16-) Yarınları Tüketmek Dünden / Dere ...

Gürkal Gençay
85

ŞİİR


7

TAKİPÇİ

16-) Yarınları Tüketmek Dünden / Dere (Dereyi Doldurdular)

(Babanın gizlediği şey, oğulda açığa çıkar... ''F.W. Nietzsche'')


Çukurova...
Kiremit kırmızısı bereketli toprakların hala bakir olduğu zamanın birinde/ ağaçların her tondan yeşil yapraklarını altın sarısı limonların, portakalların ve turunçların örttüğü; gökyüzünün mavisinin camgöbeği, suların kristal berraklığında olduğu zamanın birinde; beyaz köpükleriyle gürül gürül akan bir deli ırmağın yatağını zorlayarak gelmişti buralara...
Kabuğuna sığmamıştı...
Çukurova’nın kiremit kırmızısı toprağını bir saban gibi yararak kendi yatağını bulmuştu.
Bir başkaldırının, bir özgürlüğün çağıltısını peşine takarak Karaisalı’dan Kurttepe’ye akıyordu.
Kaç yaşında olduğunu kimse bilmiyordu.
Ama yıllardır buradaydı.
Ve yaşlılar gençlere, derenin şahit olduğu gençlik anılarını anlatıyordu.

Yıllardır buradaydı.
Birçok ağacın doğumuna, binlerce tomurcuğun patlayışına şahit olmuştu.
Rengârenk kıyafetleriyle, birçok görmediği çiçek açmıştı kıyılarında.
Ve dost olmuştu ağaçlara, burcu burcu kokan çiçeklere.
Gövdesinde kendisiyle beraber akıp giden balıklar, bir kıyısından diğer kıyısına şakıyan kurbağalar, buz gibi serin suyundan içen kediler/ köpekler ve kuşlar, ayın cömertçe sunduğu şavkı ile dans eden yakamozlar, saçlarını tarayan fırtına, yüzünü okşayan rüzgârlar ve bütün bunlarla beraber beyaz köpükler saçarak çağıl çağıl akan suyu onu gururlandırıyordu...

Çukurova...
Yıllar geçti peşi peşine...
Ve bu yiğit Anadolu toprakları sanayiye, yapılaşmaya yenik düştü.
Kiremit kırmızısı bereketli toprakların üstüne gri renkli betonlar, taş duvarlar düştü.
Ve bu toprağın insanları, kendilerine şırınga edilen (örgütsüz/ bireysel yaşamı hedefleyen) kent kültürünün, emperyalizmin aldatıcı gülen yüzünün, kolay kazanmacılığın/ pragmatizmin, rant ekonomisinin peşine düştü.
Ucunda yumrukları sıkılı kollar iki yana düştü...

Çukurova...
Kiremit kırmızısı bereketli toprakları, insan topukları ile ezildi.
Kan kızıl renkli gözyaşı aktı içine toprağın.
Kurttepe’ye toplu konutlar, Karaisalı’ya fabrika bacaları kondu kuşların yerine.
Dere şaşırdı önce; bunlar da neydi?
Önce, iki yanında raks eder gibi salınan ince gövdeli ağaçlar yok oldu.
Ardından azametli gövdeleriyle diken yapraklı çam ağaçları, yaşlı çınarlar ve hüzünlü sessiz kavaklar kesildi.
Ağaçların gözyaşları suyuna karıştı...

/ Ağaçlar yerlerini taş duvarlara bıraktılar.../

Kiremit kırmızısı toprakların üzerine, çatısı kırmızı kiremitler ile örtülü beton binalar doldular.
İki yanını dolduran ağaçlar sessiz çığlıklar ile yok oldular.
Çevresini kuşatan toprak zemini örten çayırın/ çimenin, kır çiçeklerinin ve oraları bir halı gibi kaplayan yemyeşil otların yerini kara asfalt ve kaldırım taşları ile kapladılar.
Kaldırım taşlarını yeşile boyadılar...
Tepeli kırlangıçlar ağaçların yerine, evlerin balkon ve çatılarına yuvalandılar.
Ağaçlar gibi; kelebekler, uğurböcekleri ve karıncalar birer birer kayboldular.

Derenin suyu eskisi gibi çağlamıyordu artık.
Olanlara da bir anlam veremiyordu.
Yeni komşu olduğu/ evlerin soğuk gölgeleri arasından umutlarını zorlayarak akıp duruyordu.
Eskiden yüzünü yalayan rüzgârlar, artık binaların duvarlarına takılıyordu.

/ İnsanlar; iki yanını hırsla, durmaksızın binalarla doldurdular.../

Birgün; dozerler, kepçeler, silindir ve kamyonlar büyük gürültüler ile başında sıralandılar.
Cılız akan suyunu ve artık zeminden bir metre bile aşağıda olmayan yatağını toprakla doldurdular...
Toprağın üzerine çakıl, çakılın üzerine sıcak-kara bir asfalt yığdılar.
Bir sızı misali toprağın bağrında akan suyunu kuruttular...
Ve bir metrelik yatağını, bir mezar gibi üzerine kapadılar...
Kurbağalar, solucanlar ve binlerce canlı karasıcak asfaltın altında kaldılar...
Dereyi doldurdular...

/ Dereyi doldurdular, yol yaptılar.../

Eskiden, sularında cıvıl cıvıl yüzen balıklar yerlerini otomobillere, kamyonlara ve durup dinmek bilmeyen tekerleklere bıraktılar.
Kurbağa seslerinin yerini korna sesleri, ateşböceklerinin şarkılarının yerini motor gürültüleri aldılar...
İki kıyısında, bir zamanlar rüzgârda dans eden ağaçların yerine çelik gövdeleriyle elektrik direkleri koydular.
Dereyi doldurdular...

Üzerine kapattıkları kara asfalta çizdikleri beyaz yol çizgilerini sanki ok ok yüreğine sapladılar.
Eskiden ona ait ne varsa ve onu hatırlatacak ne varsa, Çukurova’nın kiremit kırmızı bereketli topraklarının maziden mezarına kapadılar.
Dereyi doldurdular...

Ayın bütün cömertliği ile sunduğu ışığı asfalt zeminde yakamoz olamadılar.
Rüzgârlar tepelerde ıslık çalamadılar, derenin yüzünü okşayamadılar.
Gökten polen yerine asit yağdılar.
Eskiden, karıncaların/ tespihböceklerinin dolaştığı yerlere insan topukları doldular.
Dereyi doldurdular...

Yola yakın yerlerde bakkallar market, berberler kuaför oldular.
Dereyi doldurdular...

Dereyi doldurdular, yol yaptılar...
Kristal mavisi suyunu kara asfaltla kapladılar.
Evleri, yola yakın olanlar ellerini oğuşturdular...
Kimileri yola cepheli balkonlarına kurulup sigaralar yaktılar ve dumanını keyifle derenin ölü vücuduna savurdular.
Tepeli kırlangıçlar hariç, bütün kuşlar bir acı yol türküsü söyleyerek başka diyarlara kanat çırptılar.
Kelebekler, böcekler kısacık yaşamlarına bu acıyı da kattılar.
Bir zamanlar burada özgürce yaşayan ağaçlar, yıllar önce çekilen fotoğrafların sararmış kâğıtlarında kaldılar.
Dereyi doldurdular...

Dereyi doldurdular, yol yaptılar...
İnsanlar; birgün, kendilerini bir çıkmaz sokağa götürecek olan bu yolları yaptılar.

Çukurova...
Kiremit kırmızısı bereketli toprakların hala bakir olduğu zamanın birinde, ırmağını zorlayarak yatağını bulan bir dere vardı...
Unuttular...
Dereyi doldurdular...

/ Dereyi doldurdular, yol yaptılar.../

(Yaşanmış bir olaydan – Adana / 04.Ekim.1997)
-

Gürkal Gençay
09.Kasım.1997
Deniz Köşkleri / İstanbul

* Buğday Dergisi - 1998 / Sayı: 3
* Yaşama Sevinci Dergisi - 16.Mayıs-15.Haziran-1998 / Yıl: 9 - Sayı: 98

(““Yarınları Tüketmek Dünden”” isimli kitaptan / Örtülü Yayınları–1999)
********************************************************************************
http://www.ozgurkocaeli.com.tr/article.php? id=10266&archive_list=1&t=Yar%C4%B1nlar%C4%B1_t%C3%BCketmek...

http://taflandergisi.blogspot.com/2008_06_01_archive.html

(Sayfa: 75 / 79)

Gürkal Gençay
Kayıt Tarihi : 23.1.2007 22:50:00
Hikayesi:


* PEPUK KUŞU EFSANESİ Bir varmış bir yokmuş... Vakti - zamanda Anadolu’nun küçük bir dağ köyünde anne baba ile iki çocuğu yaşarmış. Çocuklarının biri erkek diğeri de kız imiş. Bu ailenin herkesi imrendirecek derecede neşe, mutluluk ve sevinç içerisinde dilekleri gerçekleşir her şey gönüllerince olurmuş. Oturdukları köyde gayet sevilen bu iki güzel çocuk da gün gelmiş cıvıl cıvıl kuş sesleri, kuzu meleyişleri, dere çağlayışları arasında mavi ve yeşilin alabildiğine uzandığı yaylaların güzelliği içinde, boylu boyunca dağların eteklerinde bulunan ağaçların gölgeleri ve serinliği içinde güle, oynaya, büyümüşler. Ta ki günün birinde anneleri aniden rahatsızlaşıp ölünceye dek. Bu durum, ailenin tüm neşesini, huzurunu, mutluluğunu üzüntüye çevirip yok etmiş. İki kardeş de artık eskisi gibi ne gülmüş ne de sevinip oynamışlar. Her tarafa ağır bir yas ve sis bulutu çökmüş... Bir müddet sonra evde aş pişirecek kimsesi olmadığı için babaları yeniden evlenmek zorunda kalmış. Evlenmişte üvey anneleri kısır olduğu ve de çocuğu olmadığı için çocukları hiç sevmez, düşmanca davranırmış. Fırsat buldukça kötülük eder, elinden gelen her zulmü yapmaktan geri durmazmış. Hele babaları evden çıkınca vay haline çocukların, onlara türlü türlü eziyetler eder rahat yüzü göstermezmiş. Çocukları gece gündüz çalıştırıp, döver ve kimseye anlatmamaları için de korkuturmuş. Zavallı çocuklar bütün bu kötülüklere rağmen yine de babaları üvey annelerinin yaptıklarına inanmaz diye çaresiz her eziyete katlanarak yaşamlarını sürdürme çabası gösterirmişler... Babalarının yine evde olmadığı bir bahar günü, üvey anneleri iki kardeşe torba, bıçak ve kazma vererek, dağa kenger toplamaya gönderir. İki kardeş sabah erkenden evden ayrılarak kenger toplamak için dağın yolunu tutmuşlar. Abla bir bir topladığı kengerleri kardeşinin sırtında taşıdığı torbaya koyarmış ve böylece de hava kararmaya başlayıncaya kadar kenger toplamışlar. Artık köye dönmek üzereyken Abla, kardeşinin sırtında taşıdığı torbanın dolup dolmadığını anlamak için torbayı yere indirip bakmış ki ne görsün, torbada bir tek kenger yok. Bu duruma şaşıran iki kardeş, ’Sabahtan beri topladığımız kengerleri gizli gizli yedin değil mi? ” Biz şimdi eve nasıl döneriz? üvey annemiz bizi öldürür! .. ’ deyip çıkışmış kardeşine. Kardeşi ise ’Hayır abla, bana yemem için verdiğin bir tek kengerin dışında yemin olsun ki yemedim! ’ demiş. Ancak ablasını bir türlü inandıramamış. ’Abla eğer hala bana inanmıyorsan istersen karnımı aç da bak! ’ demiş. Ablası almış bıçağı karnını yarmış bakmış ki kendisinin verdiği bir kengerin dışında midesi bomboş kardeşinin, meğerse kengerleri o yememiş! .. Kardeşi doğru söylemiş. Kardeşinin karnını dikmeye çalışmışsa da kardeşi oracıkta ölmüş. Gidip torbaya tekrar bakmış ki torbanın dibi delik ve sabahtan bu yana topladıkları kengerlerin döküldüğünü anlamış. Meğer üvey anneleri onlara (akşam kötülük etsin diye) dibi delik torbayı vermiş. Kardeşine inanmamakla hata yapıp onun ölümüne sebep olan abla, bu acı ve vicdan azabıyla neye uğradığını şaşırmış ve orada bulunan pınarın suyuyla kardeşini yıkayıp ağlaya ağlaya gömüvermiş. Gömütün yeri belli olsun diye de başucuna bir fidan dikmiş. Eve döndüğünde kardeşini soran babasına. ’O biraz yoruldu oduncularla gelecek’ demiş. Oduncular gelmiş, çocuk gelmemiş. — Nahırla gelecek demiş. Nahır da gelmiş, ama çocuk yine yok. — Davarla gelecek. Davar da gelmiş çocuk hala ortalarda yok. Genç kız bir yandan baba korkusu, diğer yandan vicdan azabıyla kıvrılmış, yanmış, tutuşmuş parça parça olmuş yüreği. Kardeşine inanmamakla hata yapıp onun ölümüne sebep olan abla, bu acı ve vicdan azabıyla Allah’a yalvarmaya, dua etmeye başlamış. ’Allah’ım beni pepuk kuşu yap bu dağlara sal ki dünya döndükçe dağlardan dağlara kardeşim diye seslenip durayım! ..“ Efsane bu ya o gece kızın dileği kabul olur, genç kız o gece Allahtan, pepuk kuşu olmuş ve gidip kardeşinin başucundaki ağaca konup hep kardeşi için seslenip durmuş. Ve işte o gün bu gündür bu kız, pepuk kuşu olarak dağlarda oradan oraya dolaşarak, kardeşini öldürdüğü için herkese kendini ihbar eder durur: Her bahar mevsimi kengerin yerden bitmesi ile beraber pepuk kuşunun acıklı ötüşü de başlar. (Zazaca) “Phepu” “Kheku” “Kam kerd” “Mı kerd” “Kam kişt” (çişt) “Mı kişt” (çişt) “Kam şüt” “Mı şüt” “Ax! Ax! Ax! ” (Kürtçe) ’Pepuu’ “Kekuu” “Ke qir? ” “Mın qir” ’Ke kuşt? ’ ’Mın kuşt’ ’Ke şuşt? ’ ’Mın şuşt’ “Ah! ah! Ah! ” (Türkçe) ’Pepuu’ “Kekuu” (baba) “Kim yaptı? “ “Ben yaptım” ’Kim öldürdü? ’ ’Ben öldürdüm’ ’Kim yıkadı? ’ ’Ben yıkadım’ “Vah! Vah! Vah! ”

Gürkal Gençay