Terk Edilmiş Bir Adamın Hikâyesi
Sabahı kettle’ın ıslığıyla başladı.
Masanın üstünde iki fincanın biri boştu,
öteki, artık içilmeyecek bir çayın buharı.
Kapı kapanırken duvardaki saat ileri gitti,
odada bir çift terlik kaldı,
ikisine de kimse girmedi.
Eşyalar dili çözülmüş gibi konuştu o gün.
Kitap ayracının arasından bir saç teli çıktı,
dolapta unutulmuş bir bilet,
mutfak çekmecesinde kahverengi bir lastik.
“Bunların hepsi bir hikâye,
ama anlatanı yok artık” dedi kendi kendine.
Telefonundaki fotoğrafları sildi.
Bulut bulut geri geldi hepsi,
insan bulutları nereye depolayacağını bilmiyor.
İsmini panjur gibi indirdi penceresinden,
ışığı azaldı odanın,
gölgesi çoğaldı.
Ertesi gün şehrin sabahına çıktı.
Kıyıda martılar, suda kırık ışıklar,
elinde annesinden kalma sessiz bir dua.
Bir simit aldı, yarısını suya bıraktı,
yarısını cebine koydu,
kalan yarısının kırıntılarıyla yürüdü.
Akşamları koşmaya başladı parkta.
Nefesi düştüğü yere küçük taşlar koydu,
her taş bir adım sonra unutulsun diye.
Terindeki tuz, gözlerindeki tuzu yıkadı biraz.
Yine de gece yatağa uzanınca
yastığın altından aynı cümle çıktı: Neden.
Bir defter aldı, mavi kapaklı.
Her güne bir mektup yazdı,
ama hiçbirini göndermedi.
Zarfları bavulun gözüne yerleştirdi,
fermuarı kapatırken içinden geçirdi:
Bavullar bazen gitmek için değil, kalanı toplamak için.
Karşı dairede yaşlı bir adam vardı.
Her sabah saksılara su verirdi.
“Su verince her şey hemen açmaz evlat” dedi,
“ama toprak hatırlar, sen de hatırlarsın.
Önemli olan, suyu eksik etmemek,
insan kendi köküne de su vermeli.”
Bir pazar günü, dolabın üstünden kutuyu indirdi.
Biletler, lastikler, küçük notlar,
hepsini bir masanın üstüne serdi.
Her eşyaya bir veda cümlesi yazdı:
“Bu bilet, o yağmurlu güne kalsın.
O gün kadar ıslatmasın artık.”
Sonra bavulu kapıp deniz kenarına gitti.
Kenarında oturdu uzun süre,
çektiği her nefeste bir eşyayı bıraktı suya.
Hiçbiri batmadı hemen,
bazıları yüzdü, bazıları döndü kıyıya.
“Bazıları dönmek ister” dedi, “gelirse susarım.”
Akşam eve döndü, mercimek çorbası yaptı.
Sarı bir kase, tahta kaşık,
sesi mutfağı doldurdu,
çorbanın kokusu genişledi odalarda.
Uzun zamandır ilk kez,
kendi yaptığı yemeğin buharı yüzünü ısıttı.
Bir arkadaşı aradı, “Uğrar mısın” dedi.
Geldiler, oturdular, sustular, sonra güldüler.
Kahkahalar duvarlara çarptı,
eskiden yankı olan yerlerde şimdi ses durdu.
“Bazen geçmiyor sanıyorsun” dedi kendi kendine,
“meğer geçiş, içinden sessizce yürüyormuş.”
Zaman, çiziklerin üstünden tekrar geçti.
Bazıları kabuk tuttu, bazıları soluklaştı.
Hiçbiri tamamen silinmedi,
ama hiçbiri onu eskisi gibi yönetmedi.
Bir sabah, kahvesini içerken fark etti:
Camın önündeki boşlukta kuşlar beklemiyor artık.
O da beklememeyi öğrendi.
Bir harita çizdi içinden geçen yollara,
üzerine not düştü: Buradan geçildi, burası güvenli.
Kırılan güvenin yerine
küçük, sağlam adımlar koydu.
Yara yerini bilince acı azalıyor.
Bir gün, bavulu tekrar açtı.
İçinde tek bir şey kalmıştı:
Kendi el yazısıyla yazılmış kısa bir cümle.
“Buraya kadar güzel geldin.”
Kâğıdı ceketinin iç cebine koydu,
bavulu boş haliyle yere bıraktı.
Artık gidenin değil,
kalanın hikâyesini anlatıyordu.
Pencereyi açtı,
içeri giren hava ilk kez üşütmedi.
“Ben tamam değilim” dedi,
“ama yolum tamamlanmaya uygun.”
Ve yürüdü.
Ne unutmaya zorladı kendini
ne hatırlamaya mahkûm etti.
Bir insanın en büyük gücü,
kendine eşlik etmesiymiş meğer.
Bunu öğrendi, adını koydu, yoluna devam etti.
Kayıt Tarihi : 4.9.2025 20:20:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!