Ve şimdi kapılar açılacak ve başlangıçtan beri varolan tüm karanlık tüneller aydınlanıp görünecekler. İnancımız bize sonsuz yaşamı öğretti; şimdi ebediyeti sonun sonun ve başlangıcın olmadığını anladık.Bu bir sonsuz daire… Çember yasasına göre; eğer bir şey doğruysa herşey doğrudur. Yaratıcı, çeşitli şekillerde yüzünü gösterdi. Aslında o birdir. İstedi ki; tek bir tanrı olarak bilinsin. (Mısır Piramitlerinde bullunmuş bir yazıdan)
113766 araştırmacısından kesit 2/ Fantastik bilimkurgu öykü,
Bileşenler:
d. Yüzeyde kısa gezinti
e. gizli bölmeden laboratuara ve bir kitap molası
f. deney
-
D.
Önceden üzerinde bir desen barındırmayan boş seramik bisküviler ustanın maharetli ellerinde, kimi zaman yüzlerce kez yap-bozlarla en iyi hale yakın hale getirilerek ve sonra da 900 ila 1000 derece sıcaklıklarda pişirilerek çiniye dönüşürdü. Balyoz darbesiyle metale şekil veren bir demiricinin sıçrayan çapakla mücadele verip körleşmesi; bakırcının, kap temizliğinde kullandığı asidin buharlaşması sonucu sağlam saçlarının dökülmesi; veya kendi gezegenindeki sıra dışı bir şairin –sıra dışı çünkü şairler pek yoktu artık- yaşaran ve yanan kan çanağı gözlerle şekil verdiği, ekleyip bitiştirdiği ya da kestiği hologram görüntüleriyle bir toplama varıp yazdıklarını süslemeyi istemesi; bu duygular hiç de yabancı gelmiyordu Sera’ya.
Mutfak rafındaki çinili işlemeli kaselerden birini kaparak onu havada atıp fırlatarak oynamaya başladı. Sonra hazırladığı çorbayı bocaladı. Kapıdan girince hemen karşılaşılan aşağıdaki büyük açıklıkta, yine büyük ve uzunca bir masa vardı; kasesini kapıya göre uzak taraftaki baş köşeye koyarak çorbasından yudumladı. Yüksek enerji kapısı’nı bir kere de burada açmak farzolmuştu artık; yemeğini bitirince, gemideki küçük araçla daha sonra gezegeni dolaşırken neler görebileceği hayaliyle yukarı odalardan birine çıkarak yatağa kıvrıldı.
Gerinerek uyandığında hazırlığını vakit geçirmeksizin tamamladı. Kumandası yastığının altındaydı, onu aldı. Kısa vadeden kendi yapımı açık yüzey giysisini kuşandıktan sonra oluşturma seti’ne müracat etti gene; bazı dokunmatik görünen tuşlardaki rakamlara basarak bir süreç başlattı. Olasılıkların simülasyonu’nda moleküler yükseltici devreye girdi ve bu benzetim’de avuçiçinde toz bulutu belirdi, sonrasında bu toz bulutu modellenen ışın tabancası olmuştu.
Aklına bir şey geldi o an. Onlar, sadece süreçleri hızlandırıyorlardı, yani yaşadığı gezegendekiler… Yani evrende madde zaten vardı. Bir de buna artı, canlılık etkisi vardı; bitkiler yaşadığı çevreyle süreci etkileyebilirdi, ve hayvanlar daha fazla, ama en fazla insan etkiyebilirdi çünkü bir bilinci ve zekası vardı, hisleri de vardı. ‘Niyet ve bu varolma durumu her şeyin kökeninde galiba, iyi niyet veya kötü niyet.’ diye düşündü. ‘Bir dahaki sefere niyetini daha serbest bırakarak ya da daha sıkı kontrole alarak ve kapı çevresinde dolaşacak görünmeyen ama varolan parçacıklar üzerinde bazı manyetik etkiler oluşturarak kullanmaya karar verdi yüksek enerji kapısı’nı.
Geçen zamanın üstünde oluşan hız faktörü ve kütlenin etkilediği uzay-zaman ki dolayısıyla yaş, dünyada 30 iken kendi gezegenlerinde nasıl 300 olabiliyordu? Dolaylı veya değil, öyle, eğer bu hız’ı zaman; kütleyi de mekan ya da hacimden daha farklıca bir şey olarak düşünürsek bu da uzay-zaman demek oluyordu ki Einstein’den beri bilinen bir gerçekti zaten. Bu durumda orda 30 iken burada 300 olmak açıklanabiliyor gibiydi. Fakat aksayan noktalar, insanın üstüne üşüşen bazı düşünceler; mesela ordaki veya uzak kuasarların başlangıcındaki hidrojen buradakiyle aynıysa, nasıl olup da farklı yaşamlar olabiliyor, nasıl hayat bu kadar çeşitlilik ihtiva edebiliyordu? Bunun gibi şeyler kafasını kurcalıyordu.
Fazla büyük sayılamayacak kocaayak, büyük tekerler sayesinde muazzam bir boyut kazanıyordu. Çevresi, uzay aracındaki kokpit yerinin küçük bir örneği sayılabilecek aracın üst şeffaf kubbesinden etrafa bakarak giderken, çok da engebeli olmayan ama koyu karanlık bu yerde neden yaşayan olmadığını çözmeye çalıştı.
Biraz daha ilerlediğinde durarak dışarı çıktı, kumandasını ‘on’ konumuna getirdi ve yüksek enerji kapısı’nı çalıştırdı. O ışıktan kapıdan geçmeye çalışacaktı gene. Rüzgar bedenine ve yüzündeki deri gibi plastiksi maske alaşıma çarpıp ordan oraya dağılırken, üzerindeki elbisenin oto denilebilecek duyargaları bu verileri ona sunmasaydı ne güçlü bir rüzgar hareketlendiğini hissedemeyecekti; ama bunun farkında bir şekilde, daha heyecanlanarak eşiğin ötesine geçiverdi. Aynı şey olmuştu; olağan şekliyle, şelalenin suyunu geçince arkada bir mağara bulacağını ummuştu.
E
Kaldığı günler boyunca kitaplardan da okuyup ve yer yer hafıza bilgi bankasına da danışan Sera, orda çok çalıştı; fakat tabi onun bu usullerine çoğu kendi insanları bile yabancıydı. Geri kalan zamanında da müzik dinledi, buranın yüzeyinde kısa gezintiler tertipledi kendine. Bu gezintilerinde, bura yüzeyinde zerrecik toz tehlikesine rastlamamış ve zarar verecek radyasyon pek olmadığını ölçümlemişti ki buna karşı hazırdı, basınçsız ortamın damarları patlatlasını önlemek ve soluyabilmek içinse zaten elbisesini kullanıyordu.
15. gün, odalardan birinin açıldığı gizli bölmeyi önceden Ronolon’dan öğrendiği şekliyle eliyle koymuş gibi buldu ve ordan uzanan kısa mesafeli dar karanlık yolu takip edince büyük laboratuvara ulaştı.
İki gün ve gece, o laboratuvardan hiç çıkmadan gerekli düzenekleri hazırladı. Yaklaşık yüz metreye yakın bir labirent, çok daha büyük laboratuvarın bir ucundaydı. Laboratuvarın plazma çukuru’nda hazırlayacak olduğu insancıl ama insan için soyuta yakın karışımını bu karanlık ışıklar labirenti’ne vermeyi amaçlamıştı.
Plazma çukuru’na koyulan abur cubur maddelerden gaz haline getirilen, laboratuvarın özel jeneratörü sayesinde yüksek sıcaklıklara ulaştırılarak yapılacaktı; bu, çekirdeklerinden sıyrılan elektronlar gazın plazma haline geçişinin kanıtı demekti. Tabi nereden bakıldığına bağlı, çekirdeklerinden sıyrılan elektronlar mı, yoksa elektronlarından kurtulan çekirdekler mi? fakat her halikarda, sonuç aynıydı, plazma üretmek. Ve Sera çok güçlü enerji vermeyi amaçlıyordu; öyle ki, ilk etapta bir güneşin oluşturabileceğinden az bir termonükleer tepkimeye denk olan bir etki ve onun sahası yaratmayı hesaba pek katmıyordu. Ayrıca bu çukurun iç alanını yanında getirdiği el bilgisayarıyla da kontrol altında tutmayı amaçlıyordu; belirli geçiş periyodlarında belirli aralıklarla, dünyalı Tesla’nın yaptığı gibi elektronları dengede tutmayı Ya da elektronların hangi yörüngeere ne sıklıkla irtifa kaydedeceklerine müdahele etmeyi vs.
*
-Burglari’den sesleniyorum…
Görev 1,2,3, Yüksek enerji kümeleşmesi’nde ölüm araştırması.
Cevap bekliyorum…
Sekreterler ekranda Sera’yı görünce hemen Ronolon’a bağladılar.
-Peki Sera, neler oldu anlat? Beğendin mi oraları…
-Laboratuvara girdim.
Gezegen biraz karanlık ve ıssız, ama hoşuma gitti. Az da etrafı dolandım.
-Tamam. Çalışmalardaki sonuçları iletmeyi unutma; bir toplantıya girmek üzereyim…
dedi ve kapadı görüşmeyi Ronolon Bakı.
Duvardaki garip yazı gözüne ilişti:
“Potasyum alana 10mg atropin boğaza, potasyum alana 10 mg atropin! 12 dakikadan fazladır ölü…”
Bu yazıyı oraya önceden gelenlerin bırakmış olabileceklerine ihtimal verdi; acaba eskiden neler dönmüştü buralarda, Ronolon bundan kendisine bahsetmemişti.
*
O gece gene yatağına çekilerek kitap okumaya başlamıştı. İşleyen saat geceyarısını biraz geçiyordu. Eline bir şiir kitabı almıştı. İsimsiz bir şiir hoşuna gitmişti:
“Bir tarafımız sürekli bir şeyi savunuyor
ve zaman ilerliyor
diğer taraf içinse...
Kavrıyoruz havayı havada
akıp giderken, diğer,,
Din de böyle şey mi
diye sorup geçmeden insan edemiyor.
Havayla zaman uzay-zaman eşleniğiyse,
din adına çıkartmak savaşlar,
zaten dinin varolduğu bu mezhepte..
yadsımak olmaz mı onun özünü...”
Enerji kapısından girerken niyetini ‘bilinçli olarak’ ve ancak fazla kasmaksızın kontrol altında tutmalıydı, kötü şeyler düşünmekten kaçınmalıydı ve ama bunu içten de yapmalıydı ki böyle yapmacık tavırları olduğunu zaten sanmıyordu.
Şimdi de dağılmış olan kafasını tekrar dağıtarak toparlamak için dünyanın 21. yüzyıla ulaşan bilim adamlarından David Ruelle’nin kağıda kitaplarından birini sırt çantasından çıkarmıştı: Rastlantı ve Kaos’un Entropi bölümünde, Görecelilik ve Kuantum Mekaniği kadar devrimci sayılabilecek ama sessiz ve derinden gelip başka teorilerin yerini almayıp bilinen fiziksel modellerin üstüne oturarak yeni bağlantılar kurup yeni kavramlar üretmiş olan Boltzmann ve J. Willard Gibbs’in istatistiksel mekaniği hakkında kendine ilginç gelebilecek sentezlere varabileceğini öngördü. Kuantum Mekaniği’nde “durumların sayısı” olarak bilinen, istatistiksel mekanikteki “evre uzayının hacmi” idi. Bunu aklında bir kenara koydu Sera. ‘19. yüzyılın buhar makinası insanları iki taşın birbirine sürtündüğünde ısı enerjisi verebileceğini biliyormuş da bu işlem tersi biçimde işlerse aynı şekil bir sonuç alınacağını düşünememişler, ne ilginç’ diye düşündü, pek haksız da sayılmazdı… Sonra bir litre sıcak suyla gene bir litre soğuk suyun karıştırıldığı bir örnekleme okudu, sular karışıyor ve geri dönüşümsüz bir biçimde ‘2 litre ılık su’ya deviniyorlardı. “Evet, entropi…” dedi Sera kısık sesle haykırarak. “Kahretsin şu entropiyi, neden bir şey dönüşsüz olsun ki…” Ve ilginçliği hakkında düşündü bazı şeylerin, mesela bir litre bir litreye eklenince iki litre oluyordu ama sıcakla soğuktan çıkan ılığa sıcakla soğuğun toplamı denebilir miydi hiç, ve acaba ortaya entropi çıkmasını hazırlayan da bu aksaklıkta mı gizliydi ya da aksaklığın kendisi miydi bu? İki taşın sürtünme olayındaki ısı ve mekanik enerji arasındaki bağıntıyı da bunlara bağlantılamaya çalıştı fakat biraz yorulmuştu; işte belki de kafasını düze çıkartması bellediği rahatlaması bu olacaktı, biraz uyku…
F.
‘Potansiyel hallerin genelde pek olası şeytansı durağanlıklarında ve çaba sarfetmeyişinden aktive oluşun ardındaki, geleceğindeki sis perdesi olumlu bir şey miydi. Bu eğer olumluysa gerçek olacaklar da gerçektir, eğer gerçekleştirilebilecek olurlarsa…’
Bunu şu an yaşıyordu ki bu aslında şimdi Sera için önemsizdi, ama nerde olduğu hakkında bilgisi yoktu ki asıl önemli olan da buydu belki de.
Sevdiğini sevildiğini bilmek, yoksa şimdi yaşadıklarının yani yaşamadıklarının ille de şimdi gerçekleşmesi değil….
Bu ‘şimdi’ ile ‘şimdi’nin birbirini götürmesi miydi? ‘Şimdi’ olmayan bir yerde geriye ne kalırdı, zamanı yaşamasa belki çok şey…
Sabah erken saatlerde renkler arası müzik dinlenme odası’nda biraz müzik dinlemişti. Ronolon’a ait, o duvardaki yazıları düşünürken çok tuhaf bir şey aklına gelmişti; Ronolon mu acaba o cümleleri yazmıştı? Acaba neden sadece onunla görüşmüştü? Her neyse, artık işbaşı yapmalıydı…
O ana kadar bu deneyi bu kadar ilk kez ele alıyor olmanın gerektirdiği mesuliyet konusunda hemen hiç düşünmemişti, aklına geldi.
Tertibatı bitirdiği öğlene doğru, labirente girmeye hazırdı. Kütlesel ip çekme yarışında alansal metrekareye ve oylum mertekübüne ne kadar burgaç gönderileceğini bilmek dahi istememiş, bunu önceden araştırmamıştı. Bazı şeyleri oluşuna bırakmak gerekirdi ona göre, ama bu şeyler biraz farklı şeylerdi. Labirentin kapısından girdiğinde önünde koca bir orman vardı sanki ve ağaçlar, onlar ufuksuzluğu saklayamıyordu, ama sayıklıyordu. Her şey olanca barizdi. Zamanınsonuna gidecek gibiydi. Robert Frost’un ‘kayın ağaçları’ söylencesi de şekilsel ve anlamsal onla birlikteydi; ‘Eğer ulaşabilirsem, geri sıçramak kolay olur..’ diye geçirdi. Hızlıdan yüürmeye başladı, sonra koşar adım gitti. Koşmaya başladı… Kendini sırtlayıp tutamadı; depar atmaya doğru yeltenirken artık, üstünden çevresindeki piksellerin görünmez karanlık küplerinde uçuşup limon sinekleri gibi ortaya fırlayıveren yıldırım çakmalarını görebiliyordu! ! O halde, avcunda sımsıkı sakladığı ve bir eşinin sırt çantasında emniyette çok gerilerde kaldığı önemli muhafaza el kumandasını açıklığa çıkararak önünde o ışık kapısının belirmesini sağladı. Her yer artık o gelecekle geçmişin bitiştiği sıkışık dünyanın ilk oluşum evrelerine benziyordu, hayat filizlenmek için çırpınma aşamasına yeşeriyordu. Bu bahar ayında, duyguları iyice coştu ve kapının içinden geçti……
-“Yine de düşünceye gerek var. Eylemi gerçekleştiren karardır.” (1)
Kimdi bu konuşan? Hiçbir fikri yoktu. Ve ses devam etti:
-Bütün söylemek istediğim bu. Düşünce ortaya çıkmak için arkaplanını gereksinmemişti ama eylemin geldiği noktada düşünce barındırılmaz, ve düşünce ortaya çıktığı yerde dalga gibi filtreleme işlevi görür ama kendisi de bu süreçte dönüşüme uğrar. Öncesinde ona ihtiyaç olmadı ya da düşünce düşünülmedi bile diyebiliriz; işte, ” minderi buradan şuraya çekmek gibi”…(2)
Kendi bile inanamıyordu. Etrafında hiçbir şey yoktu; sağda, solda, arkada, hiçbir yerde… Gözleri kamaşıyordu ancak niye kamaştığını bilemedi. Hiçbir şey olmayan bir yerde niye kamaşsınlardı ki? Sonra o ses yeniden duyuldu:
-Hala yoldasın. Ronolon buraya gelse başaramazdı. Eskinin devler çağı ve onlardan önceki dünya, ilk insanlar, bu yaşlara kadar onlardan da yaşayanlar vardı ama herkes gerçeği fark edemez.. Seçimini yapacaksan ve buradan ileri gideceksen, artık makinaların, teçhizatların olmayacak…
“Adem’le havva’nın yılanlı da olsa bir cennet ağacı varmış ama…” deme gafletinde bulundu…
İnce, derinden ama kolay geliyor olduğu anlaşılan ses bir daha duyulmadı.
Demin o ses demişti, evet Ronolon, demek oydu, oydu eskiden o duvarda anlatılan deneyi yapan…
-Hayır o değildi. Diye ses yeniden ortaya çıktı.
O gruba başkanlık ediyordu, o deney yapamaz. Şimdi sizin kendi oluşturduğunuz dünya içinde 600 yaşına vardı ama hala aynı görüşlerini koruyor. Tıbbı işe yaratamadı bu yüzden seni buraya gönderdi.
Sera’nın gözleri karanlık veya aydınlık algısını yitirmişti.
-Önümü görmediğim bu yerden nasıl ileri gideceğim? Diye sordu.
Ben tıpla denemedim ama ileri fiziğin getirdikleriyle denedim ben de, farkım ne?
-Sen farkınla farkını ortaya koymul oldun. Elde edilen bulgulara kendi özelliklerini de katabildin ve toplama eklenen coşkun kapıyı açmayı başarabildi. Sen bile, koşullanmalarından sıyrılarak Bilincinin ötesine geçtin Bunu başarabildiğine göre ileri de gidebilirsin, seçim senin. Tekrar geriye dönersek, farkınla farkını…
Dedikten sonra bir daha ses hiç duyulmadı.
‘Sen kimsin? ’ diyecekti, daha pek çok şey soracaktı ama zaten yetişememişti; ‘bir çeşit ‘bir kapının bekçisi’’ olduğunu hissetti; ya kapının ardında ne vardı? Hisleri kendisiyse, demek yola devam edecekti. Tanrı’yı hayat daha tam kavrayamamıştı, zaman orda bulunur olsun veya her çağa ve yere gidilebilir olsun ki ‘yer’ bu konu için saçma kaçardı bu değişmezdi; bulmak için bireysel yola devam etmesi gerekiyordu…
Akın AkçaKayıt Tarihi : 16.10.2007 13:32:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
-- AÇIKLAMALAR: Bazı arkaplan kaynakçalar: 1.Çini sanatı ile ilgili geçen yerlerdeki bilgi kırıntıları için referans, National Geographic Türkiye Mayıs 2005 cildi dergisi. 2.http://www.bilgilik.com/makale/bilim/genel/plazma_odev.html 3. http://www.cswap.com/1990/Flatliners/cap/tr/25fps/a/01_39#caption 4. entropi konuları için arkaplan kaynakça bilgi: david ruelle’nin rastlantı ve kaos kitabından kırıntılar 5. (1) ve (2) olarak ifade edilen asteriksli çift tırnaklılar, Zamanın Sonu J Krishnamurti & Dr. David Bohm adlı kitaptan ve oralarda geçen ‘düşünce’ kısımlarının bilgi arkaplanları da bu kitaptan oldu, bilgiler de yer yer esnetildi, tam alıntı değil. s.97 bölüm üç İnsan neden düşünceye olağanüstü önemini verdi (O bölümlerdeki, konuşmaların yapıldığı bu rakamlı cümlelerdeki soldaki kısa çizgiler, bir konuşmayı temsil ediyor yani yazdığım; ama çift tırnakla da içe alınan cümleler alıntı.) Teşekkürler Hikaye içinde geçen isimsiz şiir benden oldu :) eşlenik: bir i$lemde bir degerle i$leme sokuldugu zaman etkisiz elemani veren deger.. eksisozluk resimleriyle okumak isteyenler için, 2. link adresimde var
![Akın Akça](https://www.antoloji.com/i/siir/2007/10/16/113766-arastirmacisindan-kesit-2.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!