10 SND+ O sas Şiiri - Ahmet Yozgat

Ahmet Yozgat
2011

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

10 SND+ O sas

Dinle suru ey Arabani,
Yabani çakır dikenleri…
Zilli deve, çanlı kervan…
Ve rakkasi devran…
İşte o an…
*
Dur ve dinle şu inleyen suru ey Arabani,
Çöl burası; kum, ipek tül ve hüzünlü çınlamalarıyla çelik çalpara…
Hoyrattır zaman ve o zamanın rahmi bir çalgıcı avurdu gibi şişer,
Düşer bir kadim tohum, sırlı hikaye harmanına;
Bir zaman, her zamanı daha doğurur,
Her zamansa, en özel aana gebe,
Harrandan kalkan baba pir, usulca iner Yarusaleme
İşte o an, tüm Yusufların sevdası zaman aşırı,
Kutlu kader, başını bir Leyla gibi malikinin omzuna yaslar,
Kaynar Kayseri Rumun belleği fokur fokur,
Havaslar, saray bostanında mırıl mırıl Pavlusname okur,
Te te tekellüm, te tekellüm te…
Deyin bana nerede O? Bana deyin O nerede?
*
Dinle şu suru da ey Arabani,
Bürünür bir ben-i adem ete kemiğe…
Yıllara uzanan bir derin kuyu, kuru bir damar; dar şeritte pas,
İç çeken alacakaranlık puhusu kan pıhtısında,
İsmail kendine has sevdasını içen bir kuru göze,
Her söze bir mana rapteder kutsal ateşler arasında yaşlı Parsiler,
Zerdüşti çıkrık, Sasaniler elinde semada her an,
Ne söze, ne yemine yenik düşer babanın aşkı,
Periyodik damla sabrıdır, deler asırlık mermerleri,
Her yeri, karanlık bir elem kaplar Kisranın sarayında,
Mecusi rahipler, saray gülistanında Şehname okur:
Te te tekellüm, te tekellüm te…
Deyin bana nerede O? Bana deyin O nerede?
*.
Dinle şu suru da ey Arabani,
Büsralı rahip diye bir kocamış adam,
Kapanır manastırının rutubetli hafızasına…
Gafil kervan seke seke oynar çöl ve zilin aşkını,
Çangıl, çungul su savaşında her seferinde sakalar başı,
Gün batar, ay sökülür bedevi tahtalardan.
Teammüden bir ebabil ki, minicik hançer kabzası,
Bir parça zebercet ve bir parça et; zavallı kader kaçkını,
Hem de ta, Gassan ilinden…
Araban, aşkını bazen çöle, bazen kalbine gömer.
Elinde Adnani bir eman fermanı,
Kurt eti yer ama gömleği gevmez,
Sevmez bedevi, medeniyet rahatlığını,
Kuyuyu yeğler, beş vakit ırmağına…
Koyu bir davul sesiyle duaya durur avam,
Yavan hikayeler devrindeyiz biz yani aslansız Meyden diyarı…
Baksanıza; kurtlar ayak izlerini koklamakta dura kalka,
Bir bolat halka, boğaların burunlarındaki emri zorani,
Yani Halka prangalar ne gerek? diye sorma zamanı…
Sorulmaz zira engerek, ölümcül zehri ile kaim…
Mekke ise, uzakta bir kuru deniz kursağı,
Çölü de yutar, obruklu yayla haritalarını da,
Firavun artığı biri, zamanlar altı zalimanın şeriki,
İster ki kızıl olsun şu Akdeniz de…
On bir, on üçten bin bir daha az bir masaldır ona göre.
Dudaklardan uçuşan rüzgar, her masal bitiminde;
Enkaz ve batın yığını ehramlar dibinde isimsiz muallimler,
Ellerinde papirüsten Ramsesnameler,
Te te tekellüm, te tekellüm te…
Deyin bana nerede O? Bana deyin O nerede?
*
Bir serin rüzgar mı ne, ciheti Cezireden?
Yakar, Bizans saraylarının kahreden zindanlarını,
Oysa Mekkeli o kötü adam hâlâ güzel kız sevmeye devam eder,
Ucuz ama dişleri tamam yani genç esireleri sever,
İtaatkâr ve güçlü köleleri sever…
Yoksa yokuşlarda nasıl koşar kınalı at?
Ve nasıl yürür yüz yıllara doğru bunca saltanat?
Yolculuk bir rakkas gibi saat yönünde; tik tak!
Her kalp oyununda bir adım daha atarak,
Sinanın kumları öper kervanın ayak ayasını,
İşte, Tur buradadır.
Asanın asırlık parmak izleri burda,
Zeytin dağı yanı başımızda İsaya ağıt yakar…
Karşımızda, bize bakar Nur burnu,
Mekkeye bir atımlık mesafede ise Cebeli Sevr…
Ancak nice oldun ey Musa, nerdesin Harun?
Karun adlı bir adam, dünyaları satın alır İblis adına,
Ebabilin kanadına bir zorbanın adı daha yazılır.
Kara bir esir zincirlerini döver, yüreğinin örsünde…
Göğsünde cehennemi söndürür ummanı ahmer,
Velakin tesir etmez Sinanın buhurdanına,
Fütursuz bir cehennem kurulur,
Hemen her kuşluk vakti Medine pazarlarına,
Kimi iman alır, kimi din satar…
Kimi de Babilname okur Zerdüşt dilinden:
Te te tekellüm, te tekellüm te…
Deyin bana nerede O? Bana deyin O nerede?
*
Dinle şu suru da ey Arabani,
Bu giden deve, zembilinde iki cihanı taşır,
İsmail gah güneşi, gah annesini sesler,
Ne olur; biraz da yalnızlıktan söz edin ey kalabalıklar,
Ya Kara Haceri taşıyın söz aranızda,
Ya tutup kuru yamaçlarını ıslatın bu bahtsız ilin,
O ıssız ve ışıklı baharlara bin bir hevesle atılarak,
Bir destannameye ilk elifi çizdiğinizi bilin…
Bilin ki, burada insanın bidayet havzası, doğurur bir adem daha…
Bekke, sokak sokak ıkınarak önce kendini doğurtur,
Bir kuru çalı dibinde, ebeye hasret olarak,
Bir kuru havza, bir mevsimsiz hurma ağacı ve iki dağ,
Safa Merveye; Merve, Hacere ünler,
Kim ki muttali olursa burada sırra, yumulur ağzı,
Ve susar o konuşkan baba, gerisin geri döner geldiği gibi.
Ne çöl sever insanı, ne insan çölü,
Bir ölüdür belki de şimdi gelecek burda…
Oysa onun da beklediği kendine ait bir öyküdür,
Zem der, ince sesiyle zerafetin annesi,
Sesi bir sessiz dua gibi dal dalga yazılır dağlarda…
An olur; Zem durur, tekmil kumlar Zemzem olur.
Bekke vadisi ilk yeşil çiğidini rahminde duyar,
Kayar bir yıldız; gelir gelir de Hirada saplanır yere.
Hangi göz kendini görmüş ki benim ki görsün?
Oysa, ister ki o yaşlı rahip; herkes kendi yıldızıyla övünsün…
Övünecek yıldızı olmayan bir aşiret, amuda kalkar vadide,
Onun da yedeğinde Uzza, Menatname dilinde…
Biz Yemenli muhacirleriz, Cürmühü deyin bize…
Te te tekellüm, te tekellüm te…
Deyin bana nerede O? Bana deyin O nerede?
*
Haydi, uyanık basiret ayıkla sevdanın taşlı yolunu,
Oğlunu everir yaşlı ana, bir Yemenli kara çadır kızıyla…
İlk elifi korlar Adnan oğulları çölün şafağına,
Derken sığırları böğürür, develeri ıkhar ocak başına.
Bir sayfa daha açılır ve içindeki cevheri çıkarır maden ocağı,
Körük üfler takvimdeki yılları bildik hızıyla,
Herkes kendi yıldızıyla devam eder övünmeye,
Sabiiler, eski matemlerinde kala kalırlar dövünerek.
Kılıçları sıyıranlar zulme bir çentik daha korlar,
Düşünce harmanında zavallı kılıç artığı mazlumlar…
Kaçacağım içimden tüneller kaza kaza,
Aza aza bulacağım hürriyetimi,
Diyetimi canımla ödeyeceğim. der o yaşlı, Kureyş,
Haniftir, inanır eski ve kadim olan muhkem inanca,
Onca kitap arasından seçer minicik bir duayı.
Bir muazzam teker döner muhteşem taşlar üstünde,
Te te tekellüm, te tekellüm te…
Deyin bana nerede O? Bana deyin O nerede?
*
Göğsünde ölüm taşır
Ve kendi dualarınca öter bu yabani ebabiller,
Ebreheler, sonunda kendi fiillerine yenilirler.
Yaşlı ve alnı beyaz dağlı o yaşlı Kureyş hatırlar tarihi anı,
Onun dört bir yanı çöl çiğdemine keser.
Ne Kâbenin derdindedir o, ne Kâbenin malikinin,
Varsa yoksa üç otuz deve, birkaç tane Arap atı…
Onun hayatının bir yanı şemse öte yanı maha bakar.
Şu eskiyen kılıç izleri yok mu?
İşte, onlar yakar anılarını o yaşlı Kureyşin.
Haf ve reca illerinde yüreğimin pandülü,
Bir, Bire dayanır; bir, üç yüz altmış beşe.
Ama onun da saati işaret eder sonunda doğru vakti,
Dilinde Varakabinnevfelname, dolana dolana okur karepirizmayı:
Te te tekellüm, te tekellüm te…
Deyin bana nerede O? Bana deyin O nerede?
*
Sevilmeye katkıda bulunan nur, Veduttur.
Fıtri iyi bir tekerlemedir sizin sandığınız hayatlar,
Kayıtlar ta ezelde, göğün yapraklarında tutulur..
Her kıssanın sırrı zemininde gizlenir,
İzlenir lahuti nazarlarla Mekkede doğan ve doğuran.
Medeniler, savaşarak istemez kesin kes haklılıklarını,
Bilirler ki, en makul sonuç ayrılıktır kara sevdada,
Avdet etmişse kente sırrı aşk, yürek revanidir ah ile yolda,
Amineler, Halimeler ve bilcümle Mekke anneleri,
Elleri bellerinde, dillerinde bir kısacık şükürname,
Kara Taşı dolana dolana kendi türkülerini söylemekte,
Te te tekellüm, te tekellüm te…
Burada O? O Mekkede? …
*

Ahmet Yozgat
Kayıt Tarihi : 8.12.2011 12:36:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ahmet Yozgat