1978...! Şiiri - Emsal Toprak

Emsal Toprak
237

ŞİİR


7

TAKİPÇİ

1978...!

1978...!

Okumanız dileğiyle...!

1978’ in nisan ayı...
On yaşında kabının içinde kapalı bir çocuğum, o yıl ayakkabı boyacısı olduğum yani boya sandığı ile birlikte ekmek kavgasını da sırtıma aldığım yıl.
İlkokul ve mahalleden arkadaşım Erdal (Düz) vesile olan kıymetli kardeşim...!
Koşar adımlarla Pazar yerinden bir kaç tane tahta sebze kasası aldık, Erdal'la birlikte bu kasalardan boya sandığı yaptık, Erdal kazanınca ödersin dedi, rahmetli Muttalip emmiden boya, cila, fırça alıp sandığı doldurduk, o dönem beş kiloluk boş katı yağ tenekeleri oturak olarak kullanılırdı, bu tenekeyi de yine pazar yerinden bulduk, boyacı olmam için her şey hazırdı...
İlk gün Erdal'ın yanında daha çok seyrederek gezdim ama bir kaç ayakkabı da boyadım. İlk boyadığım ayakkabıdan elli kuruş kazandım.
Bir lira olan boya ücreti için uzunyolda en kalabalık ve tek kahvehane olan genellikle gümüşgün mahallesi sakinlerinin mukimi olduğu kahvehanede orta yaşlı biriyle pazarlık sonucu ilk ayakkabıyı boyayıp elli kuruş kazandım...
Bu ilk tecrübemin tarafı olan orta yaşlı emmi ile otuz yıl sonra yani 2008’de memleketimde çok az değişmeden kalmış yerlerden biri olan o kahvehanenin önünde karşılaştık...
Kalın gözlük, seksenli yaşlarda, elinde baston kahvehane önünde tahta sandalyeye oturmuş, bastona dayanmış halde etrafı seyrediyor...
Biraz geriye çekilip iyice baktım...
Tamam dedim kendi kendime. Bu adam o ilk elli kuruşu aldığım adam.
Gittim yanına...
-Emmi selamün aleyküm
-Aleyküm selam yiğenim
- Emmi nasılsın iyimisin?
-Sağol yiğenim, sen kimsin, kimlerdensin dedi.
Duymazlıktan geldim, karnın açmı bak karşıda lokanta var yemek yersen gel hem yemek yeriz hem orada konuşuruz dedim...
Hülasa, O yemeği yerken emmi al şunu harçlık eder, çay içersin dedim ve hesabı ödeyip çıkarken, lokantacıya “bu kim, kimlerden" diye soran bu yaşlı adama, beni tanıyan çocukluķ akranım kim olduğumu söylüyordu.
İlk tecrübe, Erdal’ ın da desteği ile nisan ayının sonlarına doğru artık tek başıma her kahvehaneye cesaretle girip, “boyacı çık dışarı" sözlerine rağmen ( bazen kovulsam da) ayakkabı boyayıp para kazanmaya başladım...
Akşama doğru, rahmetli Şeref emminin fırınından iplik fileye ekmeği doldurup, geri kalan para cebimde sanki çok büyük bir mücadeleden zaferle çıkmış birinin ruh hali içinde eve bir an önce ulaşıp, kazandığım parayı anneme vermek galiba gün içinde ki en keyif aldığım andı...
Nisan ayı o yıllarda şiddetli yağmur ve sert esen rüzgarlar eşliğinde fıtratına uygun geçerdi...
Hafta sonu gün boyu boyacıydım, boyensin, dayı boyayım mı, emmi boyayım mı sözleri gün içinde ağzımdan çıkan en çok sözlerdi...
Ayın sonlarına doğru yine bir hafta sonu çıktım ayakkabı boyamaya, kahvehaneye girdiğimde sudan çıkmış balık gibi olmuştum, önce sandığı omzumdan indirip, elimi yüzümü sildim, kendime biraz çeki düzen verip, oyun eşliğinde, curcuna içinde ama hemen hepsi keyifle vakit geçirenlere boyayım mı emmi, dayı demeye başladım.
-Yiğenim bu yağmurda, bu çamurda kim ayakkabı boyatır, git evine...
Diyen çaycının sözleriyle birlikte çıktım, ekmek alamadan eve gidiyorum, dalgın ve hüzünlüyüm.. Yağmur yine şiddetli, rüzgar sertti, rahmetli müezzin ismail hocanın evinin karşısındaki ara sokaktan girdim, biraz sonra sağa, sonra postacı vasfi’’nin (her vukuatın...! genellikle tarafı olan kıymetli kardeşim Şeref'gilin evi) evinin karşısından sağa yani en geniş sokağa, mahallenin tek bakkalı rahmetli Aslan emminin bakkalını biraz geçtikten sonra sola döndüm, yollar çamur deryası, üstümdeki lacivert kazak sırıl sıklam, lastik ayakkabımın içi su dolu eve ulaştım...
Gecekondu olan ahşap, kerpiçten yapılma evimizin dış kapı eşiğinin önünde ayaklarımızın çamurunu kazıyarak temizlediğimiz bir taş var..
Sağ ayağımı taşa sürttüm, dökülen çamurla birlikte o dönemin en az on ekmek alabilecek paralarından olan yeşil on lira...
Evet, ikiye üçe katlanmış, biraz çamur ve ıslak halde kağıt on lira, paraya nerede, ne zaman bastığımı, ya da nasıl ayakkabımın altına yapıştığını tabiki bilmiyorum...
Bildiğim şu; Çaycının git evine derken, omzumdan tutup “Hangi yoldan geldiysen o yoldan git" demesi...!
Parayı aldım temizledim, sandığı kapı kenarına bırakıp, ekmek almaya gittim, “Katıksız olsa bile lezzetiyle şifa olan o ekmeği"...
Ekmeği alıp döndüm...
Şefkat ve merhamet timsali, gece ve gündüzünü evlatlarına adamış, komşunun verdiği tek portakalın bir dilimini yemeden çocuklarına taksim eden anam..!
-Bu yağmurda, çamurda yine ekmeğimizi getirdin...Derken bir yandan da ıslak kazağımı çıkartıyor, saçımı, başımı kuruluyordu...

Bu yaşanmışlığı niye anlattım...!
Ben 78 kuşağının bir ferdiyim, yani onlu yaşlarda ekmek kavgasına başlamış, çocuk yaşta bugünün gençlerinden daha fazla sorumluluk sahibi olmuş bir kuşağın ferdiyim...
Üstelik artık günümüzde nisan yağmurları eskisi kadar şiddetli yağmıyor , rüzgar sert esmiyor...!

78 kuşağı; dört kutsalının yani vatan, millet , din ve devlet olan dört kutsi değerinin yanına beşinci kutsi değer olarak ekmeği koymuş kuşaktır...!
Şimdi ellili yaşların sonlarına doğru giderken yine kutsi bir teşkilatın onurlu bir emeklisi olarak, O! on yaşındaki çocuğun ekmek kavgası mücadelesi verirken taşıdığı ve sahip olduğu umudun ve ümidin hatırına elbette ki daha fazla ve daha çok mukaddes değerler için yaşamak gerekmiyor mu!
Tabiki önce vatan, millet...!
Sonra ana ve yâr...Rabbim bu inanç ve bu hedeflerden ayrı düşürmesin...
Emsal TOPRAK....

Emsal Toprak
Kayıt Tarihi : 17.4.2024 17:16:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Emsal Toprak