12 Eylül ve Diyarbakır Cezaevi Uygulamaları

İsa Tekin
269

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

12 Eylül ve Diyarbakır Cezaevi Uygulamaları

Evet yine bir 12 Eylül geldi 1980 darbesinden bu yana tam 29 yıl geçti fakat 12 Eylül darbesini yapanlar Türkiye de halen yargılanamadılar, kendi ürettikleri anayasa tarafından yönetiliyoruz.
Ülkemizde 12 Eylül vahşetini yaşayan binlerce insan adli sicillerinde halen o darbenin ve ana yasasının kurallarına göre ceza alanların cezaları silinmemiştir gerek bu cezalar kâğıt üzerinde silinse de yüreklerinde ve beyinlerinde ölene dek silinmeyecektir.
Bende bir 12 Eylül mağduru olarak o süreci asla unutmadım ve de unutmayacağım unutulmaması için önüme gelen her insana o insanlık dışı vahşeti anlatmaya devam edeceğim.
Beni dinleyen insan çıkmazsa dağa taşa ağaca kuşa haykırarak anlatmaya devam edeceğim.
Şimdi kısaca dönemin vahşetini cehaletini insanlık dışı tüm pisliklerini anlatmaya çalışacağım; 12 Eylül cuntacıları General ve darbecileri Milli güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral KENAN EVREN Orgeneral NURETTİN ERSİN Orgeneral TAHSİN ŞAHİNKAYA Orgeneral NEJAT TÜMER Orgeneral SEDAT CELASUN 12 Eylül 1980 tarihinde tüm Türkiye’de sıkıyönetim ilan edip sokağa çıkma yasağı koyarak günün Türkiye’sinde siyah beyaz olan TRT Televizyon ve Radyolarında yönetime el koyduklarını ve TBMM(Türkiye Büyük Millet Meclisi) i fethettiklerini tüm parti sendika ve derneklerin faaliyetlerine son verdiklerini MGK’lı 1 no lu 2 no lu 3 no lu bildirileri yayınlayarak MGK lı başkanı KENAN EVREN’in Onun içindirki netekim::::::: diyerek Türk demokrasisini askıya aldıklarını böbürlenerek anlatıyordu. 1982 de yeni düzenlediği anayasaların Adalet bakanlığı 12 Eylül ile ilgili yayınladıkları verilere bakılacak olursak 650 bin kişiyi gözaltına aldılar 650bin kişiye en ağır işkenceleri yaptılar 650bin kişinin iradesini kırmaya kimliksizleştirmeye ve kişiliksizleştirmeye ihanete zorlamaya dönük işkence baskı ve yaptırım politikalarını askeri ceza evlerinde 10 yıldan fazla devam etti. Emir komuta ilişkilerine dayalı bir adalet anlayışıyla 98.404 kişiyi askeri mahkemelerde yargıladılar işkence ürünü sahte delillere dayalı hükümlerle 21.764kişiye milyonlarca yıl ceza verdiler.7000 kişi hakkında idam istediler 517 kişiye idam cezası verdiler 124 kişinin idam cezası askeri Yargıtay tarafından onaylandı 50 kişiyi idam sehpalarında astılar. 29bin kişiyi vatandaşlıktan çıkardılar 388bin kişiye pasaport vermediler 1milyon 863bin kişiyi fişlediler sadece fişlenenlerin değil çocuklarının da geleceğini ipotek altına aldılar.
Bu süre zarfında 14 kişiyi ceza evlerindeki açlık grevlerinde 16 kişiyi kaçarken 17 kişiyi de çatışmalarda öldürdüler 1974-1980 döneminde 5000 kişinin öldüğünü binlerce kişinin yaralandığını yüz binlerce kişinin ata topraklarından göçmek zorunda bırakıldığını tüm bu rakamlarının 78 kuşağının verdiği kaybın ödediği bedelin yaşadığı linçin boyutları hakkında her halde kaba bir fikir edinmiş olursunuz 12 Eylül askeri faşist darbe Türkiye’yi toz duman etmiştir ülkenin her tarafı yeniden işgal edilmiş tüm dernek sendika dernek ve tüm sivil toplum örgütünün faaliyetlerine son verilmiş başkan ve yöneticileri ya tutuklanmış ya firar etmiş veya yurt dışına kaçmışlardı: kahraman basın: bu faşist generallerin borazanlığı için adeta yarışır hale gelmişlerdi sol basın ve sol susturulmuştur adeta bedenlerinin üzerinden panzerler geçmiştir. Türkiye baştanbaşa susturulmuş adeta ülke cezaevine dönüştürülmüştür yazan çizen okuyan aydın yazar öğrenci öğretmen işçi çiftçi hepsi bu cehennemden beter olan ceza evlerine konmuştur. Tüm bu insanlık dışı vahşet: vatan millet Sakarya: adı altında yapılıyordu MAMAK METRİS BUCA ERZURUM ELAZIĞ ve DİYARBAKIR 5nolu cezaevleri dolup taşmaktaydı bir yatakta 4kişi yatıyordu bu insanlık dışı ceza evlerinde her türlü baskı işkence ve kişiliksizleştirme çalışmaları emir komuta zinciri içerisinde yapılıyordu bende bu süreçte DİYARBAKIR 5nolu ceza evinde uzun süre yattım yattığım süre içerisinde yaşadıklarımı gördüklerimi ve duyduklarımı sizlerle paylaşmaya çalışacağım DİYARBAKIR cezaevinde insan haysiyeti ve kişiliğiyle oynandığı kadar dünyanın hiçbir yerinde bu kadar insan haysiyeti ve kişiliği ile oynanmamıştır O yüzden cehennem tanımlaması da yetmez çünkü cehennem insan imajının yarattığı en kötü yer olarak tanımlanır DİYARBAKIR 5nolu cehennemi o imajında ötesinde insan havsalasının bile yetmediği bir olgu üstelik cehennem imajında verilen ceza neyse infazı yapılırmış insanları 24 saat şiddet altında tutan insani olan her refleksini uyurken bile esas duruşunu bozmak büyük bir suçtu her duygunun her istemin birer işkence bahanesi haline getirildiği ve bu işkencenin yıllarca sürdüğü dünyanın başka hiçbir yerinde görülmemiştir uygulanan şiddet insan aklını mantığını ve her türlü bilimin sınırlarını aşan boyuttaydı. Dünyanın hiçbir yerinde insanlara COP sokularak BOK yedirilerek insanlardan milliyetlerini ve dinlerini değiştirmeleri istenmemiştir. Kürde araba türke zor ile bütün ırkçı ve faşist ve askeri marş zor ile öğretilmiş ve gün boyu yerinde saydırılarak okutulmuştur DİYARBAKIR ceza evinde uygulanan bu program Dünyada uygulanan ırkçı programların tümünden daha farklı vahşettir. Şimdi Diyarbakır cezaevindeki resmi işkencecilerdir....

MGK
Or. Kenan Evren
Or. Nurettin Ersin
Or. Tahsin Sahinkaya
Or. Nejat Tümer
Or. Sedat Celasu

MGK'ya bagli Generaller
Necdet Ürug
Bedrettin Demirel
Selahattin Demircioglu
Süreyya Yüksel
Nejat sevim

Sikiyönetim komutanlari
Hüsnü Celenkler
Recep O. Ergun
Nevzat bölüggiray
Kemal Yamak
Tevfik Alpaslan
Selahattin Yirmibesoglu

7. Kolordu Komutanlari (Diyarbakir)
M. Cemalletin Altinok
M. Kemal Yamak
1971-1974’te Özel Harp Dairesi Başkanlığı yapan, Kıbrıs harekâtının gizli planlarını yürüten emekli general Kemal Yamak vefat etti. Yamak’ın hatıratında yer alan “Meclis’te CHP dahil her partiden Özel Harpçi milletvekili var. Bu vekiller genç yaşta örgüte girerler” sözleri çok tartışılmıştı

Adını son olarak üç yıl önce, Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler kitabıyla duyurmuştu. İsmi belki gölgede kalmıştı ama görevli olduğu kurumların perde arkasından yönettiği gizli operasyonlar, katliam ve işkence merkezleri Türkiye’nin yakın tarihine damgasını vurmuştu. Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın gazetelere verdiği başsağlığı ilanıyla önceki gün vefat ettiği duyurulan emekli Orgeneral Kemal Yamak, 1967-1971’de Özel Harp Dairesi’nde kurmay başkanı ve 1971-1974’te başkan olarak görev yaptı. Kıbrıs harekâtı öncesi ve sonrası gizli operasyonları yönetti. 12 Eylül’de Diyarbakır’da Sıkıyönetim ve 7. Kolordu Komutanı olarak görev yaptı. Yamak, 1989’da Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan emekli olduktan sonra Turgut Özal’ın ölümüne kadar Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterlik makamında oturdu.

Soğuk Savaş başlayınca yıldızı parladı
Türkiye’nin son yarım asrına damgasını vuran kurumlarda, etkin konumlarda görev alan Kemal Yamak’ın babası İstiklal Madalyalı namı diğer “Arpacı Ahmet Ağa”. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunda askerken Ruslara esir düşmüş, Kazım Karabekir’in Doğu Harekâtı sırasında kaçıp kurtulmuş. Çiftçi ve zahire tüccarı olarak çevrede ün yapan baba Ahmet Ağa, oğluna Mustafa Kemal’in adından esinlenerek Kemal ismini vermiş. Askerî liseye gitmesine karşı çıksa da Kemal Yamak babasını ikna etmeyi başarmış. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Harp Okulu öğrencisi olan Yamak’ın hayatındaki en önemli dönemeç belki de Soğuk Savaş döneminin başlaması oldu. NATO üyesi ülkelerde Sovyetler Birliği’ne karşı gizli ordular kuruldu. İtalya’da kurulan gizli ordunun adı GLADİO idi. NATO’nun koordine ettiği bu orduların ortak adı ise “Gölge ordular”dı. 1952’de Türkiye’de de özel bir kararnameyle “Seferberlik Tetkik Kurulu” adıyla kuruldu. 1960’lı yıllarda Özel Harp Dairesi adını aldı ve Amerikan Yardım Kurulu (Jusmat) ile aynı binada iç içe faaliyet gösterdi. Kemal Yamak, kitabında, Özel Harp Dairesi’ni, “Özellikle Amerikalıların da verdiği destekle NATO’nun ‘örtülü harekât konseptine’ dayanarak kurulmuş bir harekât ünitesiydi. Memleketimizin bulunduğu coğrafi mevki ve stratejik konum, böyle bir teşkilatı çok lüzumlu ve faydalı hale getiriyordu” sözleriyle anlatıyordu.

ABD subaylarıyla çalıştı
Yamak’ın, Türk ordusunun İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda, Soğuk Savaş dönemine göre, Amerika tarafından yeniden yapılandırıldığı merkezde göreve başlaması, onun kariyer basamaklarını hızla tırmanmasını da sağladı. 1957’de Malatya 59’uncu Er Eğitim Alayı, ordunun, Amerikan subaylarının gözetiminde NATO ve ABD ordusu standartlarına göre yeniden yapılandırıldığı bir merkezdi. Yamak, burada Yüzbaşı rütbesiyle, Servis Bölük Komutanlığı yapıyordu.

Örtülü baskınların mimarı
Kemal Yamak, Özel Harp Dairesi adını alan Türk Gladio’sunda 1967’den itibaren Kurmay Başkanı olarak çalışmaya başladı. 1971’de Özel Harp Dairesi’nin başkanı olan Yamak, Kıbrıs Harekâtı öncesinde ve sonrasında gizli operasyonlara imzasını attı. Öyle ki, örtülü, ansızın yapılan baskınların adını aldığı “Bir gece ansızın gelebiliriz” sloganının yaratıcısı da Kemal Yamak. Kıbrıs’lı Rumlara karşı nasıl uygulandığını kitabında Yamak, şöyle anlatmıştı: “1974 Barış Harekâtı’nda ve hemen öncesinde çok faydalı çalışmalar yapılmıştı. Çok basit ve etkili bir örnek vermek gerekirse, Rum radyo ve televizyonlarının Türklere senelerce dinlettiği ve toplumun hep üzüntülerini dile getirerek şikâyetçi olduğu ‘Bekledim de gelmedin’ şarkısına karşılık, önce ‘Bir gece ansızın gelebilirim’i, harekâttan hemen sonra da ‘Kendim ettim kendim buldum” şarkısını dinleterek, Rumlara verilen karşılık yerini bulmuştur.”
Siyasetçiler, Özel Harp Dairesi’nin varlığından, 1974’te ABD’nin her yıl düzenli ödediği 1 milyon doları kesmesi üzerine haberdar oldular. O güne kadar, daireden sadece Genelkurmay Başkanı ve ikinci Başkanlar haberdar. Siyasi otoritenin örtülü ödenekten para aktarması için dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e brifing veriliyor. Bu sırada kurumun başında Kemal Yamak bulunuyor. Ecevit daha sonra, kamuoyuna Türkiye’deki Özel Harp Dairesi’nin varlığını şaşkınlıkla öğrendiğini, bir siyasi parti ilçe başkanının, MHP üyesinin bu daireye üye olduğunu açıkladı. Yamak ise kitabında Ecevit’e şu yanıtı vermişti: “Sadece MHP’den değil, CHP içinde ve TBMM’deki değişik partilerden birçok milletvekili, Özel Harp Dairesi’ne çalışıyor.”

12 Eylül’de Diyarbakır’da ün yaptı
12 Eylül Darbesi’nin ardından Diyarbakır Sıkıyönetim ve 7. Kolordu Komutanı olarak görev yapan Kemal Yamak, üzerinden 30 yıl geçmesine karşın hâlâ mahkûmlara uygulanan işkencelerle akıllarda kalan Diyarbakır Cezaevi’nden de sorumludur. Kemal Yamak’ın Kıbrıs’ta birlikte görev yaptığı Binbaşı Esat Oktay Yıldıran, cezaevinin sorumlu komutanıdır. Cezaevindeki işkenceler emir komuta zincirine bağlı olarak uygulanmaktadır. Esat Oktay Yıldıran’ın cezaevindeki mahkûmlarla ilk tanışmasını bir mahkum Aktüel dergisine şu sözlerle anlatmış: “Esat Oktay Yıldıran’ın 24 Şubat 1981 günü 35. Koğuş’ta direnişçi mahkûmların konulduğu hücrelerde yaptığı ilk konuşmasının giriş bölümünü çok iyi hatırlıyorum. Şöyle demişti: ‘Beni dinle! Ben direkmen Genelkurmay’ın emriyle buraya atandım. Benim adım Esat Oktay Yıldıran’dır. Ben Kıbrıs’ta Rum çocuğunu bıçakla kesmiş, babasının gözlerinin önünde kanını şarap niyetine içmiş adamım.”
Kemal Yamak, yıllar sonra yazdığı kitabında Diyarbakır’da mahkûmlara uygulanan işkencelerden haberdar olmadığını yazmakla yetinmişti.

Özal’ın ölümünden sonra geriye çekildi
Kemal Yamak, öldürüldüğü iddiaları bugüne kadar gündemden düşmeyen Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Genel Sekreterliği’ni yaptı. Özal’ın GATA’ya sevki ve cenaze hazırlıklarından sonra istifasını veren Yamak, sessizliğini 2006’da yayınladığı Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler kitabını yazana dek korudu. O günden bu yana yine “gölge”de kalmayı tercih etti.

Özel Harp Dairesi’nden Köşk’e
Orgeneral Kemal Yamak, 1924 yılında Amasya’nın Merzifon ilçesinde doğdu. 1943 yılında Bursa Işıklar Askerî Lisesi’nden, 1945 yılında Kara Harp Okulu’ndan, 1947 yılında Topçu Sınıf Okulu’ndan, 1958 yılında Harp Akademisi’nden mezun oldu.
1971 yılında tuğgeneralliğe terfi etti. Tuğgeneral rütbesi ile Genelkurmay Özel Harp Dairesi başkanlığı, 4. Zırhlı Tugay komutanlığı yaptı. 1975’de tümgeneralliğe terfi etti. Tümgeneral rütbesi ile 28. Piyade Tümen Komutanlığı, Kara Kuvvetleri Harekât Başkanlığı, Doğu Yurtiçi Bölge Komutanlığı yaptı. 1979’da Korgeneralliğe terfi etti. Korgeneral rütbesi ile Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı, 7. Kolordu Komutanlığı, Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı görevlerinde bulundu. 1984’da Orgeneralliğe terfi etti. Orgeneral rütbesi ile Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı ve Ege Ordusu Komutanlığı yaptı. 24 Temmuz 1987 tarihinde atandığı Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan, 1 Eylül 1989 tarihinde yaş haddi nedeniyle emekli oldu. Aynı tarihte Başbakanlık Başdanışmanlığı’na atandı. Başbakan Turgut Özal’ın Kasım 1989’da Cumhurbaşkanlığı’na seçilmesinin ardından Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği görevine getirildi. 17 Nisan 1993’te ise görevinden istifa etti taraf gazetesinden alınmıştır.Kıbrısta Esat Oktay Yıldıran ile birlikte çalışmıştır.Esat Oktay Yıldıran her zaman şunu söylerdi.ben Kıbrıs savaşında bir rum çocuğunun kafasını kestim kanını babasının gözleri önünde içtim.der ve bununla övünürdü.bu bir insanın yapacağı şeyler olamaz ancak bir vampir bunu yapabilirdi bu vampirde Esat Oktay dan başkası olamaz

Suat Ilhan

7. Kolordu Adli Müsvirleri
Hakim binbasi Ahmet beyazit
Yüzbasi Turgut Adli Müsavir Yardimcisi

Hakim ve savcilar
Binbasi Emrullaha Kaya. Kayserili
Basri Özgemnc, Ask savci, Menemenli
Bülent Cahit Aydogan, Ask savci, Samsunlu
Turgay Çaglar. Hakim yüzbasi
Oktay Yüksel, hakim yüzbasi Mardinli
Niyazi Erdogan, Sivil hakim
Kemal Kavi, mahkeme baskani binbasi
Nihat Beyhan Özyurt
Celalettin Celik, yüzbasi
Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran:
1.75 boyunda, zayıf kumral, 40 yaşlarında ama yüz kırışıkları fazla, gözlerinin altındaki halkalar morarmış, daima komando elbiseleriyle ve Co isimli köpeği ile dolaşır. Diyarbakır zindanındaki işkencelerin mimarı dır. Katillerin başı, soğukkanlı, acımasız, güzel vaadler verip çirkin uygulamalar yapan, burnu havada, kendini Nemrud sanan biriydi. 1974 Kıbrıs isgalinde görev yaptığı için, orada ki zindanlarda yapılan işkencelerle deneyim sahibi olmus, 7. Kolordu Komutanı Kontragerilla Şefi Kemal Yamak'ın verdiği yetkiyle donanmış tam olarak bir işkence ve cinayet makinasıydı. 24 Şubat 1981 tarinden Eylül 1992 sonuna kadar Diyarbakır zindanında işkenceci başı olarak görev yaptı. Eylül ayında sonuçlanan, M. Hayri Durmuş; Kemal Pir ve arkadaşlarının yaşamlarını yitirdikleri ölüm orucundan sonra İstanbul`a tayini çıktı. Burada rütbesı yükseltilerek binbaşı oldu. 22 Ekim 1988 tarinde İstanbul Kısıklı'da bir otobüsün içinde bir Kürt militan tarafinda silahla başına sıkılan üç kurşunla öldürüldü. Şimdi bu vampir ve kan içicinin Diyarbakır Cezaevindeki bazı uygulamalarını bizim kaldığımız 32. koğuştaki işkencelerinin bir gününü sizlerle paylaşmak istiyorum

32. koğuşun bir günü
Sabah saat 04.45’te koğuş nöbetçilerinin koğuş kalk komutu ile uyandırıldık koğuşun 3-5 nöbetini tutan nöbetçiler saat 04.45’te koğuşu uyandırmakla görevliydiler saat tam 04.45 olunca nöbetçiler yüksek sesle bağırarak koğuş kalk komutunu vermek zorundaydılar bu komuttan birkaç dakika sonra koğuş kapısının mazgalı açılır nöbetçi gardiyan komutan nöbetçileri çağırırdı nöbetçi onbaşı kapıya doğru koşar yanındaki nöbetçide on başının yanına geçer ikisi birden ayaklarını sertçe yere vurarak esas duruşa geçer başta nöbetçi on başı kısa künyesini okumaya başlar İsa tekin Diyarbakır emret komutanım 32.koğuş nöbetçi onbaşısıyım 32.koğuş 106 mevcudu ile vukuatsız olarak emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım der sonra yanındaki nöbetçiye gelir nöbetçide aynı künyeyi tekrarlardı nöbetçi gardiyan nöbetçilere sorardı vukuatınız var mı lan nöbetçi onbaşı yoktur komutanım der nöbetçi gardiyan komutana sorar koğuş herkes uyandı mı uyuyan var mı derdi koğuş nöbetçi on başı yoktur komutanım derdi kalkar kalkmaz ilk işimiz yatağımızı yapmak zorundaydık çünkü yatağı bozuk yapanlar dayak yerdiler koğuş gardiyanımız Kayseri’li kara bela kontrolde kimin yatağını bozuk görse dayak ile cezalandırırdı ve yatağın düzgün güzel yapıldığının testini şöyle yapardı yatağın üzerine 25 kuruş demir para atardı eğer para yatağın üzerinde zıplıyorsa demek ki yatak düzgün ve güzel yapılmıştır eğer para zıplamıyorsa yatak düzgün yapılmamış yani iyi çekilmemiş demektir öyleyse dayak hak edilmiştir ben ve Mehmet Kansu aynı yatakta yattığımız için kalkar kalkmaz nevresimin dört kenarından bağlar sıkıca döşeğin üzerine geçirirdik bunu her sabah tekrarladığımız için bu işlem en fazla bir dakikamızı alırdı çünkü zaman ve dakikalar bu dönemde çok önemliydi yatak işi bittikten sonra tuvalete ihtiyacı olanlar için sıraya girmek gerekiyordu tuvalet işi b,ittikten sonra sıra günlük traşa gelecekti toplam dört lavabo taşı olduğu için lavaboda traş olmak yasaktı plastik bardağa biraz su alırdık o su ile traş olmaya çalışırdık her arkadaş samimi olduğu arkadaşla birbirini traş ederdi traş jiletlerimiz permatikti idare bu permatikleri sayılı olarak verirdi ve tekrar sayılı olarak alırdı jiletlerin karışmaması için kartondan bir kutu yapmıştık ve numaralandırmıştık kaç numaralı jilet kime aitse belliydi jiletlerin dağıtılması çok seri şekilde yapılırdı ve Mehmet’le birbirimizi karşılıklı tıraş ederdik böylece ayna sorununu da çözmüş oluyorduk sonra birbirimizin yüzüne pamuk sürüyorduk eğer pamuk yüze yapışıyorsa traş iyi olmamış pamuğun yapıştığı yerleri yeniden traş ediyorduk çünkü sabah komutan traş kontrolünde aynı şeyi deneyecekti kimin yüzüne pamuk yapışmışsa demek ki güzel ve düzgün traş olmamıştır onunda suçu çok ağır oluyordu 5’e 10 kalasla dayak atıyorlardı bu jiletleri her hafta pazardan pazara kullanıyorduk son iki gün kalınca jiletler köreldiği için yüzümü parçalıyordu bazı arkadaşların sakalı sert olduğu için jilet kesmediği için yüzlerini kesiyorlardı yüzleri cildi kan içinde kalıyordu Pazar günleri öğleden sonra koltuk altı ve etek altı traşlarında bu jiletleri kullandıktan sonra değiştiriyorlardı aynı gün saçlarımızda sıfır numara ile kesiliyordu bazen saçlarımız makineye sıkışıyor kesen yeni berberimiz kesmesini bilmediği için adeta saçlarımızı yoluyordu buda ayrı bir işkence türüydü evet acele ediyoruz daha gün yeni başlayacak koğuş gardiyanı koğuş mazgalını açıyor nöbetçi koşup tekmil veriyor gardiyan komutan emir veriyor karavana çıkar sabah kahvaltısı için üç karavanayı nöbetçi koşar adım kapının önüne çıkarıyor var gücü ile kısa künye yapıyor İsa tekin Diyarbakır emret komutanım koğuş gardiyanı emrediyor karavanayı bırak içeri gir nöbetçi tekrar kısa künyesini yüksek sesle tekrarlayıp koğuşa dönüyor gardiyan kapıyı kapatıyor kapının mazgalını açıyor lan sorumlu mahkemeye gidecekler hazırlansın koğuşta bu gece vukuat var mıydı? Koğuş sorumlu emredersin komutanım der ve kısa künyesini yapardı hatip çelik Mardin emret komutanım koğuş vukuatı yoktur komutanım derdi veya koğuşta o gece bir hasta olmuşsa veya ayakta gezerken başka bir nöbetçi gardiyana yakalanmışsa bunlar çok büyük vukuatlar demekti cezası da tabi ki ağır olurdu yoksa gardiyan mazgalı kapatır karavanaları yanında gelen çömez askere taşıtırdı böylece çömez asker geleceğin büyük komutanlığına hazırlanırdı koğuş sorumlusu koğuşa döner eğer gardiyan mahkemeye gidenlerin listesini vermişse o listeyi yüksek sele okur ve hemen hazırlanmasını isterdi liste verilmişse o gün mahkemesinin olduğunu bilenler kendilerinin mahkemelerinin olduğunu söyler ve hazır bir şekilde beklerdi aradan 10 -15 dakika sonra karavana kapıyı gelir ve kapıya bırakırdı karavananın yere bırakıldığının sesini hepimiz duyardık ondan sonra kapı mazgalı açılır komutan karavana al ve kapıyı açardı kapı açılana kadar üç kişi kapının önünde hazır olur her üçü de hızlı şekilde kısa künye yapar bina karavanalarını koşar adım içeri alırlardı hep karavanaların dolu gelmesini beklerdik bazen bu üç karavanada bir tanesinin altında toplam 10 tas kadar çorba olurdu buda en başta mahkemesi olanlara verilir koğuşa sonra dağıtılırdı bu kadar az kahvaltı ve yemeği eşit dağıtmak bayağı çaba gerektiriyordu dağıtan arkadaşlar adil olmak için çok çalışıyordu Ondan dolayı yemek dağıtıcılar belliydi sürekli aynı arkadaşlar bu görevleri yapıyorlardı elleri bu işe alışmış ve bayağı pratik dağıtıyorlardı yemekleri servis kaplarından yiyorduk çatal kaşık cam bardak yasaktı sadece tahta kaşık veriyorlardı onlarda zamanla çatlıyordu ve de koku yapıyordu su bardaklarımız plastik bardaklardı çorba ve yemekler çok az veriliyordu bazı günlerde kişi başı üç kaşığa düştüğü de oluyordu kahvaltı işi de çok acele yapılıyordu bazen kahvaltı bitmeden mahkemeye gideceklerin çıkması için gardiyan kapı mazgalını açıp mahkemeye gidenler çıksın diye emir veriyordu mahkemeye gidenler acil bir şekilde 1234 diye sayarak dışarı alındıktan sonra koğuş kahvaltısına devam ediyordu kahvaltı bittikten sonra eğer koğuş cezalı değilse birer sigara içebiliyorduk sigara yasaksa koğuş sorumlusu bizi sayıma kaldırıyordu sabah sayımı çok önemliydi dayakların büyük bir kısmı sabah sayımında atılıyordu bizlerde sayınları daha az zayiatla atlatmak için her sabah koğuş sorumlusu nezaretinde ön sayım yapıyorduk Türkçe bilmeyenleri yaşlıları ve hastaları arkamıza alıyorduk sağlam gür seslileri öne diziyorduk sayım ikişerli şekilde sayılıyordu öndeki ve
Arkadaki şekilde dolayısıyla öndeki iki yanındaki dört diye devam ediyordu bu ikişerli sayımı 45 saniye en fazla 50 saniyede bitirmek zorundaydık bu seriyi yakalamak için bugün iki diyen arkadaş yarında aynı yerde oluyordu onun görevi ne olursa olsun sayım anında iki diyecek veya otuzuncu sıradaki kişi otuz diyecek yani böylelikle biri karıştırsa bile yanındaki sabit olduğu için sayım karışmayacaktı bu sayım işi bazen saat 9 a kadar devam ediyordu koğuş sorumlusu hatip çelik her sayım öncesi hep prova yaptırıyordu koğuş sıra halinde dizilir hatip çelik bağırır ve şöyle derdi herkes çok iyi dinlesin kimse numarasını unutmasın çok seri şekilde okusun ve bağırsın kendisi en başta sayımı başlatırdı ve şöyle derdi dikkat hatip çelik Mardin emret komutanım 32.koğuş 106 mevcudu ile emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım iki dört altı sekiz… diğer arkadaşlar hatip çelik’i takip ederdi hatip çelik bu provayı idare sayımı gelene kadar yüzlerce kez tekrar ederdi eğer koğuşa yeni gelenler olursa kurallara uymalarını ve bizim gibi yaptığımız gibi yapmaları gerektiği yönünde ikazlarda bulunurdu bu yeni gelenler muhabbeti hap devam ederdi taki idarenin ast üst subayları çavuşları ve gardiyanları sayıma gelene kadar aniden kapı mazgalı açılır kara bela komutan yüksek sesle bağırır 32.koğuş sayıma hazır olur ve koğuş kapısı açılırdı koğuş sorumlusu hatip çelik var gücü ile bağırır dikkat hatip çelik Mardin 32.koğuş 106 mevcudu ile sabah sayımında emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım der ve devam ederdi iki dört ……gardiyanlar bağırarak sayan her arkadasın göğsüne cop kalas vurarak sayımı takip etmeye çalışırlardı biz öndeki arkadaşlar ne olursa olsun bu cop ve kalası yemek zorunda kalırdık bazen bu cop ve kalasları göğsümüze öyle sert vuruyorlardı ki nefesimiz kesiliyordu ve bağıramıyorduk bazı arkadaşlar ayakta duramıyordu tabi bu cehennem zebanileri için bir mazeret teşkil ediyordu dayak atmanın mazeretiydi sayıma eğer yüzbaşı Esat Oktay yıldıran veya minik asteğmen gelmiş ve yanında kalabalık asker varsa o sabah büyük işkence var demektir yüzbaşı Esat Oktay yıldıran koğuşu baştan aşağı inceler koğuş sorumlusuna sorular sormaya başlar sorularıda yataklar iyi düzeltilmemiş yemekler nasıl şikayetiniz var mı koğuş sorumlusu hatip çelik kısa künyesini bağırarak yapar sizin sayenizde hiçbir ihtiyacımız yoktur komutanım der Yüz başı Esat Oktay konuşmasını sürdürürken co komutan (co köpeği) tutukluların apuç aralarını koklar veya kapardı diğer subaylar ve askerler bizlere bakar dayak atmak için şöyle sorarlardı u lan ibne neden karşı duvara bakmıyorsun bana bakıyorsun veya niye güldün esas duruşun niye bozuk niye kaşındın gibi mazeretler Esat Oktay yıldıranın yanında bizleri döverlerdi Esat Oktay konuşmasına devam ederdi devlet size şefkatli ana kucağını açmıştır devlet sizi yedirip içiriyor kıymetini bilin koğuşunuzda bölücülük ve komünistlik yapmayın yapan varsa aranızda barındırmayın bana bildirin gerekli mükafatı alacaksınız Esat Oktay konuşmasını uzunca sürdürür tehditlerini savurur çıkıp giderdi sayım faslı biter koğuş beş on dakika su ve ihtiyaç molası verir dayak yiyenler kanlarını yıkar kanlı üstünü değiştirir koğuş gardiyanı9nın emirlerini beklerdi eğer Esat Oktay yıldıran ceza var demişse koğuş gardiyanı mazgalı açar yüksek sesle koğuş sorumlusu hatip çelik’i çağırır koğuşun cezalı olduğunu herkesin ranza altı olmasını emir ederdi eğer o gün normal bir gün ise sorumluya koğuşun Atatürk ilke ve inkılaplarını okumasını isterdi bu kitap okuma işi tam bir işkenceydi şöyle ki sorumlu kitap okutmak için birini görevlendirir o kitabı açar başlar yüksek sesle okumaya Atatürk 1881 yılında Selanik’te 2 katlı pembe bir evde doğdu ve devam ederdi bizde hep tekrarlardık bu kitabı sil baştan binlerce kez bizlere okuttular bu kitap okuma faslı 1 saat devam eder koğuş sorumlusu bir saat sonra 10 dakika ihtiyaç molası verir sonra tekrar devam ederdik saat 12 ye çeyrek kala kapı mazgalı açılır koğuş gardiyanı karavanları ister karavanalar kapıya bırakılır 15 dakika yemek gelene kadar ihtiyaç molası veya sigara içmek serbest komutu verilirdi
Koğuş yemek düzenine geçer herkes sıraya girer yemek almaya çalışır 15-20 dakika sonra mahkemeye gidenler gelir eğer davada savunma yapılmışsa eğer cezaevi ile ilgili mahkemede konuşulmuşsa mahkemeden gelenler toplu dayaktan geçirilir çok işkence görürlerdi bir gün Suruç grubundan arkadaşlar mahkemeye gidip gelmişlerdi o gün karar günüydü hepimiz hepimiz çok merak ediyorduk arkadaşlar geldi koğuş sorumlusu sordu ne oldu diye arkadaşların biri şu cevabı verdi önemli değil hele önce ben bir tuvalete gideyim yemekte ne var dört kez idam verdiler dedi baskı ve işkence öyle bir boyuttaydı ki tuvalete gitme ve yemekte ne var dört idamdan daha değerliydi bunu gırgır ve espri konusu yapmıştık önemli değil dört kez idam kuru fasulye kadar değerli değil yeter ki kuru bol kepçe olsun hele arkasında büyük su bidonu içinde sıcak çay gelmişse ve plastik bardakta içiliyorsa en büyük keyif bu olsa gerek dört idamın ne önemi var canım yemek faslı bittikten sonra üzerine bir sigara çok güzel oluyordu mahkemeye gidenler tekrar hazır şekilde kapı önünde bekleyerek komutan gelip onları götürecek ve komutunu verecek lan sorumlu koğuşa marş söylet
Saat 12 de karavan kapıya gelir kapı mazgalı açılır yine aynı ses karavana al üç kişi koşarak karavana üç arkadaş koşarak kıza künye yaptıktan sonra hızlı ve seri bir şekilde karavanaları içeriye alırdı sabah verilen kahvaltıda kinse doymadığı için umudumuz öğle karavanının dolu gelmesiydi ama umutlarımız hep boşa çıkıyordu karavanalar çok az geliyordu ortalama 20 kişilik yemek 100 kişiye veriliyordu gelen yemeklerin içinde tükürükten tutunda böcek kadar her türlü haşere olurdu bazen tıraş oldukları saçlarını bile yemeklerin içine atıyorlardı iki üç günde bir isal yaptıran haplarda yemeğe katılıyordu insanlar açtı ne olsa yemek zorundaydık onu bile yeteri kadar vermiyorlardı 10 kişiye bir ekmek veriyorlardı hepimizin gözleri içine girmiş kemiklerimiz sayıla bilirdi yüzümüzde renk kalmamış sapsarı olmuştu hayallerimiz de annelerimizin dışarıda yaptığı o güzel lezzetli yemekler vardı sohbetler yemek çeşitleri üzerinde yapılırdı bazı arkadaşların koku alma duyusu çok gelişmişti kokuya göre karavanada hangi yemeklerin çıktığını çok iyi tahmin ediyorlardı bazı arkadaşlar cezaevinden çıktıktan sonra lokanta açacaklarını söylüyorlardı karavanada yemekler az geldiği gibi birde koğuş sorumlusu yardımcı ve ispiyoncusu maruf şahin vardı yemek gelir gelmez ilk maruf şahin kalite kontrol yapardı eğer yemekte iki üç tane et parçası çıkarsa maruf şahin elleri ile yemeğin içine dalar kısmetimde bugünde et çıktı hele bir tadına bakayım derdi hepimiz deri kemik kalmışken bazı arkadaşlar marut şahin’in kalçalarını göstererek bu ibne karı gibi kalça büyütüyor diye alay ederdi ama bunu kimse maruf şahin’in yüzüne söyleyemezdi çünkü maruf şahin idarenin koğuştaki anteni ve temsilcisiydi kimi kafaya taksa idareye gammazlardı doğal olarak etler maruf şahin’in hakkıydı tabi idarenin adamı maruf şahin yalnız değildi 106 kişilik koğuşta 5 kişi tespit etmiştik kantinden eşya siparişi verilirken bu ortaklarımızı da rüşvet olarak da bizi gammazlamamaları için hepimiz bir şeyler almak zorundaydık Vedat aydın’la bazen yan yana geldiğimizde maruf şahin ve ekibine bakarak şöyle derdi hale İsa hele şu şerefsize bak bu şerefsiz güneşin düşmanı ayın düşmanı insanlığın düşmanı ve bu şerefsiz umudun düşmanı diye künye sayardı bir defasında maruf şahin Vedat aydın’a sordu neye gülüyorsun Vedat kalçan zayıflamış ona gülüyorum dedi aradan iki gün geçtikten sonra soğuk bir kış günüydü koğuş gardiyanı Vedat aydın’ı çağırdı önce dayak attı sonra yemekhane kısmına 40 bidon su döktürüp Vedat arkadaşı saatlerce sırt üstü yüz üstü süründürdü bunu ispiyoncu maruf şahin’in yaptığını biliyorduk ama gücümüz o günün koşullarında maruf şahine yetmiyordu yemekler doğal olarak maruf şahin’in malıydı o da yedikçe malını büyütüyordu bizlerde maruftan geriye kalan artıklar kalıyordu onu da arkadaşlar elinden geldikçe adaletli bir şekilde dağıtmaya çalışıyorlardı ayda yılda yanmış küf tutmuş bulgur pilavı nohut veya kuru fasulye’yi bol veriyorlardı biz bazı arkadaşlar fazla yemeye korkuyorduk çünkü yemekler bozuk olduğu için ve mide az yemeğe alışık olduğu için hep aynı yemeğe tercih ediyorduk bazı arkadaşlarımız yemeğe dayanmadıkları için çok yiyorlardı buda bozuk olan mideleri rahatsız ediyordu saatlerce ayakta 6o tene ırkçı ve şoven marşı söylerdik arada koğuş gardiyanı kapı mazgalını acar lan sorumlu koğuş niye bu kadar cansız marş söylüyor diye azarlardı koğuş sorumlusu hatip çelik emredersin komutanım dedikten sonra 32,koğuş daha yüksek sesle yürüyüş kararı sayılacak say biz yerimizde var gücümüzle yere vurarak bir iki üç dört diye sayarak hatip’in komutlarını tekrarlardık sonrasında sırayla askeri marşları söylemeye devam ederdik bazı günlerde ise genellikle yaz ise çok sıcak olduğu zamanlarda havalandırmaya çıkardık havalandırma hava almak için değil işkence görmek için çıkardık
Havalandırma için hazırlan dediğinde ayaklarımızda spor ayakkabıları olmak zorundaydı herkes ayakkabılarının bağlarını kontrol eder ve çok sık bağlardı süründürme dayak atma anında ayaktan çıkmasın diye sıkı bağlardı üstümüz çıplak alt kısımda eşofman altı giymek zorunluydu tabi hazırlığını bitiren hemen tuvalete koşardı bir anda tuvalete büyük kuyruklar oluşurdu bunun iki nedeni vardı birincisi havalandırmaya çok uzun süre kalmak ve dayak yerken altına kaçırmamak için ikinci nedeni ise ben babamdan öğrenmiştim babam diyordu ki oğlum eğer biri ile arkadaşlık yapıyorsan onunla bir eyleme katılacak isen eğer yanında arkadaşın sık sık küçük su dökme ihtiyaç duyuyorsa onunla o işe eyleme gitme bu korkunun işaretidir bunu arkadaşım Mehmet de anlatmıştım onun için havalandırmaya çık sözünden sonra hemen tuvalete koşanlara gülüyorduk onları takip ediyorduk hep aynı şahıslardı bunlar sıra havalandırmaya çık komutu ve koğuş kapısı acılıyor 3, katta olduğu için 3,katın havalandırma kapısına kadar tüm merdiven başlarında sağlı sollu ellerinde kalaslar gardiyanlar vardı kapıdan çıkan her arkadaş yüksek sesle sayarak çıkmak zorundaydı ve merdivenlerden koşar adım inmek zorundaydı 3, kattan havalandırmaya kadar önünden koştuğumuz her asker gardiyan elindeki kalaslarla vücudumuzun neresine rast gelirse oraya vuruyorlardı zaten koğuşun hepsi havalandırmaya çıkana kadar kafası gözü yüzü çenesi sırtı kan revan içinde kalıyordu havalandırmaya çıkan arkadaş içeride provasını yaptığımız şekilde yerine geçiyordu bu sıra uzun boydan kısa boylulara doğru bir sıraydı yani boyu uzun olanlar en önde dörtlü şekilde bekliyordu herkes önündeki ve yanındakini çok iyi tanıyordu ne olursa olsun herkes önündekinin arkasında durmak zorundaydı yanlışıkla biri senin yerine geçerse onu geriye itmek zorundasın yoksa sen yerini kaybedersin o zaman dayak yiyen sen olursun koğuşun sıraya geçmesi 1 dakikalık bir süreydi sonra istiklal marşı okunur yürüyüş yapmaya başlatılır yürüyüşler marş eşliğinde yapılırdı bazen bir marşın yarısı okutulmadan koğuş gardiyanı bağırır 32.koğuş neden ses çıkmıyor lan ibneler yürüyüş niye canlı değil diyerek havalandırmadaki işkenceler başlardı işkenceler

FALAKA: En yaygın ve devamlı uygulanan bir işkence yön¬temidir. Ayak tabanı, ellerin içi gibi vücudun kaslı bölümlerine kalas, cop, zincir, saz sapı, pik demir çubuk, v.b. vurularak gerçekleştirilir. Bu yöntem, ayak tabanlarını, el ayalarını
patlatır, kaba yerleri ezer, morartır, tırnakları söker. El-ayak gibi herhangi bir yeri kırar, sakat eder.

KÖPEK SALDIRIMA: Tutuklu çırılçıplak soyulur, kurt köpeği üzerine saldırtır. Köpeğin ilk kaptığı yer bacak arasıdır.

ZİNCİR: 20-25 metre uzunluğundaki zincirin uçları iki tutuklunun boynuna bağlanır. Tutuklular sırt sırta verdirilerek ters yönde hızla koşuşturulur. Zincir tam gerilince, her iki tutuklu da sırtüstü yere düşer.

AYAKTAN ASMA: Tutuklunun tek ayağına zincir bağlanır. Bu zincir yüksek bir yere asılır. Tutuklu bayılıncaya kadar askıda kalır.

GERME: Tutuklunun bir bacağı merdiven tırabzanına bağlanır, diğer bacağı da açık bırakılan koğuşun gözetleme deliğine bağlanır. Kapı kapatılır. Tutuklunun bacakları koğuş kapısının eni kadar gerilir ve öylece kalır.

TEPE: 50-60 kişi havalandırmaya alınır. Gardiyan 'tepe ol' komutu vererek, tüm tutuklular üst üste binerler. Bir tutuklu da üst üste yatan tutukluların üstüne çıkar, istiklal Marşı'nın 10 kıtası okutulur.

KULE: Havalandırmaya çıkan tutuklular 6 kişilik daire oluştururlar. Bunların üzerine 3-4 kat olacak biçiminde tutuklular çıkarılır. Gardiyanın 'yıkıl' komutuyla kule oluşturan tutuklular kendini yere bırakır. Tutukluların değişik yerlerinde kırılma, incinme, çıkık olur.

.

KANTAR: Tutuklular havalandırmada çırılçıplak soyundurulup tek sıra halinde dizilirler, sıranın ön tarafında duran tutuklu sırt üstü yatırılır. İkinci tutuklu, yatan tutuklunun testis ve erkeklik organlarından tutarak yukarı kaldırır. Tutuklunun kaç kilo geldiğini söylemesi istenir. Tüm tutuklular birbirini tartana kadar bu işlem devam eder.

KERVAN: Havalandırmada, tutuklular tek sıra dizilir. Her

tutuklu önündeki tutuklunun sırtına bindirilir; bacakları, al¬tındaki tutuklunun boynundan aşağıya sarkıtılır ve kulaklarından tutması istenir. Gardiyanın komutuyla tutuklular yürümeye başlarlar. Bu işleme tutuklular ayakta duramayacak duruma geldiğinde son verilir.

COP SOKMA: Gardiyanlar copu zeytinyağına batırır ve yağlı copu tutuklunun makatına zorla sokar.

ÇEK-ÇEK: Tutuklu çırılçıplak soyundurulur ve erkeklik organına bir ip takılır. Gardiyan ipin açıkta kalan ucunu alıp hızla koşar. Tutuklu da zorunlu olarak gardiyanın peşinden koşar.

LAĞIM SUYUNA SOKMA: Tecrit bölümünün alt katındaki bazı tuvaletlerin delikleri tıkanır. Hücrelerin pisliği ve lağım suları burada biriktirilir, diz boyu kadar oluşturulan pisliğin içine tutuklu atılır ve pislik yedirilir.

ÖL DEDİĞİMDE: Tutuklu havalandırmanın orta yerine çıkarılır, hazır ol durumuna geçirilir. Gardiyanın 'öl' komutuyla tutuklu kaskatı, eklemlerini kırmadan yere düşürülür. Bu işlem gardiyanın keyfine göre tekrarlanır.

.

LOKOMOTİF: Tutuklular havalandırmaya çıkarılır. İki kişi çırılçıplak soyundurulur. Bunlardan birisi domalıp iki eliyle diz kapaklarını tutar, diğeri de arkadan bunu kucaklar. Gardiyanın 'uygun adım marş' demesiyle her iki tutuklu havalandırmada dolaşırlar. Diğer tutuklular da bunları izlemek zorundadırlar.

PİSLİK YEDİRME: Her havalandırmanın ortasında bir lağım çukuru vardır. Lağım suları ve insan pislikleri burada toplanır. Bu çukurdan avuç avuç pislik alıp yemeleri istenir.

İŞEME: Havalandırmada bir tutuklunun yere yatması istenir. Diğer tutuklularda, yerde yatan tutuklunun yüzüne işetilir.

TECAVÜZ: Cezaevinde görev yapan gardiyanlar, genç tutuklulara merdiven altlarında zorla tecavüz ederler. Ayrıca iki tutuklu çırılçıplak soyundurularak birbirlerine tecavüz et¬meleri için zorlanırlar.
Havalandırma dönüşü en az 20 – 30 zayiat verirdik bayılanlar ayak ve kolu kırılanlar bunları sırtlayarak koğuşa getirirken çıkıştaki gibi yine aynı işkencelere maruz kalırdık koğuşa geliş bittikten sonra sayım durumuna geçerdik gardiyanlar toplu olarak koğuşa gelir sayım yapar sayım bahanesi ile yine dayak atar ve koğuşu cezalandırırlardı bu cezalar gün ve zamana göre değişirdi eğer sabah havalandırmaya çıkmazsak öğle yemeği vermeme cezası verilirdi öğleden sorma çıkmazsak akşam yemeği vermeme cezası bazen su içmeme ve sigara içmeme cezası bazen de hiç mola vermeden akşama kadar yerinde sayarak marş söyleme cezası bazen betonda sırt üstü yatma cezası bazen ranza altı cezası bazen de tuvalete çıkmama cezası gibi uygulamalar yapılırdı bu uygulamalara sürekli yenileri eklenirdi tüm bu işkencelerden sonra koğuş olarak rahatlardık çünkü bugün de ölmemiştik ve yaşıyorduk ve o gün havalandırmaya çık korkusu kalmamıştı hayat devam ediyordu kan şiş kırık çıkık o kadar önemli sayılmazdı sonra herkes elini yüzünü yıkar …….işlere devam ederdi akşam olur akşam yemeği gelir ve yine biz hüsran yaşardık çünkü yine 10 kişilik yemek 100 kişiye dağıtılır ve aç yatardık mahkemedekiler mahkemeden getirilir kapı arkasında dayaktan geçirilir kapı mazgalı açılır kara ela gardiyan sorumluyu çağırır lan sorumlu bu ibneleri içeriye alın cezalıdırlar yolda ve mahkemede konuşmuşlar akşam yemeği verilmeyecek derdi kapı önündekiler hemen dışarı koşar yada baygınlık geçiren arkadaşları omzundan tutup sürüyerek koğuşa getirirler bu mahkemeden gelen arkadaşlar daha çok yıpranırlardı çünkü mahkeme salonlarında sabahtan akşama kadar elleri dizlerinin üstünde sağa sola bakmadan esas duruşta beklemek ve mahkeme heyetini dinlemek zorundaydılar bunun üzerine dayak tuzu biberi oluyordu evet bazen zaman bitmek nedir bilmiyordu bazen bir gün bir yıl gibi uzuyordu sıra akşam sayımına geliyordu akşam sayımı da tıpkı diğer sayımlar gibi 45 saniyede yapılmak zorundaydı hepimiz esas duruş da put gibi durmak zorundaydık yine gardiyanlar dayak atmak için bahaneler buluyorlardı lan ibne niye esas duruşun bozul lan göt niye bana baktın lan yavşak bana güldün gibi bahanelerle bazen dayak vaziyeti al komutu veriyorlardı dayak vaziyeti komutunu alır almaz ellerimizi öne uzatır hangi elimize dayak atmalarını istiyorsak başta o elimizi yani ya sağ ya da sol elimizi uzatır diğer eli ona Altan destek ederdik dayak atıldıkça inen her darbeden sonra ellerin yerini değiştirirdik bu böyle saatlerce devam ederdi bazen beş on ikisi ile bu Faslıda geçerdik akşam sayımından sonra yat komutu verilir koğuş yatmak durumunda kalırdı yat komutunu veren gardiyan koğuş sorumlusuna şöyle seslenirdi lan sorumlu herkes esas duruşta yatacak kimse esas duruşunu bozmayacak kimse rüya görmeyecek kimse ağlamayacak kimse horlamayacak koğuş nöbetçisinin izni olmadan dolaşmayacak ve tuvalete gitmeyecek tuvalete gidecekler nöbetçiden izin alacaklar anlaşıldı mı derdi bizlerde hep bir ağızdan emredersin komutanım bazen de akşam sayımından sonra cezalandırıldık koğuş yatmak için ranza altı olun emri verildi ranza altı demek beton üstünde tahtadan yapılan ranzaların beton ile arasında ki kısımdı bu alan çok dardı 25 ve 30 cm arasındaydı biz zayıf olanlar rahat alta girerdik iri ve kilolu olan arkadaşlar yalnız kafalarını zorla iç tarafa sokuyorlardı gövdeleri dışarıda kaldığı için çok dayak yerlerdi bazen de koğuşa kişi başı onar sigara yaktırıp içen içmeyen herkes bu on sigarayı bir defada yakıp ve içmek zorundaydı düşünün yüz kişi aynı anda onar sigara içince bin sigara yapar bu bin sigaranın dumanında camlar kapalı olduğu için koğuşun içinde kalır ve bu sigara içimi üzerine koğuş yat komutu verirdi bu kadar sigara dumanına hangi ciğer dayanabilir sonuçta yüzlerce insan vereme (tiberkoloza) yakalandı tabi koğuş yat komutu bunlarla bitmiyordu bazen akşamları komutan co (köpek co) yu koğuşa gönderirlerdi komutan co akşam yemeklerimizde ki etlerin ortağı olurdu yemeklerde ne kadar et veya kıyma varsa ayıklanır komutan co ya verilirdi sonra güzel kokulu sabunlarla komutan co yıkanır bizlerin yüz havluları ile durulanır ve kurulanırdı en güzel battaniye bulunur dış kapının yakınına kapı mazgalının dan görülecek bir yere yatırılırdı komutan co dışardan bir ses gelince veya arkadaşlardan biri tuvalete kalkınca havlardı co havlayınca nöbetçi gardiyanlar kapı mazgalını açar nöbetçilere hakaretler yağdırırlardı co niye havladı co’ya niye iyi davranmıyorsunuz co komutanı niye aç bıraktınız gibi bahanelerle ya koğuş cezalandırılır ya veya uykusuz bırakılırdı veya koğuş nöbetçileri dövülür ve küfür ve mazeretlere maruz bırakılırdı koğuşta 24 saat ikişer kişi nöbet tutmak zorundaydı nöbetçilerden biri onbaşı biri er olurdu gece nöbetleri 7.9 9.11 11.1 1.3 3.5 5.7 şeklinde değişirdi gece nöbetleri çok zor ve sıkıcı oluyordu bizde tam uykuya dalarken nöbetçi gardiyan mazgalı açar koğuşa bakar nöbetçi er ve on başı koşar kapı önüne topuğunu sert yere vurarak yüksek sesle nöbetçi asker gardiyana İsa tekin Diyarbakır emret komutanım 32.koğuş 106 mevcudu ile vukuatsız olarak yatak istirahatına çekilmiştir komutanım derdi nöbetçi er’de aynı künyeyi yaptıktan sonra nöbetçi gardiyan asker sorar vukuatın var mı? Ayakta gezen var mı? Uyumayan var mı? Nöbetçi onbaşı yoktur komutanım derdi tabi nöbetçiler bu işi yüksek sesle yaptıkları için bizler uykudan fırlar nöbetçi ve gardiyan nöbetçi askerin arasındaki diyaloğu gözlerimiz kapalı olarak esas duruşta yatmak suretiyle dinler sonucu merak ederdik

Kış geceleri ayrı bir işkence uygulanıyordu kaloriferler zaten hiçbir zaman yakılmadı koğuşlar zaten çok soğuktu hele 1983’ün kışı bir felaketti o soğuk kış günlerinde 30-40 bidon su koğuşa dökülür ve soyunmamız emredilirdi hepimiz soyunurduk sadece kilot üstümüzde kalıyordu ve koğuşa bir emir veriliyordu ‘’koğuş yere yat ve kaybol ranza altı ol’’ saatlerce bazen sabaha kadar kımıldamadan o suyun içinde bekletiliyorduk vücudumuzdan buhar çıkıyordu bazen de günlerce yatak yasaklanıyordu beton üstünde yatmamız emredilirdi bazen meşhur co köpeği koğuşa bırakılıyordu.sabaha kadar co havlıyordu hiç birimiz bu havlama sesinden yatamazdık bazı geceler operasyon düzenleniyor bu operasyonların başında genellikle minik asteğmen oluyordu rasgele döverlerdi bazen de yaz kış demeden battaniyenin altına gir ne başınız ne de ayaklarınız görünecek kışın insan yine dayana biliyor fakat yazın çok kötü oluyordu fakat yazın çok kötü oluyordu baygınlık geçiren hastalanan çok oluyordu geceler ayrı bir kabustu bitmiyordu gündüzün yorgunluğu marşlar,işkenceler,gece uykusuzluğu bizleri bir deri bir kemik yapmıştı uygulamalar Nazi subaylarını aratmıyordu.bu uygulamalar sadece bir günlük uygulamalardı.ve bizim koguşta olanlardı diğer koğuşta olanları göremiyorduk.sadece dayak sesleri bağırma ve marş sesleri duyuyurduk.son dönemlerde Diyarbakır cezaevinin yıkılıp yerine okul yapılacağı söyleniyor.bu cezaevi yıkılmamalı.Müslüm Üzülmez hocanın dediği gibi müze olmalı ve 12 Eylül cuntacıları yargılanmalıdır.

İsa Tekin
Kayıt Tarihi : 11.9.2009 14:46:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


12 Eylül 1980 Diyarbakır cezaevi uygulamaları hikaye değil gerçektir bu gerçeği insanlık adına gelecek nesilerin bir daha böyle bir acıyı yaşamaması için sizlerle paylaşıyorum.yazdıklarımda eksiklikler olabilir.yorumlarınızla tamamlayın.isa tekin

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Safure Kalafat
    Safure Kalafat

    DUYARLI YÜREĞİNİZİ KUTLUYORUMM
    ANLAMLI VE İBRETLİK BİR YAZIYDI...
    'DARBE DÜŞÜNEN DÜŞÜNCEYİ ŞİDDETLE KINIYORUM!...
    MUTLU YILLAR DİLERİMM
    SELAMLAR, SAYGILAR.

    Cevap Yaz
  • Fatma Güven
    Fatma Güven

    Ekmeğimize göz koyanlar yargılanmadıkları gibi bugün de IMF GÜDÜMÜYLE tüm topraklarımızı,ekonomimizi peşkeş çekmekte yoksulluk ve açlık sınırı altında yaşamaya mahkum ettikleri halkımızı sömürü düzenlerinin çarkları arasında daha da çok ezme planları yapmaktadırlar...DENİZLERİMİZ,MAHİRLERİMİZ,YUSUFLARIMIZ boşuna ölüme gitmediler...Onlar gibi biliçlerimizi bileyleyip günümüzde vatanını satıpta kahraman olarak ilan edilenlerin VATAN HAİNLİĞİNİ gün yüzüne çıkarmamız gerekmektedir...bu da ancak bilinçle,birlik ve beraberlikle olur....yüreğinize sağlık....unutmadık ,unuturmayacağız bu kara tarihleri....savgilerimle...

    Cevap Yaz
  • Muzeyyen Baskir
    Muzeyyen Baskir

    bu uzun ve aydinlatici yazinizi dikkatle okudum
    yuregim ezilerek kutluyorum emek verilen bu calismayi...saygiyla.muzeyyen baskir

    Cevap Yaz
  • Metin Demirkaya
    Metin Demirkaya

    Yigit yureginize bin selam...

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (4)

İsa Tekin