yer değiştirme veya alıkoyma vak'asının gerçekleştiği sırada fiîlen kullanılmakta veya bu vak'a gerçekleşmemiş olsaydı, kullanılacak olması gerekmektedir (m. 3) . (11) Sözleşmenin 23'üncü maddesi uyarınca, işbu Sözleşmenin uygulanması ile ilgili belgeler resmî onay veya benzeri her türlü formaliteden muaftır. Talep: a) Başvuruda bulunanın, çocuğun ve çocuğu götürdüğü veya alıkoyduğu ileri sürülen kişinin kimliğine ilişkin bilgileri, b) Çocuğun doğum tarihini, c) Çocuğun iadesi talebinde dayanılan gerekçeleri, d) Çocuğun bulunduğu yere ve yanında kaldığı kişiye ilişkin elde edilebilen bilgileri, ihtiva etmelidir. (4) Başvuruda, çocuğun doğum tarihinin özellikle belirtilmiş olması gerekmektedir. Bunun sebebi, Sözleşmenin uygulama alanının, kaçırılmış bulunan çocuğun yaşına göre belirlenecek olmasıdır. Sözleşme hükümleri, sadece 16 yaşına girmemiş çocuklar için uygulanacaktır. (4) Talep formunun iki örnek olarak mekanik araçlarla düzenlenmesi gerekmektedir. Bu formun noter veya herhangi bir merci tarafından onaylanmasına gerek bulunmamaktadır. Sadece başvuru sahibinin, beyanını yer ve tarih belirterek imzası ile teyit etmesi yeterlidir. Başvurunun herhangi bir usulî şekle uygun olarak yapılması gerekliliği bulunmamakta ise de, uygulamada kolaylık sağlamak üzere Genelgemiz ekinde yer alan İngilizce veya Fransızca çevirisi ile birlikte düzenlenmesi uygun olacaktır. Talebe eklenecek belgeler: (6) Başvuruya, iade talebine dayanak teşkil eden mahkeme kararının veya taraflar arasındaki anlaşmanın aslına uygunluğu onaylanmış iki örneği eklenecektir. (7) Ayrıca, başvuruya uyuşmazlığa uygulanacak Türk hukuk mevzuatı hakkında bilgi veren bir belge veya beyan ile birlikte, uyuşmazlığı çözmeye elverişli başka belgeler eklenebilecektir. Bu nedenle çocuğun ve çocuğu kaçıran kişinin normal ebatta ve mümkünse son halini gösteren birer fotoğrafının eklenmesi yararlı olacaktır. (8) Başvuru ve ekli belgelere başvuruda bulunulan merkezî makamın bulunduğu ülkenin resmî dilinde yapılmış olan tercümesi eklenecektir. Ancak başvuruda bulunulan merkezî makamın bulunduğu ülke diline tercümesi zor olacaksa, İngilizce veya Fransızca dillerinde düzenlenmiş bir çevirisi eklenecektir. (9) Sözleşmenin 28'inci maddesi uyarınca, talepte bulunulan Devlet merkezî makamının gerek görmesi halinde, iade başvurusunda bulunan kimseden kendi adına hareket etme veya adına hareket etmekle yetkilendiren bir temsilci tayin etme yetkisi veren yazılı bir yetki belgesi istenebilecektir. (10) Belgelerin düzenlenmesi ve tercümesi için notere başvurma zorunluluğu yoktur. Ancak tercümenin hukuk terminolojisini bilen bir tercüman tarafından yapılması sağlanmalıdır. B) Aracı kurum olarak; (11) Çocuk, Türkiye'de bulunuyorsa, Sözleşmenin uygulanmasında yabancı Devlet merkezî makamından alınacak çocuğun iadesine ilişkin talep ve Sözleşmenin öngördüğü diğer belgeler, Bakanlığımızca incelenerek, Sözleşmeye uygunluğu tespit edildikten sonra, gereği yapılmak üzere çocuğun bulunduğu bildirilen yer Cumhuriyet başsavcılığına gönderilecektir. (12) Çocuğun bulunduğu yer belirlendikten sonra, Cumhuriyet başsavcılıklarınca öncelikle, kaçıran kişinin rızası ile çocuğun teslimi veya taraflar arasında dostane bir çözümün sağlanması için girişimlerde bulunması gerekmektedir. Cumhuriyet savcısı hal ve şartlara göre gerektiğinde ilgili kişi ve kurumların yardımını alabilir. Sözleşmenin uygulanmasında, çocuğun rıza ile teslimi öncelikli olarak tercih edilmektedir. (13) Bu sebeple, Cumhuriyet başsavcılığınca çocuğu kaçıran kişinin bizzat beyanına başvurulması ve Sözleşmede öngörülen zorlayıcı tedbirler hatırlatılarak, rıza ile teslimin telkin edilmesi veya uzlaşma yolu ile bir çözüm bulunmasına çalışılması uygun olacaktır. (14) Çocuğun, rıza ile tesliminin kabul edilmesi halinde keyfiyetin, çocuğun teslim alınmasını teminen talepte bulunan Devlet merkezî makamını haberdar etmek üzere derhal Bakanlığımıza bildirilmesi gerekmektedir. (15) Kaçıran kişinin rızası ile çocuğun teslimi veya taraflar arasında uzlaşma ile dostane bir çözümün bulunması mümkün değilse, çocuğun iade edilip edilmeyeceğine ilişkin bir karar verilmek üzere talep ve ekli belgeler, yetkili hukuk mahkemesine tevdi edilecektir. (18) Mahkemece çocuğun iadesi konusunda verilen kararın kesinleşmesinden sonra gerekirse, İcra ve İflâs Kanununun çocuk teslimine dair ilâmların icrası hakkındaki hükümlerine göre cebrî icra yoluna başvurularak çocuğun başvuruda bulunana iadesi sağlanacaktır. (20) Şu kadar ki; çocuğun iadesi başvurusunda bulunanın Türkiye'de olmaması veya bir avukat tarafından temsil edilmemesi durumu dikkate alınarak, gerekli düzenlemelerin yapılabilmesi için, cebrî icra yoluna başvurmadan önce Bakanlığımızın onayı alınmalıdır. (22) Sözleşmenin uygulanmasında Taraf Devletler, haksız olarak yeri değiştirilen veya alıkonulan çocuğun süratli ve güvenlik içinde iadesini sağlamakla yükümlüdür. Bu sebeple Cumhuriyet başsavcılıkları çocuğun iadesi talebiyle ilgili işlemleri en seri şekilde yerine getirmelidir. (3) Çocuğun yerinin değiştirilmesinin veya alıkonulmasının haksız olup olmadığını tayin etme durumunda olan mahkeme, yabancı hukukun veya kararın dikkate alınmasının gerektiği başka durumların aksine, herhangi bir özel usulî işleme tâbi tutmadan, çocuğun mutat meskeni makamlarınca verilmiş belgeleri doğrudan dikkate alabilir (m.14) . Örneğin, Türk hukukuna göre yabancı mahkeme kararlarının kesin delil olarak kabul edilebilmesi için öncelikle yetkili mahkemece tanıma kararı verilmesi gerekmektedir. Oysa bu Sözleşme uyarınca mahkeme, çocuğun iadesi talebini değerlendirirken yabancı kararı doğrudan dikkate alabilecektir. (10) Sözleşmenin uygulanmasında, çocuğun iadesine ilişkin başvuru ve ekindeki belgeler ile bir merkezî makam tarafından sağlanan tüm bilgi ve belgeler ister merkezî makama, ister doğrudan adlî makamlara yöneltilmiş bulunsun, anılan makamlarca kabul edilecektir (m. 30) . (11) Sözleşme uyarınca, haksız olarak bir Âkit Devlet ülkesinden diğerine götürülen veya alıkonulan çocuğun, iade edilmesi için önceden yabancı makamlardan alınmış velâyete veya şahsî ilişki kurma hakkına dair bir kararın bulunması gerekmediği gibi, böyle bir kararın mevcut olması durumunda bunun tanınması veya tenfiz edilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. /