21-) Yarınları Tüketmek Dünden / Bay Emi ...

Gürkal Gençay
85

ŞİİR


7

TAKİPÇİ

21-) Yarınları Tüketmek Dünden / Bay Emin Çölaşan, Sedat Ergin ve Yavuz Donat

(Tek önemli vakit vardır, içinde bulunduğunuz an... O an en önemli vakittir; çünkü sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir... En önemli kişi, kiminle beraberseniz odur, zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyeceğini bilemez; ve en önemli iş iyilik yapmaktır,
çünkü insanın bu dünyaya gönderilmesinin tek sebebi budur...''' Tolstoy'')


1998 Nisan ayı içinde “Kurban bayramı” günleri dolayısı ile NTV’de yayınlanan “Kapalı Kapılar Ardında” isimli programınızda bu günlere özgü sohbetler yaptınız.
Ve bana bir hayli uzun ve sıkıcı gelen sohbetinizin sonunu; “yahu, keşke hergün böyle bayram olsa da, bizler hep neşe içinde böyle sohbetler edip bu anlamda programlar yapsak...” diye bağladınız.
Sohbetinizin içinde, sizleri fazlasıyla keyiflendiren ve adeta gözlerinizden yaş gelircesine kahkahalar attıran “bir devenin kurban edilme” olayını tüylerim ürpererek dehşet içinde izledim.

Bayramlar (içinde birçok örgüsel parametreleri bulunan) sosyal günlerdir.
Ben sosyalliği, yaşamın tüm dinamiklerini de kapsayan bütünsel bir yapı olarak algılarım.
Bir köşede, bir canlının boğazına üç-beş kişi çöreklenmişse, bir başka köşede bir başka canlı bağıra bağıra alkan içinde boğazlanıyorsa ve sokaklar kan gölüyse ben sevinemem.
Azı dişlerim, bademciklerim ya da küçük dilimi gösterircesine gülemem ben; (hiçbir şey yokmuşçasına) eline bayram şekeri veya harçlığı sıkıştırılmış bir bayram veledi yılışıklığıyla TV’lerde arz-ı endam edip, boy gösteremem.
Bayramlar sosyal günlerdir zira...

(Gezegenin oksijen ihtiyacının yaklaşık % 95’ini karşılayan) dünyadaki ağaçların tümü (flora varlığı) yok olduğunda, akciğer solunumu yapan diğer canlılar gibi/ akciğer solunumu yapan insanoğlu da yalnızca kırk beş dakika yaşayabilecekse o (sosyal dediğiniz) yapı sadece insandan ibaret değildir demektir.
Doğa ve içindeki diğer canlılarla etkileşim içindeki insanoğlu sosyalliği “bütün parametreleri” değerlendirerek tanımlamalıdır.
İnsanmerkezci beyinlerinizin ürettiği “sohbetinizi” izlerken, canını kurtarmaya çalışan devenin kan revan içindeki çaresiz çırpınışları geldi gözümün önüne.

— Develer öyle bir bıçak darbesiyle kesilemezler.
— Develer uzun boyunlarının yedi ayrı yerinden ve aynı anda vurulan bıçak darbeleriyle öldürülürler.
Ve develer öyle kolay ölmezler, acı çekerler; boyunlarından akan kan misali gözlerinin yaşıyla ağlarlar...

— Develer kurban bayramlarını günler öncesinden hissederler.
— Develer kurban edileceklerini anlarlar.
Ve develer gözlerinin yaşıyla ağlarlar; bir çocuk gibi...
Anasının ya da babasının ağlamasına/ mızıklamasına kızabileceğini düşünerek gizli gizli, sessiz sessiz ağlayan bir çocuk gibi...
Develer gözlerinin yaşıyla ağlarlar...

Bu ülkenin birçok bölgesinde develer güreştirilirler.
Doğu’da, Güneydoğu’da, İçAnadolu’da, Akdeniz bölgesinde güreşi kazanan develer ödüllendirilirken, kaybeden develer ise bir sonraki güreş turnuvası için bakıma alınırlar.
Ama, Ege bölgesinde güreşi kaybeden deveyi keserler.
Ege’li develer bunu bilir...
Güreşi kaybetmemek için çırpınır durur...
Güreşi kaybedeceğini anladığı andan itibaren kafasının içine çakılır bıçakların sureti.
Ve, o bıçaklara karşı koymaya çalışır güreş boyu...

Güreşçi develeri izlerken, onların gözlerine bakın.
Gözlerinde yaş gördüğünüz deve güreşi kaybedecektir...

/..ve güreşi kaybeden develer; ağlar, bir çocuk gibi.../

Köşelerinizde yazdığınız yazılarınızda ve TV’lerde arz-ı endam edişlerinizde söylediklerinizle sürekli sistemi ve sistemi çalıştıran zihniyeti eleştiriyorsunuz.
Ve bu anlamda kamuoyu desteği aldığınızı sanıyorsunuz.
Sistemi ve siyasi yapıyı eleştirmeniz sizi ne kadar kahraman(!) gazeteciler yapıyor değil mi?
Boynundaki bıçak darbelerine/ ağır ve ölümcül yaralara rağmen kasapların elinden kurtulmak, yaşama dönmek uğraşı veren bir devenin kanlar içindeki dramını, kaçma-kurtulma girişimlerini ve acılarını bir hoca Nasreddin fıkrası dinliyormuşçasına faşizan bir duyarsızlık ve kahkahalar ile dinleyen o itici beyinleriniz “Dicle’nin kıyısında kaybolan kuzunun hesabını benden sorun” deyip de bir şey yapmayanları eleştirme hakkına da sahip değillerdir...
Yaşamın bütünlüğünü rölative edemezsiniz; buna hakkınız yok zira...
Aksi halde inandırıcılığınız kalmaz.

Sizler neşe içinde, gözlerinizin kenarındaki kaz ayaklarını belirginleştirircesine can çekişen devenin trajik hikâyesine geğire geğire gülerken; ben adeta o devenin gözleriyle seyrettim yüzünüzdeki ifadeyi...
Çok çirkindiniz...

Ve boynumdan fışkıran kan ile sarsılıyordum sanki.
Ve boynuma bıçağı vuran kasapları adeta TV’de karşımda görüyordum, sizin çirkin yüzlerinize baktıkça.
Ve ellerinizdeki kalem değil; bıçaklardı, satırlardı tuttuklarınız...

(Çok tanıdınız değil mi, hemen tanıdınız değil mi bu tarzı... Ve o kasapları? ..)
Tanımadıysanız aynaya bakın.
O yüzler, yoksa aynada gördüğünüz mü?

/ Bu ülkede yaşamak ve sizin gibileri tanımak-görmek, bu tür olaylarda umutsuz olmayı öğretti bana; umarım yanılırım.../

Hamaset içinde, demokrasi havariliği içeren yazılarınızda “irtica”ya karşı çalakalem “uçuyorsunuz.”
Cüzdanınızdan / işkembenizden bağlı olduğunuz medya patronlarının sahibi oldukları televizyon kanallarında yayınlanan haberlerde yer alan Afganistan’da Taliban’ların “kör testere ile insanların gırtlaklarını keserek” gerçekleştirdikleri infazları “ahlaklı / ilkeli(!) yayıncılık” anlayışı nedeniyle /görüntüleri puslandırıp yayınlıyorlar. (Çok ahlaklılar ya...)
Sizler de; oturduğunuz plazalarda, adınıza tahsis edilen köşelerinizde sergilenen bu vahşeti köşe yazılarınızda (sözüm ona) kınıyorsunuz.
Peki, aynı mantık ve yortular ile aynı zihniyetin katlettiği bir devenin (canlının) dramını kahkahalar ile bir bayram sohbeti içinde “hoş eda” olarak nitelemeniz ve bu kahpe yaşamın, bu trajikomik dünyanın içinde gülünecek bir anekdot olarak “yaşama tutunma savaşı veren bir zavallı deveyi” ve onun acılarını televizyonlarda sergilemeniz sizlerin inandırıcılıktan ne kadar uzak olduğunuzun göstergeleri değil midir?

Bu anlamda, köşelerinizde yazdığınız o minik minik utangaç satırlar adeta provokasyon kokuyor... (..denilebilir mi? ..)
/..E l b e t t e _ d e n i l e b i l i r! ../

Eğer siz; bu tür trajedileri, altında derin bir karşı anlayışın yattığı edimleri vaka-i adiyeden bir şeymiş gibi görüp/ geçiştirirseniz ve gülerek anlattığınız devenin neden katledildiğini sormazsanız “Dicle’nin kıyısında kaybolan kuzunun hesabını” veremeyenleri eleştiremezsiniz...
Eğer siz; hayvanların acılarını eğlence anlayışınızın boktan bahçelerine bir yanlış tohum olarak ekerseniz, irticayı ve o zihniyetin kör bıçakla doğradığı/ katlettiği insanların hikâyelerini sorgulayamazsınız.
Eğer buna rağmen bu sorgulamayı yapıyorsanız (ki asla ikna olmam) o zaman şovenist bir türcüsünüz demektir...
Eğer siz; bunları atlarsanız/ ıskalarsanız sonuca da varamazsınız.
“Niçin”i sormazsanız, “Neden”i sormazsanız, sadece “Sahibinin Sesi” olursanız sonuca varamazsınız...

Eğer bu perspektiften bakmıyorsanız yaşama, o zaman körsünüz demektir.
/ O _ z a m a n _ b e y i n s e l _ k ö r l ü k _ y a ş ı y o r s u n u z _ d e m e k t i r! ../

Soruyorum; “bütün bunlar sizin için fark ediyor mu? ..”
Boğazı kesilerek katledilen bir adamın görüntüsü, bir suikast kurbanının görüntüsü, bir ölümlü/ yaralanmalı trafik kazasının kanlı görüntüsü ya da insana yönelik herhangi bir vahşet görüntüsünde o suratlarınıza ve kalemlerinize taşıdığınız o üzüntü, o acı, o kaygı ifadeleri (ki buna inanmamı asla benden beklemeyin/ sizin ne mal olduğunuzu iyi biliyorum zira) aynı bir insan gibi duyguları olan, korkuları olan, yaşamak isteyen, acı çeken bir devenin (bir canlının) katledilmesinde neden yansımıyor yüzlerinize?

{ Bana benzemeyenler benden değildir } mantığı değil midir peki bu tavrınız? ..

Bu tavrınız; size benzemedikleri için üçüncü cins insanları, bedensel/ zihinsel engelli insanları, bulaşıcı hastalık (Hepatit – aıds vs.) taşıyan insanları, hayvanları ve onları barındıran doğayı adeta hiçe saydırıyor sizlere.
Eğer bir özürlü sandalyesine oturmamışsanız ve o sandalye ile bu memleketin sokaklarını arşınlamamışsanız, o sokaklardaki kaldırımların yalnızca sizlere benzeyenler için yapıldığının farkına varamazsınız.
Telefon kulübelerinin yüksekliği, dükkânların/ mağazaların/ binaların giriş-çıkış kapıları, merdivenlerin iniş-çıkışlarındaki zorluklar hiçbir şey anlatmaz sizlere. {..eğer bir özürlü sandalyesine oturmamışsanız...}

Devenin boğazına dayanan ve boğazını hoyratça yırtan bıçağın soğukluğunu kendi lanet gırtlaklarınızda hissetmezseniz, yaşama hakkının totalini ıskalarsınız işte böyle.
Ve yörüngeniz “bana benzemeyenler beni ilgilendirmiyor” anlayışıyla/ zihniyeti ile iyiden iyiye belirginleşir/ sırıtır.
Bu tavrınızın izlediği güzergâhta “dost fikirler, düşman fikirler” kavramları vardır.
Ve bu kavramlar sizi “benim gibi düşünmeyenler, dost değildir” noktasına/ sonucuna getirir. (ki geldiğiniz yer tam da burasıdır)
Bugün, bu ülkenin geldiği konjonktür de budur.
Bunda sizlerin hiç mi sorumluluğu yok peki? ..
“Bana benzeyen, benim gibi düşünen dost fikirler bendendir” anlayışını/ zihniyetini atmadığınız sürece toplumun katmanlarını müspet ya da menfi eleştirmeye ve bu anlamda gazetecilik yapmaya hakkınız yok.

Tarafsınız çünkü...
Objektif değilsiniz, nesnel, bilimsel değilsiniz...
Aitsiniz...

Böyle olunca da at gözlükleriyle baktığınız ve değerlendirdiğiniz yaşamın ritmini yakalayamıyorsunuz.

— Üçüncü cins insanlar için; “aıdslidir, sapıktır” dışlanır.
— Hayvanlar için; “bayramdır/ seyrandır, gereklidir” kesilir, biçilir.
— Özürlüler için; “takdir-i ilahi, elden ne gelir” yaklaşımınızla önce “gasteci” olduğunuzun ipuçlarını çok açık ortaya koyuyorsunuz.

(Bunun aksini gösteren bir tavrınız, bir yazınız oldu da atladım mı yani ben? ..)
Bana kimse sizleri demokrat, çağdaş, uygar gazeteciler diye kakalamaya kalkmasın.

Biz zavallılar da burada bas bas bağırıyoruz.
Yaşama hakkı bütünlüğü konusunda rakamlar telaffuz ediyor, kelimeler ile oynuyoruz...
/..d a v u l c u _ y e l l e n m e s i _ g i b i! ../

Gelişmiş, çağdaş, demokratik dünya ülkeleri birçok canlı gibi develeri de koruma altına almışken, aksine onları yok eden bir ülkenin gazetecileri olmak nasıl bir şey?
Bu soruyu kendinize sormalısınız...
Verilecek ya da vereceğiniz cevabın pek kıymet-i harbiyesi yok aslında...
Farkında mısınız?
{ Zira bu sorunun cevabıydı, kahkahalarınız! ..}

Dalından koparılan her çiçek, yaşamdan koparılan her canlı biz insanların kendi kuyumuzu kendimizin kazdığı yere vurulan kazma darbeleridir.
Sayın(!) gasteci ağabeyler; sizler için pek bir şey ifade etmeyeceğini bildiğim halde bir Japon deyişini hatırlatmak istiyorum;

/ Omoeba omowareru... / Sevginin tek karşılığı, sevgidir.../

Gürkal Gençay
03.Haziran.1998
Deniz Köşkleri / İstanbul

* Yaşama Sevinci Dergisi - 16.Ağustos- 15.Eylül- 1998 / Yıl: 9 - Sayı: 101

(“Yarınları Tüketmek Dünden” isimli kitaptan / Örtülü Yayınları–1999)
*******************************************************************************
http://www.ozgurkocaeli.com.tr/article.php? id=10266&archive_list=1&t=Yar%C4%B1nlar%C4%B1_t%C3%BCketmek...

http://taflandergisi.blogspot.com/2008_06_01_archive.html

(Sayfa: 108 / 113)

Gürkal Gençay
Kayıt Tarihi : 30.12.2006 19:40:00
Hikayesi:


{ Evcil hayvanların en vahşisi dalkavuklardır... ''Pittacus'' }

Gürkal Gençay