11 Eylül öncesinde Amerika’nın durumunu incelediğimizde ekonomik ve siyasal-sosyal açıdan bu ükenin geleceğine yön veren egemenlerin yönetmede büyük zorluklar ve engellerle karşılaştıklarını görmemek için at gözlüklü olmak gerekiyor.
11 Eylüle gelmeden önce ülkedeki ekonomik büyüme yavaşlamış ve adeta dibe vurmaya yakın bir duruma gelmiştir. Buna bağlı olarak işsizlik adeta tavan yapmış, bir biri ardına ekonomiye istidam yaratan şirketler ya iflas etmiş yada iflasla karşı karşıya kalmıştır. İş gücü oranında kısıtlamalara gidilmiş ve işten çıkarmalar yüksek boyutlara ulaşmıştır.
Bunun karşısında giderek yükselen sosyal muhalefet daha fazla sömürü ve kardan başka birşey görmeyen büyük sermayedarların ve onların piyonu olan siyasetçilerin uykularını kaçırmaya başlamıştır. Bu yükselen muhalefet özellikle yüksek öğrenimde taban bulmuş, herkese iş, yaşanabilir bir ücret, genel sağlık sigortası, evsizlik sorununa çözüm ve idamlara son verilmesi gibi konular dar çerçeveden çıkarak daha geniş kesimlerin gündemini oluşturmaya başlamıştır.
ABD yi yönetenler oldum olası büyük sermayedarlarla tarihi boyunca hep iç içedir. Büyük sermayedarların onayını almayan hiçbir siyasetçinin seçilme şansı nerdeyse yok gibidir. Kısaca ABD tarihine baktığınızda yüzde doksan oranında seçim kampanyalarında daha fazla para harcıyanların seçildiğini görmek mümkündür. (Obama da bunlara dahildir) Bundan dolayıda seçilen siyasetçiler büyük sermayenin emrinde olmak zorundadır.
Yukarda değinmeye çalıştığım ekonomik ve sosyal kiriz derinleşirken, yönetenlerin giderek yönetememe sorunuyla karşılaşmaya yüz tuttuğu bir dönemdir. Bunun etkilerini ve aynı durumu bizdeki 2001 krizinde görmekte mümkündür. İşte bu bağlamda 11 Eylül adeta uluslar arası kapitalizme can simidi olmuştur. TV ekranlarında adeta naklen yayın yaparak görüntüler insanların beynine kazınarak toplumsal bir paranoya oluşmasına büyük önem verilmiştir. Özgürlüklerin korunması için var olan özgürlüklerin kısıtlanması gerektiği kitlelerin beynine kazınmıştır. Militarizim,ulusalcılık ve milliyetçilik pompalanarak kutsallaştırılmıştır.Uzun bir savaş sürecinden sürekli dem vurularak Militarizme destek en üst boyutlara çıkarılmıştır. Askeri harcamaların bütçenin büyük bir bölümünü oluşturması bu sayede sağlanmıştır. (tıpkı bizde güney doğu sorununda olduğu gibi) . Tüm bu olanlar uluslar arası küresel kapitalizme bir nebze olsun nefes aldırmıştır. Fakat görünen odur ki bu nefes alış ve kitleleri nefessiz bırakma politikası iflasa doğru sürüklenmeninde işaretlerini vermeye başlamıştır.
Emperyalizmin dünya çapında son dönemlerlerde körükleyerek yükselttiği şövenist -militarist politika ve milliyetçi -ulusalcı dalga halkları dahada köleleştirmekten başka bir şeye yaramamıştır. Özellikle ülkemizdede bu ulusalcı -Milliyetçi dalga 11 Eylül olayından sonra adeta körüklenerek geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu dalga sayesinde çıkarılan anti-demokratik yasalar gizlenerek ve 2001 krizinin yüküde halkın sırtına yıkılmıştır. Bu dalga sayesinde militarizm adeta kutsanmıştır. Bu bağlamda Milliyetçiliğe ve onun bir uzantısı olan ulusalcılıuğa kısaca değinmekte yarar var.
Aslında günümüzde ve daha doğrusu tarih boyunca milliyetçilik incelendiğinde tüm milliyetçilikler kendi varlıklarını başka milliyetçiliklerin ve ulusalcılıklarının varlığına borçludur. Bu kendi varlığının adeta meşruiyetini oluşturur. Onlara göre milliyetçilik son derece mahsum iyi bir şeydir. Çünkü mensubu olduğu milliyetin ve ulusun iyiliğini istemektetir.Bunlara göre başka milliyetçilikler tu kakadır. Örneğin Araba göre yahudi milliyetçiliği kötüdür, Yahudiye göre ise arap milliyetçiliği. Türk milliyetçiliğine göre Ermeni milliyetçiliği tu kaka,Ermeniye görede türk milliyetçiliği. Yani kısacası hepsi aynı çanaktan beslenir.
Fakat bu mahsum duruşu irdelediğinizde karşınıza çıkan tablo bambaşkadır. Bunda propagandanın esas amacı ve gayesi militarizme yapılan harcamanın halktan gizlenmesidir. Milliyetçiliğin zemin bularak gelişebilmesi halklar arasında suni sınırların varlığına bağlıdır. Çünkü parçalanmış toplumlarda milliyetçilik -ulusalcılık ancak boy verip beslenebilir. Militarizmin yüzünü halktan gizleyebilmek ancak çok iyi porogramlanmış bir milliyetçilik sistemi ile mümkündür.
Militarizim zıhrının arkasına saklanan milliyetçilik en büyük propagandalarından biri asker toplum yaratma gayesidir. Bu amaçla küçücük beyinler sürekli küçük yaşlarda ulusalcılık poropagandası adı altında askeri vesayetin gövde gösterisi yaptığı tanklı, toplu gösterilere götürülüp bolca gurur duyup alkışlanması istenir. Anıları bu tür olaylarla dolu olan bir cocuğun büyüdüğünde nasıl bir vatandaş olacağını bilmek zor değildir. Askerdende aldığı eğitimle boyun bükmek, sadık bir makineye dönüşmek, ülkenin koruyucusu, milletinin gurur kaynağı olmak artık dahada bağımlılaşan bir beyinle kolaylaşmıştır. Artık insanı aşağılayıp üniformayı kutsayan militarist kültür, milliyetçiliğin vazgeçemediği bir olguya dünüşmüştür. Artık böyle bir ortamda yetişen nesil şavaş olmadığı zaman teslimiyet ve bağımlılık ruhuyla yetişmiştir. Şavaş zamanlarında kahraman sayılacağından sürekli savaş piskolojisiyle yaşamaktır tek dileği.
Egemen çevreler ve emperyalistler askerliği ve milliyetçiliği yücelttikçe biz sivil toplumu ve ezilen halkları öne çıkarmalı, milliyetçiliğin ve ulusalcılığın insanoğluna faturasını hatırlatmalıyız.
Egemenler ölme ve öldürmeyi kutsarken biz yaşama dört elle sarılmayı ve yaşam hakkını herşeyden üstün tutmayı savunmalıyız.
Onlar diğer ezilen halkları düşman olarak görmemizi isterken ve aramıza suni sınırlar koymaya çalışırken biz tüm ezilen halklarla kucaklaşmalıyız.
Bizler bunları savunurken yani dünya halklarının ve ezilenlerin kardeşliğini savunurken, Militarizm ve milliyetçilikle yoğrulmuş kafalar bizleri vatana ihanetle ve hainlikle suçlayacaklardır. Çünkü şimdiye kadar hep böyle karalamışlardır. Bunlara vereceğimiz tek yanıt artık egemenlerin çıkarı için bir piyon olarak ölmeyi istemiyorum olacaktır.
Vereceğiniz paye ne olursa olsun savaş tarlasında derilmek istemiyorum olacaktır.
Bizi ölüme göndermeye hazırlananlara “Artık yeter! Sizin savaşınızı savaşmayacağız. Gidin ve kendi savaşınızı kendiniz savaşın” diyebilmeliyiz.
23 Kasım 2008
Kayıt Tarihi : 23.11.2008 21:33:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!