Sene 1956….Yugoslavya
1340’ta Çaka Bey’in Türkmenleri balkanlara yerleştirmesiyle başlayan sürecin geri dönüş yolculuğu….
Dile kolay 6 asırdan fazla süren bir hikaye bu…
Yakup Paşa soyundan gelen Sait uzun zamandır düşünceliydi. Ne yapmalı, nasıl olacak bu gidişin sonu diye.?
Sait, Koçani’ye bağlı Blates (Blatsa) kasabasında 1895 yılında doğmuş, ev-bark ve iş sahibi olmuş evlenmiş çoluk çocuğa karışmıştı. Kasaplık yapar hayvan yetiştirir, mandırasında süt, yoğurt, peynir ve tereyağı satar..tarlalarında yetiştirdiği pirinç ve fasulyeyide pazarlara gönderirdi.
Babası Ali onu o döneme göre gayet iyi yetiştirmiş ve de hayata hazırlamıştı. Bu topraklarda hem Türk hem de Müslüman olmak son zamanlarda zorlaştırsa da yaşamı bir onur kaynağıydı.
3 oğlu 1 kızı vardı Yakup Paşa Sait’in…bir oğlunuda doğumundan kısa bir süre sonra kaybetmişti.
Karısı Mücevher tam da adına yaraşır şekilde mücevher gibi bir kadındı. Ata biner, silah kuşanır, tarla bağ bahçe işlerinden, ticarete kadar her şeyle ilgilenebilecek akla ve zekaya sahip güzel bir kadındı.
Yugoslavya 2.dünya savaşının izlerini silmeye gebe zamanları yaşıyordu. 6 federalden oluşan bir cumhuriyet doğumuydu bu Josip Broz TİTO yönetiminde.
İstanbul’dan gelen gazeteler okunur du evde, kahvehanelerde..ne olup bittiği merak edilir, Türkiye nasıl acaba diye şekillenirdi dillerde. Anlatıla anlatıla bitirilemez di Türkiye. Ay yıldızlı bayrak her Türk’ün evinde bulunur du bulunmasında asamazlardı öyle her zaman kapılarına…sadece bayramlarda 1-2 günlüğüne…Türk olup Türklüğünü yaşayamamak, yoruyordu bu Paşa soyundan gelen insanı.
6 asır önce bırakılmış topraklara doğru bakıyordu Sait. Türkiye’ye.
Büyük oğlu Feymi babasının bu halini sezinlesede bir şey soramıyor ve o da düşünüyordu: Ne olacak? Diye.
Feymi’de babası gibi Blates’te doğmuş tahsilini gerçekleştirmiş hatta ki 38 ay 4 gün süren askerlik vazifesini de Yugoslavya ordusunda sıhhiye çavuşu olarak tamamlamıştı.
2.dünya savaşı sonrası toparlanmaya başlayan Yugoslavya’da kurulan kooperatiflerden birine o genç yaşında sekreterya olacak kadar da çalışkan ve bilgiliydi.
Çünkü okula giderken bir gün babası Sait ona şunu söylemişti:
“Ben deden den daha iyi yerlere geldim, sen de benden daha iyi yerlere ve görevlere gelmelisin…ilerde de çocukların olursa şayet onlarda senden daha iyi ve daha üst yerlerde olmalı oğlum…bu sana en büyük vasiyetimdir.! ”
Feymi o çocuk yaşında bunu kafasına kazımıştı.
Blates o zamanlarda 3 camisi ve 1 kilisesi olan güzel kasabaydı…Türk’ü, Hırvat’ı, Boşnak’ı, Arnavut’u, Sloven’i ile küçük bir Yugoslavya idi.
Lakin bu güzel kasaba 2.dünya savaşının bitimi sonrası etnik gurupların fazlalığı, 1.dünya savaşı sonrasında Osmanlı’nın balkanlardaki hakimiyetini kaybetmesiyle. Türk ve Müslüman nüfus için yaşanması zor bir hal almaya başlamıştı.
Zaman ilerledikçe daha da zorlaşan bir yaşamdı Baltes’te Türkler için kalmak.
Tarihler 10 Ekimi gösteriyordu…Bir akşam yemeği sırasında Sait;
karısı Mücevher, çocukları Feymi, Hanife, Hilmi ve Şevki’ye şu sözü söyledi:
“ Artık Türkiye’ye gitme zamanımız geldi. En kısa zamanda Türkiye’ye İstanbul’a gidiyoruz. Burada yaşayacak gücümüzde tahammülümüzde kalmadı”
Derin bir sessizlik kapladı evin her yerini…duvarları bile duymuştu Sait’in ağzından çıkan kelimeleri…hatta Mücevher’in ektiği saksıdaki begonyalar bile.
Lokmalar düğümlendi hepsinin boğazında…Şevki’nin ki hariç o evin en küçük çocuğuydu…okula bile gitmiyordu..oyundu her şey onun için…hatta sevindi bile bu cümleye.
“İstanbul’a gidecez.dedi.. Yaşasın…İstanbul’a”
Feymi masmavi gözleriyle baktı en küçük kardeşi Şevki’ye…şimşekler çakıyordu Feymi’nin gözlerinde. Şevki susmuştu….herşey susmuştu aslında evde..
Ölüm çökmüştü beyaz kefeni ile her yere.
Yugoslavya’dan Türkiye’ye…
Üsküp’ten İstanbul’a….
Gece karanlık geceliğini giyip daha da siyahlaştırınca yüzünü herkes yatmak için yerlerine çekildi.
Sait karısı Mücevher ile yatak odasına.. Küçük Şevki ile 20’li yaşlardaki ablası Hanife odalarına giderken, Hilmi abisi Feymi’ye seslendi: “Aga, hadi sen gelmiyormusun? ”
Feymi “sen yat” dedi kardeşine…
Ve hayat denen yere çıktı evinden…hayat ilk defa hayat değildi.. hayat’ı bilmeyenleriniz vardır. Hayat eskiden evlerde bahçe içinde olan üzeri saçaklı konu komşu herkesin oturup çayını kahvesini içip sohbetler ettiği yerdi..hayatta oturuluyorsa eğer bahçe kapısı kapalı olmazdı…hayat yaşanırdı çünkü orda.
Feymi göğsünü ağırtan bir nefes çekti ciğerlerine….geçmişi bırakıp yeni bir yere gitmek yeni bir ülkeye…öz vatana.
İlk sigarasını o gece içti Feymi. “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dedi. Buralarda doğmuş buralarda okumuş, büyümüş buralarda aşık olmuş…buralarda mezarları olmuştu.
Çocukluğunun izleri duruyordu heryerde…
Askere gitmeden evvel burada aşık olmuştu Pavlinko’ya…Bir müslümanın bir hristiyana aşkı…sonu iyi bitmeyen. Asker’den döndüğü günün ertesinde gülümseyen yüzünü değil nefes almayan donmuş cesedini görmüştü Feymi “sevdiceğim” dediği Pavlinko’nun.
O gün çok canı yanmıştı bu sarı saçlı mavi gözlü genç adamın bir de bu gece.
Aklının bastığı andan bugüne kadar geçen süreyi bir film gibi izledi gecenin karanlığında Feymi. Arkadaşlarını düşündü tek tek, Boris’i, Joseph’i, Louiso’yu, İsmailov’u, Üzeyir’i, Süleyman’ı…
Okuduğu okulunu, cami’de kur’an-ı öğreten hafız Kamil’i, asker de komutanları olan Ali ve Hüseyin AKBABA’yı…
Balkanların sarı saçlı mavi gözlü delikanlısı ağlamaklıydı…sicim gibi dökülüyordu yaşlar çenesine doğru. Ağladı…ağladı….ağladı…ta ki
Sabah ezanını Hafız Zekeriya’nın sesinden duyuncaya kadar orta mahallenin camisinden. Daha bir tuhaf oldu yüreği…kalktı yürüdü camiye…sokakta her bastığı yere daha bir dikkatli bakıyordu artık.
Her eve, her dükkana, her ağaca, her taşa, her çeşmeye….gözleriyle resmini çekerek aklına atıyordu kare kare.
Namaz’ını kılıp yerinden kalktığında babasını,Yakup Paşa Sait’i gördü arkasında…hiçbir şey konuşmadan baba – oğul evlerine geri döndüler…
Evin hanımı Mücevher tüm taşlarını dökmüş boş bir kaşıkçı elması gibiydi artık. Yaşayan bir ölü misali. Yaşanılanı hazmedemesede elinden bir şey gelmiyordu.
Yüzyıllardır vatan belledikleri topraklardan ayrılmak zorunda kalmak acıtıyordu yüreğini.
Türkiye’ye gitmek için hazırlıklar başlamıştı Sait Aga’nın evinde. Pasaportları hazırlatmıştı Sait 3 gün içinde. Alınması en gerekli olan eşyalar toplanıyordu. O da sadece giyim ve hatıra sayılabilecek şeylerdi…dededen atadan kalma yadigarlar. Ve para…onsuz olmayacaktı bu yol çünkü...Çok şükür para sıkıntıları yoktu en azından. Sadece Yakup Paşa Sait Aga’nın ev ahalisi değildi ayrılan Yugoslavya’dan. Bir çok insan muhacir konumundaydı artık. Hayat onlara Türkiye’yi gösteriyordu…600 kusur sene misafir kaldıkları Balkanlardan gerçek evlerine buralara geldikleri vatanlarında geri dönüş. Hazırlanmanın telaşesi ve üzgünlüğü bir arada vuku bulurken bir ses bozdu sessizliği
Hilmi babası Sait’e: “Ev ne olacak araziler ne olacak ya bu kadar hayvanlarımız ne olacak baba? ” diye sordu…O aslan gibi dimdik duran Yakup Paşa Sait’in omuzları çökmüştü, sesi boğuk bir şekilde: “Kalacak oğlum, hepsi kalacak” diyebildi ancak…
Yugoslavya olan devlet Türkiye’ye gideceklere karşı çıkmamıştı tek bir şart bütün mal varlıkları devlete kalacaktı. Zaten amaçları da buydu..Türk ve Müslüman toplumu asimile ederek balkanlardan uzaklaştırmaktı. Bütün mal varlıklarını geride bırakmak zorunda kalarak.
17 Ekim günü Müslüman’ı Hristiyan’ı bir olan komşularla veda zamanı geldiğinde gözyaşlarına kimse hakim olamamıştı…gözyaşı sel oldu deyimi resmen hayat buluyordu Blates tren garında..
Çiço Kole’sinden, Çerçi Yakup’a, Gazda Alexander’e, Kasap Hamdi’den, Terzi Miloş’una kadar herkes ağlıyordu..tren kalkış için düdüğünü çalarken, istasyon görevlileri bağırıyordu insanlara..hem Türkçe hemde Makedonca bir dille.
“SEKOJ BRODOT NA VAGON” …“HERKES VAGONLARA BİNSİN”
……..
…
Binilmişti vagonlara…hareket ediyordu Türkiye’ye uzanacak olan yolun treni…insanlar ağlamıyor resmen ölüyordu gözyaşlarında.
Feymi trenin camından bakıyordu balkanlara…bakmak mı resmen akıyordu camdan dışarıya…
Askerlik yaptığı Zagrep, gezip dolaştığı İştip, Üsküp, Grades, Bitola, Ohrid, Priştine, Koçani, Belgrad, Mitroviçe, Prizren, Novi Pazar, Kumonova, Mostar…teker teker dökülüyordu içine.
Ve dudaklarında bir türkü:
Bitola moj roden kraj
Vo tebe sum rodena za mene si raj
Bitola moj roden kraj
Jas te sakam od srce znaj
Bitola moj raden kraj
Jas te sakam zat ebe peam
Mnogu gradovi sela jas projdov
Kako tebe mil za mene nigde ne najdov
……..
Sarı saçlı mavi gözlü genç delikanlı Feymi şunları diyordu bu şarkıda:
Bitola güzel memleketim,
Ben sen de doğdum, sen benim yarimsin.
Bitola güzel memleketim
Seni bütün kalbimle seviyorum
Bitola güzel memleketim
Seni seviyorum, sana şarkı söylüyorum
Çok şehir ve kasabalar gördüm
Senden daha güzeline rastlamadım…….
Genç adam söyledikleri ile daha da dağlamıştı vagonda bulunan insanların yüreklerini…daha da kanlı akmaya başlamıştı gözyaşları…
Kolay değildi bırakıp gitmek.!
Gerçi düşününce balkanlarda yaşam Osmanlı’nın yıkılması ile zorlaşmıştı Türk ve Müslüman halkları için. Zülum devam ediyordu yıllardır. Komünizm diye savunulan ütopya hiç de yaşanılası bir şey olmamıştı bizimkiler için.
Türkiye daha iyi olabilir diye geçirdi içinden Feymi…belki kendini teselli etmek için belki de gerçekten de öyle olacağı için…bunu bilmiyordu…sadece düşünüyordu..
Dur kalklarla o istasyon senin bu istasyon benim…Yugoslavya çıkışı Bulgaristan geçilmeye başlandı ilkin. O kadar çok insan biniyordu ki trene her durulan istasyonda…resmen bir akındı bu Türkiye’ye..
2 gün süren yorucu bir yolculuk..Yunanistan sınırı derken Türkiye…
6 asırdan fazla olan ömür 2 günde bırakılmıştı arkada…
Ve İstanbul Haydarpaşa tren garı.
Mahşeri bir kalabalık vardı o gün Haydarpaşa’da tarih 19 Ekim 1956 günlerden Cuma…saat 10:00…..
Feymi’nin dikkatini Fötr Şapkalı bir beyefendinin elindeki gazete çekti…Hürriyet’ti adı.
ilk sayfasındaki haberi okudu seslice… “Menderes 10 binlerce İzmir’li ve Egeli tarafından emsalsiz tezahüratlarla karşılandı.”
………bu Türkiye’de okuduğu ilk haber ve ilk gazeteydi Feymi’nin.
Daha sonrasında çok şeyler okuyacağı hayatın ilk günüydü bugün Türkiye’deki…
İlkin bir misafir haneye daha sonrasında da kiraladıkları ilk evlerine geçtiler bir ay içerisinde. Eşyalar alındı ev düzüldü….yaşam başladı Türkiye’de
Soyadı kanunu var dediler, ilk öğrendikleri mecburluk bu oldu Yakup Paşa Sait ailesi için…defter şeklindeki nüfus cüzdanlarını almadan önce bunun halledilmesi gerekti.
Nüfus ta görevli genç bey Sait Aga ‘ya baktı..karşısında kapı gibi bir adam… “Amca dedi senin soyadın ARSLAN olsun. Maşallahın var Arslan gibisin…”
Yeni vatan ve yeni bir şeye daha sahip oldular soyadı..ARSLAN
Yakup Paşa Sait….Sait ARSLAN olmuştu artık..tabi karısıda,çocuklarıda Arslan’laşmıştı.
Bayramdan bayrama çıkardıkları ve hazine gibi sakladıkları o Türk bayrağının özgürce dalgalandığı yerdeydiler artık. Türkiye Cumhuriyeti Devletinde.
……
…
..
İstanbul ilk yerleşkeleriydi…
Sonrası Bursa…
Geçti zaman…ne ömürler geçmişti balkanlarda hemde su gibi …Türkiye’de mi geçmeyecekti?
Ve son ikamet Manisa.
Evlenmişti bu arada Feymi, kendisi gibi Yugoslavya göçmeni bir ailenin kızı Ayşe ile.
Ardından kız kardeşi Hanife evlendi ondan sonra da Hilmi ve daha sonrasında en küçük kardeş Şevki….hepsi artık Türkiye’li hayatlarında kendi evlerindeydi…kendi yaşamlarında.
Komünist ülkenin devlet memuru anlayışını benimsemiş olan Feymi Türkiye’de de tahsilinin sağladığı imkanlarla devlet görevlisi olmuştu..ilkin T.C.D.D’da daha sonrasında basamakları teker teker çıkıp günün birinde emekli olacağı İtfaiye Teşkilatında.
Tarihler Türkiye’ye ilk ayak bastıkları tarih olan yine bir 19 Ekim gününü gösteriyordu yıl 1976 günlerden Salı, saat sabahın 6:45’i…Feymi ve Ayşe’nin bir oğlu daha oluyordu…ve bu çocuk Türkiye’de doğup büyüyüp sağ kalacak tek evlatlarıydı…onların daha sonrasında acıyla yaşayarak öğrenecekleri.
Adını karısı Ayşe’nin isteğiyle Abdullah, dayısının eklemesiyle de Artaç koyuyorlardı…
19 ekim 1976 Salı sabahı saat 6:45….
kulağına okuduğu ezan ve isminden sonra bunları fıslıldadı kucağındaki evladına;
“Güneşin üzerine doğan çocuk…hoş geldin.! ”
8 Nisan 2016 - Cuma
Abdullah Artaç ArslanKayıt Tarihi : 9.10.2016 16:48:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu yazının devamını da bekliyorum sayın hocam :)
TÜM YORUMLAR (1)