11-) Yarınları Tüketmek Dünden / Ör ...

Gürkal Gençay
29

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

11-) Yarınları Tüketmek Dünden / Örtüşmeler – 1

(benim burada da, başka başka yerlerde de önemsediğim ve üstünde durduğum şey; insanın (böbürlenerek iddia ettiği) o zekâsının, “kötücül” bir zekâ olmasıdır…/ bu zekâdır ki; / kullanıcısı, (tüm hayvanat név’i’ne dâhil) ölü kedi, köpek, kuş, börtü-böcek (ve dahi, insan) “koleksiyon”u yapmaktan âr etmez…/ asıl “edep” / -“edeb yâ HÛ! ..” dedirtmemektir; / amma ve de lâkin; bunu bilmez! ..)

Her sabah, (işinize giderken) çoğunun yüzünü bile görmediğiniz sokak hayvanlarına yiyecek taşır durursunuz...

Biraz yiyecek; ağaç diplerine, yetişkin köpeklere/
biraz yiyecek; bulabildiğinizce kuytu köşelere, kedilere/
biraz yiyecek; (insan ayağından uzak) bir sahipsiz arsaya, yavrulu annelere dağıtır durursunuz...

Akşam dönüşü; dağıttığınız yiyeceklerin hepsinin yendiğini görür, yüzünü bile görmediğiniz bu zavallı, sahipsiz sokak hayvanlarının hesabına mutlu olursunuz...
Yiyeceklerin yenmiş olması onların o günü tok geçirmiş olmalarının yanı sıra, hâlâ hayatta olduklarının da bir işaretidir zira...

Ve fakat;
bir gün, sabahtan bıraktığınız yiyeceklerin yenmediğini görürsünüz.
Aklınıza kötü şeyler gelir; çaresizce yiyecek torbalarına bakar durursunuz.

(Başımıza bir felaket geldiğinde, işte o an yetim gibiyizdir! ..)

Ve bir yetim çocuk misali; orada öylece, hareketsizce durursunuz...
Beyninizin içinde kopan fırtınalardan ve yüreğinizde başlayan yangınlardan bir senaryo yaratmaya çalışırsınız.
Ucunda iki sıkılı yumrukla kollarınız iki yanınıza düşer; tükenmektedir umudunuz...
Yüzünü dahi görmediğiniz bu canlılar adeta kaybolmuşlardır...

/ v e _ b i l i r s i n i z _ k i /

Bu ülkede bir çığ gibi kalabalıklaşarak kaybolan insanlar ve onların ardında şıvanlar içre “Cumartesi Anaları”nın dramı vardır;

yutkunursunuz...
!

Gürkal Gençay
23.Nisan.1997
Deniz Köşkleri / İstanbul

(* “Yarınları Tüketmek Dünden” isimli kitaptan / Örtülü Yayınları-1999)
*****************************************************************************
http://www.ozgurkocaeli.com.tr/article.php? id=10266&archive_list=1&t=Yar%C4%B1nlar%C4%B1_t%C3%BCketmek...

http://taflandergisi.blogspot.com/2008_06_01_archive.html

(Sayfa: 63)

Gürkal Gençay
Kayıt Tarihi : 25.3.2010 10:30:00
Hikayesi:


************************************************************************************ Güçsüz adalet ve adaletsiz güç, iki büyük felakettir... ''Joseph Jouberth'' ************************************************************************************ YILDIRIM TÜRKER / Radikal Gazetesi Yazarı (Arşiv) - Işte bir kez daha o kutlu dönemece girdik. Geçtiğimiz hafta şehit cenazelerinden yükselen sesler alışık olduğumuzdan farklıydı. Şehit jandarma Asteğmen Zeki Burak Okay'ın babası Sezai Okay, 'Çocuğumu bu vatana helal etmiyorum' diye haykırıyordu. 'Benim yavrum neden şehit değil, biliyor musunuz? Çünkü benim oğlum Çanakkale'de savaşmadı. Yukarıdakilerin çocukları buralarda askerlik yapmıyor. Tayyip Erdoğan'ınkiler de yapmıyor. Ama bizim çocuğumuz ölüyor işte...' Zeki Burak'ın anası da Bursa Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Baykurt'a soruyordu: 'Bir sinek dahi öldürmeyen oğlumu dağlara neden gönderdiniz? Siz değil, ben oğlumu kaybettim.' Bir başka cenazede, şehit piyade eri Yakup Törün'ün dayısı haykırıyordu: 'Olan fakire, ortada kalana oluyor. Altta kalan ezilir. Sonuçta olan budur. Ben gideyim, param olsun, paralı askerlik yapayım. Hemen yapıp geleyim. Doğuyu kim koruyacak? Altta kalanlar koruyacak. Bu hiçbir zaman ders olmaz.' Şehit ailelerinin şahadet mertebesiyle kendilerini avutamaz hale gelip hesap sormaya durmaları barış umudu adına son derece kutlu bir olaydır. Bir tören sırasında asabi yiğit Başbakanın yüzüne, 'Artık şehit cenazesi görmek istemiyoruz' diye bağıran vatandaşın aldığı cevap üstüne yazılması gerekenler yazıldı. 'Askerlik yan gelip yatma yeri değildir', 'Şehitlik kolay kolay elde edilen makam değil' gibi cümlelerle öfkesine gem vurmaya çalışan Başbakanın sözlerine açıklık getirme tenezzülünde bulunması bile kutlu bir dönemeçte olduğumuzun göstergesi. 1996 yılının ilk aylarında Express dergisine yazdığım bir yazıya rastladım. Birkaç yıl sonra ateşkeslerle gelen barışı sindiremeyenler aynı şahadet iklimini yeniden yarattılar. O yazıdan bir bölüm alacağım. Çünkü bu konuda yazılabilecekleri o dönemin acısıyla yazarken, on yıl sonra çemberin kapanıp yine aynı noktadan başlayacağımızı beklemiyordum besbelli. ................................. Geçen gün televizyonda Cuma Annelerinin şehit oğulların mezarı başında gerçekleştirdiği bir gösteride bir baba bu savaşa yönelik anahtar soruyu soruverdi. Biliyor olmanın, bildiğinin bunca basit ama bunca zamandır örtbas edilegeldiğini de bilmenin öfkesiyle titreyerek kameralara haykırdı: 'Neden şehit olanların yüzde doksanı yoksul? Neden ölen zengin çocuğu yok? ' Bu soru, hem de bir şehit babası tarafından sorulduğu anda savaşın sona ermesine yönelik bir umut da filizleniverdi hayatımızın orta yerinde. Çünkü, soru doğru soruydu. Artık bu savaştan söz ederken bu asal soruyu hesaba katmadan hiçbir söz üretemeyiz. Babanın sorusu, bu savaşın miladı olmuştur. Yanıbaşında, acısını kolay taşıyabilmek için şahadet mertebesinin onuru üstüne hırçın bir çaresizlikle haykıran bir şehit yakınını bir diğeri (bu kez kadın) susturdu: 'Ne şehidi be? Oğullarımızı alıp götürüyorlar...' Kadının sözünü kesiveren haber programı daha sonra mezarlıkta kocaman Türk bayraklarına sarınmış acılı insanları gösterdi. Bir kısmı 'Kahrolsun PKK' diye bağırıyor, yoksul elleriyle kurt başı yapmaya çalışıyordu. Ama o soru sorulmuştu işte. Acılı, Türkçeyi birkaç kelime dışında konuşamayan bir ananın eline 'Kahrolsun Oligarşi! ' pankartı tutuştursanız da, onu bayrağa dolayıp 'oğlum vatana feda olsun' dedirtseniz de gerçek yoksulluk ve acının dili, gün gelecek, kendi kelimelerini bulacak, dünyasını kendi hakikatiyle seslendirecektir. O babanın, belki hakkaniyet sınırlarını ihlal etmemek, belki ciddiye alınmak için göze aldığı tenzilatı sorgulayalım ilk. Ölenlerin yüzde yüzü yoksul. Neden? Cevabı da korkmadan verelim. Tabii sizin çocuklarınız ölüyor. Ölecekler de daha. Bayraklara sarınıp ne kadar ısınabilirsiniz? Bayrağınız dışında kaç kat giysiniz var? Kışa kömür tedarik edebildiniz mi? Şahadet matah bir makam olsa onun sefasını da zenginler sürerdi, hiç merak etmeyin. Çünkü siz tüketici değilsiniz. Kıyıda yaşıyorsunuz. Ne yiyip ne içtiğinizi bilen yok. Bu dünyada tüketici olarak kayda düşemeyenlerin esamisi okunur mu? Et yiyemezsin, Maret'in seninle ne işi olsun? Allah bilir domates, biberini evinin önündeki bir avuç toprakta yetiştiriyorsun, tarhanan köyden geliyor. Tamek seni ne yapsın? Bir çakmaklık benzinin vardır. Shell, seni tanır mı? Minibüslere doluşur ya da otobüs kuyruklarında beklersin. Tofaş adını anmaz. Hayatında bir bankayla şöyle saygın mudi olarak bir ilişkin oldu mu? Beymen'i duymamışsındır, hangi pazardan alıyorsun basmanı? Söz üretenlerin anlayamadığı, tuhaf bir denge tutturmuş, yaşayıp gidiyorsun. İnsandan sayıldığını hissetmen için arada oya çağırılıyor, konu komşuya büyüklene büyüklene gidip katillerine veriyorsun oyunu. Ya da gariban oğlunu alıp şehit ediveriyorlar. Al sana vatandaşlık. Çünkü tüketici değilsin. Kıyıdasın. Marjinallik kelimesini duymuşsan ibnelik sanıyorsundur, ama yazık ki artık marjinalsin. Tüketim içinde, tedavülde değilsin. İşte tam da bu yüzden örnek tüketici bir hanım çıkıp askere 'Kaldırın şu boşları' diyor. Onlar da çocuklarını savaşa yolluyor. Çünkü sofrada yerin yok. Çünkü yangında ilk terk edilecek olansın. Kaydın kuydun yok. İleride Kürtlerle Türkler onca savaş ve siyasi mücadele sonucu bir biçimde birlikte yaşamayı öğrendiğinde oğullarınızın mezarı üstüne öyle görkemli bir anıt da dikilmeyecek.... Evet, ölüler hep yoksul. Bu savaşın nasıl bir savaş olduğunu anlamak için, savaşın nasıl bir şey olduğunu anlamak için doğru soruyu sormak gerek. Neden yoksul Kürtler ile yoksul Türkler öldürülüyor? Neden bu ölümler hiçbir taksidin yarım kalmasına yol açmıyor? Alışveriş dünyası neden bu ölümlerin ardında akıp gidiyor? TÜSİAD şehitleri düşündüğü için mi savaşa karşı? Tüketiciler de rahatça tüketemez duruma düştüklerinde; yiyen, içen, giyinenin de ağzının tadı iyice kaçtığında savaş duracak. O zamana dek bakalım kaç yoksul daha ölecek? Kaç aile yalınayak bayraklara sarılacak? ************************************************************************************ İçine fikir yürüterek girmedikleri bir durumdan insanları, fikir yürüterek çıkartamazsınız... ''Jonathan SWIFT'' ************************************************************************************ ECE TEMELKURAN: ARTIK ANNELER KONUŞSUN Gazeteci-yazar Ece Temelkuran, Türkiye'de ölüm kültürünü yücelten söylemlerin kırılmasına örnek olarak, bir asker annesinin 'benim çocuğum neden öldü' sorusunu gösterdi. Temelkuran, çatışmalarda yaşamını kaybeden asker annelerinin 'Evlatlarımızı vatana feda etmiyoruz' sözlerinin Türkiye'de yeni bir dönemin başlangıcı anlamına geldiğini belirtti. Dicle Haber Ajansı'nın (DİHA) sorularını yanıtlayan Ece Temelkuran, ölüm kültürünün sona ermesi için hesap sorulması gerektiğini ifade ederek, 'Şiddeti ancak anneler durdurabilir' dedi. Annelerin sözlerinin bedellerini ödediklerini belirten Temelkuran, acının dilinin tek olduğunu belirterek, şöyle dedi: 'Bu dille acılarımızı ortaklaştırabilir miyiz? Ortak bir bilinç düzlemi kurabilir miyiz? 'Senin acım benim acım, benim acım senin acın' en basit şekliyle söylüyorum. Böyle bir dil kurulursa, biz bu ülke için yeni bir damar açarız. Bu ülkenin tüm sorunlarının çözümünü bu damardan ortak bir dil üzerinden çözebiliriz.' 'Linç kültürü yaratılıyor' Annelerin 'benim çocuğum neden öldü? ' diye hesap sormaya başlamasının yeni bir başlangıç olabileceğini ifade eden Temelkuran, 'Ama bu başlangıç, Türkiye'deki yasaklarla, tabularla engellenmeye çalışılırsa, anti-militarist bir hareketin başlaması mümkün olmaz.' Türkiye'de bir düzlem kayması olduğunu vurgulayan Temelkuran, linç kültürünün normalleştirildiği ve ödüllendirildiği, muhafazakarlığın faşizmle birleşerek, herhangi bir siyasi seçeneğin kalmadığı bir düzlem kayması yaşandığını söyledi. Başbakan Erdoğan'ın 'Askerlik yan gelip yatma yeri değildir' sözlerini kendisinin de eleştirdiğini ifade eden Temelkuran, 'Fakat sonradan dönüp baktığımda, şunu düşündüm; Eleştirilmesi en kolay olanı eleştiriyoruz. Yani bu ülkede bu meseleleri Recep Tayyip Erdoğan başlatmadı... Şehit anneleri aynı şeyi başka muktedir iktidar sahiplerine söylemediler. Orduya söylemediler. Bunu sormak lazım. Biz bu işlerin hesabını kimlerden sormalıyız? ' diye konuştu. 'İrademizi dile getirmeliyiz' 'Hesap sorulacak kurumların kimler olduğunu birlikte bulacağız' diyen Temelkuran, şunları söyledi: 'Bu savaşı durdurmak istiyoruz. Kürt sorunun çözmek istiyoruz. Memleketteki siyasi İslam meselesini çözmek istiyoruz. 'Bu sorunları çözmek istiyoruz' iradesinin sivil insanlar tarafından, kitlesel olarak dile getirilmesidir. Kürt sorununda her iki tarafta da militer çözümü kimler yukarı taşıyor ve şiddet yanlısı çözümleri kim dayatıyorsa, bunlardan hesap sormak gerekiyor... Çünkü anneler konuşmaya başlarsa, onların konuştuğu yer sözün anne sütüyle yumuşatıldığı bir yerdir. Hikayelerin olduğu gibi anlatıldığı bir yerdir. ''İSTANBUL'' ************************************************************************************ Akrabalarımın maymun olması beni utandırmaz ama zekasını doğruları çarpıtmak için kullanan bir insanın soyundan gelmek beni gerçekten utandırır... ''Theodor H. HUXLEY'' ************************************************************************************

Gürkal Gençay